30 Haziran 2011 Perşembe

MAĞRUR VE KIRILGAN BİR ŞİİRDİR YAŞAMAK



"İçimde müthiş bir yaşama isteği var...
Kırıldıkça, yaralandıkça, boğuldukça artan bir yaşama isteği...
Her gün yeniden, ama ilk kez gibi fark ediyorum bunu...
Hemen her gün hayıflanıyorum kendime, neden az yaşadın, neden az hissettin, diye...
Her gün suçluyorum kendimi gitmediğim, görmediğim yerler için...
Çukurların içinde bile binlerce şiir var...
Öyle bir yaşa geldim ki neye dokunsam sonsuz birikmiş gözyaşı, neye dokunsam sonsuz birikmiş yaşama özlemi...

Dünyaya dokunmaya çalıştıkça kendi boşluğunda, kendi sorunları içinde boğulan mağrur ve kırılgan bir şiir gibiyiz...

Öyle bir yaşa geldim ki, neye dokunsam hep geç kalınmış, hep eksik yaşanmış...
Neye dokunsam hep ilk kez yaşanmış...
Ve başka bir tekrarı yok...

Yaptıklarımız hata olabilir, bunu kabul edebiliriz; ama bunca bilinmezliğin ortasında yine de direnip duruyoruz...

Artık anlasın bizi ve bir kez eğilip alınlarımızdan öpsün bu hayat..."

Yukarıdaki satırlar Cezmi Ersöz'den, Hayat Bir Kez Olsun Alnımızdan Öpsün, diyor... Beğendim, paylaşmak istedim.


Bir haftadır İstanbul'dayım. Güzel şeyler yaşıyorum, güzellikleri paylaşıyorum sevdiklerimle; ancak yazmaya utanıyorum.

Ülkemizin içinde bulunduğu ortam akıllara şaşkınlık verecek boyutlara geldi. Ne doğru, ne yanlış; kim haklı, kim haksız anlamak kolay değil. Kim kimle dans ediyor, kimin eli kimin cebinde, çok bilinmeyenli bir denklem; çöz çözebilirsen!..Habur'da hukuk rezaletini düzenleyenlerin, bunu alkışlayanların ağzına hiç yakışmayan "hukuka saygı!" söylemlerini şaşkınlıkla izliyorum. Mahkum olanlarla sanık durumundakilerin aynı kefeye konmasının bir başka nedeni olmalı diye düşünmekteyim. Ülkem adına kaygılanıyorum...

Hafta sonu Bandırma dolaylarında öğrencilik yıllarıma döneceğim.İki saatlik deniz yolculuğu sonrasında okul arkadaşlarımla buluşacağım. Geçen yıl Samsun'daydı buluşmamız; ondan önce Bursa, İzmir, İstanbul, Bartın...
Bu yıl kızımın düğün hazırlıkları nedeniyle gitmesem mi, diye düşündüm, ama sonuçta bu fırsatı kaçırmak da istemedim işte! Kısa bir kaçamak diyelim en iyisi...
Düğün hazırlıkları olanca hızıyla devam ediyor. Heyecan dorukta... Şunun şurasında bir haftalık zaman kaldı, iyi mi?
Hoş kalın, hoşça kalın...

Veeee "İçinizdeki yaşama isteği" hep var olsun...

28 Haziran 2011 Salı

YALAN DOLAN VE HİLEYLE ZİRVEYE TIRMANMAK


Görünüşte ustalık, beceri ve yetenek sahibi olmayan ama zirveye rahatlıkla ve kolayca çıkan kimseleri muhtemelen duymuşsunuzdur (ya da ayak izleri alnınızın orta yerinde duruyor olabilir).

Bu süreçte, bunların başarıyı çok daha fazla hak eden ve ona layık olan diğer pek çok insanı ezip gezdiklerine hiç dikkat ettiniz mi?
Bu dünyada, hiç bir şey hakkında bir fikri olmayan insanlar olduğunu bilmelisiniz. Hatta emirleri altında onlar için nefes alması gereken birileri olmadan nasıl yaşayabildiklerine bile şaşar kalırsınız.
Böyle insanlar, övgüye değer bir başarıdan gurur duymanın ne demek lduğunu bilmezler... çünkü yapıları gereği, zaten hiçbir zaman övgüye değer bir şey başaramazlar.

Hayatta bir yerlere gelmeyi umabilmeleri için, başkalarının sırtına binmeleri gerekir. Bununla birlikte, işin sırrı "akılları" sayesinde "başarı" kazandıklarına kendilerini inandırmalarıdır...

Tembel Yöneticinin Rehberi
İş Hayatında Ayakta Kalmanın
60 Kuralı
Frank Adoranti
s.9

24 Haziran 2011 Cuma

HADİ ORDAN SEN DE!

Bir kişi...
Dini, dili,ırkı, cinsi ne olursa olsun...
Milletvekili olmak için Yüksek Seçim Kuruluna adaylık başvurusu yapıyor...

Önce olmaz deniyor, adaylık koşullarını taşımıyor, tutuklu deniyor...
Sonra adayın itirazı inceleniyor; yanılmışız, aday olmasında sakınca yoktur deniyor...

Bu kişi bağımsız aday olarak seçim çalışmalarına başlıyor...
Seksen binden fazla kişi seçimde ona oy veriyor...
Ve o kişi avukatları aracılığıyla milletvekilliği mazbatasını alıyor...

Sonra ne mi oluyor?

Yok, yok biz yanlış yapmışız, sen mahkum olmuşsun meğer! Yan masadaki arkadaşın dosyasında unutulmuş bu karar, görememişiz; milletvekili olamazsın!..

Eeeee!.. Sana verilen oyları tamamen karşı görüşündeki bir partinin milletvekiline vereceğiz; sen değil o, senin seçmenlerinin temsilcisi olacak!..

Bir mazbata da ona veriliyor, iyi mi?

Şimdi toplumca bir çuval inciri b.. ettiğimize mi yanalım, ayıkla pirincin taşını mı diyelim; bilen beri gelsin...

İnsanlar yalan söylerse, doğrunun ne olduğunu şaşırır; yanlış üstüne yanlış yapar. Son yıllarda koca koca adamların "SEHVEN" diyip üstünü örttükleri ne çok yanlışla karşılaştık değil mi? Ve bunu yapanlar makamlardan makam beğendi nedense ve mağdur olanlar cezalardan ceza beğenir duruma getirildi...

ÖSYM yanlışlıkları bile bir hükümeti düşürmeye yeterken, bizde %50 devam diyorsa, yürü be kulum seni kim tutar!

Tek çözüm dürüstlük galiba... Birileri gizli gündemleri uğruna toplumu parçalanmanın eşiğine getirmiyor mu?

Açılım dediler; ne olduğunu açıklamadılar...
Anayasa diyorlar; ne istediklerini söyleyemiyorlar...
Komşularımızla sıfır sorun dediler, sorunu kendileri yarattılar...

Ne yurtta ne de dünyada barış adına bir küçük umut kırıntısı bıraktılar...

"Ben bilmem, büyüklerim bilir, gündemi takip etmiyorum!.." diyen ünlü vekillerinin parmağıyla bu büyük ulusun kaderine şekil vereceklerini sanıyorlar...

Hadi ordan sen de!


NOT: Bu yazdıklarımın gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur; tamamen "sehven" yazılmıştır.

23 Haziran 2011 Perşembe

GEMİCİ ISLIĞI

Kim dikti önümüze bu görünmez engelleri
Açık denizlerde bile bir geçit arıyoruz kendimize
Yetmiyor yolculukla ödeşmek
Yetmiyor unutmanın borçlarını ödemek
Öyle bir yere varmışız ki farkında bile olmadan
Birbirinden aynı uzaklıkta
İki yıldız gibi şimdi
Hem geçmiş hem gelecek

(Murathan Mungan)


GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE
BAŞIN ÇOK AĞRIYACAK...

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN

Yirmi bir Haziran Zonguldak'ın düşman işgalinden kurtuluş günü...

Bu yıl doksanıncısını bir kez daha çeşitli etkinliklerle kutladık. Sergiler açıldı,yazarlarla buluşuldu, kitaplar imzalandı, folklor gösterileri yapıldı. Zonguldak'ın Kurtuluşu ve Uzun Mehmet'i Anma Törenlerinden çektiğim fotoğrafları paylaşmak istedim.

Bu yılki törenlere Başbakanın kutlama telgrafı damgasını vurdu. Metni kim yazdıysa, "Uzun Mehmet(kömürü ilk kez bulan kişi) diyeceğine, "Uzun Hasan"ı Anma Gününüzü kutlarım, diyivermiş. Dikkatsizlik işte, oluyor bazen, "Kader!"diyelim...


Akşam da havaifişek gösterileri ve konser vardı. Fener Sahası'nda yapılan konserden önce Çankaya Belediyesi Hoy-tur Halk Dansları Topluluğunun gösterisi beğeniyle izlendi.
Konserde Faruk Demir'in birbirinden güzel türküleri yeri göğü inletti. En çok da Aşık Mahsuni Şerif'in sözlerini yazdığı "Sarı saçlım mavi gözlüm" beğenildi. İşte o şiir:

Sana hasret sana vurgun gönlümüz
Neredesin mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost
Bu gemi bu Karadeniz
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Ararım izini Dolmabahçe'den
Bir daha dönmez mi bu yola giden
İçimde sen, gözümde sen
sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Kurban olam yürüdüğün yollara
Kara peçe yakışmıyor kullara
Uyan bak bizim hallara
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Bulutlar terinden, dağlar kokundan
Sarhoştur sevdiğim Mahsuni bundan
Bir daha gel, gel Samsun'dan
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost.






Eşlik edilen türkülerden biri de Sabahattin Ali'nin sözlerini yazdığı ünlü türküydü:

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Beni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma

Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mahpus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma

Faruk Demir'i hiç dinlediniz mi bilmiyorum, eski milletvekili, Kanal B'de program yapıyor. Konserde söylediği yine Aşık Mahsuni'den bir türkünün sözlerini de paylaşmak istiyorum son olarak:


İşte gidiyorum, çeşm-i siyahım
Önümüzde dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir, servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da

Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni bıraktın elin diline
Güldün Mahsuni'nin garip haline
Mervanın elinden parelense de

DİLEĞİM BİR DAHA KURTULUŞ SAVAŞI YAŞAMAK ZORUNDA KALMASIN BU ULUS...

21 Haziran 2011 Salı

BİR ANLIK MUTLULUK

Karnınız çok aç, ama canınız bir şey yemek istemiyor. Tam o sırada kapı çalıyor, açıyorsunuz ve komşunuz bir tabak sıcacık mantıyla karşınızda duruyor.

Ve

Sizin için çok değerli bir insan yolda... İki saat geç kalmış otobüs. Haber alamıyorsunuz, çıldırmak üzeresiniz. Tam o anda, telefonunuz çalıyor, yolcunuzun olması gerektiği yere ulaştığı haberini alıyorsunuz; araba arızalandığı için gecikilmiş...


Bilgisayarı açıyorsunuz, googlenin "Yazın İlk Günü" logosu size gülümsüyor; siz de gülümsüyorsunuz.


Mutluluk bazen böyle küçük ayrıntılarda mı gizli?


"Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.
Konfüçyüs...
"

19 Haziran 2011 Pazar

"BABALAR GÜNÜ"NÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Bugün Babalar Günü...

Yeterince içselleştirilmese de, babalarımızı hatırlatan böyle bir günün olması bence çok önemli. "Baba" pek çok anlamı birden yüklenen bir sözcük.

Bugün gerçek babaların günü, en çok ihmal ettiğimiz babalarımızın günü... Evet babalarımıza gerekli ilgiyi, sevgiyi, yakınlığı gösteremedik çoğumuz. Çünkü o, hep güçlüydü bizim gözümüzde. Güvenilecek, sığınılacak bir liman; bizi korumayla, kollamayla görevli bir yüce insan... Onun da sevgiyi duymaya, öpülüp okşanmaya gereksinimi olduğunu çok sonraları öğrendik. Kimimiz için iş işten geçmişti artık; ama henüz bu şansı yitirmeyenlerin yapacağı çok şey var, onlar için. "Yaş ne olursa olsun baş çocuktur; okşanmak ister." değil mi?

Bakıyorum da en güzel şiirlerimizi annelerimiz için yazmışız.Babalar için yazılanlar yok denecek kadar az. En ünlüsü Can Yücel'in; babası unutulmaz Milli Eğitim Bakanlarımızdan Hasan Ali Yücel için yazdığı "Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim" şiiridir ki onda da acı bir yakınma vardır bildiğiniz gibi.

"Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş çağırırlar İstanbul'a,
Bi helalleşmek ister elbet, değil mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu!"

Hastalandığı zaman sevindiğini söylüyor çocuk Can, çünkü babası ancak o zaman eve gelebiliyor.

"Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de hep gidici -hep, hepp acele işi!-
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım, nereye gitti."

Bunda toplumun anne olacaklara yükledikleri anlamla babalara yüklediği anlamın farklı oluşunun etkisi var büyük ölçüde... Hasan Ali Yücel, çocuğunu ihmal etme pahasına görevini başarıyla yürüten bakan iken eminim fazla suçluluk duygusu yaşamamıştır. Ama tersi olsaydı, Can Yücel'in annesi bakan olsaydı, aynı gönül rahatlığıyla çalışamayacaktı. Hem toplum onu kınayacaktı, hem de kendisi suçluluk duyacaktı.Bu durum ister istemez anneyi yakın, babayı uzak tutuyor çocuklardan.

Erkekler ağlamaz, babalar fazla gülmez, çocuklarla yüz göz olunmaz, birinden korkması gerekir, akşam baban gelsin görürsün anlayışı bugün değişse de hala geçerli olduğu yerler vardır. Genç anne- babalarda da kalıntıları devam ediyor.

Evet, anneler doğuruyor; emziriyor bu en güzel annelik görevi; ancak ondan sonrasını paylaşmak zorunluluktur. Kendimizi kandırmayalım, burada çoğu baba kaytarıyor. "Ben yediremiyorum, seni istiyor, benimle uyumak istemiyor..." gibi gerekçelerde yapabileceklerini başarmaya çalışmıyor, çabucak pes ediyor. Çünkü anneye yardımla görevli sayıyor kendisini. Kendinin de anne kadar sorumlu olduğu öğretilmemiş ki ona...

Babalarımızı çoğu kez anlamadan seviyoruz. Tanımadan büyüyoruz. Bizimle oynaması, başımızı okşaması yetiyor bize... Fazlasını beklemiyoruz, uzak olmasını özgürlüğümüz için gerekli sayıyoruz bazı zamanlar.

Ama bu kadarıyla yetinmemeliyiz. Daha sıcak ilişkiler kurmak için çabalamalıyız. Bunda babalara büyük görev düşüyor. Çocuklarımızın babalarına en az anneleri kadar ihtiyaçları var, unutmayın. Onları sevdiklerinden asla kuşkumuz yok, ancak babalık görevlerini tam olarak yerine getirip getirmedikleri sorgulanılmalıdır; eksikler giderilmelidir. Emin olun çok güç değil, üstelik oldukça da zevkli bir görev. Karşılığında mutlu, daha çok sevilen; sevgiye dayalı saygı duyulan gerçek baba olacaksınız. Ve daha mutlu, ayakları yere basan, kendine güvenen çocuklarınız olacak, değmez mi bütün emeklere?

Benim babama gelince, onu çok seviyorum; hep sevdim. İyi ki benim babam... Sağlıklı uzun ömür diliyorum ve sevgiyle kucaklıyorum. Birlikte çok güzel şeyler paylaştık, zevkli yolculuklar yaptık, anladık birbirimizi...Bizler için yaptıklarına sonsuz teşekkür ediyorum. "Babalar Günü"n kutlu olsun Sevgili Babacığım.

Bugün telefonla konuştuk, yakında kavuşacağız. Ellerinden öpüyorum...

"Kar mı yağmış şu Harput'un başına
Kurban olam toprağına taşına"
diyorum memleket özlemiyle senin için. Seni çok seviyorum.

Bu arada tüm babaların "Babalar Günü" kutlu olsun, çocuklarıyla mutluluktan mutluluğa koşsunlar hiç yorulmadan...

Babasını yitirenleri sevgiyle kucaklıyorum, bunun onlara hiçbir faydası olmadığını da bilerek yapıyorum bunu. Kimse o acıyı dindiremez. Bakın Cemal Süreyya soruyor bize:

Sizin Hiç Babanız Öldü mü?

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum,
Yıkadılar,aldılar,götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum.

Şair acısını, özlemini haykırmıyor mu? Nasıl eksik kaldığını, yolunu yöntemini şaşırdığını bundan etkili kim anlatabilir ki... "Kör oldum!" diyor, daha ne desin? Zamanla kalbinin en güzel yerine yerleştiğini yaşayarak görmüş müdür bilmiyorum. Nur içinde yatsınlar, onlar evlatlarında yaşıyorlar...

"Gariplik" şiirinde Cahit Sıtkı Tarancı ise babasına sitem ediyor. Yaşadığı olumsuzlukları -kendi babasıyla yaşadığı- sağlıklı ilişkinin yokluğuna bağlıyor...

"Babam kırdı beni ilk önce babam
Dosttan gördüm kahrın daniskasını
Nankör çıktı iyilik ettiğim adam
Sevdiğim kız da savdı sırasını"

Ali Püsküllüoğlu " Baba" şiirinde yalnızlığın, babasız geçen akşamların, bir çocuğu nasıl etkilediğini gözlerimizin içine içine sokuyor. Acıyla ürpertiyor okuyanı değil mi?

"Yalnızlığımdır hep bıçakların kestiği
Akşam çayında galetalarla yenen
Koyu atlar görürünür terkisinde
Ne kadar kaçkın varsa evden

Uykumdur sokaklarda sürünür
Ya da düşer bir kadının elinden
Yorgunluğumdur daha çok aşk
Gelip gider o şehrin gemilerinden

Esmerdir akşamlarda babam
Çok esmer güler resimlerinden
O kadar yakın bilmediğim
Ölüme çok uzak günlerinden

Ellerimdir dalgınlığımda hep
Hep bardaklara, sular dururken
Sürahilerde -akşam vakitleri
Akşam çayına gelmeyen

Bir baba, aydınlıksız odalarda
Çok esmer resimlerinden"

Akşam çayına babanın gelmeyişi, odaları aydınlıksız bırakıyor çocuğun gözünde...

Aşık Veysel babaya vefa duygusunun gereğini bakın sazıyla söyleşisinde, bir baba edasıyla, nasıl dile getiriyor: :

Sazıma

Sen petek misali, Veysel de arı
İnleşir birlikte yapardık balı
Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı
Ben babamı, sen ustanı unutma"

"Ağlamalar" şiirinde Hasan Hüseyin Korkmazgil bir başka boyutunda bakıyor babalarımıza:

"Gördüm babaların ağlamasını
Dalları düğüm düğüm
Gövdesi kahve falı
Bir zeytin ağacını köklemek var ya
Sökmek var ya sarp yamaçtan ardıcı
Kazma vurmak beş yüz yıllık meşeye
Acısını duymak var ya kopmanın
Babaların ağlaması işte o
Babaların ağlaması öyle zor."

Babalar-analar ağacın kökü, bizse dallarıyız...
Hiç kimse ağlamasın, babalar da... Birlikte güzel günlerle kucaklaşmak varken, ağlamak, ağlatmak niye? Kimseler ağlamasın, gidenlerin gözü arkada kalmasın. Çocuklarımız mutlu oldukça biz ana-babalar da mutlu olacağız, onlarda yeniden yeniden doğacağız...


Son olarak Tevfik Fikret'in, oğlu Haluk'un kişiliğinde, hepimize yaptığı seslenişe bakalım mı?

"Baban diyor ki: Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin? Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Siyah-ı mateme benzer teraney-i idi..."

Paylaşmak dileğiyle...
Sevgimizi, ilgimizi, dostluğumuzu, sevincimizi, üzüntümüzü, acımızı, dünyamızı...

17 Haziran 2011 Cuma

İNSANLIK MI DEDİNİZ?

"İnsanlık Nerede" başlıklı bir yazı okudum ve altına yorum yazdım, ancak gönderemedim. Gönderemediğim yorumuma da kıyamadım. O yazıyı buradan okuyabilirsiniz.
İşte bu da yorumum, sizin yorumunuz da eklenirse ne güzel olur değil mi?


Alışamadım, kendi ülkemde bir yaban gibi dolaşmaktayım. Atacak taş da bulamıyorum, söyleyecek söz de...

"bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır
ne yadsımaya dilim varır
ne düzeltmeye gücüm yeter."

diyen Attila İlhan'la,

"Bunun sebebi sensin, bu viran ülke, bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Bir kafası vardı aydınlatamadın..."

diyen Yakup Kadri'nin sesi kulaklarımda çınlarken gözlerim yaşarıyor, içim bulanıyor, başım dönüyor.

İnönü: "Namussuzlar kadar namuslular da...

Ve sonra:

"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!"

diye haykıran Mustafa Kemal'in gür sesi beni kendime getiriyor. Dikiliyorum, ayağa kalkıyorum,kendime geliyorum...

"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak..." diye ben de haykırıyorum...

"Ben yanmasam,
sen yanmasan,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..." diyen Nazım Hikmet'e bir selam gönderiyorum...

16 Haziran 2011 Perşembe

HAZIRIM DEDİ

Akşam üstü telefonum çaldı, açtım veee nefessiz dinledim:

"Ben hazırım! Bakkk bunu aldık!"
"Çarşıya mı gittiniz?"
"Hayııır, eve getirdiler..."
"Bugün ne yaptın?"
Hızlı hızlı anlatmaya başlıyor, belli ki olağanüstü bir gün geçirmiş.

"Parka gittik, yağmur yağdı, biz kaçtık; teyze beni kucağına aldı, koşa koşa kaçtık. Ben az ıslandım, teyze çoookk ıslandı!"

Eeee, madem ki o hazır benim de çabuk çabuk hazırlanmam gerekiyor değil mi? Gerçi deniz mevsimini açmadan önce yapacağımız çok güzel işlerimiz var daha. Temmuz'da düğünümüz var biliyorsunuz. Hem de iki ayrı şehirde...

Düğün öncesi Bandırma-Erdek dolaylarında geleneksel hale gelen okul arkadaşlarımla buluşma toplantımız var. Geçen yıl Samsun'daydık; bu yıl Bandırma'da...

Sonrasında da yazlık günleri başlayacak. Yakında yollara düşeceğim yeniden. Bir hafta daha buralardayım, hazırlanmalıyım; Ela'cığım hazırlanmış bile...
Telefonda gel gel eyledi bana, durulur mu?
İlk durak İstanbul...

"Ahh özledim, hem de çok özledim, ezberledim beklemeyi

Yollar benim umudumdur, yolları kapatmayın
Yağmayın yollarıma durun kar taneleri"

Herkesin yolu açık olsun, yalnız ve güzel ülkemizin de...

15 Haziran 2011 Çarşamba

YEDİ RENGİN İMECESİ YAŞAMAK





"Kutsal bir imecedir yaşamak"


Ne hakkınız var, hiç mi düşünmüyorsunuz? Bu kadar mı bencilsiniz, hırsınız gözünüzü kör mü ediyor yoksa? Bu kadar insanın sizin kaşınıza gözünüze oy verdiğini mi sanıyorsunuz? Öyleyse lütfen terk edin bu partiyi!

Nicelik olarak az olsa da % 26; nitelik olarak çok yükseklerde bilesiniz. Ve yine bilesiniz ki bu insanlar ülkeyi en az sizin kadar, belki bir kısmınızdan çok daha fazla, düşünüyor. Düşündüğü için de her türlü sindirmeye karşın CHP diyor, nice bedeller ödeyerek... Kolaya kaçmıyor, köşeyi döneceği fırsatları elinin tersiyle itiyor; eziliyor, horlanıyor, yılmıyor.

Bu kaçıncı tuzak, hala akıllanmıyorsunuz? Seçim öncesi en çok CHP eleştirildi. Neden? Seçim bitti, kendi zaferlerini kutlamadan, CHP'nin kurultay isteyeceği bekleniyor(!), diye yayınlar yapmaya başladılar, ve siz kısa sürede yine aynı tuzağa düştünüz? Ne hakla, hangi yüzle? En kötüsü de söylediklerinizin çarpıtılarak vericeğini bile bile!

Evet, % 50 farklı düşünüyor bu ülkede; onların düşüncelerini gerçekleştirecek güçlü bir hükümet kurulacak.İktidar nimetlerinden herkes payına düşeni kapacak!
Ama bizler, bu ulusun %26' sı da, "Gidin, bizim düşüncelerimizin sesi olun, ülkemizin, ulusumuzun geleceğini etkileyecek olumsuzlukların önünde dikilin!", diye size görev verdi. Kişisel hiçbir beklentisi olmadan üstelik... Bu insanlar ülkenin aydınlık yüzleridir; değer verilmese de değerli olduğunun bilincindedir unutulmasın lütfen.

Veee Türkiye koşullarında alınan oy hiç de az değildir. Aydınlıktan yana olmak için aydın olmak gerekiyor biliyorsunuz. Kişisel çıkarlarını toplumun çıkarları için feda edebilmektir aynı zamanda. Günümüz koşullarında bunu yapmak kolay mıdır?

Herkes elini vicdanına koyup söylesin: Hanginiz Sayın Kemal Kılıçdaroğlu kadar çalıştınız? Hataları yok mu? Var elbette, hanginizin yok ki...
Bunlar kendi içinde konuşulur, tartışılır, çözümlenir; kimse dışlanmaz, eski-yeni pek çok değerli insanımız var aranızda biliyoruz, ancak medya önünde küçük hesaplaşmalara girilmez...

Bunu yapmak yurt sevgisinin, ulusun geleceğini düşünmenin gereğidir, unutmayın. Ve yine unutmayın, zor günlerden geçtiği bu süreçte Türkiye'nin CHP'ye, sizden çok daha fazla, gereksinimi var.

Lütfen çığlığımıza ses verin... Gelin imece yapalım, ne dersiniz?

İMECE
Güçsüzden yanayım kavgada
Büyük öfkelerle bilenmiş sesim
Hey diyorum bir dağ sabahından
Yeni piramitlere taş taşıyanlar
Ellerim acıdı be

Hey gücünden habersiz orman
Biliyorum Köroğlu olunmaz bu çağda
Ama yedi rengin imecesi aydınlık
Taşlar bıktı gömüt olmaktan
Bırakın çürüsün yalnızlığında firavunlar

Dokunsak yıkılır korkunun duvarları
Çıkar herkes zındanından
Eşsiz dolaşımı başlar kanın
Benden sana senden ona
Kutsal bir imecedir yaşamak

Bir gök böğürtleni benim sunduğum
Evrenin uyumu tadında
Kalsın bencil mutluluk kokmuş odada
Hadi toprağın suyun böceğin gittiğine
İmece en yoğun sevi
(Mehmet Başaran)

14 Haziran 2011 Salı

AÇSAM MI KAPASAM MI?


Biraz sonra arkadaşlarım "Hayırlı olsun"a gelecek, işleri bitirdim, pastalar börekler, havuçlu kek bir de kısır hazır, birlikte bekliyoruz...

Eskiden misafir gelecekse son ana kadar koşturuyordum, şimdi öyle değil; zaman bol, ev önceden temizlenmiş mis! Çalışırken, çocuklar küçükken koştur koştur bitmiyordu işler, mutlaka bir şey eksik kalıyordu ya da son anda ucu ucuna yetişiyordu. Yorgunluktan işin tadını çıkaramıyordum doğrusu...

Arkadaşlarım için hazırlanırken aklıma bir tanıdığım düştü, yok durup dururken değil. Artık ulusumuz için açılımların bedelinin ödenme zamanının geldiği şu günlerde onu düşünmem kaçınılmazdı.

Sözünü ettiğim kişi açılmayı çok seven biriydi. Ne pahasına olursa olsun dikkat çekmeyi istiyordu. Herkese gülücükler yolluyor, karşılığını buldukça daha da savruluyordu. Giysileri varla yok arasında, sınırsızca kendisini sergilemekten çekinmiyordu. Tüm uyarılarımız yanıtsız kalıyordu. Bir gün yolda karşılaştık. O da ne? Kapanıvermiş, hem de ne kapanmak! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, demeye kalmadan anlatmaya başladı. Evlenmek üzereyken iş bozulmuş, çok öfkeliydi. Meğer ilişki kurduğu kişiler eski fotoğraflarını göndermişler koca adayına; o da vazgeçmiş davetiyeler basılmışken! "Her şey çok güzel olacak!" tı diye ekledi gitmeden önce...

Her şey çok güzel olacak, umalım olsun! Ancak ummakla keşke olsa... Her şeyin bir bedeli var, günü gelince bedelini ödememiz gerekiyor.Bazen bu bedel çok da ağır olabiliyor. Ülke olarak açılımdan açılıma koştuk, sonuç sıfır. Seçim sırası açılım diyenlerin birden bire nasıl kapandıklarına tanık olmadık mı? Şimdi açılsalar da kapansalar da birilerini kızdıracaklar değil mi? Onun için insanın ağzından çıkanı kulağının duyması gerekir demiş eskilerimiz. İki kulak, bir ağzımızın olması da boşuna değil...

Simav'da da siyanürlü suların toplandığı havuzun kapakları seçim sırası kapatılmış, ama bugünkü haberlerden öğreniyoruz ki birileri kapakları açıvermiş; bu suyla yemek pişiren, evini temizleyen yedi kişi zehirlenerek hastaneye kaldırılmış. İyi ki seçimden önce açmamışlar mı diyeceğiz?!

En iyisi bitireyim bu yazıyı, biraz sonra kapım çalınacak. Ne dersiniz kapıyı açsam mı açmasam mı?
Şaka bir yana her şeyin hayırlısı olsun, ülkemiz sorunlarını en az hasarla çözsün diyeyim, kalın sağlıcakla...

13 Haziran 2011 Pazartesi

SEÇİM BİTTİ



"Gençsin, cesursun ve zekisin.
'Hakkını yediler!' biliyorum ama sızlanma,
Harekete geç, elinden geleni yap, savaşmaktan kaçma.
Dişini tırnağına takıp çalışırsan gün senindir.
Öyleyse yaşlı bir ödlek olma.
Sadece cesaretini topla; vazgeçmek kolaydır;
Zor olan başını dik tutmaktır.

Kolaydır yenilgiye ağlamak ve ölmek,
Kolaydır böcek gibi yaşayıp dalkavukluk etmek.

Ama ümit yokken dövüşmek ve dövüşmek,
İşte hepsinin en iyisi bu oyundur.
Ve her yorucu yarıştan çıktığında,
Yıkılmış, yenilmiş ve yaralı olsan da,

Bir kere daha dene, ölmek ölesiye kolaydır,
Asıl zor olan hayatta kalmaktır."(Robert Service)

Seçim bitti, Türkiye kararını verdi, hayırlı olsun. Dilerim korktuklarımız başımıza gelmez, biz yanılmış oluruz. İnanın bunu çok istiyorum, ama görünen köy karşımızda duruyor. Ulusumuzu zor günler bekliyor.

Umutsuzluğa kapılmamız için pek çok neden var, ancak içinde bulunduğumuz koşullarda bunun işe yaramayacağını, sorunlarımızı çözme yolunda elimizi ayağımızı bağlayacağını da görmek zorundayız. Şimdi aydınlara her zamankinden daha çok görev düşüyor. Kızmıyorum, üzülüyorum sadece, başına örülen çorapları fark edemeyen bir çoğunluğumuz var. Suç onlarda değil, onların karanlıkta kalmasından nemalananlardadır. Yenilen onlar mı yoksa aydınlar mı bunu zamanla göreceğiz. Keşke aydınlar yanılmış olsaydı. Yanılmadık, yenilmedik dostlar inanın.

Aydın olmak kolay değil, kaç yıl okudunuz bir düşünün bakalım? Dirsek çürüttünüz yıllar yılı okul sıralarında, mürekkep yaladınız... Hala da okuyorsunuz, elinizden kitap düşmüyor biliyorum. Ama bir kusurumuz var sevgili dostlar, bildiğimizi sadece bilenlerle paylaşıyoruz. Bilmeyenlerle aramıza kalın duvarlar örüyoruz çoğu kez, aydınlığımızı karanlıklara yansıtamıyoruz. Ve darmadağınığız, örgütsüzüz, sahipsiziz. Birlikte çalışmayı bilmiyoruz. Hep azınlıkta kalıyoruz...

Sonra da neden böyle oldu diye şaşırıyoruz.

Bundan sonra daha çok çalışmalıyız, daha uyanık olmalıyız; bunu ulusumuzun geleceği için yapmalıyız. Karanlıklar aydınlanıncaya değin durmak yok. "Atatürk durmuş mu ki biz duralım? Atatürk ölmüş mü ki biz ölelim?"

Ne dersiniz? Var mısınız?

11 Haziran 2011 Cumartesi

KÖMÜRLEN Mİ YAZILMIŞ ANA BENİM KADERİM?



"Kömürlen mi yazılmış ana benim kaderim?" diye yazmışlar kamyonun arkasına... Üzerine tıklarsanız daha rahat okuyabilirsiniz. Görünce sizler için çektim fotoğrafını..

"Kader", en son ne zaman kullandınız bu sözcüğü?

Yok yok, "Kadere inanır mısınız?" tartışması başlatmak niyetinde değilim. Ama kader konusunda da işin biraz kolayına kaçtığımızı düşünüyorum. Soru şu, kaderi değiştirmek mümkün mü?

Değiştirebileceklerimiz de var; değiştiremeyeceklerimiz de... Anamızı, babamızı değiştiremeyiz örneğin; ama hatalarımızdan ders alabiliriz. Sorunları çözmek için elimizden geleni yapabiliriz. Hasta olmamak için sağlık kurallarına uymaya çalışırız. İşçi sağlığı ve iş güvencesi diye hazırlanan yasaları uygularız. Bebeğimizi camları kapalı bir aracın içinde saatlerce bekletmeyiz. Depreme dayanıklı konutlar yaparız Japonya'daki gibi örneğin.

Kaderimde ne varsa, o olur diyerek sahte benzinle yola çıkarsak, uykusuz direksiyonun başına geçersek, trafik kurallarına uymazsak kaza kaçınılmaz olur. Hem kendimizi hem de başkalarını yakarız.
Gördüğümüz yanlışları, uğradığımız haksızlıkları, hatta başkalarına yapılanları "kader" diyerek sineye mi çekeceğiz?

Dinimize göre iki çeşit kader vardır: Değişen kadere kaza; değişmeyen kadere müsemma kader denir.

Müsemma kader için yapacak bir şey yok:

"Yine mevsimler geçecek, yine yağmurlar yağacak, giden gençliğim geri dönmeyecek..."

Amaaa kaza denen kadere dur demek için yapacağımız çok şey var:

Bedevi, elindeki bir hurmayla peygamberimize gelip "Ya Resululah! bu hurma benim kısmetim midir, değil midir?" diye sorar. Peygamberimiz de:
"Yersen kısmetimdir; yemezsen değildir" diye buyurur.

Her şeyi kaderin üstüne atıp sorumluluk almaktan kaçanların çıkaracağı ders yok mudur bu yanıttan?

Yarın ulusumuzun kaderini belirleyecek çok önemli bir sınav var karşımızda. Sadece oy kullanmak yetmiyor; oy kullanmaya giderken aklımızı da yanımıza almak zorundayız. Yoksa!..

"Kaderimiz böyleymiş, ayrıldık istemeden..." şarkısı da "Kadeeerrrr! Kime şikayet edeyim seniiii..." ezgisi de derdimize derman olmaz.

"Bir benim oyumla mı?" demeyin. Çoğunluklar birlerden oluşuyor. Yarın akşam kötü kaderimize, dur, dediğimiz haberlerde buluşmak dileğiyle...

9 Haziran 2011 Perşembe

SİBER SAVAŞ BAŞLADI (MI?)


Olur mu olmaz mı bilmiyorum, ama konu çok çok önemli!
Buradan OKUYUN, bilenler bizi aydınlatsın lütfen...

6 Haziran 2011 Pazartesi

YENİDEN KENDİME DÖNDÜM

Dönüp geldim ki bahçemiz şenlenmiş. Erikler bakın nasıl da büyümüş...

Güller açmış, çiçeklerle el ele tutuşmuş, incir ağacının dalıyla kucaklaşmış.

"Döngel" çiçeğe durmuş, yarın öbür gün meyveler verecek. Bunu Sevgili Sufi'miz için çektim, "Gel artık Sufi'm, dön gel artık, yazılarını özledik..."





İnsanın evi gibisi yok, hele de dönüp geldiğinizde tertemiz bulmuşsanız...

Bu kez öyle oldu, nasıl temizlemişsem hiç kirlenmemiş güzel evim.Badana parlatmış her bir yeri. Gözünü sevdiğimin yaz'ınının da katkısı var bunda, kaloriferlerin isinden pisinden arındık şimdilik. Yaşasın yaz geldi!





Çocuklar kırılmasın, ama insan en çok kendi evinde yaşadığını hissediyor; kendini buluyor, kendine kalıyor, kendi kendisi oluyor.

Çocuklar, özellikle de Ela söz konusu olunca dinlenmeyi unutuyorum, yorgunluğumu hissetmiyorum. Onlarla olmak her zaman mutlu ediyor beni.

Ancak evimde olmayı da özlüyorum dostlar ne yapabilirim? Fotoğrafları biraz önce sizler için çektim. Kendi bahçemizden. Yaşamlarımız çiçekler kadar güzel olsun, misler gibi sevgi koksun...

2 Haziran 2011 Perşembe

NİKAH DA TAMAM


Küçük kuzum resmen evli şu anda. Benim için inanılmaz bir duygu bu... O, hep küçük kızımdı benim, miniğimdi... Ne zaman büyüdü anlayamadım. Hala o birbirinden ünlü doğum günlerini kutluyoruz gibi hissediyorum. Oyun gibi bir şey...Nikahı formaliteler için yaptık ama gerçekten çok güzel oldu. Arkadaşları sürpriz yapıp gelmişler,neredeyse salonun yarısını doldurduk. Ela'nın da katkısıyla nikah memuru dahil kahkahalar içinde sevimli mi sevimli bir nikah merasimi oldu. Gülen yüzleri, sevgiyle bakan gözleri görmek öyle güzel ki dostlar paylaşmadan duramayacağım. Benim duygularım aslında karmakarışık biliyor musunuz? Saniyeler içinde değişiyor. Gülerken gözlerim doluveriyor birden...Güzel yorumlarınızı okudum, mutluluğuma mutluluk kattınız, çok teşekkür ederim. Hepiniz, hepiniz çok mutlu olun, güzel günler görelim, güzellikleri paylaşalım hep.

Ülkemiz 13 Haziran'da sevgiye, dostluğa, barışa, insanca yaşama, huzura "merhaba" desin. Seçim sürecinde yaşadığımız çirkinlikleri bu ulus hiç hak etmiyor. O kirli ellerin utanmasını, aynada kendi yüzlerine, gözlerinin taa içine bir kez olsun bakmalarını çok istiyorum. Kendileri de korkacaktır eminim gördüklerinden.

İnsanlık yaşasın, iyiler kazansın, rahat bir nefes alalım artık.Mutlulukları paylaşarak çoğaltmak dileğiyle sevgilerimi gönderiyorum herkese...

KİMSE YOK MU

"bu geceyi bağırtan ben değilim bu geceyi bu bir yürek gibi buğulu bu uğultulu yangın gecesini rezil rezil bağırtan ben değilim gem...