
Karadeniz'in marullarının benzeri pek yoktur. Kıvırcığı var, yağlı olanı var. Hepsi yemyeşil, hepsi canlı canlı...
Bizde her akşam mutlaka yemeğin yanında yeşil salata olur. Bu nedenle marullarla yakın temas halindeyim.Uzun uzun yıkarım, elma sirkeli suda biraz bekletirim, sonra da tek tek yapraklarını yeniden yıkarım. Bu işlemin en sevmediğim yanı, içinde gizlenen solucanlardı. Ama artık son yıllarda solucanlar yok oldu? Normalde sevinmem gerekir değil mi? Neden sevinemiyorum?
Sanırım doğanın dengesini bozduk, daha çok kar edelim derken solucan katili de olduk.Solucanları öldüren ilaç bize kimbilir ne yapıyordur?İinsanlığı da yok ediyoruz farkına varmadan.
Gıda güvenliği ve çevrenin korunması tüm dünyanın birinci sorunu olmalı değil mi? Evet yedi milyar insanı doyurmak kolay değil. Ancak bunu yaparken çevreye zarar vermeden, ekolojik dengeyi bozmadan üretim yapmak zorundayız. Ve üretilenlerin hakça paylaşılmasını sağlamalıyız.
Bir yanda ellerinde milyonlarca ton gıda stoku olan ülkeler, diğer tarafta gıdaya ulaşamadığı için açlıktan ölen insanlar. Üreticiden çok ucuza alınan ürünler tüketiciye çok pahalıya satılıyor. Çok uluslu şirketler küçük üreticiyi bitirmek için her yolu deniyor. Üreten insanlar emeğinin karşılığını alamayınca üretmekten vazgeçiyor ve bu da dünyadaki açlığı körüklüyor.
Köylümüz çiftçimiz köyünü, toprağını bırakıp büyük kentlere göçüyor. Gecekondularda tüketicilerin arasına katılıyor.Meydan büyük şirketlere kalıyor. GDO'lu ürünler büyük marketlerin tezgahlarını süslüyor. Türkiye'de 32 çeşit GDO'lu ürün olduğu söyleniyor uzmanlarca.Ve yasal zorunluluk olduğu halde hiçbir ürünün üzerinde "Genetiğiyle oynanmıştır." diye yazmıyor.
Uzmanlara kulak verelim mi?
Ekimi en yaygın olan GDO’lu bitkilerin “soya, mısır, pamuk, kanola, buğday, ayçiçeği, pirinç, domates, patates, papaya, yerfıstığı” gibi ürünlerin olduğunu belirten Ölmez, “muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzun” da denemelerinin yapıldığını bildirdi. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdaların günlük tüketim maddeleri arasında yer aldığını ifade eden Ölmez, “Örneğin bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ve pamuk GDO’lu olma riski taşıyan ürünlerin başında geliyor” iddiasında bulundu. Ölmez, geçen yıl yürürlüğe giren Biyogüvenlik Yasası’na göre hazırlanan yönetmelikte, ürünler binde 9 ve üzerinde izinlendirilmiş GDO’lu bir bileşen içeriyorsa etiketlerinde GDO’lu bileşen içerdiğine dair ibare yazılmak zorunda olunduğunu anımsatarak özetle şunları kaydetti: “Henüz raflarda bununla ilgili ambalaj bilgisine rastlamak mümkün olmadı. Risk, özellikle de ambalajlı ürünlerde olduğu için etiketi tüketici olarak iyi okumamız gerekiyor. Tüketicilerin yapması gereken, şüphelendikleri ürünlerle ilgili ALO 174 Gıda Hattı’nı arayarak, mutlaka Tarım Bakanlığı’nın konu ile ilgilenmesini, kendisine bilgi verilmesini sağlamak olmalıdır. Tüketici dernekleriyle bilgi paylaşımında bulunulması, sürecin yasal zeminde izlenmesi toplumsal farkındalığı arttıracaktır."
Şimdi de bir başka uzmanın dediklerine göz atalım:
hatta basit olarak melaminimsi bir plastik,sütlere,yoğurt ve ayranlara ve
sütün girdiği her çeşit besine katılıyor çünkü bu molekül su ile inanılmaz
şekilde bağlanarak kıvam arttırıyor,bu hem imalat projeleri açısından zaman
kazandırıyor,hem gıda doğallığını kaybettiğinden son kullanma tarihini
uzatıyor ve firmaların stoklu çalışmasını sağlıyor,hem maliyeti inanılmaz
düşürerek firmaların rekabet gücünü arttırıyor.*
*Çocuklarınıza beş kuruşa,yirmi kuruşa,elli kuruşa gofret,çikolata ve süt
ürünleri alabilmemiz,evlerimize çeşit çeşit peynir,yoğurt,hazır sütlü tatlı
vs girebilmesi hep bu yüzden.*
*SOLİTİN bir tricalcid bileşiği yani doğada en bol ve bedava
bulabileceğiniz türden,tebeşir gibi,alçı taşı gibi,oysa bu bileşik
böbreklerden atılırken renal tubuluslardaki glomerüllerde birikiyor ve
filtrasyonu yani böbreklerin kanı süzmesini engelliyor,ve sonuç böbrek
yetmezliğine kadar uzanan böbrek rahatsızlıkları serum üre ve kraetinin
düzeylerinde artış ve bunun getirdiği devamlı yorgunluk hali, hafıza ve
konsantrasyon bozuklukları ve hatta ciddi mental bozukluklar,Almanya
Solingen üniversitesi Pskyatri bölümünce 2009 da 21.Europe Pscyhatry
Society'e sunulan bildirgede Şizofreni ve SOLİTİN kullanımı arasında
ilişkiler olması muhtemel olduğu,Özellikle Paranoid Şizofreni vakalarında
kanda tricalciophospate bileşiklerinin normalden 16 kat yüksek olduğu
belirtilmesine rağmen bildirge nedense Kongrede sunum için kabul edilmedi.*
*Üretici firmalar SOLİTİN'i hiç bir şekilde ürün etiketlerinde
bildirmiyor,aldığımız ürünlerde SOLİTİN olup olmadığını yine de bir kaç
basit deney ile anlayabiliriz,eğer bu yönde bir şüphe oluşursa derhal
bulunduğunuz il Hıfsızsıhha Md.ile ilişkiye geçerek şüpheli gıdanın test
edilmesini talep ediniz,bu şekilde binlerce hatta yüzbinlerce insanın
sağlığını kurtarabilirsiniz,çevrenize baktığınızda ne kadar çok dializ
merkezi ve böbrek hastası olduğunu siz de görüyorsunuz bu artışın sebebi
bazı ahlaksız firmaların kar hırsında n başka bir şey değil.*
*Aldığınız sıvı ürünler (süt,ayran,çikolatalı süt vs) için şu yolu
izleyebilirsiniz bir metal'i (çatal,kaşık vs) el yakacak düzeyde ısıtın ve
test etmek istediğiniz sıvıya batırarak çalkalama hareketi yapın,metali
çıkardığınızda birbirinden ayrılmış öbekler halinde beyaz topaklar
görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.*
*Peynir vs türü ürünlerde ise üründen bir parça alarak sirkeli suya koyunuz
eğer sirkeli suyun üzerinde kalan beyazımsı bir tabaka görürseniz o üründe
SOLİTİN var demektir.*
*Çikolata,gofret türü ürünlerde ise ürünü elinizle basitçe kırın,eğer
kırığın her iki tarafında süt beyazı noktalar varsa o üründe de SOLİTİN
vardır.*"
Gördüğümüz gibi sorun sadece köylünün, çiftçinin sorunu değil; insanlığın sorunu.
Ne yazık ki sadece tarımda değil; hayvancılıkta da tehlike çanları çalıyor. Helal et diyenler geldikleri noktada hayvancılığımızı da öldürdüler. Bilmem nerelerden canlı angut hayvanlar getirttiler yandaşlarına. Et ucuzlamadığı gibi yiyebildiğimiz kadarıyla tadı, lezzeti de bize oldukça yabancı.
Oysa kendi kendine yetebilecek sayısız olanağımız var; yeter ki akıllı ellerde planlayalım; üretiğini tüketen bir toplum olalım yeniden.
Üreticinin hakkını verelim ki işsizler ordusunun bir parçası olmasınlar. Kentlerimiz köyleşmesin; köylerimiz boşalmasın...
Kurtlu da olsa doğal meyvelerimizden yiyelim, varsın solucanlı olsun, sağlıklı marullarımızı tüketelim... Çocuklarımız, torunlarımız ekolojik dengesi bozulmamış, güzel bir çevrede, güvenli besinler tüketerek sağlıklı yaşasın; ülkenin gelişmesine katkıda bulunsun.
Ben solucanlarımızı geri istiyorum...