Barış Bıçakçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Barış Bıçakçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2020 Pazar

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ




BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ

Barış Bıçakçı

2004

İletişim Yayınları

120 sayfa


Bütün kitabı tek cümleyle özetleyeyim mi?

Aynı kadına aşık olan iki arkadaş.

Tüm yüzeyselliğimle bu kaba özeti yaptıktan sonra ayrıntılara geçeyim.

Başta sıkılır gibi oldum. Aşk acısı, üstelik de kocaman adamların aşk acısı hiç ilgimi çekmiyor. Ne o öyle liseli gibi. Çok zavallıca. O yüzden de içim acıdı hallerine. Gerçi bir yandan da gereksiz büyütüyorlar gibi geliyor ama ben onların neler çektiğini nereden bileceğim? Anlattıklarından samimi oldukları hissini alıyorum. Ama dertlerine ortak olamıyorum.

*

Ender, Çetin ve Fikret yakın arkadaşlar.

Fikret, okumak için Amerika'ya gidiyor. Türkiye'ye geldiğinde ailesi ile yazlığa gidecekken yolda kaza geçiriyorlar. Fikret yaralanıyor, babası ve üvey annesi ölüyor. Fikret ve üvey kız kardeşi Nihal kalıyor aileden geriye.

Fikret, Amerika'ya dönmeden önce kardeşi Nihal'i, Ender ve Çetin'e emanet ediyor. Nihal üniversiteyi bitirene kadar yanlarında kalsın, ona göz kulak olsunlar diye.

*

Ender ve Çetin çocukluktan beri arkadaşlar. Ankara'da beraber yaşıyorlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. O kadar ayrı gitmiyor ki aşık oldukları kadın bile aynı oluveriyor.

*

Hep böyle değilmiş tabii. Ayrı ayrı hayatları olmuş. Ender, kocası hapiste olan evli bir kadınla aşk yaşamış. Çetin de kişiliğini değiştiren kadınlarla birlikte olmuş.

İkisinin de hayatında bir kadın yokken giriyor Nihal hayatlarına.

Bu arada Ender de Çetin de orta yaşlı adamlar. Biri kel, diğeri göbekliymiş Ender'in anlattığına göre. Zaten hep o anlatıyor. 

Ender çevirmen. Evden çalışıyor. Çetin dışarıda. Çetin eylem adamı. Ender okuyup yazsın, düşünsün, kafasında kursun, konuşsun... 

"Ender konuşulacak, Çetin yaşanacak adam." 

Kitabı da Ender'in Çetin'e hitabıyla okuyoruz zaten. Gerçekten çok konuşuyor. Çok kuruyor kafasında. Sürekli evde durduğu, insanların içine karışmadığı için bence. Bak Çetin'e, dışarıda iş güç koşturmaktan aklına Nihal falan gelmiyor. 

Ender de farkında bunun. Kendisi söylüyor zaten Çetin sen dışarıda çalışıyorsun, aklına gelmiyor ama ben evde Nihal'in gelişini bekliyorum, diye.

*

Nihal başta ağabey diye hitap ederken sonra bir gün ikisine de sadece adıyla hitap etmeye başlıyor. 

Ender ve Çetin görünüşte ağabey gibi, hatta baba gibiler Nihal'e karşı. Anlayışlı babalar. Nihal eve geç geleceğini söylediğinde sormuyorlar, sorgulamıyorlar. Hatta Nihal bir gün hamile olduğunu söylediğinde de...

*

Nihal'in bir sevgilisi var okuldan. Bora adı. Ender ve Çetin de tanışıyor onunla. 

Bir gün Nihal, Çetin'e söylüyor hamile olduğunu ve kürtaj yaptıracağını. Çetin'den yardım ve kimseye söylememesini istiyor. Ama Çetin tabii ki Ender'e söylüyor. 

Ardından Nihal'in okulu bitiyor ve ağabeyi Fikret'in Amerika'da ayarladığı yüksek lisansı yapmak üzere Amerika'ya gidiyor.

Geride, Ender ve Çetin'in hayatında koca bir boşluk bırakarak tabii.

*

Ender, Çetin'in, Çetin de Ender'in Nihal'e aşık olduğunu biliyor. 

Ne zaman anlıyorlar?

Ender'e göre:

"Basit şeyler isteyince, basit şeylerden zevk almaya başlayınca anlıyorum ki aşık olmuşum." sf.31

“Birine aşık olunca, ömrün boyunca onu aramışsın da sonunda bulmuşsun gibi, geçmişini tekrar kurgularsın. Basit tesadüfler aşkın ilahi gücünün işaretleri olur çıkar.” Sf34 

 *

Birbirleriyle Nihal için erkeksi bir kavgaya tutuşmuyorlar. Bu aşkın, muhatabına söylenmemesi gerektiğinin bilincedeler. 

“Söylesek ne olacak? Bilmiyorduk! İkimiz de Nihal’in birimizden birini seçmesi gibi bir olasılığı hiç düşünmemiştik. Sanki ikimizi birden sevecekti, bu tek seçenekti.”sf71

Ağabey gibi, baba gibi şefkatli, olgun davranıyorlar görünüşte ama içleri içlerini yiyor işte. 

Orta yaşlı, kel, göbekli adamlar olarak genç bir kızın zor durumundan istifade etmek istemiyorlar. Ama Ender ara sıra yoruluyor bu iyi adam olma halinden:

"Yaşadıklarımızı, bizi aklı başında, her şeye hakim ve iyi niyetli insanlar olarak gösterecek bir dille anlatmaya çalışmak bilsen ne acıklı!” diyip dökülüyor sonra Nihal’in külotlu çorabının altından görünen çiçek desenli külotu diye. 

Offf!🤦‍♀️

“Erkeklerin başına musallat olan ezeli ve ebedi bir mesele: ben içinizi gıcıklayan, şehvetinizi kabartan bir taze miyim, yoksa şefkatinize muhtaç küçük bir kız mıyım?” Sf73

*

Nihal bir kere herkesin beğenmeyeceği tiplerden hoşlandığını söylüyor. Ender, Çetin’e zavallıca:

Çetin biz ikimiz sence, öyle herkesin beğeneceği tipler miyiz?” Sf55 diye soruyor.

Yaaa kıyamıyor da insan. 

*

"Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu.”sf72

diyor Ender ama anlamadım. Bence çaresizlikleri gayet de ikisinin de aynı kadına aşık olması. İkisi de başka başka kadınlara aşıkken böyle bir çaresizlik hissi yaşadılar mı? Hayır. 

*

Hikayeyi Ender'den okuduğumuz için sanki Ender daha çok seviyor, daha çok acı çekiyor, Çetin daha rahat gibi görünüyor. Ama Çetin, Ender'e "Sen yine kendini sevdin, bense onu sevdim." sf.29 diyerek Ender'in sayfalarca anlattığı yakarışlarını tek cümleyle anlatıyor. 

*

Kitabı okuduktan sonra filmi de izledim.


Filmde anlamlı anlamlı bakışmalar, "der gibi" bakmalar, uzun uzun sessizlikler, kitabi konuşmalar... Ayyy işim şişti.

Kitabı okurken şişmemiştim, çünkü karakterlerin gelmişini, geçmişini, hislerini öğreniyorum okurken. Ama filmi izlerken yakalayamıyorum böyle şeyleri. Mesela Çetin banyoda tıraş olurken şarkı söylüyor, onu duyan Nihal üzülüp ağlıyor. Niye? Kitabını okuduğum için biliyorum, Nihal'in babası da tıraş olurken bu şarkıyı söylermiş. Kitabı okumadan direkt filmi izleyen bu ayrıntıyı, Nihal'in o sahnede ağlamasına neyin sebep olduğunu nasıl anlıyor? Ben anlamazdım. Filmleri anlamıyorum zaten. Kitapları o yüzden daha çok seviyorum. Kitapta anlıyorum kim neyi niçin yaptı. Uzun uzun anlatıyor yazar, sakınmıyor hiç.

Bir de filmde dikkatimi çekti, kitabı okurken aklıma gelmemişti. Ender, aşklarını Nihal'e söylememelerini, çünkü Nihal'in deneyimsiz olduğunu ve kendilerine aşık olduğunu zannedebileceğini söylüyor. Deneyimsiz kız, bize aşık olduğunu sanır... diye düşünürken Nihal erkek arkadaşı ve hamile olduğu haberiyle geliyor, ahahaha.

Ankara görüntüleri güzel filmde. Ankara'ya hislenecek bir anım yok benim ama olanlar için hislidir herhalde filmdeki Ankara görüntüleri.

Kitabını okumasam filmi çok mıymıy bulurdum ki yine de buldum zaten biraz. Kitabi kitabi konuşmalar çok suratımı ekşitiyor benim. Kitabı okurken karakterin öyle söylemesi abes gelmiyor bana ama filmde ete kemiğe bürünen karakterin kitap cümlesi kurması yavan geliyor.

Filmde çok yoğun bir cinsel elektrik vardı. Ya sevişin rahatlayın ya da uzaklaşın birbirinizden be ay bu ne? Gerim gerim gerilim.

Çetin ve Ender'in efendiliği, iyi ve güzel insan oluşları, yanlış/kötü bir şey yapmaktan kaçınmaları kitaptaki gibi samimi geldi.

Aynı kadına aşık olup kavgaya tutuşmamaları, birbirlerine bozulmamaları çok acayip. Hatta Nihal hakkında ikisi de aşık aşık o çenesi yok mu o çenesi, ya burnu, ayakları da güzel... diye Nihal'i birbirlerine övmeleri. Birbirlerine karşı kıskançlık hissetmeyip Nihal'i başka bir erkekten kıskanmaları... Acayip.

Kitabı nasıl canlandırdıklarını merak ettiğim için izlemiştim. Şiştim miştim diyorum ama samimi de buldum, beğendim bu açıdan. Merakım da geçmiş oldu.  

17 Eylül 2019 Salı

ARAMIZDAKİ EN KISA MESAFE



ARAMIZDAKİ EN KISA MESAFE

Barış Bıçakçı

2003

İletişim Yayınları

2. Baskı – 2009

46 sayfa


Ayyyyy, yumuş yumuş oldum bu kitabı okuduktan sonra.

Biraz buruk bir yandan.

*

Bir çocuğun gözünden okumak beni biraz şey yapıyor. Şey işte ne bileyim. Şefkatli, merhametli, oyyy yavrum kıyamamlı…

*

Bir ağabeyi var çocuğun. Bir de kardeşi oluyor.

Bir kuşu var.

Kuş bir gün kaçıyor.

Çocukluğunda kuş alıp da kaçırmak, çok tipik.

Bunun gibi tipik çocukluk anıları yer alıyor kitapta.

Geçim sıkıntısı mesela.

Çocuk haliyle dışarıda bir şeyler satmaya çalışıp da satamamak.

Boza satmaya çalışmışlar. Annesi evde boza yapmış, çocuklar gece dışarıda satacaklarmış. Tutmamış.

*

Pul biriktirmek.

Ben pul biriktirmedim. Benim çocukluğumda pul değil de peçete koleksiyonu revaçtaydı.

Yazarın anlattığı çocuklukta çeşit çeşit pullar varmış. Kendilerince sınıflandırıp saklıyorlarmış.

*

Tiyatro oyununda rol almış çocukken. Aldığı rolün ne olduğundan pek emin değilmiş. Diğer oyuncular rollerini ciddiye alıp oynarlarken o ciddiye alamıyormuş. Sözünü söyleyip çıkıyor, diğer yetişkin oyuncuları gözlemliyormuş.

*

Köpekleri varmış bir tane. Sokakta başka bir köpeğin saldırısına uğramış. Ölmüş. Daha doğrusu köpeği uyutmak için veterinere götürmek durumunda kalmışlar.

*

Babasından çekinirmiş.

Babası çocuktan bir tamir tamirat işi için yardım istediğinde çocuk heyecandan ne yapacağını şaşırırmış. Yanlış alet getirir, yanlış iş yaparmış.

Bu bana da oluyordu. Babam benden pense istiyordu mesela, ben alet çantasından başka bir şey getiriyordum pense olduğunu sanıp, sonra da “Bu pense mi? Ben ne dedim, sen ne getirdin?” diyordu. Tatsız bir anı bu benim için.

*

Babaları yine tipik bir şekilde çocukları ile yakınen ilgilenmeyen, ev geçindirmekle ilgilenen, belki de bu nedenle çocuklarıyla ilgilenmeye fırsat bulamayan bir baba. Ama bana sorarsanız tipik babalar, çocukla ilgilenmenin ne demek olduğunu bilmiyor. Çocukken kendisi ile de ilgilenen bir baba olmadığı için, baba olduğunda kendisi de kendi babasından gördüğünü yapabiliyor ancak.

Az konuşan, çabuk öfkelenebilen bir baba.

Ailesine sert iken dışarıya daha yumuşak:

“Babam da başka pek çok insan gibi uzağındakilere ve yeni tanıştığı insanlara anlayışlı, iyi davranıyor, yakınlarından bunu esirgiyordu.”  Sf.39

Felsefe hocasıymış kitaptaki çocuğun babası. Yaşı ilerlediğinde artık çocuklarını dinler olmuş. Daha doğrusu dinlemeye çalışır olmuş. Anlamak için çaba gösteriyormuş.

“…son yıllarında anneme ve biz çocuklarına karşı davranışları da değişmiş, babam yumuşak ve sevecen biri olmuştu. Her şeyin en doğrusunu ve mükemmelini isteyen, bulamayınca öfkelenen hallerinden eser kalmamıştı.” Sf.39

Ama biraz geç olmuş artık. Çocuklar büyüdükten, kendi hayatlarını, kendi ailelerini kurduktan sonra gelen anne baba ilgisi çok da anlamlı olmuyor.

(Bu arada erkeklerin yaşları ilerleyince daha sevecen olmalarına dair deniyor ki azalan testosteron ve artan östrojen hormonu. Bkz: Erkek Beyni )

Babasının aile hakkındaki şöyle bir görüşü var: 

“Bir kadınla bir erkeğin heyecanlarının bir ürünü olarak ortaya çıkan ailenin sonunda aynı heyecanın yok olduğu yere dönüşmesi.” Sf.40

Bu çerçevede bazı şeyler düşünüp karalamış.

Sonra ölmüş. “Zihinsel bir acı” neticesinde öldüğünü düşünüyor artık büyümüş olan çocuğu.

*

Bir gün artık büyümüş olan üç kardeş, eski yaşadıkları yerlere gidiyorlar. Anıları canlanıyor.

Şöyle bitiyor kitap:

“Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi.” Sf.46