NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
Yazarı: Mustafa Sarıgül
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Basım Yılı: Ekim – 2013
Sayfa Sayısı: 273
Mustafa Sarıgül, hayatını yazmış bu
kitapta.
(Gerçi bu tarz kitaplar genelde profesyonel
bir yazar tarafından kaleme alınır, ama sonra kitaba konu ünlü kişi yazmış gibi
gösterilir. Fakat kitapta Sarıgül, ben yazdım, diyor, aksine dair bir bilgim ve
delilim de olmadığına göre doğru kabul edeceğim.)
15 Kasım 1956’da Erzincan’da
doğuyor.
Babası, İstanbul’da çalışıyor.
Babasını ilk defa 6 yaşındayken görüyor.
Bir ağabeyi, bir ablası var.
Okuyan, tek çocuk kendisi.
Yoksul bir çocukluk geçiriyor.
Zamanla ticarete ve siyasete
atılıyor. Evleniyor, karısı ölüyor. İkinci kez eleniyor, boşanıyor. İki evliliğinden
de birer oğlu var.
İlginç bir rastlantı eseri olarak Recep
Tayyip Erdoğan ile aynı dönem İETT’de çalışmışlıkları var. Sonradan öğreniyor
bunu. İETT’nin ülkeye siyasetçi yetiştirmek gibi bir misyonu mu vardı acaba 1970’lerde?
Sonra Tayyip Erdoğan, İETT’den
yürüyor, gidiyor.
Sarıgül ise 4 yıl çalışıp 12 Eylül
darbesinden sonra dayanamadığını söylüyor.
Kitabın samimiyetine şuradan ikna
oluyorum. Sarıgül, yediği dayakları da anlatıyor, yeterli eğitim alamamasının
sebep olduğu utandırıcı anları da, yaptığı hataları da.
“Hocam ben bir entelektüel değilim,
bazen öyle sorular geliyor ki, o konularda bilgim az, ne diyeceğimi
şaşırıyorum. Gençliğimiz, tam 12 Eylül öncesine denk geldi. O civcivli günlerde
okumaya fırsat bulamadık mitinglerden, eylemlerden. Siyaset sokakta yapılırdı.
Bizim elimize boya kutusunu tutuştururlar, habire yazıya gönderirlerdi. O zaman
siyaset yapmanın önemli bir kısmı da duvara yazı yazmaktır. Çok yazdım, ama pek
okuyamadım. Çünkü vakit yoktu. Kaldı ki, bizim evde kitap da yoktu. Benim
durumum bu. Bu sorular karşısında ne yapacağım hocam?”
diye dert yanıyor. Çok
okuyamadım, eksikliğini hissediyorum, diyor.
Sarıgül’ün yakınmasına Onur Kumbaracıbaşı
güzel cevap veriyor:
“Kendine güvenin olsun, sen Nobel’e
değil, Türkiye’yi yönetmeye adaysın. Her şeyi bilmek zorunda değilsin, senin
görevin iyi bilenlerle çalışmak.”
Sarıgül, belli ki böyle akıllı
insanlara imreniyor. Çok saygı duyuyor onlara.
Erdal İnönü de bunlardan biri.
Bir gün Erdal İnönü ve Turgut Özal
havaalanında karşılaşıyor.
Özal, İnönü’ye takılıyor: “Hemşerim
Malatyalılar kayısı falan göndermiyorlar mı? Sana bakmıyorlar mı? Bu ne
zayıflık, hiçbir şey yemiyor musun?”
İnönü de durur mu yapıştırmış
cevabı: “Sayın Başbakan, ne mutlu ki
ihtiyacım olan her şeyi, kendim alabiliyorum. Ama memlekette kimin ne kadar
yediği sizden belli oluyor.”
Kapak kapak kapak.
Sarıgül de işte böyle olmak istiyor
anladığım kadarıyla. Aklıyla, cevaplarıyla etkilemek istiyor insanları.
Soruyor Erdal İnönü’ye “Nasıl böyle
hazırcevap olabiliyorsunuz?” diye.
İnönü diyor ki: “Eğer karşındaki
insanı çok iyi dinlersen, gözlerini ona odaklarsan ve bütün zihnin orada
olursa, karşı fikir üretme ve böyle cevap verme şansın olur. Ama maalesef
Türkiye’de kimse kimseyi dinlemez.”
Neyse işte, Sarıgül, bu kitapta
güzel bir insan profili çiziyor. Ben de kendimi anlatan bir kitap yazsaydım ben de kendimi güzel anlatırdım tabii, kötü mü anlatacaktım?