
1973-1974 Samsun Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü Öğrenci ve Öğretmenleri
2009 Bursa Buluşması:
Bursa'nın ufak tefek taşları
Keman olmuş o yarimin kaşları
Bir omuzdan bir omuza saçları
A benim esmer güzelim
Yarimle kol kola gezelim
Büyük küçük çocukları uyuttum, geçtim laptopumun başına... Yorumları okudum, ancak şimdilik yanıtlayamayacağım zamansızlıktan. Yine geç oldu, yarın yolculuk İstanbul'dan devam edecek...
19 Haziran 2009:
Zonguldak'tan çıktım yola,
Selam verdim sağa sola
Haydi benim Aysema Öğretmenim
Yolun açık ola...
Orhan Veli'ye selam ederek saat on gibi Ereğli'ye vardık. Karadeniz Ereğli...
Ereğli'den geçmedinse
Kıymalı pide yemedinse
Çileğinden tatmadınsa
Yaşadım deme be hemşerim...
Yolculuk karadeniz kıyısı boyunca sürüyor. Karadenizin azgın dalgalarından eser yok şimdi. Karadenizin rengi yeşile, maviye durmuş. Otobüsün camından hayranlıkla manzarayı seyrediyorum. Kulağım radyoda. Bağırarak konuşan sunucu.:
Bu şarkı sadece sevenler için; seviyorum, diyip sevmeyenler için değil!! diye haykırıyor. Kulak kesildim, ama şarkının hızına yetişmek ne mükün! Sözlerini de hiç anlayamadım. Sadece araya bir bayan sesi girdi de bir cümlesini anladım. Belki siz de duymuşunuzdur. Aradaki ses, "Ararım seni bu yollarda, yalnız gel." diyordu. O da olmasa yanmıştım.
Akçakoca'dayız, saat 10.41... Radyo'yu dinliyorum."Yandı yandı içim yandı.Kalbimin istediğini almak nasip olmadı". Gönül işleri karışık. Dert insanı söyletiyor demek ki... Gönül işleri karışık da Akçakoca'nın fındıkçılarının işleri çok mu iyi? Sanmıyorum iyi olduğunu. Fındık almak isterseniz Akçakoca'nınkini alın derim ben. Meşhurdur buranın fındığı... Bir de fındık kabuğunu doldurmayan şeylere de fazla üzülmeyin derim. Radyoda müzik sustu, sunucu kompozisyon yarışmasından söz ediyor:
"Benim Babam Büyük Adam" konulu kompozisyon yarışması sonuçları..."
Babalara selam ederek yola devam ediyoruz. Otobüsümüz Boğaziçi'ne (yörenin ismi bu)yaklaşırken saat on bir olmuş. Müzik kulaklarımı tırmalıyor.
" Kardan adam olur, senden olmaz!"
"Sabrımı sınayan kendi kaybeder!"
Veresiye aşk yok!"
Düzce'ye yaklaşıyoruz. Yol boyu evlere dikkat ediyorum. Buralarda insanlar akıllanmış mı ne? Dört katlı bina bile pek yok. Deprem binaların boyunu küçültmüş. İki, üç katlı evler çoğunlukta... Keşke bu kadar acılar yaşanmadan gerekli önlemleri alabilsek değil mi?
Düzce'ye giriyoruz. A o da ne! Kocaman bir reklam panosunda kocaman bir yazı. Herkesin gözüne, dikkatli bakanların bilincine işleyecek türden:
"SENDİKALI OL!"
Petrol İş'in bu reklamını çok beğeniyorum. Yaşlı-genç, kadın-erkek- işçiler panoyu süslüyor. Ve resimlerin hemen altında bir yazı:
ÇÜNKÜ SENDİKA GÜCÜNDÜR..."
Yöneticilerin neden sendikaya sıcak bakmadığını bir düşünün isterseniz. Sizin güçsüzlüğünüz başkalarının sizin üzerinizdeki etkisini nasıl da büyütüyor!
Düzce terminaldeyiz. Otobüste her türlü ikramı tüketirsen mola yerinde de tuvalet derdine düşersin. Biz yolcular tuvaletin kapısında birikiyoruz. Sanki kaçacağız, önce jeton alacaksın, jetonu yerleştirip içeri öyle gireceksin! Tabi kuyrukta beklerken bir kazaya kurban gitmek de var! Temizlik pek çok yerde büyük sorun zaten...
Düzce'den on bir otuz gibi ayrılırken Bursa'daki sevgili çocukluk arkadaşım Nilgül aradı. Konuştuk, gidince programa göre arayacağımı söyledim. Mutlu mutlu Bursa buluşmasını düşünerek uyuyakalmışım...
VE BURSA :
(Şimdi bırakmak zorundayım. Devamı ilk fırsatta...)