
I.BÖLÜM
Şubat olmasına rağmen hava güzeldi.
Üç kişi yürüyorduk. Zaten son zamanlarda yapışkan üçüzler gibiydik. Ben nereye, onlar da oraya! Birbirleriyle geçinebilseler hadi neyse , ama bırakın geçinmeyi birinin söylediğinin tam aksini söyleyip şaşkına çeviriyorlardı beni... Biri yüreğimi, öbürü beynimi yiyip bitiriyordu sanki...
Kapıdan içeri girdim. Kalabalıktı, kuyruk uzayıp gidiyordu.Sıra bana gelince, nüfus kağıdımı uzattım görevliye. Yüzüme bile bakmadan: "Sosyal güvencen? dedi. Bu eksiltili cümleyi hemen yanıtladım: " Emekli sandığı..." dedim kısaca. Böyle yerlerde kısa konuşulmalıydı zaten. Kuyruk dışarı taşmıştı, ve sürekli yenileri ekleniyordu. Yeni gelenler işini bitenlerden çok fazlaydı.
Akşamı bulur, dedi biri; diğeri bulmaz bulmaz, hızlı çalışıyorlar, hem arkana baksana, kimbilir kaçıncı sırada olacaklar? Seninki altmış yedi değil mi? Ne diyim, üçümüz merdivenleri tırmanmaya başladık.
Poliklinikler üçüncü kattaydı. Çıktık ki anababa günü, sanki tüm şehir burada... Koridorun iki yanındaki oturulacak yerler dopdolu, kalan boşluklarda ise herkes ayakta. Güçlükle ilerleyip bayan tuvaletinin önünde ayak üstü durabileceğimiz bir boşluk bulabildik sonunda. Görevliler hastaları iterek aralarından zorla geçip muayene odalarına bir şeyler taşıyordu, torba içinde. Dişe benziyordu torbanın içindekiler.
Ne çok çocuk var burada, çocuk ve kadın.. Erkekler azınlıkta...İyi beslenemiyor muyuz ne? Şubat tatili olduğu geldi birden aklıma. Doğru ya, şubat tatili, ikinci dönem başlamadan getirmişler çocukları, diye düşündüm. Ahh, o tatiller ne iyi gelirdi insana! Şimdilerde her gün tatil, bir dostun dediği gibi, her gün pazardı emekliye...
Ayaklarımın ağrımaya başladığını hissettim. Ekrana baktım kırk dördüncü kişiye sıra gelmiş. Altmış yediden kırk dört çıkarsa... Neyse ne, eskiden de matematikle aram iyi değildi zaten.
Karşı sıradan bir kadın girdi içeri, sekiz on yaşlarındaki kızıyla birlikte. Duraladım, baktım oturan olmadı yerine, ben geçtim . Yanımda oturan on beş on altı yaşındaki abla, iki yaşlarındaki kardeşini susturmaya çalışıyordu ben otururken. Sus Zeynep, diyince 'kız'mış, diye şaşırdım. Çünkü onu bir süredir izliyordum karşıdan. Saçları erkek çocuğunkiler gibi kesilmişti. Ablasına neden ağladığını sordum, benim de dişimi çeksin doktor, diyeymiş. Bak şu işe? Yerine oturduğum bayanın çocuklarıymış, Zeynep, içeriye annesiyle giren ablasına özenmiş. Birden çok eskilere gittim. Bizim de böyle göz doktoru maceramız vardı ya. Küçük kızım "gözlük" diye tutturmuştu.
İnsan unutuyor işte...Sonra torunumu,Ela'yı düşündüm, hastaymış, dün kusmuş! Gitme isteğim depreşti yeniden. Dur şu diş işimi bitireyim, diye söylenirken buldum kendimi. Keşke aynı şehirde olsak...
Zaman durmuş burada, geçmek bilmiyor. Ekrana bakıyorum, 'elli bir'i gösteriyor. Oysa odaya giren çıkan çok daha fazla, büyük bir hareketlilik var. Torpilli olanlar, dünden kalanlar, sonuç gösterenler... Otururken yoruluyor insan, kolaylık diliyorum doktorlara "Kimse halinden memnun değil şu ülkede!" diyor içimdeki ses. Diğeri, Haline şükret, bak sen oturuyorsun!" diye çıkışıyor içimden.
Bir çığlıkla irkiliyorum. Muayene odalarından birinden geliyor. Susuyor bir süre, sonra tekrar başlıyor. Herkes birbirine soruyor, o sırada kapı açılıyor, dışarı hemşire çıkıyor. Belli kızgınlıktan gülüyor. Soranlara, "Bir şey olduğu yok, dişi çekiliyor, koca delikanlı bağırıyor!"
Biraz durup ferahladıktan sonra tekrar içeri giriyor. Bazıları çocuğu ayıplıyor.Belki de morfinin etkisi geçmiştir, can acımazsa çığlık niye atılsın ki? Bir adam, korkuyordum, şimdi daha çok korkmaya başladım, demekte sakınca görmüyor. Küçük Zeynep, benim de dişim çekilsin, diye ağlıyor. Biri fıkra diyip başlıyor:
"Bir adam doktora gitmiş, gidiş o gidiş..." Gülümsüyorum.
Devamı var...