Mustafa Sarıgül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Sarıgül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2014 Perşembe

NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA




NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA



Yazarı: Mustafa Sarıgül



Yayınevi: Remzi Kitabevi



Basım Yılı: Ekim – 2013



Sayfa Sayısı: 273





Mustafa Sarıgül, hayatını yazmış bu kitapta. 


(Gerçi bu tarz kitaplar genelde profesyonel bir yazar tarafından kaleme alınır, ama sonra kitaba konu ünlü kişi yazmış gibi gösterilir. Fakat kitapta Sarıgül, ben yazdım, diyor, aksine dair bir bilgim ve delilim de olmadığına göre doğru kabul edeceğim.)





15 Kasım 1956’da Erzincan’da doğuyor.



Babası, İstanbul’da çalışıyor. Babasını ilk defa 6 yaşındayken görüyor.



Bir ağabeyi, bir ablası var.



Okuyan, tek çocuk kendisi.





Yoksul bir çocukluk geçiriyor.



Zamanla ticarete ve siyasete atılıyor. Evleniyor, karısı ölüyor. İkinci kez eleniyor, boşanıyor. İki evliliğinden de birer oğlu var.





İlginç bir rastlantı eseri olarak Recep Tayyip Erdoğan ile aynı dönem İETT’de çalışmışlıkları var. Sonradan öğreniyor bunu. İETT’nin ülkeye siyasetçi yetiştirmek gibi bir misyonu mu vardı acaba 1970’lerde?



Sonra Tayyip Erdoğan, İETT’den yürüyor, gidiyor.



Sarıgül ise 4 yıl çalışıp 12 Eylül darbesinden sonra dayanamadığını söylüyor.



Kitabın samimiyetine şuradan ikna oluyorum. Sarıgül, yediği dayakları da anlatıyor, yeterli eğitim alamamasının sebep olduğu utandırıcı anları da, yaptığı hataları da.






Siyasetteki akıl hocam dediği Onur Kumbaracıbaşı’na:


Hocam ben bir entelektüel değilim, bazen öyle sorular geliyor ki, o konularda bilgim az, ne diyeceğimi şaşırıyorum. Gençliğimiz, tam 12 Eylül öncesine denk geldi. O civcivli günlerde okumaya fırsat bulamadık mitinglerden, eylemlerden. Siyaset sokakta yapılırdı. Bizim elimize boya kutusunu tutuştururlar, habire yazıya gönderirlerdi. O zaman siyaset yapmanın önemli bir kısmı da duvara yazı yazmaktır. Çok yazdım, ama pek okuyamadım. Çünkü vakit yoktu. Kaldı ki, bizim evde kitap da yoktu. Benim durumum bu. Bu sorular karşısında ne yapacağım hocam?

diye dert yanıyor. Çok okuyamadım, eksikliğini hissediyorum, diyor.



Sarıgül’ün yakınmasına Onur Kumbaracıbaşı güzel cevap veriyor:



Kendine güvenin olsun, sen Nobel’e değil, Türkiye’yi yönetmeye adaysın. Her şeyi bilmek zorunda değilsin, senin görevin iyi bilenlerle çalışmak.”





Sarıgül, belli ki böyle akıllı insanlara imreniyor. Çok saygı duyuyor onlara.



Erdal İnönü de bunlardan biri.



Bir gün Erdal İnönü ve Turgut Özal havaalanında karşılaşıyor.



Özal, İnönü’ye takılıyor: “Hemşerim Malatyalılar kayısı falan göndermiyorlar mı? Sana bakmıyorlar mı? Bu ne zayıflık, hiçbir şey yemiyor musun?



İnönü de durur mu yapıştırmış cevabı:  Sayın Başbakan, ne mutlu ki ihtiyacım olan her şeyi, kendim alabiliyorum. Ama memlekette kimin ne kadar yediği sizden belli oluyor.



Kapak kapak kapak.



Sarıgül de işte böyle olmak istiyor anladığım kadarıyla. Aklıyla, cevaplarıyla etkilemek istiyor insanları.



Soruyor Erdal İnönü’ye “Nasıl böyle hazırcevap olabiliyorsunuz?” diye.



İnönü diyor ki: “Eğer karşındaki insanı çok iyi dinlersen, gözlerini ona odaklarsan ve bütün zihnin orada olursa, karşı fikir üretme ve böyle cevap verme şansın olur. Ama maalesef Türkiye’de kimse kimseyi dinlemez.”



Neyse işte, Sarıgül, bu kitapta güzel bir insan profili çiziyor. Ben de kendimi anlatan bir kitap yazsaydım ben de kendimi güzel anlatırdım tabii, kötü mü anlatacaktım?