Charles Dickens etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Charles Dickens etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2022 Çarşamba

DAVID COPPERFIELD


 DAVID COPPERFIELD

Charles Dickens

1849

İngilizce aslından çeviren: Gönül Suveren

Altın Kitaplar Yayınevi

527 sayfa


Çok acıklı başladı roman. Hep öyle devam edecek sandım. Hep öyle devam etseydi ben devam edemezdim. Gam keder, okumak isteyeceğim son şey. Şurada bir kitap okuma keyfim var, onda da kasvete boğulmak istemiyorum. Gerçi böyle diyorum ama yine de sonuna kadar okurdum muhtemelen. Merak ediyorum çünkü, belki sonradan karakterin talihi düzelir, işleri yoluna girer ya da bu dert tasa nereye kadar, daha ne kadar sürecek diye. Hem umut hem merak, okumaya devam etmeme sebep oluyor. Bir kitabı yarım bırakmak biraz içimi buruyor da. 

Bu romanda da merakıma ve umuduma sığındım, okumayı sürdürdüm. Buna değdi. David Copperfield'in acıklı başlayan yaşamı, dram yüklü çocukluğu öyle sürmedi, sonradan bahtı güldü yavrucağın.

*

David'in babası daha David doğmadan ölmüş. Annesi genç yaşta yalnız kalmış. 

David'in annesi, kilisede tanıştığı bir adamla evleniyor. Adam, kadıncağızın çekingenliğinden ve yumuşak huyluluğundan faydalanıp kadıncağızı ezdikçe eziyor. Kadıncağızın da özgüveni gittikçe yok oluyor. Bunun ceremesini de yavrucak David çekiyor. 

Zalim üvey babası, David'e kötü davranıyor. Aşağılıyor, küçümsüyor, dövüyor. O yetmezmiş gibi bir de üvey babanın kız kardeşi de yanlarına taşınıyor. Üvey hala da üvey baba kadar acımasız. Yavrucağın evi cehenneme dönüyor. 

Çocuğu her hareketinde aşağılıyorlar. Sonra da ne kadar somurtkan bir çocuksun diye eleştiriyorlar. Çocuğa zor sorular sorup bilemeyince kızıyorlar. Sonra ne kadar aptal bir çocuksun diye eleştiriyorlar. Üvey baba çocuğu dövmeye kalkıyor, çocuk da kendini korumak için can havliyle adamın elini ısırıyor, sonra çocuk kötü oluyor. Özür dilemek zorunda kalıyor. 

Annesinin ise kendine hayrı yok. Üvey baba ve hala, anneyi manipüle ettikleri için anne de bir şey diyemiyor. Kadıncağızın tek suçu saf ve zayıf olmak. koruyamıyor çocuğunu. 

Bu kısımları okumak çok zorlu oldu. İşte bu kısımlarda okumaya devam etmesem mi diye düşündüm. Hep böyle kahır bela mı devam edecek bu yavrucağın hayatı? Yavrum, büyü de kurtul şunlardan.

*

David'i yatılı okula gönderiyorlar. Okulda da şiddet görüyor çocuk. 

David'in annesinin bir çocuğu daha oluyor. Ancak kısa bir zaman sonra annesi ve kardeşi ölüyor. 

David'i okuldan alıyorlar, ilgilenmiyorlar. Çocuk sözde evine geldi, ev annesinin, üvey baba bu eve iç güveyi geldi ama çocukcağız kendisini evinde hissetmiyor ki... 

Çocukla ilgilenen tek kişi hizmetçi Peggoty. Öteden beri çocuğu da annesini de seven Peggoty'i kovuyor üvey baba ile hala. 

Peggoty, ağabeyinin yanına gidiyor. David’i de götürmeyi teklif ediyor. Karşı çıkan olmuyor. Peggoty'nin ailesinin yanında biraz huzur buluyor çocuk. Peggoty'nin ağabeyi Mr. Peggoty'nin evlat edindiği bir kız var, adı Emily. David ondan çok hoşlanıyor. 

Peggoty daha sonra evleniyor. Arabacı (şoför) Mr.Barkis ile. Yine de David ile uzaktan da olsa ilgilenmeyi sürdürüyor. 

Çocuk Peggotty'lerin evinden kendi evine geri döndüğünde ilgisizlik devam ediyor. Çocukla ilgilenmiyorlar, Peggoty’nin yanına tekrar gitmesine de izin vermiyorlar. Çocuk ilgisizlikten o kadar bunalıyor ki sert yatılı okuluna gitmeye bile razı. Ama üvey baba ve hala çocuğu okula değil, Londra’ya bir şarap fabrikasında çalışmaya gönderiyor. Yarı aç yarı tok yaşıyor çocuk orada. Elbiselerinin pejmürdeleştiğini fark ediyor. Hırsız olması an meselesi ama olmuyor ve bu durumu Allah'ın hikmetine bağlıyor:

 “Şunu da gayet iyi anlıyorum: bana Allah acıdı. Yoksa… küçük bir hırsız, ufak bir serseri olmam işten bile değildi.” Sf.134

Londra'da çalıştığı süre içinde Mr. Micawber adlı bir adamın pansiyonunda kalıyor. Adam ve karısı ile iyi anlaşıyor, hatta kendi derdi yetmezmiş gibi bir de bu ailenin dertleriyle dertleniyor. 

Mr. Micawber, borçları yüzünden hapse giriyor. Hapisten çıktığında karısını da alıp başka bir yere taşınıyor. Kalacak yeri kalmayan çocuk, zaten işinden de memnun değil, kaçıyor.

David'in bir halası var. Özbeöz halası. En son bebekken görmüş onu, sonra yolları ayrılmış aile ile. David, işten ve Londra'dan kaçıp halası Miss Betsy’nin yanına gitmeye karar veriyor. Yolda parasını çaldırıyor, onlarca kilometre aç susuz yol yürüyor. Sonunda buluyor halasını. 

Halası insan çıkıyor çok şükür. David'i bağrına basıyor. Ama neticede üvey de olsa babası diye David'in üvey babasına haber veriyor durumu. Üvey baba ve üvey hala geliyor. Öz hala, üvey baba ve üvey halanın ağzına sıçıyor, kötülüklerini yüzlerine vuruyor. Oh be! İçimin yağları eridi. Karşılaştıkları bu muamele yüzünden üvey baba ve hala orayı terk ediyor ve David'in hayatından çıkıyor.

*

Miss Betsy’nin yanında Mr.Dick adında uzaktan bir akrabası var. Aklı gidik ama Miss Betsy ona güveniyor. Böylece David, halası ve Mr.Dick ile yaşamaya başlıyor. 

Yeni bir okula yazdırıyorlar David'i. Öğretmen, öğrenciler, okul... hepsinden memnun David. Oh be! Sonunda yüzü güldü çocuğun.

*

Okul bitiyor. David ne yapacağını düşünüyor. Halası ona Pegotty’e gitmesini öneriyor. Yolculuk iyi gelir, düşünür diye. 

David, daha önce fakir olarak geçtiği yollardan şimdi iyi bir durumda geçiyor.

Yolda kaldığı handa eski okulundan arkadaşı Steerforth’u görüyor. Yolculuğa onunla birlikte devam ediyor ve birlikte Peggotty’ye gidiyorlar. Mr.Peggoty’nin evlatlık aldığı ve  David’in de çocukken aşık olduğu Emily evlenecekmiş. Evleneceği adam Ham, dünya iyisi bir adamcağız. David büyürken bir sürü kıza aşık olduğu için Emily'nin evleneceği haberinden etkilenmiyor.

Bu kısa yolculuk David'e iyi geliyor ve ne yapacağına karar veriyor. Halasının tavsiyesiyle dava vekili olacak. Staj için bin İngiliz lirası veriyor. Staj için üste para verme olayı varmış orada. Bunu daha önce bir kitapta okumuştum:

 Bkz: Kraliçenin Avukatı

Halası David'i bir avukatla tanıştırıyor. Adı Mr.Wilkins. Mr. Wilkins'in bir çalışanı var, adı Uriah Heep. Çirkin karakterli, içten pazarlıklı bir adam. Heep,Wilkins’in zayıflıklarından yararlanıp ona ortak oluyor. Wilkins’in kızı Agnes ile de evlenmeyi planlıyor. Bu planlarını David ile paylaşıyor. David sinirleniyor ama bir şey yapamıyor. Ne yapabilir ki? 

*

David, iş arkadaşı olan Mr. Spenlow’un kızı Dora’ya aşık oluyor. Dora’nın en yakın arkadaşı ise kim? Miss Murdstone, yani David'in üvey halası. Gerçi Dora sevmiyor bu kadını ama bir şekilde arkadaş olmuşlar. David, etkilenmiyor üvey halası ile karşılaşmaktan. Zira gözü Dora’dan başkasını görmüyor. Zaten Dora da bir zaman sonra bu kadınla arkadaşlığını sonlandırıyor.  

*

Peggoty’nin kocası ağır hastaymış, ölmek üzereymiş. David, dadısı Peggoty’nin yanına gidiyor. Peggotty’nin kocası ölüyor. Cenazeden on beş gün sonra Mr. Peggoty’nin büyüttüğü yeğeni Emily, kuzeni Ham ile evlenecek. Ama Emily’nin pek gönlü yok evliliğe. Mektup bırakıp kaçıyor. Kaçtığı kişi kim? Steerfort. David'in en yakın arkadaşı. David şok! Herkes şok!

Emily’e gerçek babasıymış gibi bakan Mr. Peggotty, ömrünü kızı aramaya vakfediyor.

*

David, Dora’ya aşkını ilan ediyor. Nişanlanıyorlar.

Dora’nın babası Mr.Spenlow öğreniyor David ile Dora ilişkisini. Rızası yok bu ilişkiye. Bu rızasızlıkla ölüyor adam. Dora, babası kendisine kırgın öldü diye üzülüyor. 

Halaları Dora’yı alıp götürüyor. Halalarının izniyle Dora, David ile görüşmeye devam ediyor. 

Dora çok saf bir kızcağız. Alışveriş yapmayı bile bilmiyor. David öğretmeye çalışıyor. Alıngan da bir kız. David, sık sık onu teselli ediyor öyle demek istemedim, seni seviyorum... diye.

Evlendiklerinde David katiplik işi yapıyor, meclis konuşmalarını yazıyor. Dora ev idaresini bir türlü beceremiyor, çok saf ve masum. Ama yine de sevgi dolu mutlu bir evlilikleri oluyor.

*

David’in halası aniden fakirleşiyor. David, halasına yardım etmek için zamanında staj için verdiği parayı geri istiyor ama mümkün değilmiş. Para kazanmak için eski öğretmeni Dr.Strong’un yanında sekreterlik işi yapmaya başlıyor.

Uriah Heep, Dr. Strong’un kendisini küçümsediğini düşünüp Strong’un karısına iftira atıyor, karısı onu aldatıyor diye. Çok sinsi ve pis bir adam Uriah.

*

Emily dönüyor. Steerforth onu terk etmiş. 

Mr.Peggoty, Emily'i  alıp Avustralya’ya gitmeye karar veriyor. Orada kimse tanımaz, yeni bir hayat kurarız kızımla diyor.

*

David'in zamanında pansiyonunda kaldığı ve sonra da dostluğunu sürdürdüğü Mr. Micawber, Uriah Heep’in düzenbazlıklarını ortaya çıkarıyor. David'in halasının fakirleşmesi de Uriah'ın işiymiş meğer. Hala yeniden zenginliğine kavuşuyor. Bu arada David'in halası çok sert görünümlü ve aşka uzak bir kadın. Ama meğer o da zamanında bir evlilik yapmış, hem de serseri bir adamın tekiyle. Adam zaman zaman para istemeye geliyormuş. Halası da veriyormuş. Sonra bu adam ölüyor. 

*

Biri daha ölüyor. Dora! Hasta olup ölüyor.

Ölen birileri daha var: Ham (Emily'nin evleneceği adamdı) ve Streetfort (Emily'nin kaçtığı adamdı) ölüyor denizde çıkan bir fırtına yüzünden.

*

Romanın sonunda David, Agnes ile evleniyor. Uriah Heep'in babasını mahvedip evlenmeyi düşlediği Agnes ile. Üç çocukları oluyor. Mutlu mesut yaşıyorlar.

*

Hikayenin mutlu sonla bitmesine çok sevindim. Kitabın başındaki hüzünden ötürü az kalsın bırakacaktım ama iyi ki bırakmamışım dedim kitabı bitirince. Zaman zaman yaşattığı beklenmedik şoklar da yanıma kar kaldı. 

*

Yazarın çocukluğu  yoksullukla geçmiş. Romana da bunun izi yansımış herhalde. David Copperfield, yazarın “en iyi romanım” diye nitelendirdiği bir romanmış. Tolstoy da çok sevmiş bu romanı.

Kitabın önsözünde deniyor ki:

“Kahramanları bugünün kahramanları kadar canlıdır. Gerçek hayatın roman ülkesinde dolaşan temsilcileridir adeta.” Sf.8 

Çok güzel ve doğru bir tanım olmuş. Müthiş bir karakter zenginliği var. Hepsi de çok gerçek. Kurgu da öyle. Yaşanan her şey çok mümkün. Çok severek okudum. 


30 Mart 2013 Cumartesi

BÜYÜK UMUTLAR



BÜYÜK UMUTLAR


(Great Expectations)

Yazarı: Charles Dickens

Çeviren: Önder Bıyık

Yayınevi: Anonim Yayıncılık

Sayfa Sayısı: 512


Bu kitabı teee lise hazırlık sınıfındayken okumuştum. Sonra bir arkadaşıma verdim. Veriş o veriş. Bir daha geri alamadım. Şimdi bu arkadaşın adını verip rencide etmek istemiyorum ama sana öfke doluyum ey arkadaş. Çok samimi de değildik esasında ama kitap isteyene vermeyi özümde seviyorum. O da okusun, o da faydalansın. Bundan memnun oluyorum. Ama sonra iade etmiyor ya. İşte o zaman kusura bakmayacaksın hakkımı helal etmiyorum. Dehşetli sinirleniyorum. Kara listeye alıyorum. Zaten de başkasının kitabını alıp nasıl benimsersin ya? Hırsızlık bu yapılan. Evet hırsızlık. Başkasının malı o. Ödünç olarak aldın. Okuduktan sonra sahibine geri vermelisin. Tamam hırsızlık ağır oldu, bu durumda emanete hıyanet bu. Ama sonuçta lanet birşey işte. Versenize arkadaşım kitapları sahiplerine. 

Sinir buhranımı biraz boşalttım, rahatladım. Gelelim kitaba.

Geçenlerde Charles Dickens'in yine lise yıllarımda okuduğum, ama büyük ölçüde unuttuğum için tekrar okuduğum "İki Şehrin Hikayesi"nden sonra ben bu adamın bütün kitaplarını okurum hacı, dedim kendim kendime. Adamın diğer bilindik kitabı da "Büyük Umutlar" İşte bu kitap aklıma gelince, bu kitabın bir zamanlar bende olduğu, ama sonra onu lisede hayın bir arkadaşa verdiğim aklıma geldi. Bak şimdi yine aklıma geldi. Ey hayın arkadaş, bu satırları okuyorsan sana gıcığım bunu bil. Her ne kadar senin yüzünden bu kitabı tekrar satın almış olsam da gene de eski kitabımı istiyorum. 

Tamam artık sinirim geçti. Öhöm.

Büyük umutları olan arkadaşımız Pip. 

Anne babası öldüğü için ablası ve eniştesinin baktığı Pip'in hayatı tenhada karşılaştığı bir mahkuma yardım etmesi ve zengin Bayan Havisham'la tanışmasıyla değişir.

Pip, hapisten kaçıp evlerinin civarındaki bataklığa kadar gelen mahkumu görür. Mahkum kendisinden yiyecek birşeyler ister. Pip de ablasından gizli mahkuma yiyecek götürür. Ablası duysa Pip'in ç.künü keser yemin ediyorum, o kadar zalım bir abla. 

Bu kısacık olayın ardından Pip kendi yoluna, mahkum kendi yoluna.

Bu olay şimdilik burada kapanır. Ama Charles Dickens'in İki Şehrin Hikayesi'nden de bildiğim tarzı üzere, adı geçen hiç kimse ve hiçbir olay boşuna anlatılmamıştır. Bir yerde bu kişi veya olay gene karşımıza çıkacaktır.

Mahallenin zengin yaşlısı Bayan Havisham, Pip'i evine çağırtır. Maksat evde çocuk olsun, oynasın, ses olsun. 

Bayan Havisham'ın evlatlık edindiği Estella adında dünya güzeli de bir kız vardır.

Pip, görür görmez bu kıza aşık olur. 

Ama Estella da Bayan Havisham da normal değil. Bayan Havisham, gençliğinde bir erkekten gördüğü kötülük nedeniyle bütün erkeklerden intikam almaya yemin etmiş, bu intikamı için araç olarak da Estella'yı seçmiş. Erkekler Estella'ya aşık olacak, ama Estella hiçbirine yüz vermeyecek, aşkına karşılık bulamayan erkekler de acı çekecek.

Pip, ara sıra Bayan Havisham'ın evine gider, onun istediklerini yapar, bu arada Estella'ya gün geçtikçe daha çok bağlanır.

Pip zannediyor ki Bayan Havisham'ın planı Estella'yı Pip'le evlendirmek, mirasını da onlara vermek. 

Nitekim Pip'e gerçekten de bir miras geliyor. Aynı zamanda Bayan Havisham'ın da avukatlığını yapan Bay Jaggers, Pip'e bu haberi veriyor ancak bu paraları bırakanın kim olduğunu söylemiyor. Zira paraları bırakan kişi kimliğinin açıklanmasını istemiyor.

Pip anlıyor tabi, bu olsa olsa Bayan Havisham'dır. Başka kim olabilir ki?

Ama kim olabilir biliyor musunuz? Öğrenince çok şaşırdım ben. Pip'e bu zenginliği sağlayan, teee küçük bir çocukken bir parça ekmek götürdüğü mahkum. 

Pip bunu öğrenince yıkılıyor. O zaman Bayan Havisham'ın Estella'yı bana vermek gibi bir planı da yok demek ki, diye düşünüyor. Gerçekten de Estella zaten başkasıyla evleniyor. Bir mahkumun parasını yemek de Pip'in gururunu kırıyor.

Charles Dickens'in sürprizleri bu kadarla da kalmıyor. Hepsini açıklıyorum. Şok şok şok. Meğersem bu mahkum, Estella'nın babasıymıştı. Yıllar yıllar evvel Estella'nın annesi ve babası kavga etmiş. Çıkan olaylar sonucu mahkemelik olmuşlar. Bu arada bebek Estella'yı avukat Jaggers almış, o sırada intikam planları için bir kız çocuk isteyen Bayan Havisham'a götürmüş. Babanın hayatı bazen hapiste, bazen sürgünde, bazen kaçak olarak geçerken, anne de Jaggers'ın hizmetçisi olmuş.

Bitti mi? Bitmedi.

Meğersem bu mahkum, Bayan Havisham'ı hayata küstüren adam için çalışıyormuş zamanında.

Sürprizler bununla da kalmıyor. Kıyamet gibi yağıyor özellikle son bölümlere doğru. 

Çok kral adamsın Charles Dickens. Seni saygıyla anıyorum. Ruhun şad olsun. 

Kitabımı ödünç alıp geri getirmeyen arkadaşa ise... Ya ben lan neyse bir şey demiyorum.

21 Şubat 2013 Perşembe

İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ





İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ

( A Tale of Two Cities )

Yazarı: Charles Dickens

Hazırlayan: Mehmet Gökhan Topçu

Yayınevi: Antik Dünya Klasikleri

Basım Yılı: 2007

Sayfa Sayısı: 495



Müthiş heyecanlı bir roman. Hem de daha ilk sayfalarda başlayan bir heyecan.

Genç ve güzel Lucie, tam 18 yıl sonra babasının aslında ölmediğini öğreniyor. Babası bunca yıl zindanda hapis yatmış. 

Ona bu gerçeği Tellson Bankasının önemli ismi Bay Lorry söylüyor ve birlikte babasını hapisten çıkarıyorlar.

Sonra bir mahkeme salonu sahnesi başlıyor. Lucie ve babası vatan hainliği ile suçlanan Charles Darnay için şahitlik yapıyor. Darnay'ın avukatı Darnay'a çok benzeyen Carton'u mahkeme heyetine gösterip, "Ne belli Darnay'in yaptığı. Bu arkadaş da ona benziyor. Belki de onu da başkasına benzettiler ha ne belli" diyor. Böylece Darnay beraat ediyor.

Lucie ile Darnay birbirlerine aşık olup evleniyorlar. 

Londra'da mutlu mesut yaşarlarken Fransa'da ihtilal oluyor ve sokaklar kan gölüne dönüyor. Zengin zümre insanları bir bir idam ediliyor. 

Darnay'in, çok önceden ilişiğini kestiği soylu ama zalim ailesinin bir çalışanı da hapse atılanlar arasında. Darnay'den yardım istiyor. Darnay bu yardıma kayıtsız kalamıyor ve ailesine haber vermeden çok affedersiniz bok var gibi Paris'e gidiyor. Paris'te halk delirmiş. Hergün onlarca insanın kellesi uçuruluyor. İnsanlar da bunu vahşi bir zevkle izliyor. O kadar ki "...Giyotin üzerine latifeler yapılması moda halini almıştı; baş ağrısına iyi geldiği, saçların ağarmasını önlediği, cilde özel bir zarafet verdiği anlatılıp gülünüyordu."

1789 Fransız İhtilalinin "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" getirirken çok da masum olmadığı anlatılıyor bol bol.

Lucie, babası Doktor Manette, Bay Lorry tası tarağı toplayıp Paris'e, Darnay'i kurtarmaya gidiyor. Ama bu hiç kolay olmuyor. Tam kurtuldu derken bir daha tutukluyorlar onu. Dravdan bir yargılama yapıyorlar. Sonunda da idamına karar veriyorlar.

Herşey bitti derken Carton çıkıyor ortaya. Gizlice hapishaneye gidip Darnay ile kılık değiştiriyor. O içeri, Darnay dışarı. Birbirlerine çok benziyorlar ya. Peki Carton bunu neden yapıyor? Çünkü Lucie'ye aşık ve sevdiği kadının mutlu olmasını istiyor, ölümünün boşa olmayacağını, bu güzel ve soylu ailenin onun adını onurla yaşatacağını biliyor.

Hikaye kabaca böyle ama bunu tamamlayan yan konularla birlikte okunduğunda enfes bir hal alıyor. Alakasız birinden ya da bir olaydan bahsedildiğini sanırken onun ana konuya ustaca eklemlenmesi hayranlık uyandırıcı. 

Yanlış farketmediysem kitapta kimsenin adı boş yere geçmiyor. Mesela durduk yerde birinden bahsediyor. Defarge diye bir şarapçı mesela. Şarap dükkanı var, karısı var, karısı örgü örüyor. Bunlardan bahsediliyor. Durduk yerde ne alaka, kim ki şimdi bunlar diye düşünürken sonra anlıyoruz neden onlardan bahsedildiğini. 

Ya da bir bölümde bir senyörden bahsediyor mesela. Marki diye de geçiyor. "Senyörün sabah çikolatasını aşçının yanında dört güçlü adamın yardımı olmadan içmesi olanaksızdı...Uşaklardan biri çikolata kasesini onun yüksek huzuruna getirir, bir ikincisi tamamıyla bu iş için yapılmış küçük bir kaşıkla onu köpürte köpürte karıştırır, üçüncü bir uşak çenesinin altına peçete tutar, dördüncüsü de çikolatayı senyörün dudaklarına götürürdü." Buradan anlayın nasıl bir adam olduğunu.

Bu adam kim şimdi, ne alaka, derken ilerleyen sayfalarda onun Darnay'in amcası olduğunu, Darnay her ne kadar ailesinin soyluluğu ile ilgilenmese de devrim mahkemesine göre aristokrat bir soyu olduğu için cezalandırıldığını görüyoruz. 

İşte bu senyörün ve dolayısıyla Darnay'in ailesi, yukarıda bahsettiğim Madam Defarge'in ailesine zarar vermiş meğersem. O da oraya bağlandı.

Bunun gibi. O yüzden okuyacaklara tavsiyem kimseyi boş geçmeyin. Bu kitaptaki herkes önemli. Gerçi ben hikayeyi ve bazı heyecanlı kısımlarını bile yazdıktan sonra okuma hevesiniz kırılabilir ama kırılmasın. Hala heyecanlı noktaları var. 

3 Ağustos 2010 Salı

OLIVER TWIST


OLIVER TWIST


Yazarı: Charles Dickens



Bir çocuk düşünün.


Yetimhanede hayatı tanımaya başlar.


Yetimhanede verilen dişimin kovuğunu doldurmayacak kadar yemekle karnı doyurmaya çalışır. Birazcık daha yemek ister, onun yerine dayak yer.


Kaçar oradan.

Londra'ya atar kendini yedi gün boyunca yürüyerek.

Nihayet Londra'ya ulaştığında ise ayakta duracak mecali kalmaz.


Bir hırsız çetesinin eline düşer.


Çalmadığı bir şeyden ötürü suçlanır.


Ama onun çalmadığını bilen zengin ve iyi amca onu bağrına basar. Hulusi Kentmen'in Victoria dönemi İngilteresi'ndeki versiyonu olan bu zengin ve iyi amca, Oliver'e kitapçıya götürmek üzere kitap ve para verir. ( Zaten Oliver de tam bu noktada Sezercik olur. Sezercik ve Ayşecik'in birlikte oynadığı filmlerden birinde de vardır böyle bir sahne. Hırsız çocuk bağra basılır ama içten içe de güven sıkıntısı yaşanır. Para verelim bakalım, istediğimiz yere parayı bırakıp geri gelecek mi, diye denenir.)


Amcaya çocuğun o parayı geri getirmeyeceğini, sırra kadem basacağını söylerler. Ama zengin ve iyi amca inanmak istemez buna. Zaten Oliver öyle biri değildir.


Ama kitapları ve parayı kitapçıya teslim edip dönmek üzereyken yeniden hırsız çetesinin eline düşer.


Çetedeki iyi bir kız, Oliver'in çektiği acılara dayanamaz. Zengin ve iyi amcaya gizlice durumu anlatır. Ama bu onun sonu olur. Oliver içinse yeni bir hayatın başlangıcı.


Zamanla, acıların çocuğu Küçük Emrah Oliver Twist, artık bir zamanların fakir ama gururlu çocuğu olmaktan çıkar.



1909'da Charles Dickens tarafından kaleme alınan bu kitap, defalarca sinema ve müzikal olarak vücut bulmuş, son sinema filmi de Roman Polonski tarafından 2005'te çekilmiştir. Ki kendisini ben izledim. Oyuncular olsun, kostümler olsun, mekan tasarımı olsun mükemmel. Ama sıkıldım filmi izlerken. Kitabını okumak , filmini izlemekten daha zevkliydi.