Paul Auster etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Paul Auster etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2019 Perşembe

CEBİ DELİK



CEBİ DELİK

Özyaşamöyküsü

(Hand to Mouth)

(A Chronicle of Early Failure)

Paul Auster

1996

İngilizce aslından çeviren: Seçkin Selvi

Can Yayınları

98 sayfa

Paul Auster’ın çok kitabını okumuşum gibi hayat öyküsünü aldım, okudum.

(Paul Auster'ın okuduğum kitapları:

Merak ettim ay.

Aslında kitabın adı ilgimi çekti desem.

Onlarca kitabı olan bir yazarın nasıl cebi delikmiş?

*
Epey delikmiş.

Çeşitli işlere girmiş çıkmış. Ama pek kazanamamış.

Gemide çalışmış bir ara.

Bir ara çeviriler yapmış.

Oyun tasarladığı bir dönem var. Masa oyunu olarak oynanabilen beyzbol oyunu icat etmiş, patenti ve satışı konusunda bir sürü kişinin kapısını da çalmış, dalga bile geçilmiş, sonuç… Olumsuz. Neticede caymış ama epey zamanını ve parasını da götürmüş bu umut. Bu oyun işini de tutkusu olduğundan falan değil para kazanmak için yapmış. Oyun tutarsa eline toplu para geçer de rahatlar diye düşünmüş.

Bir de sinema deneyimi olacakmış az kalsın. Bir sinemacı onu filmde oynatmak istemiş, ama Paul Auster kabul etmemiş.

Bu sinemacıyı “Bay X” diye isimlendiriyor. Onun karısı kitap yazmak için Meksika’ya gidecekmiş. Bay X de, Paul Auster’dan karısıyla beraber gitmesini ve karısına kitap yazarken yardımcı olmasını istemiş. Bir ay kadar kalmışlar ama kadının morali yokmuş ve hiç yazmamış. Bay X de bunun üzerine Paul Auster’a peşin verdiği parayı geri istemiş. Auster vermemiş şükür ki. Bu kısmı okurken gerilmiştim parayı geri verecek mi diye. Çünkü sonuçta kadınla gitti mi gitti. Vaktini ve emeğini harcadı mı harcadı. Kadının gırtlağına mı yapışacaktı hadi kitabını yaz da ben de yardımcı olayım diye. Bay X’e de kibarca bunu söyleyip iade etmiyor.

*

Ailesinin durumu iyiymiş aslında Paul Auster'ın. Fakat babasının eli sıkıymış, annesi ise harcama yapmaktan çekinmezmiş. Aslında annesi har vurup harman savuran biri değilmiş ama babasının gözünde bu harcamalar çokmuş. Bu nedenle anne ve babasının arası bozulmuş:

“Bence önemsiz olan para konusunun nasıl olup da aralarını öylesine bozduğunu bir türlü anlayamazdım.” Sf.6

Sonra anlıyor ama. Evleniyor. Karısı ile birlikte çeviriler yapıyorlar hiç durmadan. Dışarıda başka işler yapsalar da aynı parayı kazanabilecekken bu işi yaparak kendilerini daha özgür hissettiklerini düşünüyorlar. Ama yazar bugünden bakınca o kadar da özgür olmadıklarını görüyor.

*

Jerzy Kosinski ile çalışmış bir dönem. 

(Jerzy Kosinski'nin okuduğum kitapları:
Bkz: Bir Yerde)

Kosinski'nin biraz değişik bir kafası olduğunu anlatıyor. Çok konuşuyormuş, Auster “beni etkilemek istiyor gibi görünüyordu” diyor. Kosinski, kitaplarındaki olayları kendi başından geçmiş gibi anlatıyormuş. “Dediğim dedik, tuhaf ve saplantılı” diyor Paul Auster onun için. Sf.74 Sonra Kosinski hakkında “başkalarının yapıtlarından çalıntı yaptığı, kitaplarını başkalarına yazdırdığı, geçmişinin karanlık olduğu” söylentileri çıkmış ve Paul Auster şaşırmamış. Bu arada öğrendim ki Kosinski kafasına plastik torba geçirip intihar etmiş.

 *

Gelelim Auster'ın yazarlığına.

Çok kitap okuyormuş. Aynı zamanda yayınevlerinde çalışmış. “Artık kitaplardan söz etmek değil, kitapları yazmak istiyordum” diyor. Sf.5

Bir dedektiflik romanı yazıyor. Okuduğu diğer dedektiflik romanlarını taklit ederek yazdığını da gizlemiyor. Ancak bu kitap basılmıyor. Heves ve özgüven kırıcı şekilde reddediliyor.

*

Yazarlık arzusu varmış ama bunun para kazanılabilecek bir iş olduğunu düşünmüyormuş:

“Öteden beri tek arzum yazı yazmaktı. Daha on altı-on yedi yaşlarımdayken bu hevese kapılmıştım, ama hiçbir zaman ekmeğimi bundan çıkarırım diye de kendimi aldatmamıştım. Yazar olmak, doktor ya da polis olmak gibi bir meslek seçimi değildir. Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir. İlahların gözdesi durumuna gelmedikçe (vay haline bunu bekleyenin) yazdıkların hiçbir zaman geçimini sağlayacak parayı getirmez ve eğer başını sokacak bir yer, açlıktan ölmeyecek kadar aş istiyorsan, faturaları ödemek için başka işler yapman gerekir.” Sf.4

Ancak Paul Auster artık “ilahların gözdesi” durumuna geldi denebilir herhalde.

22 Temmuz 2019 Pazartesi

SUNSET PARK



SUNSET PARK

Paul Auster

2010

İngilizce aslından çeviren: Seçkin Selvi

Can Yayınları

E-kitap 1.sürüm – Ocak 2014

228 sayfa



Neden mutlu sonla bitmedi, neden?

Neden sevenlerin kavuşmasına izin verilmedi?

Böyle sonlar tadımı kaçırıyor.

*

Miles Heller, boşanmış bir anne babanın çocuğu.

Annesi çok küçük yaşta Miles’i terk etmiş.

Babası başka bir kadınla evlenmiş. Kadının da ikinci evliliği ve önceki evliliğinden Miles’tan iki-üç yaş küçük bir oğlu var.

Miles ve üvey kardeşi normal ağabey kardeş gibi görünüyorlar. Normal normal kavga ediyorlar. İç dünyaları bambaşka tabii.

Bir gün bir kavga sırasında Miles, üvey kardeşini itiyor ve o sırada geçen bir araba çocuğa çarpıyor, çocuk ölüyor. Miles, üvey kardeşinin ölümünden kendisini sorumlu tutuyor. Babası ve üvey annesi, onu suçlayıcı konuşmasalar da Miles kendisini affedemiyor. Ve evi terk ediyor.

*

Uzun yıllar boyunca haber vermiyor annesine de babasına da.

Çöpçülük yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor.

O esnada bir kızla tanışıp aşık oluyor. Pilar, kızın adı. Daha yaşı küçük, 18 bile değil.

Pilar’ın anne babası yok. Üç tane ablası var.

Miles, çeşitli hediyelerle ablaların gönlünü kazanıyor. Ama bir tane abla, Miles’ten hediye istemeye devam ediyor. Miles bunu yapamayacağını söyleyince abla, Miles’i polise şikayet etmekle tehdit ediyor. Ne de olsa 18 yaşından küçük bir kızla beraber.

Miles bu nedenle başka bir şehre gidiyor. Birlikteliklerini riske atmak istemedikleri için Pilar, 18 yaşına gelinceye kadar görüşmeyecekler.  

*

Miles’in eski arkadaşı Bing, Miles’i Sunset Park’taki evine davet ediyor.

Bing bu evde kaçak oturuyor aslında. Terk edilmiş bir ev. Bing bu eve kendisi ve iki kız arkadaşını çağırıyor, bir de Miles. Böylece kira ödemeden yaşamaya başlıyorlar. Polisler fark edinceye kadar bu şekilde yaşamaya karar veriyorlar.

*

Bing, Miles’in anne ve babasıyla iletişim halinde. Miles’in hayatta olduğunu, nerede ne yaptığını Miles’in anne babasına haber veriyor.

*

Miles, artık anne ve babasıyla görüşmeye karar veriyor. Biraz açılıyor onlara.

*

Evi sonunda polis basıyor. Önce bir iki ihtarname geliyor, ciddiye almıyorlar. Sonunda polis geliyor. Arbede çıkıyor. Miles, kızlardan birine şiddet uygulayan polise yumruk atıyor ve diğer kızla birlikte kaçıyor.

Babası polise teslim olmasını söylüyor.

Miles da teslim olmaya karar veriyor.

Durduk yere, hiç yoktan…

Yazık oldu.

*

Kitaptaki diğer karakterler de anlatmaya değer aslında.

Miles ve Bing’in ev arkadaşları olan kızlardan biri Alice. Tez yazmaya çalışıyor. İkinci Dünya Savaşından sonra askerden dönen erkeklerin toplum hayatına adaptasyonu ile ilgili. Evi polis bastığında Alice yaralanıyor.

Diğer kız Ellen ressam. Erotik resimler yapıyor. Evi polis bastığında Miles birlikte kaçıyor.

Tam da Ellen ve Alice, kısa bir süre sonra zaten evden ayrılacaklardı, taşınmaya karar vermişlerdi.
Yazık oldu.

*

Kitapta bizim eski Türk Ceza Kanununun 301.maddesi de geçiyor. Alice PEN Yazarlar Derneği için çalışıyor aynı zamanda. Çeşitli ülkelerdeki yazarlar ve ifade özgürlüğü konusunda araştırmalar yapıyorlar. 

“Çalışmalarının yaklaşık yarısı, ülkelerini eleştiren pek çok yazar ve gazetecinin hayatını ve güvenliğini tehdit eden Türk Ceza Yasası’nın 301.maddesi gibi uluslararası sorunlara odaklanıyor.” Sf.172

*

Bir de kitapta sık sık “Hayatımızın En Güzel Yılları” (The Best Years of Our Lives) filminden bahsediliyor. Onu da izleyeyim bir ara.

7 Mart 2019 Perşembe

NEW YORK ÜÇLEMESİ



NEW YORK ÜÇLEMESİ


CAM KENT, HAYALETLER, KİLİTLİ ODA

Paul Auster

İngilizce aslından çeviren: İlknur Özdemir

Can Yayınları

284 sayfa


Üç hikayeden oluşuyor kitap. Bu üç hikayeyi ayrı ayrı zamanlarda okusaydım muhtemelen anlamazdım. Peş peşe okumuşken bile anladığımdan emin değilim.

*

CAM KENT

Peter Stilman’ın babası akıl hastanesinden çıkacak. Peter Stilman çocukken babasından kötü muamele görmüş o yüzden babasından korkuyor.

Peter ve karısı Virginia, babayı takip etmesi ve Peter’i koruması için dedektif olarak bildikleri Paul Auster’ı arıyorlar.

Ancak aradıkları numara Daniel Quinn adlı kendi halinde bir yazara ait.

Quinn bozmuyor bu yanlışlığı ve he he tamam ben dedektif Paul Auster’ım diyor ve baba Stilman’ın peşine düşüyor.

Baba Stilman’ı uzunca bir süre takip ediyor, hatta onunla muhabbet de ediyor. Ama sonra onu gözden kaybediyor.

Bir umut gerçek dedektif Paul Auster’a ulaşıp yardım istiyor. Ama Paul Auster dedektif falan olmadığını söylüyor.

Quinn her şeyi anlatıyor Auster’a.

İkisi de bu hikayeye neden bulaşmış olduklarını anlamıyorlar.

Bir süre sonra gazetede baba Stilman’ın öldüğü haberi çıkıyor. Peter Stilman ve karısı da kayıplara karışmış.

Auster da işin peşini bırakıyor.

Auster’ın arkadaşı içerliyor, niye işin peşini bıraktın diye.


HAYALETLER

Mavi, Beyaz’ın talimatıyla Siyah’ı takip ediyor.

Bu iş Mavi’ye çok sıkıcı geliyor, çünkü Siyah’ın günleri çok rutin. Siyah tüm gün evde yazı yazıyor ya da bir şey okuyor.

Mavi, takibin gelişmelerini düzenli olarak rapor ediyor Beyaz'a.

Mavi, bu uzaktan takipten sıkıldığı için kılık değiştirip Siyah ile konuşuyor. Çeşitli kılıklara bürünüyor.

Bir gün Siyah ile yaptığı muhabbette Siyah diyor ki, ben dedektifim, birini takip ediyorum, çok sıkıcı.

Nasıl yani?

Mavi dedektifti, Siyah’ı takip ediyordu. Siyah da dedektif miymiş de Mavi’yi mi takip ediyormuş?

Mavi, Siyah’ın evine giriyor ve Siyah’ın okuyup yazdığı kağıtlara bakıyor. Bu kağıtlar, Mavi’nin Beyaz’a yazdığı raporlar.

Ay ne oluyor?

Ben şok!

Mavi şehri terk ediyor ve hikaye bitiyor.


KİLİTLİ ODA

Fanshawe, yıllarca yazdıklarının hiçbirini yayımlatmıyor. “Başıma bir şey gelirse arkadaşımdan yardım iste.” diye tembihte bulunuyor karısı Sophie’ye ve ardından ortadan kayboluyor.

Karısı, kocasının öldüğünü düşünüyor. Kocasının söylediği arkadaştan yardım istiyor.

Arkadaşlar ama yıllarca görüşmemişler.

Arkadaş, Fanshawe’nin yazdıklarını okuyor ve bunları yayımlatmaya karar veriyor. Sophie de bunu uygun buluyor. Fanshawe’in yazıları kitap oluyor ve çok beğeniliyor.

Bu arada arkadaş ve Sophie aşık oluyorlar, evleniyorlar. Sophie ile Fanshawe’in çocukları Ben’i de kendi çocuğu gibi benimsiyor arkadaş. Sonra bu ikisinin de bir çocuğu oluyor, adı Paul.

Bir gün esrarengiz bir mektup geliyor adama. Fanshawe yazmış mektubu, ölmediğini ama yedi sene sonra öleceğini, bundan ve mektuptan kimseye bahsetmemesini, kitaptan ve Sophie ile ilişkisinden memnun olduğunu, bunun olacağını zaten bildiğini, karısı için en uygunun bu olduğunu yazmış mektupta. Yani ölmemiş, terk etmiş.

Adam bunu anlatmıyor kimseye ama eski tadı da yok artık.

Fanshawe’in yazıları birer birer kitap oluyor ve hepsi çok başarılı oluyor.

Sonunda Fanshawe’in hayatını anlatan bir kitap basmayı düşünüyorlar. Adam bu çerçevede Fanshawe’in hayatını araştırmak üzere çalışmalara başlıyor. Başka arkadaşlara gidiyor ama kimseden doğru düzgün şeyler öğrenemiyor.

Fanshawe’in annesine de gidiyor. Çocukken Fanshawe’in annesini çok güzel bulurmuş, kadın hala güzelmiş. Anne, adama fazla yakınlık gösteriyor ve sevişiyorlar. Adam bunu da anlatmıyor karısına.

Adam, bir gün bir mekanda Fanshawe’i gördüğünü düşünüyor. Yaklaşıp sen Fanshawe’sin diyor. Karşısındaki kişi “Benim adım Fanshawe değil. Adım Peter Stilman” diyor.

Haydaaaa.

Cam Kent’teki Stilman mı?

Dövüşüyorlar.

Sophie artık rahatsız oluyor, bu kitap işleri sanki Fanshawe’i hayata döndürüyor ve aralarına giriyormuş gibi hissediyor. Buna bir son vermeyi kararlaştırıyorlar. En azından kitabın gelirini kendileri için değil, çocukların hesabında tutmaya karar veriyorlar.

Gerçekten de  Fanshawe’i hayatlarından çıkarıyorlar.

Derken bir mektup daha geliyor adama Fanshawe’den. “Seninle konuşmalıyım” yazıyor, buluşma yeri söylüyor.

Buluşuyorlar.

Fanshawe bir kapının arkasından konuşuyor. Adam soruyor ona bunca zaman nerede ne yaptığını.

Fanshawe, kendisini takip eden dedektiften kaçtığını, kaçarkenki yolculuk hissinden keyif almaya başladığını söylüyor. Dedektifin adı Quinn’miş.

Haydaaaa

Sonra bu dedektiften kurtulmuş:

“Her şeyi tersine çevirdim. O beni izlediğini sanıyordu, ama aslında ben onu izliyordum.” Sf.278

Fanshawe, kayıp olduğu zaman Henry Dark ismini kullanıyormuş. Bu isim de önceki öykülerde geçiyordu

Bir defter veriyor Fanshawe. Ve ayrılıyorlar.

Adam defterde yazılanları anlamakta zorlanıyor, sonra da çöpe atıyor defteri.

*

İşte böyle.

Pek anladığımı söyleyemeyeceğim.

Kitapta geçiyor ki:

“...Cam Kent’ ve ‘Hayaletler’... Bu üçü aslında aynı hikaye, ama her biri bu olayın ne olduğunu anlamamın farklı bir evresini temsil ediyor.” Sf.267