Bahar Gelsin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bahar Gelsin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2013 Salı

NİKAHSIZ YAŞAYAN KADINLAR




 Yukarıdaki fotoğrafı dün çektim, soğuk şubat havasına inat, erik ağacımız çiçek açmış. Şaşkın mı denir, sabırsız mı, akılsız mı? Meyveye dönüşür mü, dayanır mı tüm baskılara... Yoksa bile bile lades mi onunkisi?

Bugün  aslında başka bir konudan söz etmek istiyordum size, ağacı görünce onu da dahil ettim içine...

Zonguldak Sosyal Sigortalar İl Müdürü Kamuran Öner'in bir açıklamasını paylaşmak istiyorum. Diyor ki

"Zonguldak'ta 3 bin 373 kadının, babasının emekli maaşını alabilmek için, eşlerinden boşanıp birlikte yaşamaya devam ettiklerini tespit ettik. Maaşlarını kestik, böylelikle yılda 24 milyon lira devletin kasasında kaldı."
 Aynı zamanda bu kişiler için Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunduklarını da eklemiş. Mahkeme sonuçlandığında  önceden aldıkları maaşları faiziyle geri ödeyeceklermiş...  Ayrıca bu durumda olup da henüz dosyası tamamlanmayanların sayısı da 2 bin 500 kadarmış. 

Suç mu bu? Tabi ki suç, cezası verilmeli... Ama ailelerin neden böyle bir yola başvurdukları da didik didik incelenmeli. Kaç çocukları var, kaç lirayla geçinmek zorunda bırakılmışlar? Ne yerler, ne içerler, nasıl geçinirler? Üç çocuk, beş çocuk demeden önce bunlara bakmak gerekmez mi? 

Çocuk yetiştirmek, yeterli ve dengeli beslemek, eğitilmesini sağlamak kolay mı? Gerçi üç beş diyenlerin çocuğa bakışları, beklentileri bizimkinden çok farklı. Öyle iyi yetişsinler; devlete, millete,insanlığa yararlı olsunlar gibi bir dertleri yok. Bir lokma, bir hırkayla yetinsiler, bize oy versinler, bizim için çalışsınlar, bizim için ölsünler yeter. Fazlası gerekmez; eğitimlilerle uğraşmak, onları yönetmek kolay mı? Tepesine vur, lokmayı ağzından al insan tipi en ideal olanı... 

Kim boşanıp birlikte yaşamak ister ki? Boşanıp birlikte yaşamak, yasalara göre suç olduğunu bilmek; ama buna katlanmak, bile bile lades değil mi?  

Keşke tüm suçluları  böyle yakalasalar ve gereğini de yapsalar. Ama büyük büyük dolandırıcılar kahramanlar gibi tepemizde oturuyor, el üstünde tutuluyor; Türkiye onlarla gurur duyuyor!

Hoş son zamanlarda teröristlerle, Abdullah Öcalan'la(bizleri kurtaracak makbul kişi, şöyle ya da böyle seçilen vekillerden bile daha makbul kişi!) Barzani'yle, bilmem hangi insan kaçkınıyla da gurur duyuyor bazılarımız... 
Adını barış koydum(!) kandırmacasıyla başımıza ne çoraplar örülmek istendiğini de şaşkınlık ve endişe içinde izlemiyor muyuz? Akıl kaçkını insanlar aydınlarımızı, askerlerimizi düzmece davalarda yok etmeye çalışmıyor mu? 

Tüm saçmalıklarını onaylatacak insan tipi ne kadar cahil olursa, ne kadar yoksul olursa o kadar makbul değil mi?


5 Nisan 2012 Perşembe

TESCİLLİ AĞAÇ TESCİLLİ BAHAR



 
Zonguldak'a doğa cömert davranmış. Kışı, yazı, sonbaharı, ilkbaharı birbirinden güzel manzaralar sunuyor bize. Dört mevsimde ayrı güzel. Sarp kayaların tepesinden görünen denizin mavisi, yüzyıllar ötesinden süzülüp gelen ağaçların yeşili...

Ve Fener mahallesi... Bir doğa harikası... Görenin bir daha görmek isteyeceği; burada bir süre yaşayanın aklından da gönlünden de çıkaramadığı ender bulunur bir yeryüzü parçası... 


İşte buradaki ağaçlar artık tescilli, koruma altına alınmış. Çıldıracaktım sevinçten.
 Koruyalım ağaçlarımızı, dağımızı, taşımızı, denizimizi; çoluğumuzu, çocuğumuzu, gencimizi, yaşlımızı; her renkten, her cinsten, her inançtan insanımızı; hayvanlarımızı; canlı cansız tüm kaynaklarımızı...
Bu güzellikleri gelecek kuşaklar da görsün, görsün de gözü gönlü açılsın. Dünyaya, insana bakışı değişsin...


Eveeet, çok mutluyum; Fener'deki, tarihi ağaçlarımız tescilli artık. Kimse dokunamaz yaşasın! 
Ben de baharın geldiğini tescillemek istedim ve çektiğim fotoğraflarla koruma altına aldım. Ve sizlerle de paylaşıyorum işte:










Hoşgeldin bahar, hoşgeldin Nisan; güzelliklerin hep var olsun. 
Yarın güzel şeyler olabilir mi?
Bence olabilir,  olsa, olmalı, olur olur, olacak...

6 Aralık 2011 Salı

RİSK


Bahar aylarının verimli topraklarının içinde iki tohum yan yana yatıyormuş.

Tohumlardan biri diğerine:

"Ben büyümek istiyorum! Köklerimi altımdaki toprağın derinlerine ve filizimi yeryüzüne göndermek istiyorum... Baharın müjdecisi tomurcuklarım açılsın istiyorum...Güneşin sıcağını yüzümde, sabahın tatlı dokunuşunu yapraklarımda hissetmek istiyorum!" demiş.

Ve büyümeye başlamış bu tohum.


İkincitohum:

"Ben korkuyorum, köklerimi altımda yatan toprağın derinliklerine göndersem, karanlıklarda beni neyin beklediğini bilemem. Üstümdeki toprağı zorlayıp yeryüzüne çıkmaya çalışsam, filizlerim zarar görebilir... Hem tomurcuklarım açmaya başladığında üzerlerinde salyangozlar gezip onları yemeğe kalkarsa? Ya tomurcuklarım açılıp çiçeğe dönüştüklerinde küçük bir çocuk beni koparıverirse? Yo, hayır. En iyisi burada kalıp beklemek. Büyümek için belki daha güvenli bir zaman bulabilirim." demiş.

Ve ikinci tohum beklemeye başlamış.

O sırada yumuşamış olan bahar toprağını eşeleyen bir tavuk bulmuş tohumu ve bir lokmada yutuvermiş...



KISSADAN HİSSE

1)Riskleri göze almaktan ve büyümekten korkanları yaşam bir anda yutuverir.

2).............?????
(Yazarsanız sevinirim.)







"Tavuk Suyuna Çorba" adlı eserden.
Jack Canfield ve Mark Victor Hansen

14 Mart 2011 Pazartesi

"BAHAR OLSUN, BAHAR OLSUN DA GÖNLÜM/ BİRAZ DEF'İ MELAL ETSİN DİYORDUM/ CİHAN TAGVİR-İ HAL ETSİN DİYORDUM"


SAYE-İ ŞAHANEDE AH=0
(Eskilerden)

Edebiyat Anıları'nda Hüseyin Cahit Yalçın, " Abdülhamit döneminde gazetecilik iyice güç, tehlikeli bir işti... İp üzerinde cambazlık belki bu kadar ustalık gerektirmezdi." diyor.

'Birader' diyemezdiniz, 'tepe' diyemezdiniz, 'sakal' hele 'boya' hiç diyemezdiniz...

Böyle yüzlerce sözcük vardı yasaklanan!

'Birader' diyemezdiniz, çünkü Abdülhamit, kendisinin tahttan indirilip kardeşlerinden birinin (Reşat ve Murat) tahta çıkarılmasından korkardı. Kardeşlerinin adamlarıyla bile konuşanın, başlarının belaya girmesi kaçınılmazdı. Bu nedenle 'birader' sözcüğü onları çağrıştırdığı için yasaklanmıştı. Hatta o dönemde kimse yeni doğan çocuklarına korkudan Hamit,Murat,Reşat adlarını verememişlerdir.

'Tepe' diyemezdiniz, çünkü Yıldız Sarayı bir tepenin üstündeydi, onu çağrıştırmış olurdu bu sözcük de! 'Yıldız' hepten yasaktı zaten... Kaynaklarda 'Bir Yıldızböceği' adlı yazı yüzünden Mecmua-i Fünun dergisinin kapatıldığını yazıyor.

'Sakal', 'kızıl', 'boya' neyi çağrıştırıyor söylemeye gerek var mı?

'Deli' sözcüğü de, Sultan Murat'a çağrışım yaptığı için yasaktı. Halit Ziya Uşaklıgil , gençliğinde yazmayı düşündüğü 'Deli' adlı romanı bu yüzden yazmadığını söylemiştir. Keşke yazsaymış, belki de Aşk-ı Memnu'dan da ünlü bir eser olurdu... Görüyor musunuz şu sansürün yaptığını?

Şimdi de yasaklı 'burun' sözcüğüne bakalım. Bu konuda ilk kaynak, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Piere Loti'den çevirdiği İzlanda Balıkçısı'dır. Hüseyin Cahit şöyle anlatıyor:

" Bazı sözcükler vardı ki onların kullanılmasının doğru olmayacağını bütün yazarlar bilirdi. Sözgelimi, 'burun' dan söz edilemezdi. Çünkü Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesinin çok büyük, kuraldışı ve gösterişli bir burnu vardı. 'Burun' sözünün onunla alay edilmesi sonucunu yaratacağı kanısına varılmıştı....... Ben İzlanda Balıkçısı'nı çevirirken coğrafyayla ilgili 'burun' sözü geldikçe ' karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri ' diye yazardım.

'İhtilal', 'hürriyet', 'vatan' gibi sözcükler anlaşılır nedenlerle yasaktı.

Ama anlaşılmayacak olanlar da vardı. Gelin Hüseyin Cahit' e bir kez daha kulak verelim:

"Suda erimek anlamına gelen 'halletmek' sözü de yasak olan deyişlerdendi, çünkü tahttan indirmek anlamını veren 'hal' sözüyle bir ses benzerliği gösteriyordu. 'Tahtakurusu' da sarayın lütfuna uğramış hayvanlardandı; gazetelerde adı geçmezdi. Çünkü 'tahtı kurusun' dileğini ses bakımından uzaktan uzağa akla getirir gibiydi.

Tedrisat-ı Ahlakiye (Ahlak Öğretimi) makalesinde: "Medeniyet ve İslamiyetin ezici gücü iyi ahlak sayesinde olmuştur." demiştim. Sansürcü 'SAYE' sözcüğünü çizmiş, yerine 'İLE' koymuş. Cümle: "Medeniyet ve İslamiyetin ezici gücü iyi ahlak ile olmuştur." biçimini almış.

Padişahlık devrinde her şey 'Abdülhamit sayesinde' olurdu. Hatta yağmur bile 'saye-i şahanede' yağardı. Sansürcü, dalkavukluğu o kadar ileri vardırıyordu ki başka hiçbir insanın hiçbir şeyin 'saye' sinde bi şey olamaz demek istiyor, 'saye' sözcüğünü sırf 'iki deniz ve iki kara Hakanı, yeryüzü Halifesi, hiç kimseye minnet etmeyen velinimetimiz Efendimiz hazretleri' ne saklıyordu."

'Bahar' sözcüğü de tehlikeli sözcüklerdendi o zamanlar. Şifre olarak kullanılıyordı.

Rubab-ı Şikeste'de Tevfik Fikret:

"Bahar olsun, bahar olsun da gönlüm
Biraz def'-i melal etsin (sıkıntıdan kurtulsun) diyordum.
Cihan Tagvir-i hal etsin (dünyanın hali değişsin) diyordum."

'Bahar' sözcüğü konusunda Ahmet Rasim de bir anısını anlatmış:

O dönemde İsmail Safa, Saadet gazetesinde "Bahar Gelmeyecek mi, bahar gelmeyecek mi?" nakaratlı bir şiir yazmış, ancak sansürcülere bilgi yanlış gitmiş ; Ahmet Rasim yazdı sanılarak apar topar saraya götürülmüş.

Başmabeyinci:

"Sizin kafanızı havanda ezmeli, hainler!"

Yazarın cevap vermesine meydan bırakmadan küfüre de başlar:

"Sizi edepsizler, veled-i zinalar, nankörler, hainler... Sizi utanmazlar, namussuzlar, alçaklar... Sizi köpekler, yezitler, mel'unlar, asılacaklar..."

Durmadan bağırıp, söylenen mabeyince "Bu ne demek?" diyip kısa bir soluk alma molası verince; Ahmet Rasim , can havliyle cebinden mührünü çıkarıp onun önüne atıyor.

Böylece İsmail Safa olmadığı, Ahmet Rasim olduğu ortaya çıkıyor. Özür dileniyor, kimseye bir şey söyleme denilerek bırakılıyor!

Ahmet Rasim sussaydı, yazmasaydı haberimiz olmayacaktı bu durumdan değil mi? Mabeyinci unutuldu, yazar yaşıyor...

Uzattım biliyorum, ama konu ilginç...

Sansür sadece siyasete, sanata el uzatmamış ki... Bilimde de uygulanmış:

Kimyada yanıcı maddeleri meydana getiren bazı bileşimler yasak. Abdülhamit'in adının ilk harflarini meydana getiren harflerden birleşik bazı kimya ve matematik formülleri yasak. Örnek mi?

Hiç kimse ' AH= O ' yazamazdı. Çünkü bunun ' Abdülhamit=SIFIR ' biçiminde yorumlanması olasılığı vardı.

SAYE-İ ŞAHANEDE AH= 0

Abdülhamit, bazı teknik gelişmeleri, kuşku yüzünden yasaklamıştı. 'Dinamo' sözcüğü 'dinamit' sözcüğüne çağrışım yaptığı için "Memleketi elektrik nimetlerinden yoksun bırakmıştı." der Halit Ziya...

Tabi o dönemde resmi sansürcülerin yanında binlerce de 'curnalcı' denen kraldan fazla kralcılar da vardı . Onlar kışkırtma görevlerini başarıyla sürdürmüşler anladığımız kadarıyla...

Aman tahtaya vurun. İyi ki o dönemde yaşamıyoruz!

Daha yasaklanan kitaplardan, tutuklanan- sürgüne gönderilen yazarlardan söz etmedim efendim. Sıkıldınız biliyorum. Belki başka yazıya...

KİMSE YOK MU

"bu geceyi bağırtan ben değilim bu geceyi bu bir yürek gibi buğulu bu uğultulu yangın gecesini rezil rezil bağırtan ben değilim gem...