
Şu anda Show TV'de Nihat Doğan'ı izliyorum. Ağlıyor, burnunu çeke çeke... İzlemediyseniz merak etmeyin; kimbilir kaç kez izlettireceklerdir herkese. Reytingi bol bir röportaj yaptı Saba Tümer.
"Dünyaları bırakıp ben seni seçtim.
Nankörlüğün aklıma geldi, aramayamadım..."
Ağladıktan sonra kalkıp oynayarak söylediği bir türkü bu. İçinde kalleşlik, ayrılığı taşımak, şerefi yere düşürmemek, aşkın on ton olduğu gibi sözler geçen bir de şiir okudu şarkının içinde.
Nihat Doğan miting alanındaki bir siyasetçi gibi konuşuyor. Daha açık söyleyeyim mi? Başbakana çok benziyor hitabet sanatında. Sözcüklerle dövüyor karşısındakini. Söylediklerinin bir kısmının altına imzanızı atabilirsiniz belki sakin sakin anlatsa; ama o savaşa gider gibi konuşmayı seçiyor. Ne kadar çok bağırırsa bağırsın sesini duyuramayacağı endişesi içinde sanki.
Beni duyun, beni anlayın, beni sevin haykırışı gizli her cümlesinin altında...
Yetmiyor televizyonlara çıkmak, yarışmalara katılmak, tanınmak, meşhur olmak; ne dense ne söylense içindeki eziklik duygusu gitmiyor.
Nasıl gitsin ki...
Rahmetli babası öldüğünde on bir yaşında bir çocukmuş. Şiddet görmüş ondan, mesleğini seçme konusunda baskı da. Ölüm döşeğinde ailenin tüm sorumluluğunu küçük Nihat'a yükleyip göçmüş bu alemden. Annesi babasının üçüncü eşiymiş,yaşça oldukça küçükmüş babasından.
Baba vasiyetini söylemiş çocuk Nihat'a, evlenmesin bir daha annen, sekiz kardeşin ve annen sana emanet, demiş ölürken. Genç annesi de bir daha evlenmemiş. Programda Nihat Doğan onların sevdasına benzer bir sevda aradığını söylüyor ağlayarak. İnsan gördüğünü öğreniyor, okumuyorsa; o da aynısını istiyor işte...
Bir acısını daha paylaşıyor, abisini hiç görememiş, ona abi diyememiş. Çünkü o, babasının ilk ya da ikinci eşinden olmuş ve İngiltere'de yaşıyormuş. Sevgi istiyor abisinden de...
Annesini kardeşlerinden çok seviyor. Gerçi anne sevgisini de yaşayamadığını söylüyor söz arasında. Sanırım küçük yaşta, büyük şehirde tek başına çalışmak zorunda olduğu için ondan da uzak kalmış.
Aslında o kadar çok Nihat Doğan var ki bu toplumda... Sevilmeye, okşanmaya, kabul görmeye, desteklenmeye gereksinim duyan.
Her şey çocuklukla başlıyor. Sevemeyeceğimiz, bakamayacağımız, koruyup kollayamayacağımız, eğitip destekleyemeyeceğimiz çocuklar dünyaya getirme suçundan kaçınmak zorundayız.
Son olarak naçizane bir önerim olacak, ilgililere. Hani şu sıralar "Başbakan köşke çıkınca yerine kim gelmeli?" tartışmalarına belki bir katkı olur diye söyleyeceğim.
Bilmem söylesem mi söylemesem mi?
Siz anladınız zaten. Doğru söyleyin, gidenin yerini ancak o doldurmaz mı?