bir annenin çığlıkları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bir annenin çığlıkları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2011 Çarşamba

YEDİ RENGİN İMECESİ YAŞAMAK





"Kutsal bir imecedir yaşamak"


Ne hakkınız var, hiç mi düşünmüyorsunuz? Bu kadar mı bencilsiniz, hırsınız gözünüzü kör mü ediyor yoksa? Bu kadar insanın sizin kaşınıza gözünüze oy verdiğini mi sanıyorsunuz? Öyleyse lütfen terk edin bu partiyi!

Nicelik olarak az olsa da % 26; nitelik olarak çok yükseklerde bilesiniz. Ve yine bilesiniz ki bu insanlar ülkeyi en az sizin kadar, belki bir kısmınızdan çok daha fazla, düşünüyor. Düşündüğü için de her türlü sindirmeye karşın CHP diyor, nice bedeller ödeyerek... Kolaya kaçmıyor, köşeyi döneceği fırsatları elinin tersiyle itiyor; eziliyor, horlanıyor, yılmıyor.

Bu kaçıncı tuzak, hala akıllanmıyorsunuz? Seçim öncesi en çok CHP eleştirildi. Neden? Seçim bitti, kendi zaferlerini kutlamadan, CHP'nin kurultay isteyeceği bekleniyor(!), diye yayınlar yapmaya başladılar, ve siz kısa sürede yine aynı tuzağa düştünüz? Ne hakla, hangi yüzle? En kötüsü de söylediklerinizin çarpıtılarak vericeğini bile bile!

Evet, % 50 farklı düşünüyor bu ülkede; onların düşüncelerini gerçekleştirecek güçlü bir hükümet kurulacak.İktidar nimetlerinden herkes payına düşeni kapacak!
Ama bizler, bu ulusun %26' sı da, "Gidin, bizim düşüncelerimizin sesi olun, ülkemizin, ulusumuzun geleceğini etkileyecek olumsuzlukların önünde dikilin!", diye size görev verdi. Kişisel hiçbir beklentisi olmadan üstelik... Bu insanlar ülkenin aydınlık yüzleridir; değer verilmese de değerli olduğunun bilincindedir unutulmasın lütfen.

Veee Türkiye koşullarında alınan oy hiç de az değildir. Aydınlıktan yana olmak için aydın olmak gerekiyor biliyorsunuz. Kişisel çıkarlarını toplumun çıkarları için feda edebilmektir aynı zamanda. Günümüz koşullarında bunu yapmak kolay mıdır?

Herkes elini vicdanına koyup söylesin: Hanginiz Sayın Kemal Kılıçdaroğlu kadar çalıştınız? Hataları yok mu? Var elbette, hanginizin yok ki...
Bunlar kendi içinde konuşulur, tartışılır, çözümlenir; kimse dışlanmaz, eski-yeni pek çok değerli insanımız var aranızda biliyoruz, ancak medya önünde küçük hesaplaşmalara girilmez...

Bunu yapmak yurt sevgisinin, ulusun geleceğini düşünmenin gereğidir, unutmayın. Ve yine unutmayın, zor günlerden geçtiği bu süreçte Türkiye'nin CHP'ye, sizden çok daha fazla, gereksinimi var.

Lütfen çığlığımıza ses verin... Gelin imece yapalım, ne dersiniz?

İMECE
Güçsüzden yanayım kavgada
Büyük öfkelerle bilenmiş sesim
Hey diyorum bir dağ sabahından
Yeni piramitlere taş taşıyanlar
Ellerim acıdı be

Hey gücünden habersiz orman
Biliyorum Köroğlu olunmaz bu çağda
Ama yedi rengin imecesi aydınlık
Taşlar bıktı gömüt olmaktan
Bırakın çürüsün yalnızlığında firavunlar

Dokunsak yıkılır korkunun duvarları
Çıkar herkes zındanından
Eşsiz dolaşımı başlar kanın
Benden sana senden ona
Kutsal bir imecedir yaşamak

Bir gök böğürtleni benim sunduğum
Evrenin uyumu tadında
Kalsın bencil mutluluk kokmuş odada
Hadi toprağın suyun böceğin gittiğine
İmece en yoğun sevi
(Mehmet Başaran)

7 Mayıs 2010 Cuma

ANALIK DEMEK BENCİLLİK DEMEK Mİ? (KANAYAN)



ANA

Gideceğini söylediği gecenin ertesi günü dairedeki arkadaşlardan borç para aldım. Aybaşına daha çok vardı. Böylece parasını da hazırlamış oldum; "Gidiyorum" dediği zaman çıkarıp vermeliydim. Ama İstanbul'a çağrıldığını öğrenince, istemesini beklemedim, aylık harçlığının tümünü çıkarıp verdim. Şaşırdı.

_ "Niye erken veriyorsun?" diyemedi.
_ "Yeter mi bu para?" dedim.
_ "Çok bile anacığım." dedi.

O iki gün içinde İstanbul'un sözünü bile etmedi nedense. Oysa hep bekliyordum. Hele ikinci günün sabahı, daireye gidiyordum, onu öyle sabah gazetelerine kapanmış görünce bayağı şaşırdım. Düzenlenen "gece" ye yetişibilmesi için hemen yola çıkması gerekiyordu. Dayanamadım dairede, öğleyin atladım bir arabaya, eve geldim. Ayakkabıları da, postalları da kapının içindeydi. Evdeydi. Gitmemişti. Odasının kapısı aralıktı. Geldiğimi duyunca:

"Sen misin?" dedi.

Dedi ama, güpegündüz eve gelişime de şaşmadı. Oysa öğlenleri eve gelmezdim.
Dalgındı.
Dayanamayıp az daha, neden İstanbul'a gitmediğini soracaktım. "Kızcağız orada seni bekliyor..." diyecektim.
İyi ki demedim.
"İstanbul'a gideceğimi nereden biliyorsun?" dese, ne derdim ona.
"Minik işi de böylece kapandı, İstanbul'a gitmedi.
Demek gideceği yer başkaydı.



BABA

O gece ablasıyla eniştesi bizdeydiler, geç vakit kalktılar.
O da o gece gitti.


ANA

Benden bir bardak çay daha istemişti. Boşalan bardağını aldım, dışarı çıktım, ardımdan mutfağa geldi.

"Bu gece gidiyorum." dedi.

Çayı koyamadım. Çaydanlığı elimden aldı, bardağını kendi doldurdu, onun da elleri titriyordu, çayını koyarken gördüm.

"Hiçbir şey sormayacaksın." dedi.

Hiçbir şey sormadım.

Çayını aldı, salona döndü. Oracıkta, yanan ocağın başında, bir şeyler düğümlendi şurama, tıkandım, salona yanlarına dönemedim.


ANA

Günleri haftalar, haftaları aylar kovaladı. Bir adres bile bırakmadan gitmişti, nerelerde olduğunu bilmiyorduk. Aylarca dolaşmışlar. Hiç de bilmezdi çocuğum oraları, nereden bilsin, büyük kent çocuğu, bütün bilgisi kitaplardan, hiç çıkmadı ki dışarılara; çocukluk işte.

Bir gün de baktık, gazetelerde boy boy resimleri, adı herkesin ağzında. Vallahi, ne yalan söyleyeyim, sağ olarak yakalanışına sevinmiştim. Ne de olsa analık. Analık demek bencillik demek mi? Kendi kendime sorduğum oluyor: " Oğlum ölmedi diye, ölenlerden biri de benim oğlum değil diye böyle açık açık sevinmekle suç mu işliyorum yoksa? A-ahh, olmaz, diyorum, bu benimkisi analığı aşan bir şey, düpedüz bencillik, diyorum. Böyle diyorum ya, başka türlüsü de gelmiyor elimden. Canımın içinden çekip çıkarmışım, dokuz ay şuramda taşımışım, yıllar boyu gözüm gibi üstlerine titremişim, bunca emek vermişim, dal gibi yetiştirmişim, saçlarım ağarmış onları insan içine çıkarmak için, kolay mı? Bencillikse bencillik, başka türlüsünü yapamıyorum.


BABA

Aylarca taşındık durduk mahkeme salonlarına. İşimden ayrıldım. Mide kanaması geçirdim. Hanımın saçları süt gibi oldu. Karar verildiği gün çıldıracaktık. Yargıçlar kararı okuduktan sonra kalemlerini kırdılar. Yandık. Kavrulduk. Öldük öldük dirildik. Görüşme gününe daha üç gün vardı. O üç gün bizim evden yüzlerce ölü çıktı sanki. İçimiz yangın yerine döndü.
Bir on yılım da orada gitti işte.

ANA

Görüşme günü gelip çattığında; oraya ölülerimiz gitti sanki. O cam bölmeli daracık aralığa nasıl girdim ben bilirim. Oysa, tozlu camın ötesinde, birden yine o vardı, oğlum vardı, canım yavrum. Sanki sokak kapımızdan evimize girer gibi girmişti oraya. Ağlıyordum. Ağlamaktan çocuğumun güzel yüzünü doğru dürüst göremedim bile...


Erdal Öz
'ün "KANAYAN" isimli yapıtından alıntıdır. Onun "Darağacında Üç Fidan" ını da okumanızı öneririm...

Çocuklarımıza kıymayın Efendiler!
HİÇBİR ŞEKİLDE KIYMAYIN!
İnsanlığınızı hatırlayın...

Analara Babalara kıymayın!
Bu ulusa da...


BAKINIZ:

YİBO SİİRT

Bir Milyon Kalem: Çocuk İstismarına Karşı El ele

Özgür Anne'den: "Kutsal OLmak İstemiyorum"


ANNELERİMİZİN GÜNÜ KUTLU OLSUN.

KAYBETTİKLERİMİZİ YÜREĞİMİZLE ÖPÜYORUZ DEĞİL Mİ?

Ve Annemiz için harcamayı düşündüğümüz para varsa onu NEHİR İÇİN KULLANIYORUZ...

1 Mart 2009 Pazar

AĞLAŞTIK SADECE


Gülmekle ağlamak kardeş... Ve hepsi biz insanlar için.

Sabah "Gülümse" yazısına bağlantı verdim, akşam "Ağlaştık" yazısını yazıyorum. "Bu ne yaman çelişki anne!" diyeceğim Ahmet Kaya gibi...

İkisi de paylaşmak sonunda. Birincisi daha kolay. Ya ikincisi ? Bazan öyle zor, öyle zor ki...

24 Yaşındaki oğlunu kaybetmiş bir anneyi kim, nasıl teselli edebilir ki? Hangi söz, hangi davranış işe yarar ki!..

"Keşke hasta olsaydı, birkaç gün baksaydım; kokusuna doysaydım!" diye ağlayan, yakınan, isyan eden, "Ben ne suç işledim ki bu başıma geldi !" çığlıkları yüreklerde yaralar açan bir anne!..

Dokuz yıl tedavilerden sonra dünyaya gelen bir bebek, annesinin bebeği, 24 yaşına geldiğinde trafik kazasında uçuyor bir anda... Üniversite son sınıfta!

Amasra'ya gittik onlara. Diyemedim, hiçbir şey söyleyemedim. Sadece sarılıp birlikte ağlaştık. ağlaştık, ağlaştık...

KİMSE YOK MU

"bu geceyi bağırtan ben değilim bu geceyi bu bir yürek gibi buğulu bu uğultulu yangın gecesini rezil rezil bağırtan ben değilim gem...