şehitlere veda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şehitlere veda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ağustos 2012 Cuma

"YÜREĞİNDEKİ SEVGİ HEEEEEY DOST!"

"Yüreğindeki sevgi,
Sana kadar mı?
Yoksa evine, akrabana kadar mı?
Taşar mı fakir sokaklara,
Taşmaz mı?"

Henüz 20 yaşında, 1992 doğumlu... Çocuk diyeceğim, diyemiyorum. Hıçkırıklar boğazımı düğümlerken gördüm onları üç çift göz şaşkın şaşkın bakıyordu kameralara... Biri henüz altı aylık, bebek gözleri babasını bir iki kez ancak görebilmiş ; diğeri abi, iki yaşında; annelerinin yaşını bilemedim; kucağında çocukları olmasa bildiğin çocuk o da... Babalarını bugün ebedi yolculuğuna uğurlayacaklar. Er Özkan Ateş Foça'daki hain saldırıda şehit düşmüş,  iki çocuk babası, henüz yirmi yaşında...

"Yüreğindeki sevgi,
Irk kadar, din kadar mı?
Sarı mı? Ak mı? Kara mı?"

Eski bir öğrencim ileti göndermiş:  "iki gün önce gece, hürriyetin internet sayfasında üç askerimizin kaçırıldığı yazdı, sabah kalktığımda o haber yoktu, hiçbir gazetede göremedim. gerçekten hiçbirimiz uyuyamıyoruz fakat elimizden hiçbişey gelmiyor.
  Haberde Urfadan Trabzona izne giden otobüste 3 askerin kaçırıldığı yazıyordu..kimseler görmeden kaldıttırıldı demek ki..nereye gidiyoruz bilmiyorum hocam, benim içim acıyor, ülkemizde bunca şey yaşanırken ne uyuyabiliyoruz nede gönül rahatlığıyla huzurla nefes alabiliyoruz. hep burnumuzun ucunda bir sızı, boğazımızda bir düğüm.."

Bir şey diyemedim. Benim de burnumun direği sızlıyor, boğazım düğümleniyor, gönül rahatlığıyla huzurlu nefes alamıyorum...

İçte ve dışta bizi büyük bir kaosa sürüklemek isteyenler durmadan çalışıyor.Haritalar çizilmiş, yıllar öncesinden; planlar yapılmış; başkanlar, eşbaşkanlar seçilmiş; Ortadoğu'yu kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde dizayn ediyorlar. Direniyoruz, direneceğiz... 

"Yüreğindeki sevgi,
Halk kadar, memleket kadar mı?
Uzanır mı beş kıtaya,
Uzanmaz mı?"

Suriye'yle savaşalım; içte birbirimizi yiyelim diye her yol deneniyor. İnsanımızı Kürt, Türk diyerek; alevi sünni diyerek ayrıştırmaya çalışıyorlar. Oyuna gelecek miyiz? Kürtçülerin, dincilerin hain tuzaklarına düşecek miyiz? Okyanus ötesi kurulan tezgahlara yem mi olacağız?

  Savaşın eşiğine gelmiş durumdayız, böyle bir durumda Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmayacak da ne zaman toplanacak söyler misiniz? Koskoca bir ulusun kaderi tek kişinin iki dudağı arasından çıkan sözlere mi bağlı olacak?

"Yüreğindeki sevgi,
Heeeey... dost,
Tariflere sığmaz mı!"

Güzel İzmir'e, İzmirlilere selam olsun, kendilerine yakışanı yine yaptılar. Yakında ben de İzmir'de olacağım.

  Ve ÜLKEMİZİN HER KÖŞESİNDE yüreğindeki sevgi kocaman olan; ırk, din, cins ayrımı yapmadan tüm insanları seven; insanlığın huzur ve mutluluğu için çalışanlara selam olsun.

Bugün ulusumuzun ölümü anlamına gelen Serv Anlaşmasının yıl dönümü...Dün nasıl yırtıp attıysak ulusumuzun ölüm fermanını ve Lozan'da yeniden dirilişimizi dosta düşmana gösterdiysek bugün de aynısını yapacağız. Kimsenin kuşkusu olmasın.  Atatürk aydınlığında yolumuza devam edeceğiz.

Zannetmeyiniz gücümüz bitti yorgunuz...
Zannetmeyiniz ki suskunuz...
Zannetmeyiniz artık yokuz...

Fırtına öncesi biz hep böyle durgunuz...


Not: Tırnak içindeki dizeler Arif Damar'ın "Ölçü" adlı şiirinden alıntıdır.    

8 Ağustos 2012 Çarşamba

KADIN BEDENİ KİMİN SORUNU?

Kadınlar, kadınlar, kadınlar... İnsan neslinin devamını sağlayan; çocuk doğuran, bunları besleyip büyüten kadınlarımız... İnsanlararası ilişkileri daha uyumlu ve yumuşak hale getiren, yani sevgi ve şefkat köprüleri kuran kadınlar...    Doğdukları andan başlayarak giyinişleri,oturup kalkmaları, yürüyüşleri, gülüp konuşmaları sınırlandırılmaya çalışılmış kadınlar... "Kutsal" diyerek bir kenara ötelemek istediğimiz, mümkünse evde oturmasını beklediğimiz, paraya ve iktidara el sürmeyen, her türlü sıkıntıya boyun eğen ezilmiş ve bağımlı olması istenen kadınlarımız... Kendi ahlak zafiyetlerimizi gizlemek için suçlu muamelesi yaptığımız kadınlar... Meydanlarda sesini duyurmaya çalışan kadınlar...

Toplumsal düzeni sağlamak için yola çıkanların ilk hedefi kadınlar oluyor nedense? Kadın bedenini ve cinsel kimliğini  denetim altına almaktan daha önemli sorunları yokmuş gibi...
Siz hiç doğum yaptınız mı? Ben yaptım hem de iki çeşidini de... Birincisi normal, ikincisi sezeryandı. Yani ikisini de biliyorum. Zorunlu olmadıkça kimse sezeryanla doğum yapmak istemez biliyor musunuz? İsterseniz bırakalım işin uzmanı karar versin, siz de enerjinizi anne ve çocuklarının yaşam kalitesini yükseltecek kendi sorumluluk alanlarınıza yöneltin. Daha doğru olmaz mı? 

Eminim kürtaj da yaptırmamışsınızdır, kürtaj yaptırmak için karar vermek zorunda da kalmamışsınızdır. Ben de kürtaj yaptırmadım, çok şükür böyle bir karar vermek zorunda da kalmadım. Ancak bu durumda kalan kadınların ne acılar yaşadığını sizden iyi anlayabilecek durumda olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.  Bak ne demişsiniz bu konuda:
 
"Sezeryanla doğumlara karşı bir başbakanım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz, ha doğduktan sonra öldürürsünüz hiçbir farkı yok." .
Ve ekliyorsunuz: " Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum. Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uluderedir."

Oldu mu ya? Kürtaj tıbbi bir konudur ve doktorla hastayı ilgilendirir. Oysa Uludere bir yönetim sorunudur, sizin görev alanınıza girer ve pek çok vatandaşın birilerinin hatası sonucu öldürülmesidir. Asıl cinayet budur ve sorumlularından hesap sorulmalıdır. 

Peki yüreklerimizi dağlayan şehit cenazeleri nedir? Bunun adına ne diyeceğiz, bunu neyle kıyaslayacağız? Ve eklesem, sizin hiç çocuğunuz şehit oldu mu?
 Ölüm acısını siz de yaşadınız. Yaşlı annenizi kaybettiğinizde nasıl etkilendiğinizi, mezar ziyaretlerinizi TV'ler naklen yansıttılar bize, hepimiz acınızı paylaştık. Evlat acısının hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını da biliyoruz değil mi? Onun için konuşurken daha çok düşünmek zorundayız. Bence bilime, bilim insanlarına daha fazla önem vermeliyiz...     
Her tür hukuk, insanın bedeni ile kişiliğinin ayrılmaz bir bütün olduğunu ve insanın kendi bedeni ve kişiliği hakkında tek egemen özne olduğunu kabul eder. Bırakalım kadınlar kendi bedenleriyle ilgili kararı kendileri versin. Herkes bakabileceği sayıda çocuk sahibi olsun.

 Siz ülkenin her geçen gün büyüyen sorunlarını çözün, ulusal refahı yükseltin, herkese iş, aş verecek bir ortam yaratın; gerçek anlamında adil bir düzen kurun, huzuru sağlayın o zaman göreceksiniz aileler istediğinizden de çok çocuk yapacak...

24 Eylül 2010 Cuma

ÇÖZ DE AL MUSTAFA ALİ ÇÖZ DE AL

"Zenginin sözüne beli diyorlar
Fukara söylese deli diyorlar
Zamane şeyhine veli diyorlar
Gittikçe çoğalır delimiz bizim"


Ellerinde kalem, hükümete karşı darbe yapmayı planlamışlar! Ne ayıp!
SİLİVRİ'de Yargılanıyorlar...
Yargılansınlar, suçları kanıtlanırsa çeksinler cezalarını...

Çeksinler de suçları kanıtlanıncaya kadar masum oldukları unutulmasın. Şimdiden ceza çektirilmesin değil mi ama? Henüz kesinleşmiş bir suç da yok...

Yok ama, tuu kaka çocuklar diye bakılıyor nicedir.

Çok konuşuyorlardı, şimdilik susturulmaları iyi oldu, ellerinde silah yoktu belki, ama kalem vardı...

Unutmayın "Kalem kılıçtan keskindir." Hem silah yarası, pardon, bıçak yarası geçermiş de dil yarası geçmezmiş." Dilleri baya uzamıştı onların!

Şehitler mi? Aileleri ziyaret ediyordur, rahat rahat uyusunlar. Dağda taşta koşturmaktan, kör topal yaşamaktan kurtuldular ya ona şükretsinler...

Şimdi başrollerde "İMRALI" var!

Sus konuşma, otuz bin kişiyi öldürdüler, bir o kadar daha mı öldürsünler?
" Kanı kanla yumazlar, kanı suyla yıkarlar.", İmralı dört yanı suyla çevrili bir ada değil mi? Kim bilir kaç kez girdi yıkandı, AKlandı, paklandı, akıllandı.! Mahkeme suçlu demişti, ama?

Siz silahları susturun hele, sonra belki o da silahları bırakın der dağdakilere! Şimdi eline kalem aldı da planlar yapar, yol haritaları çizer oldu.

Görmüş geçirmiş, deneyimli insan. Tabi ki akıl danışacaklar, tabi ki yol gösterecek. Analar ağlamasın, bebekler ölmesin değil mi canlar? Sorunu çözmesin mi?
Doğru valla, koyun çok ama, böyle çoban az bulunur. Keşke Özay Gönlüm yaşasaydı da üç telli sazıyla türkü çığırsaydı, "Çöz de al Mustafa Ali, çöz de al" ne güzel olurdu değil mi?

Barış gelecek, barış!

Hoş gelişler ola da "Benim bu gidişe aklım ermiyor"...

"Serdari halimiz böyle n'olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akibet dağılır ilimiz bizim"


Not: Dörtlükler Aşık Serdari'den alıntıdır.

23 Haziran 2010 Çarşamba

HENÜZ ON YEDİ YAŞINDAKİ BUSE'YE NEDEN KIYDILAR?

ATAMA SÖYLEMEK İSTEDİKLERİM



Hani bazı şeyler vardır ya anlatmak istersin anlatamazsın, görmek istersin göremezsin, duymak istersin duyamazsın, ulaşmak istersin ulaşamazsın işte öyle bir şey bu da.
Ama bunları yapabilmek o kadar önemli ve değerlidir ki senin için vazgeçemezsin bu sevdadan. Peşinden koşarsın hiç yorulmadan, yolun sonunun uçurum olabileceği ihtimali olsa bile. Çünkü bir umut vardır içinde, o umut senin gerçeğindir. Yolun sonunu umutla aydınlatırsın. İşte sen de o umuda sahiptin ve umutla aydınlattın yolunu. Sadece umut olamazdı bu; güven, kararlık ve bazense bir çift keskin mavi göz.
Şu an bunu yazabilmemin, hissettiklerimi rahatlıkla paylaşabilmemi sana borçluyum ve bunun da farkındayım.
Şu an en büyük hedefim ne biliyor musun ? "SANA ULAŞABİLMEK" kimi gülüp geçse de buna ben inanıyorum, mühim olan da bu değil mi zaten?
Tıpkı senin bir zamanlar kim ne derse desin inandığın şeyin peşinden gittiğin gibi. Ben de gideceğim.
Çünkü ben senden öğrendim; inanmayı, umutla bağlanmayı, kendine güveni ve kararlı olmayı.
Ve bunları yaparken senin aydınlattığın yolda kim ne derse desin sapmadan başım dik bir şekilde yürüyeceğim.
Çünkü ben senin önderliğinde yetişen Türk evladıyım ve zorda kalırsam muhtaç olduğum kudretin damarlarımdaki asil kanda mevcut olduğunun farkındayım.


Yukarıdaki satırlar İstanbul Halkalı'da askeri servise yapılan hain saldırıda yitirdiğimiz Buse'nin yazdıkları... Neden kıydıkları belli değil mi?


Buseler öldürülecek!

Taş atan çocuklar affedilecek ki birileri onları terörist olarak yetiştirsin, çocuktan katil yapsın, yeni Buseler öldürülsün...


Ben olsam çocuklarına taş attıran büyüklerin elinden o çocukları kurtarırdım.


Taş atan çocuklardan katil değil, Buseler yapabiliyor musunuz, işte gerçek af budur. Yoksa affedin, iki gün sonra yine o çocuklar karşınıza gelecek, siz kara kara düşüneceksiniz. Çocuğun suçu yok, eee ailenin de mi hiç suçu yok? Ana-babalık yapamıyorlarsa devletin o çocuklara sahip çıkması gerekiyor. "Bakamayanların elinden alınacak çocuklar!" , diye yasa çıkarın, göreceksiniz kimse bakacağından fazla çocuk yapamayacak.


Yaparlar mı? Yapmazlar, çünkü birileri çocukların çokluğundan nemalanıyor, kendi geleceklerini çocukların harcanmasında buluyor. Diğerleri kadınların eteklerinin altına saklanarak, kadınların özgürlüklerini elinden alma pahasına siyasi ikballerini sağlamlaştırmaya çabalıyor. Her şeyi açalım, kadınları kapatalım derken başka yerleri açıkta kalıyor da haberleri olmuyor.


Olan Buseler'e, Pınarlar'a, Başaklar'a, bütün vatan evlatlarına oluyor...

Dayanma gücü diliyorum herkese. Çünkü giderek olanaksızlaşıyor, gücümüz azalıyor, sabır duvarları çatlıyor!



Not: Üç gün Samsun, iki gün Ankara gezisinden dün gece döndüm. Samsun gezi notlarını, fotoğraflarını yayınlamaya elim gitmedi. Bu kadar acı fazla değil mi?

İlhan Selçuk'un ölümüne de çok üzüldüm. Ankara'da yolculuk hazırlıkları içindeyken alelacele yazdım onunla ilgili dünkü kısa yazımı.


Ayrıca tüm yorumlarınızı okudum, ancak zamansızlıktan yanıtlayamadım. Hepinize çok çok teşekkür ederim.

15 Haziran 2010 Salı

PINAAAR KOR OLMUŞ YAKIYOR




Pınar henüz yirmi üç yaşındaymış. Su gibi bir genç kız. Sevmiş, sevilmiş... Mücadele etmişler Cumhur'la birlikte.

Pınar öğretmen olmuş; olmuş ama, dur demişler! Okuldan diploma almakla artık öğretmen olunmuyor, seni birçok kez daha sınayacağız, KPS'ye gireceksin, dur hele...

Durmuş Pınar, yeniden ders çalışmaya başlamış. Sanki bu şekilde öğretmen yapılanlar eskisinden daha iyiymiş gibi beklemiş. Devlet, bekle, diyorsa bir bildiği vardır, demiş beklemiş...

Oysa kadrolar yandaşlar tarafından gizli gizli dolduruluyormuş. "Sınavla" artık oyalamanın bir yolu mu neymiş?

Cumhur teğmen olmuş.

"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini"
" Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini"

diye diye yetiştirilmiş.


Pınar'la Cumhur evlenmişler, muratlarına ermişler. El ele yola çıkmışlar. Biri Türk Ordusunun neferi, diğeri eğitim ordusunun neferi... Hizmet edecekler, vatana borçlarını ödeyecekler, çocuklarını güzel bir dünyada büyütecekler...

Olmadı, bırakmadılar! Pınar'a kıydılar!

Bilemediler. Eşkiya dışarda sandılar, düşman sınır ötesinde bildiler. Oysa eşkiya çoktan düz ovaya inmiş, törenlerle karşılanmış, mahkeme meclisi dağa taşınmış, teröristler yurdun her yerinde cirit atar olmuş, birileriyle açılım masalarına oturmuş.
Türk Ordusu'nun en özel yerlerine girilmiş, komutanları hapislere tıkılmış, yargıçların işinin bitmesini bekler olmuş.Özel yetki verilen mahkeme yargıçlarının işleri kaç yılda biter bilinmez, ama bittiği zaman yargılanmayı bekleyedursunlar denmiş.

Suyun üstünde köprüler kurulmuş, köprülerin altında kalan pınarlar kurumuş, Öğretmen olan, ama atanamayan Pınar evinin balkonunda geleceğe dair güzel hayaller kurarken vurulmuş...

Pınar'ın öyküsü bana çok dokundu. Her şehit cenazesi yüreğimi dağlarken, Pınar, ateş olmuş yüreğime oturmuş, yakıyor, yakıyor, yakıyor...

Pınar'ın öyküsü, burada " eski mektuplar" da anlattığım öykümüze benziyor başlangıç olarak.Ben de onun yaşında gelin olup Mardin'e gittim askerimin peşinden. O, Osmaniye'ye gitmiş...

Ama devamı yok onun öyküsünün! Olamayacak da... Başlar başlamaz bitti, bitirdiler... Kanlıgeçit bölgesinde akıttılar kanını! Pınar, benim yaşadıklarımı yaşayamayacak artık! Teröristler roket atarlarla vurdu Pınarı kırk günlük gelin iken...

Onu bu sayfaya taşıdım, bilinsin istedim, unutulmasın. Yeni Pınarlar, yeni Cumhurlar başlamadan biten masal kahramanları olmasın. Doyasıya yaşasınlar, kendi romanlarını gönüllerince yazsınlar, yazsınlar, yazsınlar...

Vatan evlatlarını kendi hırslarına, kötü emellerine kurban edenler utansınlar!

11 Haziran 2010 Cuma

ÇOCUK VE BALIKLAR




Sesi tam bir fısıltı haline giren Bay Arseven üzgündü:

"Eserinizi maalesef basamayacağız Bayım, imkanı yok!"
"Niçin?"

Kitapçı sağına soluna bakınıp:

"Şurada baş başayız..." diye fısıldadı, " İsterseniz açık konuşalım!"
"Elbette" dedi Ali Muhsin, "Açık konuşalım tabi... Siz en başta bir insan, sonra da kitapçısınız. Vardığınız kanaat beni iki yönden ilgilendirir."

Tavırlarındaki burukluk betine gittiyse de:

"Yazış bakımından bir diyeceğim yok. O cihetten mükemmel olmuş; virgüller, noktalı virgüller hep yerli yerinde..." diye konuştu Bay Arseven. "Cümle kuruluşları tamam."
"Noktalama bakımından beğendiniz yani?"

Kitapçı elini kaldırdı:

"Evet. Ancak..."
"Ancak?"
"Şurası var ki romanınızın içinde konuşanlar dillerini tutmalıydılar azıcık. Dilleri uzun Bayım, çok uzun."

Saf saf sordu:

"Kötülük neresinde bunun? İçlerini dökmüşler..."
"Çok dökmüşler Bayım, çok..." dedi Bay Arseven. "Kitabınızı toplattıracak kadar. Sonradan toplatılması yüzde yüz bir eser için de masrafa girilmez ya!"

Ali Muhsin:

"Hah, o zaman başka... Şimdi anlaştık işte." dedi. "Olabilir, siz böyle görebilirsiniz. Fakat bu duygular, bu fikirler bana gökten zenbille inmedi ki. İçinde yaşadığımız, dolaştığım, gördüğüm, dinlediğim toplumdan geldi. Hem gazetelere göz atsanıza. Yürekler kanatlandı. Çok daha ağırlarını yazıyorlar şimdi. Şimdi demokrasi var."

Bay Arseven:

"Onlar gazete Bayım..." dedi. "Onlar gazete, basacağım kitap bir toplattırılırsa belimi doğrultamam. Kepenkleri indirmek lazım. Hoş gözle bakmazlar artık bizim kitabevine. Bana biraz açık saçık bir aşk, macera romanı, yahut polisiye bir roman getirin, gözümü kırpmadan basayım. Söz. Üslubunuz hoşuma gitti."

Sanatçı, tomarı Kitapçıdan alarak dışarı yollanırken:

"Bu siparişe teşekkürler..." deyip omuz silkeledi. Fakat piyasada, nazar değmesin, bunu yapanlar sürüsüne bereket."

****

Mehmet Seyda, yanılmıyorsam,1957 yılında yayınladığı "Çocuk ve Balıklar" adlı öyküsünün bir yerinde bunları yazmış. Ben de yazma heveslilerine belki bir yararı olur diye paylaşmak istedim. Gerçi zaman değişti, şimdi daha çok demokrasi var, değil mi ama?

Aslında peş peşe gelen şehit haberlerinden, Zonguldak'ta bugün yaşanan madendeki kazada kafese sıkışıp ölen madencimizden, madende başına taş düşüp yaralananlardan, yine çocuk tecavüzü haberlerinden, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılardan söz edecektim, vazgeçtim.

Kaderin önüne geçilmez, yaz yaz bu sorunlar bitmez değil mi? Nasılsa bu haberler rutine bağlandı. Kişiler değişse de olaylar değişmiyor! Bir yağmur bile ölüm getiriyor. Kurbağalısı, kurbağasızı taşıp duruyor, dereleri ıslah etmek kimsenin aklına gelmiyor. Bu arada birileri durup dururken ölüveriyor!

Amaaan boşverin, ağlayıp da iki gözden mi olalım!

1 Eylül 2008 Pazartesi

ŞEHİTLERE VEDA


Şehitlere veda haberlerine yürekler dayanmıyor...

Son olsun...


TÜRKÜ

Bugün üzgünüm
Viranım perişanım
Ağzımı bıçak açmaz

Bugün üzgünüm
Arzum hevesim ölmüş
Kesseniz kanım akmaz

Bugün üzgünüm
Ama yarın
Yarın bu dünya böyle kalmaz (Necati Cumalı)

KİMSE YOK MU

"bu geceyi bağırtan ben değilim bu geceyi bu bir yürek gibi buğulu bu uğultulu yangın gecesini rezil rezil bağırtan ben değilim gem...