8 Kasım 2008 Cumartesi

YAŞASIN SOBELENDİM



Onu Sevgili Kelime'nin blogunda yanlış anımsamıyorsam "Yaprak Dökümü" nü eleştirdiği bir yazısını okurken tanıdım... Yorum bırakmıştı oraya...

Yıllarca bilgisayar evde , o bana ben ona gizli gizli bakıp durmuştuk karşılıklı. Güvenememiştim, korkmuştum... Zamansızdım biraz da.

Anlayamıyordum, kızıyordum çocuklara! Endişeleniyordum, sanal ortamdaki arkadaşlardan hayır gelmez diyordum öğrencilerime. Sonra bir gün dokundum düymesine... Sordum, soruşturdum; çocuklarımın başının etini yedim: Şu nasıl olacak, burada bak şu çıktı! Anlattılar yoğun derslerinin, işlerinin arasında. Siz beni ne sanıyorsunuz? dedim. Alfabeden başlayın anlatmaya, benim dilimden, ben ilk okula başladım sayın...

Sonra gazete okumayı öğrendim bilgisayardan. Mutluydum. Tüm gazeteler emrimdeydi. Bir tıkla tüm yazarlar karşımda ! Daha sonra bilgi yarışmaları buldum. Eşimle birlikte oynamaya başladık. Ben sanat, edebiyat, tiyatroda iyiydim ; eşim matematik, spor, tarih sorularında iyiydi, birbirimizi tamamlayarak puanlar topluyor seviniyorduk. Ya da bir soruyu yanlış yorumladığımızda yanıyorduk, üzülüyorduk.

Yetmiyordu. Googol'da her şeyi arıyordum. Bir gün tesadüfen blogla tanıştım. Çok kolay diyordu. Denedim, inanamadım! Artık bir blogum vardı. Ve tek parmakla da olsa kolayca yazılıyordu...

Amacım eskileri derleyip toparlayıp buraya yazmaktı. Eskiler dediğim mektuplarımdı. Zamana yenik düşmesin, kayıt altına alınsın, bizden sonra çocuklarım okusun, anne-babalarını daha bir yakından tanısındı,düşündüğüm.
Bir de o dönemi anlatıyordu mektuplar. Ucundan kıyısından siyasi, sosyal, toplumsal olayların çocuk yüreklerimizdeki yansımaları vardı . Ve o mektuplar bizim hayatımızdı, geçmişimizdi, heyecanlarımızdı, aşka bakışımızdı, arkadaşlığımız, dostluğumuz, sıkıntılarımız, saflığımız, masumiyetimizdi. Şimdi zaman zaman okuyorum onları. Ve aldığım andaki duygularımı gülümseyerek hatırlıyorum. Ellerim titriyordu zarfı açarken, kalbim yerinden fırlıyordu... Ne vardı içinde? Kimine göre hiç! Bana göre çocukluğum, gençliğim, aşkım, sevgim, nişanlım, askerim ve eşim, benim hayatım...

Durmadan yazıyordum. Sonra okunduğunu anladım, bir yerlerde birileri okuyordu yazdıklarımı. Bu beni durdurmadı, yazdım yazdım yazdım. Sadece son mektuplarımı yazmaktan vazgeçtim, onlar çok daha özeldi benim için. Artık aile olmuştuk çünkü. Zaten başka şeyler de yazmak için dayanılmaz istek duyuyordum, böylece blog maceram bugüne ulaştı.

Nereden geldim buraya? Ha sanal alemde arkadaşlık olmaz diyordum ya, meğer oluyormuş, hatta dostluklar kuruluyormuş. Yanılmışım. Hatta gerçek yaşamdakinden daha sağlam, daha güvenilir... Kime bu kadar içimizi açabiliriz ki? Kimin bizi dinleyecek zamanı, takatı var ki koşuşturma içinde? Diyelim ki var! Hangimiz yüz yüze bu kadar şeyi açabiliriz ki? Yazmak da okumak da kolay. Anlatmak da dinlemek de zor şu hayatta...

Çok uzatıyorum biliyorum. Diyeceğim şu, bu gece bir dostuma sobelendim.
"Beni anlatın!" diyordu. Yazılarını, blogunu anlatmamızı istemiş. Onu yazacaktım, kendimi anlatmışım. Sevgili Handan, inan kasıt yok. Konuya başlıyorum, o beni götüreceği yere kadar götürüyor. İçimden geldiği gibi, karalama yok, değiştirme yok...

Handan'ın Kaleminden'i Kelime'ye yazdığı yorumla tanıdım. Yorumunda, yanlış hatırlamıyorsam, Yaprak Dökümü Dizisinin metin yazarlarının kendi yazdığı eleştiriye yanıt verdiklerini anlatıyordu. Hemen koştum bloga... Gerçekten de yorum yazmış, kendilerini savunmuşlardı... Öylece tanıştık. Yeterli değildi bu benim için. Tanımam gerekiyordu yorum yazmak için. Başladım okumaya. Canı isteyince güzel yazıyordu. İçtendi, bazan çok öfkeliydi. Benim asla yapamayacağım şeyler yapıyordu. Masayı tuttuğu gibi savuruyordu, bunu da anlatıyordu. Yüreğinin derinliklerini görmeye çalıştığımda, yazılarından sevgi arıyordu, herkes gibi, hepimiz gibi... Orhan Pamuk hayranıydı, ben değildim... Ama ikimiz de okuyorduk, tartışabiliyorduk. Saygı duyuyorduk. Ve yazarak paylaşıyorduk.

Eee başka, yok başkasını artık yazmayacağım. Çok uzun oldu bu sobe. Bunu okuyanların senin buloğunu okuyacak dermenı mı kalır? Ama Handan'ın bloguna bir uğrayın derim, ben sık sık uğruyorum. Ama evine davet etse gitmem. Çünkü bir mim yazısında konukların uymasını istediği kuralları yazmıştı da şaşırmıştım.


Kimseyi sobeleyemeyeceğim. "Beni Anlatın" dememek için belki de kendimi de anlattım bu sobe yazısında. Handan'ı kutluyorum cesaretinden ötürü ve onu seviyorum. Aslında ben blog yazmayı da okumayı da, siz sevgili sanal dostlarımı da çok seviyorum. Herbiri başka tatta, başka lezzette, başka kokuda... Hepsinde ortak olan insan yüreği! Galiba ben o yürekleri seviyorum...

9 yorum:

Handan dedi ki...

ahahahahah sabah sabah kahkaham çınladı evde! demek evime davet etsem gelmezsiniz ha:)) siz çok yaşayın emi aysema... yaklaşık yarım saat sonra zeytin hasat şenliği için yola çıkacağım; bu yorum şimdilik bu kadar kalsın.

devam edecek

aysema dedi ki...

Yaaa! Böyle insanı sobeleyip kaçmak olur mu?

Zeytin Hasat Şenliği, diyince akan öfkeler sustu. Gel de çabuk anlat yaşadıklarını. Bekliyorum.

pRncfRn dedi ki...

İyi ki çocuklarınız size öğretmiş de, fikirlerinizi okuma fırsatı bulduk biz de aysema! Bu kadar okumak söz konusu olduğunda kör bir toplumda, böyle dostlar bulmak gerçekten zor ama okuyoruz ve iki de yazıyorsunuz!
Sevgiler.

aysema dedi ki...

İnsan yaşam boyu öğrencilikten kurtulamıyor, iyi ki de öyle... İçimizdeki öğrenme isteği var oldukça daha çok şey öğreneceğiz.

Teşekkür ederim Sevgili Prncfrn, ben de sizleri okumaktan büyük mutluluk duyuyorum. Sizler de iyi ki yazıyorsunuz. Yoksa sizleri tanıma şansım hiç olmayacaktı...

Sevgiler.

Emre KORLU dedi ki...

aysema öğretmenim bu post'unu şimdi saate bakıyorum tam 08:35 te gülümseyerek ve büyük keyif alarak okudum..eşinizi tarif ettiğiniz o güzel kelimeleri yazmasanızda eşinizle birbirinizi ne kadar çok sevdiğinizi birbirinize sarıldığınız o küçük resim o kadar anlatıyorki..
çok keyifli bir yazıydı..sizin gibi bir yüreği tanıdığım için çok mutluyum..iyi ki blog açmışsınız.yüreğinizle ve o en çok sevdiğiniz eşinizle kalın her an her saniye..

aysema dedi ki...

Sevgili Gayyor,

Öyle güzel "ÖĞRETMENİM" diyorsunuz ki yüreğimin en hassas noktalarını titretiyorsunuz...

Yıllarca sevgiyle yaptığım mesleğimden üç aydır uzağım. Üç aydır emekliyim. Ne yaparım, nasıl alışırım derken kendimi dostlar arasında bulmak, bu ortamda bulunmak bana öyle güzel, öyle iyi geldi ki... Beni bunalım yaşamaktan kurtardınız pek çoğunuz, farkına varmadan. Katkısı olan herkese teşekkür borçluyum.

20 yaşında bir genç, bir sanatçı adayı, pazar sabahı erkenden uyanıyor ve sizin yorgun yüreğinizi okuyor, anlıyor...

İşte o an... Çok uzaklarda bir yerlerde birilerine mutluluk olarak yansıyor...

Yaşam biraz da bu ayrıntılarla güzellik buluyor. Güzellikler paylaşıldıkça büyüyor, büyüyor, büyüyor...

Yüreklerimiz her çeşit sevgiye açık olsun, yaşam sevgiyle güzelleşsin.
Sevgisiz olmuyor, olamıyor.

kelime dedi ki...

Ne güzel bir pazar:)
Yorumlarıyla ve yazılarıyla.
Sevgiler.

aysema dedi ki...

Sevgili Kelime,

O güzelliklere güzellik katanlardan birisi de sen oldun.

Hep güzelliklerde buluşmak dileğiyle.
Sevgiyle, dostlukla...

therru dedi ki...

Bu sabah işe başlamadan önce okudum yazınızı. Yüzüme bir gülümseme yerleşti, bugünüm iyi geçecek!
Bu kadar içten, bu kadar sevgi dolu bir yazı yazarak kendi mutluluğunuzla bizi de mutlu ettiğiniz için teşekkür ederim.

KİMSE YOK MU

"bu geceyi bağırtan ben değilim bu geceyi bu bir yürek gibi buğulu bu uğultulu yangın gecesini rezil rezil bağırtan ben değilim gem...