Hüseyin Rahmi Gürpınar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Rahmi Gürpınar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2024 Pazar

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

 

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

Hüseyin Rahmi Gürpınar

İthaki Yayınları

3.Baskı – Aralık 2022

205 sayfa

 

1910’lu yıllar. Dünyaya Halley kuyruklu yıldızının çarpacağı söyleniyor. Bunun dünyayı yok edeceğini söyleyenler de var.

Haber İstanbul’da da yankı uyandırıyor.

*

İrfan adlı genç bu konuyla yakından ilgili. Okumuş, eğitimli bir bey. Yalnız bir kusuru var, kadın düşmanı. Kadınlardan yüz bulamamış ve kadınlardan yüz bulamayan her erkek gibi kadın düşmanı olmuş.

İrfan kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağı haberini kadınlardan öç almak için kullanmaya karar veriyor.

Kadınlara kuyruklu yıldız hakkında konferans veriyor. Onları korkutuyor.

Bu arada gazetelere yazı yazıyor. Onu bu yazılardan tanıyan bir genç kız, kuyruklu yıldız hakkında daha fazla bilgi rica ettiğine dair bir mektup gönderiyor. Kız tatlı tatlı bilgi istiyor. Ama İrfan Efendi bu mektuptan kıza aşık oluyor.

Kız cevabında:
“Selamün aleyküm der demez sevda konusuna saptınız. Çünkü gözünüzde kadın ancak o itibarla konuşmaya değerdir.” Sf.124

yazıyor. Çok da haklı. İrfan bu cevabı da aşka yoruyor. Naz yapıyora getiriyor konuyu.

Kız tam anlamıyla feminist bir pencereden anlatmaya çalışıyor derdini ama İrfan hayır ben size aşık oldum, tanışalım, evlenelim diye diretiyor. Hatta evlenme teklifi şöyle öküzce:

“Yakında çökmeye mahkum o nefis Tanrı yapısını, bir tapınak olan vücudunuzu, sizin için çırpınan bu inleyen ruha adamış olsanız dünyadan giderayak sonsuz sevaplar kazanacak büyük bir hayır işlemiş bulunursunuz.” Sf. 179

Feriha,  iyi eğitim almış, iyi bir ailede büyümüş. Ama ne de olsa dönemin koşulları itibariyle eninde sonunda biriyle evlendirecekler. İyi bari bu olsun madem deyip evlenmeyi kabul ediyor.

Yalnız Feriha’nın bir şartı var. Evlendikleri gece kuyruklu yıldızın çarpacağı gece. Feriha, o gece gerdeğe girmek istemiyor. Yıldız çarpar ve dünya yok olursa tertemiz ölmek istediğini söylüyor. İrfan kabul ediyor.

Evleniyorlar.

Evin çatısından kuyruklu yıldıza bakıyorlar. Dünya yok olmuyor. İrfan, Feriha’yı öpüyor ve son.

*

Kitapta bazı eski dilde kelimeler ilgimi çekti. Örneğin:

Kanun-ı tekamül: evrim yasası

Cümle-i şemsiyye: güneş sistemi

*

Bugünkü bazı semtlerin eski İstanbul'da nasıl olduğuyla ilgili şu kısımlar da ilgimi çekti:

“Hiç Erenköy taraflarına gitmediniz mi? Koskoca ovalar, kırlar, göz alabildiği kadar denizler." Sf.50

“Makriköyü’ne (Bakırköy’ün eski adı) gidip gelme birer bilet alalım. Azıcık kırları dolaşalım.” Sf89

Kırlar, ovalar... Hem de Erenköy'de, Bakırköy'de. İnsan inanamıyor. 

16 Eylül 2024 Pazartesi

HAKK'A SIĞINDIK

 

HAKK’A SIĞINDIK

Hüseyin Rahmi Gürpınar

1919

Özgür Yayınları

1.Basım – Ocak 2016

150 sayfa

 

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı çok eğlenceli buluyorum. Yaşadığı dönemin çarpıklıklarını esprili bir üslupla kaleme alışı çok keyifli. Bir çeşit Levent Kırca gibi. Güldürürken düşündüren cinsinden.

Bu romanında gelir adaletsizliğine değiniyor. Bir yanda haksız kazançlarla zengin olmuş insanlar var beri yanda yiyecek yemek bulamayan fakirler. Ve bir gün bir Robin Hood çıkıp bu haksız zenginlerin parasını alıp fakirlere vermeye karar veriyor. Bunu öğrenen bir kanun insanı olan polis bu durum karşısında vicdanı ve görevi arasında kalıyor.

*

Romandaki hilebaz zenginler Hacı Salih Efendi ile Hafız İshak Efendi. Hem o güne hem bugüne uygun olacak şekilde dini unvanlarıyla saygınlık ve güven kazanmaya çalışırlar. Dönemin icabı iktidar yanlılarını zengin etmektir. Yine aynı bugünkü gibi. Yazar:

“Hiçbir yönetim kullarını, gözdelerini lütuflara boğmakta bu denli aşırılığa varmamıştır.”

diyor ama emin miyiz? Bugün de iktidar gözdeleri farklı durumda değil.

 “İşte bu yüzdendir ki, kendilerine bağlananlar, onların uğruna kul, kurban olurlar.” Sf.28

*

İstanbul’u İspanyol nezlesi sarmış. Zaten fakir olan halk bu defa hem fakir hem hasta olmuş. Cahillikleri nedeniyle bu bulaşıcı hastalığa karşı tedbirlere de riayet etmeyerek hastalığı iyice yaymışlar.

Mahalle halkı yiyecek bir lokma bulmakta güçlük çekerken mahallenin zenginleri Hacı Salih Efendi ile Hafız İshak Efendi’lerin hayatında bir değişiklik olmamış. Dolayısıyla bu iki aileye karşı komşular bir yandan kıskançlık bir yandan kin duymaya başlamışlar.

*

Bir gün Hafız İshak Efendi’ye bir mektup geliyor. Abdal Veli Hazretleri namlı kutsal bir şahsiyet olduğunu iddia eden bir kişi, şu kadar para getir yoksa gelinin, oğlun, torunun ölür, diye yazmış. Hafız İshak Efendi bu mektubu komşusu ve dostu Hacı Salih Efendi’ye gösteriyor. Düşünüp taşınıyorlar ve mektuba itibar etmemeye karar veriyorlar. Ama kısa bir süre sonra mektupta yazdığı gibi Hafız’ın gelini, oğlu, torunu gerçekten ölüyor.

Bu defa benzer bir mektup Hacı Salih Efendi’ye gidiyor. Parayı getir yoksa iki kızın da ölür diye. Bu defa inanıyorlar.

Parayı Abdal Veli’ye götürecek düzgün bir insan arıyorlar. Bu arayışta fala başvuruyorlar. Fuzuli Divanı’ndan rastgele bir sayfa açıp oradan tanıdık isim bakıyorlar. Buldukları isim Hurşit. Tanıdıkları Hacı Hurşit var, ondan rica ediyorlar.

Hurşit, arabacı Osman ve uşak Fettah birlikte yola çıkıyor. Paranın teslim edileceği mağaraya varıyorlar. Hurşit parayı teslim ediyor. Ama bu arada hırsızlar tarafından soyuluyorlar ve araba da çalınıyor.

Don paça eve dönüyor üçü. Olanları anlatıyorlar. Hacı Hurşit gerçekten mektupta tarif edilen yere parayı götürmüş. Ama ortam karanlıkmış ve kimseyi görememiş.

Hacı Salih’ın damadı bu hırsızlık olayını polise şikayet ediyor. Araba ve hırsızlar bulunuyor.

Herkes sorguya çekiliyor. Gerçekten Abdal Veli diye biri varmış, buluyorlar adamı. Ama adam yaşlı, pis, akıl noksanı, sefil bir adamcağız. Böyle bir işi onun yapamayacağı anlaşılıyor. Olsa olsa onun adını kullanarak biri yapmıştır.

Akıllı bir polis bu işin peşine düşüyor.  Ama o da işin içinden çıkamıyor.

Nihayet karakola bir adam gelip itiraf ediyor. Kendisini yazar Nüzhet Ulvi diye tanıtan bir beyefendi  tüm bunları yapmış. Ama niçin? Anlatıyor:

Yazar Nüzhet Ulvi Bey yazarlıkla kendisini ve eşi ile iki çocuklarını zar zor geçindirirmiş. Bir gün yolda eski bir komşusunun kızını dilencilik yaparken görmüş. Kızın ablası da fahişelik etmekteymiş. Küçük erkek kardeşleri de ölmüş. Öğrenir ki bir zamanlar durumu iyi olan bu ailenin ebeveynleri ölmüş. Baba hastalıktan ölmüş. Sonra evleri yangında yanmış. Ardından da anneleri ölmüş. Çocuklar sokakta kalmış.

Nüzhet Bey bu iki kızı da yanına almış. Ama geçin sıkıntısı var.

İshak Beylerin evinin hizmetçisi Nüzhet Bey’in eski bir tanıdığının kızıymış. İşte o hizmetçiden evde olanları öğreniyormuş. Evdeki bir hizmetçinin dışarıdaki sevgilisinden İspanyol nezlesi kaptığını öğrenmiş Nüzhet Bey. Sonra da bu hastalığın önce kimlere bulaşacağını tahmin etmiş. Ve bu oyunu oynamış.

Bahsi geçen dilenci çocukların ağzından da hikayenin doğruluğunu öğrenen polis, vicdani muhasebeye girişiyor. Bu beylerin nasıl zengin olduklarını düşününce bu zenginliğin fakirlere verilmesinin vicdanen doğru olduğunu düşünüyor. Ama öbür yanda da görevi var. Vicdanen suçsuz ama kanun önünde suçlusunuz, diyor. Polis bu ikilimden istifa ederek kurtuluyor.

*

Hakikaten sonunda böyle bir itiraf olmasa bulunması pek kolay olmayacak cinsten bir polisiye romanı.


16 Ocak 2023 Pazartesi

EFSUNCU BABA

 

EFSUNCU BABA

Hüseyin Rahmi Gürpınar

1924

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

7.Basım- Şubat 2021

82 sayfa
Çok delice bir hikaye. Kendisini akıllı zanneden deliler ve akıllı olmadığının farkında olan serseriler. İlki çok tehlikeli. Uzaktan komik gözüküyor ama etkileri itibariyle tehlikeli. 

*

Kirkor ve Agop fakir fukaradan iki kafadar. 

Bu açıdan şu ikisine benziyorlar: 

Bkz: Mercier ile Camier /Samuel Beckett

Ebulfazl Enveri, zengin ve aklı biraz noksan bir adam. Babası taşlarla, iksirlerle uğraşırmış, Enveri'den ondan kalan bilgilerle hayatını uğurlu/uğursuz ayrımı yaparak, batıl inançlar içinde sürdürüyor. Eline geçen bir tılsımlı kitaptaki hazineyi bulmak için Binbirdirek Sarnıcına gidiyor. Hazinenin anahtarının orada olduğuna inanıyor. Kirkor ile Agop da onu görüyor.

Kirkor ve Agop Enveri’yle konuşmaya gidiyorlar, onun deli olduğunu hemen anlıyorlar. Divanelik bulaşır diye çekiniyorlar ama devam ediyorlar. Enver, bu ikisini melek sanıyor, çünkü aradığı hazineyi iki meleğin koruyacağına inanıyor. Agop ile Kirkor da bozuntuya vermiyor, melek pasaportumuz yanımızda yok, şimdilik insanız diyorlar.

Enveri’nin karısı ve kızı da inanıyorlar Enveri’nin evliya ve bu ikisinin melek olduğuna.

Enveri’nin kızı Mevlüde. Mevlüde'nin bir talibi var, Nurullah Hasip. Ama Enveri izin vermiyor kızının bu adamla evlenmesine. Uğursuz buluyor ve astronomik açıdan uygunsuz bir zaman olduğunu düşünüyor.

Enveri, defineyi bulmak için bir kuyunun dibine inilmesi ve oradaki talimatları izlemek gerektiğini okuyor. Agop ve Kirkor ile kuyuya gidiyor. İkiliden birini kuyunun dibine indiriyor. İnen adam sesleniyor yukarı, cennet gibi yer görüyorum, altın köşk görüyorum… Arkadaşı aklını kaçıracak, inanamıyor. Adam çıkıyor yukarı. Enveri’den ayrı yalnız kalınca anlatıyor arkadaşına gerçekte olanları. Meğer kuyunun dibinde biri onu tutmuş, silah zoruyla sözlerini tekrar ettirmiş. Bir de mektup tutuşturmuş eline. İki adam o mektubu bırakıp kaçacaklarmış. Mektupta Mevlüde’nin evlenmesinin hayırlı olacağı, iki melek olarak görevlerinin sona erdiği ve gittikleri yazıyormuş.

Agop ve Kirkor bu planı uyguluyorlar ve kaçıyorlar.

Enveri de bu mektuba inanıp kızını evlendiriyor ve define için yeni talimatlar bekliyor.

O bekleyedursun yazar bu delillere ve delilere yaltaklık edenlere ve de kendisini akıllı sanan delilere saydırıyor. Akıllı görünen bir divane olarak Enver Paşa'yı gösteriyor:
 “Kendini Türklüğü ve İslamiyeti kurtarmakla görevli bilen Enver Paşa… Kurtarmaya uğraştığı Türklüğü büsbütün harap etti. Bu zafersiz kahramanın kefenlendirmeden gömdüğü insanların hesabını eğer Cenabıhak ondan soracaksa aman yarabbi!.. Soramayacaksa şöyle böyle günahları işlemekten hiç korkmayalım.” Sf.77

“Enver son nefesine kadar kendini pek büyük bir işle müjdelenmiş bildi. Üst üste gelen müthiş başarısızlıkları onun kendine güvenini kırdıramadı. Siyasi ve askeri maharetinin son iflası felaketinde İstanbul’dan adi suçlular gibi kuyruğu kıstırıp kaçtı. Hamiyeti onu diğer bir İslam beldesine koşturdu.” Sf.77

Sonunda da mesajını veriyor:

"Henüz çoğumuz hayatın özünü anlayamayarak havada saadet, kuyu dibinde cennet arayan, birbirimizden keramet bekleyen, boş şeylere kapılan, vaatlere aldanan saf kimseleriz.” Sf.77

*


Kitapta Puslu Kıtalar Atlası’nı andıran efsunlu bir dil var. 

Bkz: Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar

Bir de Efsuncu Baba'yı Don Kişot’la aynı kafada buldum:


Ayrıca Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın diğer delice kitapları için


24 Ağustos 2019 Cumartesi

GULYABANİ



GULYABANİ

Hüseyin Rahmi Gürpınar

1915

Can Yayınları

1. Basım - Ocak 2019

173 sayfa


Vuuuuv. Korkunçlu bir hikaye.

*

Gulyabani'yi "Süt Kardeşler" filminden biliyorum. Zaten kitabın başında filmin afişi var, altında da "Gulyabani figürü ve diğer bazı öğeleri romanla örtüşen 1976 yapımı Süt Kardeşler filmi" bilgisi var.

*

Kitap bir mektupla başlıyor.

Bir okur mektubu.

Kendisini "hanımnine" olarak tanıtan bir okur, yazardan gulyabanili roman-masal karışımı bir eser yazmasını istiyor. Bu hanımnine, yazarın romanlarını pek severmiş, çevresindeki diğer hanımlara da yazarın kitaplarını okurmuş. Ama bazı romanlar o hanımların anlayışına ağır gelirmiş. O yüzden daha eğlenceli, daha basit, heyecanlı, hanım arkadaşlarla hoşça vakit geçirmesini sağlayacak, korku unsurları da içeren  bir kitap yazmasını istiyor yazardan. 

Yazar, okurunun bu mektubunu saygıyla karşılıyor. Okurunun arzusunu yerine getirmek istediğini belirtiyor ama bir yandan da  ben ne anlarım öyle şeylerden diyor cevabında.

Ama hadi bir şeyler çiziktireyim madem diyerek, biraz istemem yan cebime koy minvalinde yazıyor. 

*

Hikayeye göre Muhsine Hanım adlı çevresinde sevilen sayılan bir teyze hanım, komşularıyla bir araya gelir, onlara hikayeler anlatır, komşular da şevkle dinlermiş.

Muhsine Hanım bir gün kendi başından geçen bir anıyı anlatıyor:

Muhsine Hanım gençken evlendirildiği adamdan gördüğü zulüm üzerine onu terk etmiş. 

Tek başına hayata tutunmaya çalışırken bir aile dostlarının tavsiyesi üzerine perili, uğursuz, lanetli olduğu rivayet edilen bir evde hizmetçiliğe başlamış.

Evde çalışan iki kadın daha varmış. Bu iki kadın evin hanımına hizmet ederlermiş. 

Muhsine'ye evde olanlarla ilgili ağzını sıkı tutmasını, sır saklamasını öğütlüyor herkes. Çünkü evde ilginç şeyler yaşanıyor. Ev cinli.

Muhsine deli gibi korkuyor tabii, geri dönmek istiyor ama kimsenin o evden dirisinin çıkamayacağını, geri dönmesinin mümkün olmadığını söylüyorlar.

Geceleri garip garip sesler duyuyorlar.

Diğer kadınlar da korkuyor ama cinlerle geçinmenin yolunu bulmuşlar kendilerince; muskalar, dualar, zikirler...vb.

Muhsine'ye de gözüküyor bu yaratıklar. Muhsine ile birlikte olmak istiyorlar, Muhsine kabul etmiyor.

*

Bir gün adının Hasan olduğunu söyleyen bir peri geliyor Muhsine'nin odasına. Muhsine hoşlanıyor bu delikanlıdan ama onun cin-peri olduğu ve kendisine kötülük edeceğini düşünüp kovuyor.

Ertesi gün evin çalışanlarından olduğunu öğrendiği Hasan adlı biriyle tanışıyor. Şaşırıyor tabii.

Konuşuyorlar. Hasan da dün gece aynı Muhsine görünümünde bir cin-peri görmüş kendi odasında.

Cin-perilerin kendi suretlerine bürünüp bir oyun ettiklerini düşünüyorlar.

Bir akşam başka bir cin-peri dadanıyor Muhsine'ye. O sırada Hasan da Muhsine'nin odasında saklanıyor. Cin-peri tam Muhsine'ye saldıracakken Hasan çıkıp cin-periye saldırıyor. Yaratık, Hasan ile birlikte bir sandığa giriyor ve ortadan kayboluyorlar.

Muhsine çok üzülüyor Hasan'ı kaybettiğine.

Cin-periler çok kızdığında en büyükleri ve kötüleri olan Gulyabani çıkıyormuş ortaya.

Bir akşam Gulyabani çıkıyor yine karşılarına.

Ve Hasan da.

Hasan meğer ölmemiş, yok olmamış.

Hasan evdeki gariplikleri öğrenip işin aslını anlamaya karar vermiş. İşin aslı şuymuş; Evdeki hanım çok zenginmiş ve yeğenlerine para vermezmiş. Yeğenleri de onu bu eve getirip cin-peri kılığına bürünüp onu delirtmeye çalışmışlar. Eve gelen hizmetçileri de cin kılığına girip kandırarak ve korkutarak  istediklerini yapıyorlarmış. 

Hasan, Muhsine'nin odasına saklanıp Muhsine'ye dadanan yaratığı alt etmeye karar vermiş. Çünkü o da Muhsine'yi sevmiş ve onun namusunu test etmek için ona cin kılığında görünmüş. Muhsine'ye anlattığı "Sana benzeyen bir cin de bana göründü" kısmı da yalanmış.

Odadaki sandıktan gizli bir geçide geçip dışarı çıkılıyormuş. Cin-peri kılığına giren adamlar, odalara bu şekilde giriyorlarmış. Hasan dışarıda bu adamlarla dövüşüp kaçmış. Sonra da olanları köyündekilere anlatmış. Böylece her şey ortaya çıkmış. Gulyabani ayaklarına uzun tahta bacaklar takan kahya imiş. o da diğer adamlar da cezalandırılmış. Hasan ve Muhsine evlenmiş. Zengin Hanım mirasını Muhsine ve Hasan'a bırakmış.

*

Güzel hikaye.

Geceleri okumayınız.

*

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın bir kitabını daha okumuştum. O da böyle manyakçaydı.


1 Mayıs 2016 Pazar

BEN DELİ MİYİM?



BEN DELİ MİYİM?

Hüseyin Rahmi Gürpınar

1924

Everest Yayınları

1. Basım - Temmuz 2011

377 sayfa


Hüseyin Rahmi Gürpınar'a bu kitap yüzünden dava açılmış. Adaba aykırılık iddiasıyla.

Hüseyin Rahmi'ye göre ise bu davanın sebebi, romanın iktidar muhalifi bir gazetede basılmasıymış.

Gürpınar, savunmasında, kitaptaki ifadelerin bir delinin ağzından çıktığını ve davaya konu olamayacağını, söz konusu karakterin deli olduğunun ispatı için doktor Mazhar Osman'ın bilirkişi olarak dinlenebileceğini söylemiş. 

Neticede beraat etmiş.

*

Kitabın konusu şöyle; (sonunu da yazacağım, komple spoiler.)

Kendisine zaman zaman "Ben deli miyim?" diye soran Şadan, bence deli değil de ayarsız. 

Annesine yaşlı ve çirkin olduğunu dimdirekt söyleyebilen, annesinin "Nereden çıktın sen böyle?" serzenişine "Nereden çıktığımı en iyi sen bilirsin." diye cevap veren bir adam.

Şadan en azından tehlikesiz. 

Asıl fena olan Nuri.

Nuri de Şadan kadar problemli biri, ama o bunu dışarıya yansıtıp insanları rahatsız edecek boyutta.

Nuri, evli bir kadına aşık oluyor. Kadının adı Revan. Kadını kocasından ayırmak için aşk mektupları yazıp kocasının göreceği yerlere koyuyor. Bunu yapmak için de kadının erkek kardeşini kullanıyor.

Bu erkek kardeş iyi bir çocuk ama uyuşturucu alışkanlığı var. Nuri de onun bu alışkanlığını, üstüne bir de kadın kullanarak körükleyip çocuğu kullanıyor.

Şadan'sa bu olanlara sessizce destek oluyor. Asıl amacı ise Nuri, kadını kocasından ayırmayı başarırsa kadını kendisine almak.

( Kadın hakkında böyle maldan bahsedermiş gibi almak, sahip olmak... diyorlar, üf salaklar.)

Revan Hanım'ın kocası Haşmet, bu aşk mektupları yüzünden karısından şüphelenmeye başlıyor. 

Kadın bunlarla bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalışsa da nafile.

En sonunda bir akşam Nuri, Haşmet Bey'in evde olmadığı bir akşam eve giriyor. Uyuyan Revan Hanım'ın yanına yatıyor sessizce. Planına göre Haşmet Bey onları böyle görecek ve karısından ayrılacak. Ancak öncesinde Nuri çok içip sarhoş olduğundan Haşmet Bey geldiğinde gerekli konuşmayı yapamıyor ve evden kovuluyor.

Haşmet Bey, karısının bu sefil adamla birlikte olamayacağını düşünse de gördükleri karşısında daha fazla dayanamıyor ve karısından ayrılıyor.

Bu noktada Şadan devreye giriyor ve kadını kendisine aşık ediyor. Tüm bu olanların Nuri'nin planı olduğunu, Nuri'nin, Revan'ın erkek kardeşini de hipnotize ederek kullandığını anlatıyor. 

Revan Hanım ikna ve aşık oluyor.

Revan Hanım ile Şadan evleniyor.

Şadan da karısını çok seviyor.

Ama Nuri boş durmuyor. Şadan'a karısının aslında kendisini sevdiğini, isterse üçü birlikte olabileceğini... anlatıyor. Daha nice ahlaksız teklif. Zaten ahlak mahlak tanımıyor Nuri.

Şadan delleniyor. Nuri sarhoş olduğu bir akşam onu tenhada bir kuyuya atıyor.

Birkaç gün sonra tekrar kuyuya gidiyor. Nuri'nin öldüğünden şüphe ediyor çünkü. Gerçekten de ölmemiş. Bu defa kaya atıyor kuyudan aşağı. Artık Nuri ölmüş olmalı.

Nuri'yi kuyuya atıp öldürdüğünü karısına da anlatıyor. 

Ama Şadan gaipten sesler duyuyor. Nuri'nin her an çıkıp geleceğini düşünüyor. Karısından şüphe ediyor. 

Duyduğu sesler ve gidip gelen aklı nedeniyle kelimenin tam anlamıyla deliren Şadan eline tabanca alıp önce karısına, sonra kendisine ateş ediyor.

Ama karısına attığı kurşunu ıskalıyor. Kendisi ise ölüyor.

En sonunda Revan Hanım'ın 

"Deli nedir? Akıllı kimdir? Anlayamadım."

sözleri kalıyor.

*

Kitapta çok eski Türkçe kelime var. Kitabın sonunda bunun için bir sözlük var ama bence anlaşılmayacak sözcükler değil. Tek başına anlaşılmasa bile cümle içinde anlaşılabiliyor. 

Ayrıca bu hikaye okunmaya değer. (Gerçi ben anlattım şimdi ama... Hepsini anlatmadım ki hepsini anlatmadım ki.)