Doktorlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doktorlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2011 Perşembe

ÇÜRÜMÜŞ (ÖYKÜ)


I.BÖLÜM

Şubat olmasına rağmen hava güzeldi.

Üç kişi yürüyorduk. Zaten son zamanlarda yapışkan üçüzler gibiydik. Ben nereye, onlar da oraya! Birbirleriyle geçinebilseler hadi neyse , ama bırakın geçinmeyi birinin söylediğinin tam aksini söyleyip şaşkına çeviriyorlardı beni... Biri yüreğimi, öbürü beynimi yiyip bitiriyordu sanki...

Kapıdan içeri girdim. Kalabalıktı, kuyruk uzayıp gidiyordu.Sıra bana gelince, nüfus kağıdımı uzattım görevliye. Yüzüme bile bakmadan: "Sosyal güvencen? dedi. Bu eksiltili cümleyi hemen yanıtladım: " Emekli sandığı..." dedim kısaca. Böyle yerlerde kısa konuşulmalıydı zaten. Kuyruk dışarı taşmıştı, ve sürekli yenileri ekleniyordu. Yeni gelenler işini bitenlerden çok fazlaydı.

Akşamı bulur, dedi biri; diğeri bulmaz bulmaz, hızlı çalışıyorlar, hem arkana baksana, kimbilir kaçıncı sırada olacaklar? Seninki altmış yedi değil mi? Ne diyim, üçümüz merdivenleri tırmanmaya başladık.

Poliklinikler üçüncü kattaydı. Çıktık ki anababa günü, sanki tüm şehir burada... Koridorun iki yanındaki oturulacak yerler dopdolu, kalan boşluklarda ise herkes ayakta. Güçlükle ilerleyip bayan tuvaletinin önünde ayak üstü durabileceğimiz bir boşluk bulabildik sonunda. Görevliler hastaları iterek aralarından zorla geçip muayene odalarına bir şeyler taşıyordu, torba içinde. Dişe benziyordu torbanın içindekiler.

Ne çok çocuk var burada, çocuk ve kadın.. Erkekler azınlıkta...İyi beslenemiyor muyuz ne? Şubat tatili olduğu geldi birden aklıma. Doğru ya, şubat tatili, ikinci dönem başlamadan getirmişler çocukları, diye düşündüm. Ahh, o tatiller ne iyi gelirdi insana! Şimdilerde her gün tatil, bir dostun dediği gibi, her gün pazardı emekliye...

Ayaklarımın ağrımaya başladığını hissettim. Ekrana baktım kırk dördüncü kişiye sıra gelmiş. Altmış yediden kırk dört çıkarsa... Neyse ne, eskiden de matematikle aram iyi değildi zaten.
Karşı sıradan bir kadın girdi içeri, sekiz on yaşlarındaki kızıyla birlikte. Duraladım, baktım oturan olmadı yerine, ben geçtim . Yanımda oturan on beş on altı yaşındaki abla, iki yaşlarındaki kardeşini susturmaya çalışıyordu ben otururken. Sus Zeynep, diyince 'kız'mış, diye şaşırdım. Çünkü onu bir süredir izliyordum karşıdan. Saçları erkek çocuğunkiler gibi kesilmişti. Ablasına neden ağladığını sordum, benim de dişimi çeksin doktor, diyeymiş. Bak şu işe? Yerine oturduğum bayanın çocuklarıymış, Zeynep, içeriye annesiyle giren ablasına özenmiş. Birden çok eskilere gittim. Bizim de böyle göz doktoru maceramız vardı ya. Küçük kızım "gözlük" diye tutturmuştu.

İnsan unutuyor işte...Sonra torunumu,Ela'yı düşündüm, hastaymış, dün kusmuş! Gitme isteğim depreşti yeniden. Dur şu diş işimi bitireyim, diye söylenirken buldum kendimi. Keşke aynı şehirde olsak...

Zaman durmuş burada, geçmek bilmiyor. Ekrana bakıyorum, 'elli bir'i gösteriyor. Oysa odaya giren çıkan çok daha fazla, büyük bir hareketlilik var. Torpilli olanlar, dünden kalanlar, sonuç gösterenler... Otururken yoruluyor insan, kolaylık diliyorum doktorlara "Kimse halinden memnun değil şu ülkede!" diyor içimdeki ses. Diğeri, Haline şükret, bak sen oturuyorsun!" diye çıkışıyor içimden.

Bir çığlıkla irkiliyorum. Muayene odalarından birinden geliyor. Susuyor bir süre, sonra tekrar başlıyor. Herkes birbirine soruyor, o sırada kapı açılıyor, dışarı hemşire çıkıyor. Belli kızgınlıktan gülüyor. Soranlara, "Bir şey olduğu yok, dişi çekiliyor, koca delikanlı bağırıyor!"
Biraz durup ferahladıktan sonra tekrar içeri giriyor. Bazıları çocuğu ayıplıyor.Belki de morfinin etkisi geçmiştir, can acımazsa çığlık niye atılsın ki? Bir adam, korkuyordum, şimdi daha çok korkmaya başladım, demekte sakınca görmüyor. Küçük Zeynep, benim de dişim çekilsin, diye ağlıyor. Biri fıkra diyip başlıyor:
"Bir adam doktora gitmiş, gidiş o gidiş..." Gülümsüyorum.

Devamı var...

12 Ekim 2008 Pazar

BU FENER TİP TİP


Nihayet Cumartesi günü evden çıktım...

Doktorlar lokalinde arkadaşlarla buluşacaktık Fener'de... Haziranda bir ayrılmıştık, bugüne kadar buluşamamıştık.

Evden çıktım, yürüye yürüye yola koyuldum. "A" Tipi Misafirhane'nin önünden geçerken bahçesinin güzelliğine bir kez daha hayran oldum. Görkemli çam ağaçları, çeşit çeşit çiçekleri, bekçi kulubesi sonbaharla kucak kucağaydı. Pek çok devlet büyüğünü ağırlamıştı bu bina. Benim de içinde verilen kokteyllere katılmışlığım vardı. Son zamanlarda artık olmuyor bu tip toplantılar doğal olarak...

"D" Tipi evlerin önündeki iki yanı ağaçlıklı yoldan ağır ağır yürüyorum. Öyle güzel ki... Aklıma "C" Tipi evler geliyor. Çoğu satıldı artık.Oysa hepsi lojmandı eskiden. Şimdilerde jipli, türbanlı bir yığın insan girip çıkıyor "C" Tiplerine...Para onlarda ya !

Deniz Kulubü'nün yanından geçerken içeriye bir göz atıyorum. Bahçesinde kimse görünmüyor. Deniz sisli sonbahar güzelliğinin içinde hüzünlü müydü ne? Buralara girmek kolay değildi eskiden, üye kartınız olmadan deniz tarafından bile yanaşamazdınız kulübe... Ekonomik krizler nedeniyle gelen geçiyor artık. Yeter ki parası olsun!..

Gülümsüyorum aklıma geldikçe... Bir zamanlar "Deniz Kulübünde koli var, denize girilmiyor artık!" diye konuşulanları duyan görevlinin: " Nerede o koli, hemen atlayıp çıkarayım!" demesi size de komik gelmiyor mu ?

Daha önce "B" Tipi Lokalde ( Mühendisler, Mimarlar Lokali) buluşmuştuk , bu kez Doktorlar'da buluşacağız. Önceleri "B" Tipinin Misafirhanesi iken doktorlara kaptırdığı yer burası. İkisi yan yana konuklarını ağırlıyor. Karşılarında Tenis Kortu, öte yanlarında da yanından geçtiğim Deniz Kulübü... Hepsi birbirinden güzel... Fener semtinin incileri bunlar... Hele yazın göreceksiniz... Yeşili, denizi, güneşi el ele verince bakmaya kıyamıyor insan...

Geldiğim yolun karşısından geri dönecek olsam kısa bir yürüyüşle Maden Mühendisleri Cemiyeti'ne, onun karşısındaki eski yaygın adıyla Kiliseye,(Memurlar Lokaliydi,satıldı o da) şimdiki adıyla Yaman Restoran'a ulaşabilirim. Özellikle Maden Mühendisleri Lokalinden güneşin batışını izlemeyenler çok şey kaybettiklerini düşünmeliler...

Benim geri dönmeme gerek yok. Hazır Doktorlar Lokalinin kapısına gelmişken...

Ağaçların arasından geçip merdivenleri ağır ağır çıkarken yanıbaşımdaki denizden gelen temiz havayla ciğerlerimi temizliyorum. Yenilendiğimi hissediyorum.

İşte geldim... Arkadaşlar salonda oturuyorlar. Yan tarafta şömine yanıyor. Ilık bir hava karşılıyor sizi. Masalarda gerçek çiçekler renk renk vazoların içinde yerlerini almış gülümsüyor. Şöminenin karşısında iki geniş koltuk yayılmak isteyenleri bekliyor. Sabırlı... Koltukların sağ tarafında saksı çiçekleri...Yere dizilmiş. Hepsi de renk renk açmış çiçekleriyle buyurun, keyfinize bakın, der gibi ...

Özlemişim arkadaşlarımı. Sarmaş dolaş oluyoruz. Yaramış emeklilik, dinlenmişsin, diyorlar... Herkes yiyeceğini söylüyor. Ben karışık diyorum. Yemekten sonra çaylarımızı denize karşı bahçede içiyoruz. Sonra içeri giriyoruz hava serinleyince... Bir sürpriz tatlı haberiyle herkes seviniyor. "Laz Böreği" de var deniyor. Birer dilim yiyiyoruz, bir arkadaşımız ikinciyi de midesine gönderiyor.

Laz Böreğiyle ilgili, değerlendirmeler yapılıyor; tarifler verilip tarifler alınıyor. Ben tatlıya konan karabibere şaşırırken yazlık komşumun Laz Böreğini anımsıyorum. "Evet bu da güzel, ama onunki bambaşka lezzette! " cümlesi dökülüyor dilimden farkında olmadan.

Kağıtlara ay adları yazılıyor, katlanıp kül tablasının içine konuyor, elden ele dolaştırılıyor. Çeyrek altın kurrası çekiyoruz kendi aramızda. Ayda iki kez buluşmaya karar veriyoruz. Bana "Kasım" çıkıyor. Artık zengin olacağım ben de ! Şaka şaka, amaç buluşmaların devamlılığını sağlamak, düzenini korumak. Sırası gelen ortamı hazırlayacak, duyuruları yapacak. Yoksa aldığım altınları birer birer geri götüreceğim.

Bu arada altın fiyatları çok yükselmiş. Kuyumcular satıyormuş, ama siz bozdurmaya gittiğinizde türlü bahanelerle geri almıyormuş. Bu bilgiyi de paylaşmadan geçmeyeyim dedim. Belki çıkınlarınızdaki altınları bozdurmak gibi bir hayale kapılırsınız, hazır yükselmişken!

Siz hesap yaparken biz de hesaplarımızı ödüyoruz, kahvelerimizi içiyoruz ve kalkıyoruz.

Sonra Tenis Kortuna uğruyoruz. Serin havaya karşın tenis oynayanlar var. Hem onları izliyor hem de yeni katılanlarla sohbeti koyulaştırıyoruz. Altında oturduğumuz ağaçtan düşen kocaman "at kestaneleri" tehdit oluşturmaya başlayınca kalkıyoruz.Patır patır yere düşüyor, düşmesiyle de paramparça oluyor. At kestanesinden yaralanmak da komik olurdu hani...

On beş gün sonra buluşmak üzere evlerimize dönüyoruz...

Haaa bir de Deniz Feneri davasından sonra bütün denizlerimizdeki fenerler eylem kararı almışlar, "Adımızı karalamaya ne hakları var !"diye. Duydunuz mu? Bu arada burs vereceğimiz öğrenci için de 20'şer lira topladık, dişçilikte okuyan öğrencinin hesap numarasına yatıracağız...

Aklınıza geldi mi bilmem. Bir de"F" Tipi cezaevleri var, ama onlar burada değil... Siz buradaki "Tip"leri gezin, diğeri herkesten uzak olsun...

KİMSE YOK MU

"bu geceyi bağırtan ben değilim bu geceyi bu bir yürek gibi buğulu bu uğultulu yangın gecesini rezil rezil bağırtan ben değilim gem...