ÇOCUK BAKIMI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇOCUK BAKIMI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2022 Pazartesi

ÇOCUKLARIMIZIN BAŞARISI ELİMİZDE


 

ÇOCUKLARIMIZIN BAŞARISI ELİMİZDE

Prof. Dr. Sefa Saygılı

2012

Elit Kültür Yayınları

13. Baskı

128 sayfa


Beğenmedim. Birinci sebebi üslup. Yazarın profesör olmasına şaşırdım. Şu cümleler bir prof kaleminden çıkmIŞ gibi değil çünkü:

"...Gelişine böyle mutlu olunan ve sevgi dolu ortama doğan bebekler çevresine daha büyük bir ilgi gösterir, etrafına daha bir merakla bakar, kendilerini daha bir güvende hisseder..." sf.13

Daha bir ilgi, daha bir merak mı?

Daha bir mi?

Denebilir ki neticede bir akademik çalışma değil, ebeveynlere yönelik bir kitap. Olabilir. Akademik dil olsun diyen yok zaten. Düzgün bir dil olsun, kafi. 

"Yeni doğan bebeği annesinin yanında tutmalıdır." sf.16

Bu cümlenin bozukluğu ne peki?

"Bebekle doğumdan hemen sonra iletişime girmeli ve ona ilgi göstermelidir." sf.17.

Öznesi, yüklemi uyumsuz bir bozuk cümle daha.

"Bebekken biberonu elinden düşürdü diyelim, adı üzerinde bebektir ve olabilir. Ama biz onu azarlarsak bu yanlış olur." sf.25

Burada cümle bozuk değil, fakat basit. Çok basit. Profesör yazmış gibi değil, herhangi bir eş-dost-akraba tavsiyesi gibi. O yüzden ben devam edemedim kitaba. Bana hitap etmiyor. 

*

Cümleler böyle de içerik çok mu farklı?

Bebeklere şarkılar, ilahiler söylememizi öğütlüyor yazar. İlahi dedi ve beni kaybetti. 

*

Hem bozuk cümle yapıları nedeniyle gözümü kanattı hem de muhafazakar olduğunu hissettiğim üslubu nedeniyle tadım kaçtı. 



26 Ekim 2021 Salı

ÇOCUKLARI ANLAMA KILAVUZU

 



 

ÇOCUKLARI ANLAMA KILAVUZU

 Yaşanmış Örnekler

Etkili Yaklaşımlar

Uzm. Psk. Özgün Kızıldağ

2012

Elma Yayınevi

1. Baskı - Mart 2012

248 sayfa


Çocuğunuzla yaşayabileceğiniz çeşitli olayları örnek alıp o olaylarda nasıl davranmak gerektiğini anlatıyor kitap.

Ben sıkıldım, yarısında bıraktım okumayı. Teyze olarak anne yarısı olduğum için yarısına kadar okumam yeterli bence. Tamamını annesi okusun.

 *

Kitaptaki vakalardan örnek vereyim;

 Örneğin;

Süpermarkette alışveriş arabasında bir buçuk yaşındaki çocuğunuz, çikolata, oyuncak vb almak istiyor. Annesi hayır derse ağlıyor, bağırıyor. Annesi de sussun diye alıyor.

Kitap da yapıştırıyor “hata” diye.

“Kaç yaşında olursa olsun, bir çocuğa önce hayır denip sonrasında vazgeçilerek yapılan her şey çocuğa ve aileye olumsuz bir sonuç olarak geri döner.”

Yani hayırın anlamı hayır olmalı. Çocuk annesinin “hayır”ının, kendisinin ağlama ve üzülme tehditleri ile “evet”e döndürülebilir olduğunu” düşünmemeli.


Bu konuya “Doğumdanİtibaren Montessori” kitabında da değiniliyor. Çocuklara yerli yersiz hayır dememeyi, hayırın gerçekten hayır anlamına gelmesini öğütlüyordü o kitap da:


“Hayır her zaman hayır anlamına gelmelidir. Hayırın anlamı, ‘Bir kere daha sorarsan belki yumuşarım,’ olmamalıdır. Ya da “Yeterince çığlık atar, bana vurur, bir şeyleri kırar ve bana herkesin ya da yakınlarımın yanında, ‘Senden nefret ediyorum, sen kötüsün,’ diyerek beni utandırırsan, ben de sana istediğini veririm,’ olmamalıdır.” 

 Bu kitap da hayırın ne anlama geldiğini sıfırdan anlatıyor:

“Çocuklarımıza öğretmemiz gereken en temel noktalardan biri “hayır” dediğimiz zaman, bunun değiştirilebilir bir şey olmadığıdır. Bunun için yapılması gereken, sonrasında izin verecek kadar önemsiz bulduğumuz isteklere daha baştan “hayır” dememek olacaktır. Öncelikli olarak, “hayır” dediğimiz şeylerin sayısını azaltmalı, “hayır” dediklerimizin ise arkasında durmalıyız.”

 

Yani ota bota hayır demeyin işte. Hayırı bir refleks haline getirmeyin. Ufak tefek şeyler için hayır diyip sonra karar değiştirirseniz çocuğunuz bu defektinizi anlar.

Bu bilgilerin ardından çocuğa hayırın anlamını öğretmeye karar verdiniz diyelim. Bunu öğretme yeri market değil tabii.

Market, toplu ulaşım araçları, misafirlik gibi yerler özellikle “hayır”ları öğrenmemiş çocukların aileleri için daha zor yerlerdir. “Hayır”ı öğretmeye başlamanın yeri asla bu tür mekânlar değildir. Çünkü çocuk, arkasına seyircilerin desteğini de alacaktır.”

Sakin bir ortamda, zamanla, kararlı duruşunuzla olacak.

*

Bir başka örnek; bizim annelerimizin sıklıkla sorun haline getirdiği yemek savaşı.

Çocuk, yemek saatinde sevdiği yemek yok diye yemek yemek istemiyor. Annesi de yesin diye patates kızartması yapıyor.

Yanlış, diyor kitap:

İdeal tutum, öğün saatlerinin önceden belirlenmesi, öğün saatinde çocuk o yemeği yemeyi reddediyorsa buna hiç itiraz edilmemesi, sadece bir sonraki öğüne kadar bir şey yiyemeyeceğinin kendisine tatlılıkla hatırlatılması olacaktır.”

Çocuğun ağzına zorla yemek sokuşturmanın yanlışlığını ise anlatmaya gerek yok herhalde değil mi? Ya da çocuğun peşinde elinde kaşıkla koşmanın?..

*

Bir başka vaka olarak anne babasıyla beraber yatan çocuk gösteriliyor. Artık kendi başına yatması gerektiği söylenen çocuğun ağlama krizleri, ailenin vicdanının sızlaması… vb

Kitabın bu konuda tavsiyesi şu:

Çocuğun yaşı itibarıyla da ideal olabilecek uygulama, öncelikli olarak takvim çalışması şeklinde haftanın belirli günlerinin yalnız uyuma, belirli günlerinin ise birlikte uyuma günleri olarak belirlenmesi, bunun takibinin birlikte yapılması ve hatta bu uygulamaya da hep beraber karar verilecek, aile için özelliği olan bir günde başlanması olabilir. Bu şekilde hem anne-babanın kuralları uygulayabilecek tutarlılık için güç kazanması hem de Eda’nın değişiklik ile ilgili zihninde bir şema oturtması ve geçişin güvenli olması sağlanabilecekti.”

*

Bunun gibi onlarca vaka üzerinden ebeveynlerin çocuklarına yaklaşım tarzlarının nasıl olması gerektiğini anlatıyor kitap. Ben teyze olarak üç vaka okudum, yetti. Devamını anne babalar okusun. Faydalı olacaktır. 

17 Eylül 2021 Cuma

BİLİNÇALTINIZDAN GELEN EBEVEYN

 


BİLİNÇALTINIZDAN GELEN EBEVEYN


Dr. Feride Koçak Can


2020


Cezve Yayınları


1.Baskı-Mart 2020


216 sayfa

 

Enfessssss. Bayıldım bu kitaba. Alkışlar bolca.


Ebeveynlerle olan sorunların tespiti ve çözümü için gayet açık, net, mantıklı açıklamalar yapmış.


Öncelikle kendimizdeki tetiklenmeler çok yol gösterici. Gereksiz öfkelenmelerimizi, açıklayamadığımız üzüntülerimizi biraz deşince dibinden anne babanın söz veya davranışları çıkıyor. O söz veya davranışlar da bizim bugünümüzü oluşturuyor.

 

Anne babaların çocuklarda yarattığı hasarı görmek için büyük şiddet olayları şart değil. Kitapta dendiği gibi “Şiddet deyince de aklınıza sadece fiziksel şiddet gelmesin; küsmek, görmezden gelmek, imada bulunmak, laf sokmak, söylenmek, suçlamak, manipüle etmek, zorla istediğini yaptırmak, bağırmak, hakaret etmek de şiddetin bir çeşididir.

 

Çocukcağız dünyaya bu insanların arasında geliyor. Anne babası biricik sığınağı. Ama sığınak olarak gördüğü bu insanlar tarafından kötü muameleye maruz kalırsa ne olur?

 

Olan şu. Çoğu insan bu durumu bastırıyor. Bilinçaltının derinlerine gömüyor. Yok ki öyle bir şey, olmadı ki, diyor. Gerçekten bir süre yok oluyor. Ama işte bazen manasız bir şeye öfkelendiğinizde, manasız bir şeye üzüldüğünüzde aslında derinlere gömülü o hisler kendisini gösteriyor.

 

Çocuklar, anne babalarının kötü muamelesinin kötü olduğunu idrak edemeyebilirler.

Çocuk sezgisel olarak bildiği iyi ebeveyn modeli ile gerçekte kendisinin sahip olduğu ideal olmayan ebeveyni arasında çelişkiye düştüğünde, ebeveyni­nin ideal olmadığı gerçeğinin acısına dayanamaz. Bu nedenle ebeveynin yaptığı her şeyi ideal kabul eder ve ortada bir sorun varsa bunun kendisinden kaynaklandığını düşünür.”

 

Yavrum çocuk, mesela babası onu dövdüğünde “Ödevimi yapmadım, o yüzden dövdü.” Annesi terk ettiğinde “Yaramazlık yaptım, o yüzden gitti.” diye suçu kendinde arıyor. Aksi duruma inanmak çünkü dayanamayacak kadar acı verici olabilir. Zira aksi durum düpedüz anne babanın seni sevmediği anlamına gelir ki hangi çocuk bu bilgiyle baş edebilir? O yüzden baş edebileceği şekilde idealize ediyor ebeveynini. Ebeveyninin idealize ettiği davranış artık o çocuk için normal hale gelmiş bir davranış oluyor. Dayak, kötü söz, kötü muamele artık o çocuk için  normalleştirmiş. Büyüyüp yetişkin olduğunda da çevresi bu davranışların normal karşılandığı bir çevre olacak. Kendisi ebeveyn olduğunda da çocuğuna muamelesi böyle olacak. Bilinçli aklıyla “Ben çocuğuma böyle davranmayacağım.” diyebilir. Gerçekten davranmayabilir de, ta ki bilinçaltı ses verene kadar. Bilinçaltı çocuklukta bastırılanları hatırlatan olaylarla karşılaşınca gün yüzüne çıkıveriyor.

 

Dr. David Richo'nun bir sözü var kitapta "Doğa kendi iyiliğimiz için, bizi ebeveynlerimize yönelik bir körlükle donatmıştır"

Canım çocuklar.


*

 

Çocuğa küsme, laf sokma, aşağılama, tehdit etme, bedenine saygı duymama… Bunlar da duygusal şiddet oluyor ve bunlar büyük travmalardan daha sinsi. Çünkü çocuk, yukarıda dediğimiz gibi, bunları normal sayıyor, büyüyünce de travma olduğunu kabul etmiyor. Aman bunlar herkesin başına gelir, bu da travma mı, sen travma görmemişsin… diyerek yine yok saymaya devam ediyor.

 

Anne babaya kızılmaz ve onların hakkı ödenmez, miti ile büyüdüğümüz için bazılarımızda ebeveynlerine karşı duyduğu öfke karşısında derin bir suçluluk ya da utanç duygusu oluşuyor. Bu tarz konforsuz duygularla baş etmeyi çoğu kez bilmedi­ğimiz için bize yanlış yapıldığı gerçeği ile yüzleşmek yerine ve o derin acı verici konforsuz duyguları yaşamak yerine ebeveyni idealize etmek çok daha kolay geliyor.


*


Kitapta bu sorunlarla baş edebilmek için somut öneriler var. Yazar kendisi de kişisel gelişim kitaplarını sadece okuyup geçmenin, hayatındaki sorunları tespit etmenin bir işe yaramadığını, önemli olanın bunlar üzerinde çalışmak olduğunu gözlemlemiş. Okuyucunun da derdine derman olmak istiyor. Okuyucusunu ve genel olarak içinde bulunduğu toplumu iyi tanıyor izlenimi aldım.

 

Kendi hayatından yola çıkan örnekleri var. Çocuğunun yemek yemesi ile ilgili problemi varmış. Çocuğunun yemek vakti geldiğinde geriliyor, çocuk yemek istemediği zaman çocukla arasında gerginlik yaşanıyormuş. Mantıklı bulmadığı bu gerginliği çözmek için düşünmeye başlamış. Kendisi çocukken babaannesi onu zorla yedirirmiş. O da şimdi çocuğu yemeyince öfkeleniyor, sebebi buymuş. Kendisi hatırlamasa da bedeni hatırlatıyor çocuğun yemek yeme vaktindeki tetiklenme ile. Yoksa hatırladığı bir anı yok. Sonra bu farkındalıkla elde ettiği teşhisi çözmek için çocukluk fotoğrafı ile konuşuyor, imgelem yapıyor, çocukluğuyla konuştuğunu hayal ediyor. Kendisi düzelince çocuğunun beslenmesi de düzeliyor.

 

İçindeki çocuk ne düşündü, ne hissetti, neye hasret kaldı, hangi ihtiyacı karşılanmadı? Bunları sorun kendinize diyor. Kendinize tüm bu çalışmalar için zaman ayırın, meditasyon, yoga, nefes çalışmaları yapın. “Günlük hayatınızda rutin olarak medi­tasyon, farkındalık, yoga, nefes gibi çalışmalara ne kadar yer verirseniz, amigdalanızdan kaynaklanan dürtüsel tepkileriniz üzerine hakimiyetiniz o kadar fazla olur. Öfke patlamalarının çoğunun altında giderek artan duygu yoğunluğunu fark etmemek yatar.

 

Sizi birden öfkelendiren bir olayda "Bu bana nerden tamdık?” diye sorun, bu esnada bedeninizin neresinde nasıl hisler oluyor fark edin, diyor. Aklınıza gelen anıda çocukluk halinizi hayal edin.

 

“Belki bir çocukluk fotoğrafı yardımcı olabilir. Sonra o anı ile ilgili aşa­ğıdaki soruları o güzel çocuğa sorun:

"Tüm bunlar olurken ne hissettin?"

"Tüm bunlar sana kendinle ilgili ne düşündürdü?" "Hangi ihtiyacın karşılanmadı?"

"Bu anıyı yeniden yazacak olsan olumlu versiyonu nasıl olurdu?"

Şimdi o çocuk karşında olsa ona neler söylemek isterdin?"

"Senin çocukluğunun tıpatıp aynısını yaşamış bir çocuk görsen ona ne söylemek isterdin?"

 

Diyor ve ekliyor:


“İçsel çocuğunuzun geçmişte karşılanmamış ihtiyaç­larını bugün bir yetişkin olarak nasıl karşılayabilirsiniz? Alternatifleriniz var mı? Bu hususlarda aklınıza gelen stratejileri not edin ve bunları gerçekleştirmek için bir adım atın.”

 

*

Mükemmel bir kitap, mükemmel. Tüm eşe dosta hediye edeceğim bu kitabı.

 

*

Bu kitabın bana hatırlattığı bir başka eser için;

Bkz: Seninle Başlamadı 

Aileden gelen travmaların nesiller süren etkisini anlatıyor, bu kitap da etkileyici idi.


13 Eylül 2021 Pazartesi

BÜTÜN BEYİNLİ ÇOCUK


 

BÜTÜN-BEYİNLİ ÇOCUK

(The Whole-Brain Child)

Daniel J. Siegel - Tina Payne Bryson

2019

Çeviren: Handan Ünlü Haktanır

Diyojen Yayınları

251 sayfa


Beyin sol beyin-sağ beyin ve alt beyin-üst beyin diye bölümlere ayrılarak adlandırılmış. 

Sol beyin: Mantıksal, gerçekçi, dilbilimsel.

Sağ beyin: Sezgisel, duygusal

Alt beyin: Nefes alma, göz kırpma, dövüşme, kaçma, öfke, korku. Daha primitif

Üst beyin: Düşünme, plan yapma gibi karmaşık zihinsel işlemler. Sofistike

İşte tüm bunlar arasında entegrasyon sağlarsak bütün beyinli oluyoruz. Kitapta da çocukların beyinlerinin bu farklı bölümlerini entegre edebilmenin yolları anlatılıyor. Ebeveynlere (ya da daha genel anlamıyla çocuk yetiştirenlere) çocukların söz ve davranışlarına karşı nasıl tavır almak gerektiğini resimlerle, örnek diyaloglarla anlatıyor. 

Ancak bu diyaloglar bana biraz mekanik geldi. Kitabın Amerika menşeli olması da bunda etken olabilir. Yerli kitaplarda verilen örnekler daha yakın, ama yabancı kitaplardaki örnekler haliyle biraz uzak geliyor kulağa. 

Örneğin yedi yaşında çocuk bir gece durduk yere “Benim için hiç güzel bir şey yapmıyorsunuz.” diye çıkışmış. Mantıklı bir yakarış olmadığı için bunun sağ beyinden gelen bir duygu dalgasına kapılarak söylendiğini belirtiyor yazar. Burada ebeveynin yapacağı şey onu terslemek ya da mantıklı cevap vermek değil. Bağ kurmak. Sırtını okşayıp “Bazen işler çok zorlaşıyor, değil mi?” diyip çocuğun açılmasını sağlamak. İşte bunun gibi konuşma cümleleri bana çok Amerikanvari geliyor. Ama buna takılmayıp genel mesaja bakarsak; burada çocuk, kendisine ilgi gösterildiği için gevşeyip anlatıyor gerçek derdini. Kardeşine daha fazla ilgi gösterildiğini düşünüyormuş meğer, ondanmış bu çıkışı. Çocuk yatıştıktan sonra sol beynine yani mantığına hitap edilebilir hale gelirmiş. 

*

Küçük çocukların sağ beyinleri daha baskın. Duygularını ifade etmek için henüz sözcüklerden ve mantıktan faydalanamıyorlar. İlerleyen dönemde “Neden?” diye sormaya başladıklarında sol beyin devreye girmiş demektir.

Yine kitaptan örnek bir diyalog:

Çocuk: Düştüm, dizim acıdı.

Anne: Evet, canın yanıyor olmalı. Senin koştuğunu gördüm, ayağın takıldı, dizinin derisi sıyrıldı, sonra ne oldu?

Çocuk: Anne geldi.

Anne: Evet, tam da öyle oldu, ben sana yardım ettim ve kollarına aldım. Şimdi kendini daha iyi hissediyor musun?

Çocuk: Evet.

Anne: Sana neler olduğunu göstermemi ister misin?

Çocuk: Hı hı.

Birebir böyle konuşulmaz tabii. Ana mesajı alın yeter.

Kitapta ayrıca çocuğun kendi duygularını tanıması, duyguların gelip geçici olduğunu öğrenmesi, başkalarıyla empati kurabilmesi için önerilen egzersizler var.

*

Yalnız kitapta içime sinmeyen şeyler de var. Örneğin; AVM’de terlik isteyen bir çocuk varmış, avaz avaz bağırıyormuş o terlikleri istiyorum diye. Annesinin cevabı “Bu terliklerin seni heyecanlandırdığını anlayabiliyorum, ama böyle davranman hoşuma gitmiyor. Eğer şimdi buna bir son vermezsen, sana o terlikleri almayacağım ve bugünkü oyun iznini de iptal edeceğim, çünkü sen bana kendine hakim olamadığını göstermiş bulunuyorsun.” Sf.74 olmalıymış. 

Tehdit değil mi bu ayol? Sıcak gelmedi bana. 

Çocuk öfke nöbetine girerse ona bunu yaptıran alt beyindeki amigdala imiş. Böyle bir durumda çocukla yani onun amigdalası ile pazarlığa girişmeyin, teröristle pazarlık olmaz diyor kitap.

Bir başka örnekte çocuk trafik kazası geçirmiş. Annesi, çocuğun olayı anlatmasına izin vermiş. Bazı yönlendirmelerde bulunarak kazayı çocuğun anlam verebileceği şekilde ele alabilmesini sağlamış. Böylece çocuk arabayla yolculuk etmekte bir fobi geliştirmemiş ve yaşadığı deneyimin yarattığı korkuyu yenmiş.

Bunun gibi çocuğun acılı, korkulu deneyimlerinde konuyu başka yere çekmeyin, çocuğun anlatmasına izin verin diyor yazar. Anlattıkça konunun korkulacak ve öfkelenilecek bir şey olmadığını görürmüş. Onlar duygusal şekilde anlatacak, siz mantıksal sıraya dizeceksiniz, diyor. Böylece çocuğun acısı yatışacak. 

Kitaptaki acı deneyimler düşmek, anne babadan ayrı kalma korkusu gibi şeyler. Benim aklıma istismara uğrayan çocuklar geliyor. Yargılamada suç mağduru çocuklara olayı bir kez anlattırmak daha faydalı diye bir uygulama var. Ama bu kitapta acı deneyimlerin defalarca anlattırılmasının iyi olacağı söyleniyor. Bu kısım çok aklıma yatmadı o yüzden. Bir yerde bir terslik hissediyorum.

DOĞAL EBEVEYNLİK


 DOĞAL EBEVEYNLİK

Adem Güneş

2013

Timaş Yayınları

17.Baskı - Nisan 2021

207 sayfa


Kitap büyük puntolarla yazılmış, cümlelerin yapısı da anlamı da basit, bam bam bam. Böyle yaparsan böyle olur. Neden sonuç ilişkisini gayet iyi açıklıyor. Gerçi ben nezaket dilini severim, bu yazar benim nazarımda kaba ama neyse. Çocuk resimleri de var sayfalarda. Gereksiz ama olsun. 

*

Çocuklara davranış eğitimi değil, irade eğitimi vermeyi öneriyor yazar. Baskı ve zorlama ile gerçekleşen davranışlar çocuğun gerçek davranışları değil çünkü. Düzgün dur, düzgün otur, erken yat… Böyle komut verilirse çocuk kendi gibi olma isteğini kaybedermiş.

Çocuktaki merak duygusu ve taklit hevesi yaşatılmalı, yoksa küçücük çocuk tükenmişlik sendromu yaşar. Çocuğa ona dokunma, sesini çıkarma, çok soru sorma, otur otur, kalk kalk…dersen ondan sonra benim çocuğum niye içine kapanık oldu, niye agresif oldu, niye okulda başarısız? Acaba niye? Merak hissini, dolayısıyla öğrenme hevesini öldürdünüz çocuğun, katiller! Kendi tükenmişliğinizin bedelini yavrucağa ödetiyorsunuz.

Kimi ebeveyn de çocukla inatlaşıyor. Çocuk 3-4 yaşında artık kendi var olma halini yansıtmaya çalışıyor. Örneğin annesinin verdiği giysi yerine kendi istediğini giymek istiyor. Çocukla onu giymeyeceksin, bunu giyeceksin onu yapmayacaksın, uslu dur, söz dinle... diye küçücük çocukla inatlaşıyor kocaman insanlar. Çocuğun yemek istediği ve istemediği yemeklere bile kendisinin karar vermesine izin yok. Sonra çocuğum niye obez oldu? Ya da niye yemek yemiyor? Hele bir de televizyon/ekran karşısına oturtulup ağzına yemek tıkıştırılan çocuklar. Çocuk ne yediğini bile bilmiyor. Çocuk zaten isteseniz de istemeseniz de acıkacak ve yiyecek. Bir müsaade edin.

*

Hiperaktif olduğu zannedilen çocukların ihmal ve şiddet mağduru ya da televizyon ve ambalajlı gıda mağduru olduğunu anlatıyor yazar.

*

Çocuk ebeveynini taklit ederek öğreniyor. Ebeveyn sigara içiyorsa çocuk da taklit edecek. “Ben içiyorum ama sen içme, çok zararlı” gibi ahmakça bir lafı çocuk tabii ki anlamaz.

*

Kitapta çocukluğunu anlatan ebeveyn örnekleri var, nasıl acı, bağrıma basasım geldi hepsinin çocukluğunu.

Biri mesela topluluk önünde donakalıyormuş. Anlaşılıyor ki çocukken annesi ve öğretmeni ona odun gibisin demiş. 

Güleryüz gösterememekten yakınan bir kadının çocukluğunu dinliyorlar, anlaşılıyor ki küçükken ona gülmek, hafif kadınların ahlakıdır denmiş. Yavrucak da o yüzden hiç gülmezmiş, büyüyünce de gülememiş bu yüzden.

Çamur ağızlı ebeveynler.

Kitap hem bu tip örnekler hem de üslubu nedeniyle öfke ve nefret uyandırdı bende. 

*

Yazarı hiç görmedim, duymadım, tanımıyorum ama muhafazakar olduğu izlenimi aldım kitaptan. 

Çocuklara okullarda cinsellik eğitimi verilmesine karşı olması, 

Çocuklara örnek şahsiyetlerin hayatlarının anlatılmasının öneminden bahsederken örnek olarak Fatih Sultan Mehmet ve Mevlana’yı göstermesi (Türkiye’de örnek şahsiyet için Atatürk gibi bir örnek varken) 

Uyur gibi kılınan namazın yok hükmünde olduğunu söylemesi (namaz ve genel olarak ibadetler hakkında yok hükmündedir, Allah kabul etmez gibi söylemlerde bulunmak çok dinci ağzı) 

gibi sebeplerden muhafazakar olduğunu düşünüyorum.

Verdiği örnekler de bu bakış açısını yansıtıyor. Örneğin arkadaşları ile oturup kalkmaktan zevk aldığı için ev işlerini yapmakta zorlanan bir kadından bahsetmesi, 

“Kayınvalidesi ile anlaşamayan bir gelin, onunla anlaşmak için eşi ile işbirliği yapmak, alternatif çözümler üretmek yerine kayınvalidesinin yüzüne gülerken arkadaşlarıyla oturduğunda da kayınvalidesi hakkında ileri geri konuşmayı ihmal etmez.” Sf.61 demesi. Gelin-kaynana muhabbeti. 

 “Annenin otorite olduğu ailelerde sağlıklı ruha sahip bir çocukla karşılaşmadım şimdiye kadar.” Sf.80 şeklindeki tespiti. Babaların otorite olduğu aileler çiçek gibi çünkü. 

Fıtrî, fıtrat, sekine, hayret makamı... Bu kelimeler kullanması...

Gerçi yayınevinin Timaş olmasından belli ideolojisi.

Muhafazakar dili ve edebiyatı var satır aralarında ama genel olarak anlattıkları iyi. Yurdumuz ebeveynlerine böyle dan dun ve dinci ağız etkili olur zaten sanırım. Profesyonel ve nazik bir üslup çok tutmaz diye düşünüyorum.



DOĞUMDAN İTİBAREN MONTESSORİ

 


DOĞUMDAN İTİBAREN MONTESSORİ

Doğumdan Üç Yaşına Kadar Ev Ortamındaki Çocuk

(Montessori from the start the child at home, from birth to age three)

Paula Polk Lillard - Lynn Lillard Jessen

2003

Türkçesi: Aslıhan Kuzucan

Kaknüs Yayınları

6.Basım - 2020

272 sayfa


1870-1952 yılları arasında yaşamış pratisyen hekim ve Roma Üniversitesi antropoloji profesörü Maria Montessori'nin geliştirdiği bir çocuk yetiştirme yöntemi var. Kitap bundan bahsediyor.

Montessori, yetimhanede görevliyken buradaki çocukların yerdeki kırıntılarla oynadıklarını ama onları yemediklerini görüyor. Böylece el ve beyin arasında bir ilişki olduğu sonucuna varıyor. Ele verilmeden önce hiçbir şey beyne verilmemiş, diyor. Böylece Montessori materyallerini üretiyor. 

"Her türden soyut fikir ve bilginin çocuğun tutmasıı, ortaya çıkarması ve keşfetmesi için ona somut bir şekilde sunulması gerekir.” Sf.33 diyor. Buradan benim çıkardığım sonuç, çocuğu Tanrı'dan bahsetmemek gerektiği. Çünkü Tanrı inancı soyut ve çocuk soyuttan anlamıyorsa kafasını karıştırmanın ne alemi var?

*

Bebek bakımı ile somut ve net bilgiler içeriyor kitap. Örneğin; bebek odasının nasıl olması gerektiğini şöyle açıklıyor:

Bebeğin odası sade olmalı. Böylece dikkati bölünmez, kendi dünyasına dalıp vakit geçirebilir. 

Bebeğin dört ihtiyaç alanı var: uyuma alanı, alt değiştirme alanı, emzirme alanı, aktivite alanı. 

Amaç, bebeğin konsantre olabileceği bir çevre yaratmak. Bebeğin uyuduğu yer aynı zamanda uyanacağı yer. Bu yüzden bebeğin yattığı yerden bütün odayı görebilmesi önemli. Bunun için yanındaki duvara bir ayna asılabilir. 

Çocuğun odasında zaman geçirmesine imkan vermeli, düşüncesizce rahatsız edilmemeli. 

Hamile kardeşimin bebişine beşik alacaktık ama kitapta beşik önerilmiyor. Yere serili bebek yatağı tavsiye ediliyor. Çünkü böylece güvenli şekilde düşüp kalkarak yatağın sınırlarını öğrenirmiş. Beşik, tırmanmaya çalışıp düşebileceği için iyi değilmiş. Uyumak ya da uyanmak istediğinde bir yetişkine muhtaç kalırmış bebek. Çünkü beşikteyken bir yetişkin gelip onu kurtarana kadar ağlayacak. Beşikten yatağa geçtiğinde de etrafında koruyucu bariyer olmadığı için yeni yatağından yere düşmesi kaygısı taşıyabilirmiş. Yer yatağında başlayıp zamanla kademeli olarak baza ve döşek kullanıp sonunda yetişkin yatakta yatabilir, diyor kitap.

Beşiği de diğer pek çok bebek malzemesi gibi tutsak edici buluyor kitap. “Küçük çocukları hapsetmenin her yolunu geliştirdik: Beşikler, parmaklıklı oyun parkları, yüksek mama sandalyeleri, ana kucakları, hoppalalar, araba koltukları, bebek salıncakları, yürüteçler, pusetler, bisiklete eklenen taşıma aparatları, kangurular vs. Genç çiftler seyahat ettiklerinde, bazen küçük bir mobilya mağazasını da yanlarında götürüyor gibiler.” Sf.97 Kitaba göre güvenlik için gerekli olan sadece araba koltuğuymuş.

*

Oyuncak tarifleri de var kitapta. Hangi dönemde hangi oyuncak iyidir yazıyor. Zamanla kademeli olarak oyuncaklar değiştirilmeliymiş. Birkaç hafta içinde oyuncaktan sıkılacak, o zaman o oyuncağı saklayın, birkaç hafta sonra tekrar verin, yeniden ilgisini çekecek, diyor. Ama en iyi oyuncak kendi becerinizle ortaya çıkardığınızmış. El becerileri geliştikçe de evdeki yetişkinle beraber evdeki işleri yapmaktan çok keyif alıyorlarmış.

*

Çocuğun emekleme, oturma, yürüme süreçlerine müdahale etmemek, kendi çabasıyla bunları başarmasına müsaade etmek önemli. “Oturmak, çocuğun kendi gücünü keşfederek gerçekleştirdiği bir eylem olmalıdır. Kendi çabalarıyla oturduğunda sırt kasları güçlenir ve denge oluşur. Eğer onu vakaları oturtursa (…) gayret gösterme hevesi kırılır.” Sf.108

*

Bebek bezi için önerisi tek kullanımlık değil, kumaş olanlar. Böylece çocuk ıslaklık ve kuruluğu hissedermiş. Tek kullanımlık bezler sıvıyı emdiği için çocuk ıslaklık, dolayısıyla rahatsızlık hissetmez, bu da tuvalet eğitimini olumsuz etkilermiş.

Bebeğin ilerleyen aylarında bezini banyoda değiştirin diyor, böylece dışkılama yerinin orası olduğunu öğrenirmiş.

*

Çocuğa hediye almakla ilgili şunlar yer alıyor kitapta:

“Size hediye alınması sevildiğinizin bir göstergesiyse, mantıken bir sonraki adım da, değerinizi sahip olduklarınızla ölçmek olacaktır, kim olduğunuzla değil. Küçük çocuklar sadece bir oyuncak bebeği, bir pelüş hayvanı, yani en fazla birkaç oyuncağı aynı anda severler. Bu deneyim, yetişkin olduğunda tek bir eşe, tek bir aileye, tek bir hayata değer vermesinin temelini oluşturur.” Sf.220 

*

Oyuncakların alelade değil onu düşünmeye sevk edecek cinsten olması gerektiğini söylüyor. Evdeki materyaller bile olur. Araba, kamyon gibi oyuncakları vın vın yaparak sürer ama bu oyuncaklar çocuğa iç düzen sağlamazmış. Peluş bir ayıyı ise yıkar, uyutur, besler, giydirir, devamlı oyun halinde olur, bu da kendi yemek yeme ve giyinme yeteneğini beslermiş.

*

Çocuklara yerli yersiz hayır dememeyi, hayırın gerçekten hayır anlamına gelmesini öğütlüyor kitap.

“Hayır her zaman hayır anlamına gelmelidir. Hayırın anlamı, ‘Bir kere daha sorarsan belki yumuşarım,’ olmamalıdır. Ya da “Yeterince çığlık atar, bana vurur, bir şeyleri kırar ve bana herkesin ya da yakınlarımın yanında, ‘Senden nefret ediyorum, sen kötüsün,’ diyerek beni utandırırsan, ben de sana istediğini veririm,’ olmamalıdır.” Sf.237 

Bunun için de ota bota hayır demeyin. Hayırı bir refleks haline getirmeyin. Ufak tefek şeyler için hayır diyip sonra karar değiştirmek çocuğun kafasını karıştırıyor. 

*

Çocuklar hayır dediğinde onlara baskı yerine başka seçenek sunmayı tavsiye ediyor. Örneğin çocuğun tuvaleti var ama lazımlığa oturmak istemiyor. Ona uzun uzun “Lazımlığa oturman gerek. Bir saat oldu. İyi bir çocuk ol. Annen için yap. Lazımlığa oturursan sana çikolata veririm.” demeyin. “Mavi lazımlığı mı kullanmak istersin, pembe lazımlığı mı?” diye seçenek sunun, diyor. Böylece itirazını unutup başka düşünceye odaklanacak.

*

Faydalı, mantıklı, makul buldum ben bu kitabın önerilerini. Aklıma yattı benim. Ama benim aklıma yatmasının bir önemi yok tabii. Çocuğu olanlar düşünsün. 

Bu arada çocuk bakımı konusunda zamanla iyi veya kötü farklı görüşler ortaya sürülüyor. Ama kitaptan öğrendiğim kadarıyla Orta Çağ her konuda olduğu gibi bu konuda da berbatmış. O dönem emeklemek zorlaşsın diye çocuklara kız-erkek fark etmeksizin elbise giydirirlermiş. Çünkü emekleyen bebeğin yarı insan yarı hayvan olacağına inanıyorlarmış. Bu yüzden emeklemeyi engellemeye çalışıyorlarmış.

Canım çocuklar. Ne çekiyorlar yavrucaklar... :(

DOĞMAMIŞ ÇOCUĞUN GİZLİ YAŞAMI


 DOĞMAMIŞ ÇOCUĞUN GİZLİ YAŞAMI

(The Secret Life of the Unborn Child)

Dr. Thomas Verny - John Kelly

1981

Türkçesi: Belkıs Elgin

Kuraldışı Yayıncılık

12.Baskı, Şubat 2021

179 sayfa


Kardeşim hamile, bebek bekliyor. Ben de yeğen bekliyor oluyorum bu durumda. Okuyalım bakalım yeğenimizin gizli yaşamını.

*

Kişilik özellikleri daha anne karnındayken oluşmaya başlıyor.

Rahimdeki dünya çocuğun ilk dünyası. “Eğer rahim sıcak ve sevgi dolu bir yer olmuş ise çocuk dış dünyanın da böyle bir yer olmasını bekleyecektir. Bu beklenti güven, açıklık, dışa dönüklük ve kendine güven konusunda yatkınlıkları belirleyecektir. Dünya çocuk için, tıpkı rahimde olduğu gibi, sıcak bir dünya olacaktır. Eğer rahimdeki dünya kaba ve zor bir ortam olduysa çocuk dış dünyadan da aynı şeyleri bekleyecektir. Bu düşmanca dünyaya karşı tutumu, içe kapanık, şüpheci ve güvensiz olacaktır.” Sf.39

Rahimdeki bebeğin dünyasındaki hakim ses annenin kalp atışları. Annenin kalp atışları normal ritminde olduğu müddetçe bebek her şeyin yolunda ve güvende olduğunu anlıyor.

Doğmamış bir çocuk örneğin huzursuzluğu hissedebiliyor. Sigara içen hamilelerin karınlarındaki bebecik huzursuz oluyormuş mesela.

“Ceninin annesinin sigara içtiğini veya içmeyi aklımdan geçirdiğini bilmesine imkan yoktur, ancak, kendi içinde yarattığı hoşnutsuz his ile annesinin sigara içmesi arasındaki bağı kurabilecek kadar sofistike bir akla sahiptir.” Sf.15

*

Bu kitapta da çocukla konuşmanın öneminden bahsediyor. Evet anne karnındaki çocukla da. Konuşmanın önemini bahseden diğer kitaplar için

Bkz: Yetişin Çocuklar

Bkz: Otuz Milyon Kelime

Çocuk tabii daha söyleneni anlamıyor. Sadece söylenenlerin tonunu, yumuşaklığını, rahatlatıcılığını hissediyor.

*

Anne karnında öğrenme de mümkün. Ünlü bir müzisyenin notalarına bakma ihtiyacı duymadan ezbere bildiği bazı parçalar varmış. Annesi profesyonel viyonselistmiş. Meğer annesinin hamileyken çaldığı parçalarmış bunlar ve  bu müzisyen ezbere biliyormuş bunları kendiliğinden.

*

Hamileyken kadını etkileyen her şey çocuğu da etkiliyor. En çok da eşi. “Bir kadını, eşi tarafından yaratılan yıkıcı endişelerin derinliği kadar hiçbir şey etkilemez. Bu yüzden, doğmamış bir çocuğa, hamile eşine kötü davranan ya da onu ihmal eden bir baba kadar zarar veren az şey vardır.” Sf.23

O yüzden babalar, hamile eşinize hiç olmadığı kadar iyi eşlik etmelisiniz. Babanın eşine bağlılığı çocuğun duygusal sağlığını olumlu etkiliyor. Babaların da anne karnındaki çocukla konuşması önemli. Çocuk bu sesi de tanıyor ve bu tanıdık ses onu rahatlatıyor.

Babanın evliliğe ve eşine bağlılığı çocuk için hayatî önemde. O kadar ki zor bir evliliğin içindeki bir kadının duygusal ya da fiziksel olarak zarar görmüş bir çocuk doğurma riski, güvenli bir evliliği olan kadına göre yüzde 237 daha yüksekmiş.

*

Rahatlıkla ilgili olarak; mesela hamile kadın geceleri uyurken midesinde, bacaklarında rahatsızlık hissedip sık sık tuvalete kalkabilir. Yani rahat bir uyku uyuyamaz. Anne sakin ve rahat olamadığı için rahimdeki bebek de bu yüzden geceleri daha hareketli olur. O yüzden bebeklerin “dünyaya ters bir uyku düzeni ile gelmesi” anlaşılabilir, diyor yazar.

Aslında bebek annenin uyku düzenine uyumlu olarak dünyaya geliyormuş. Erken kalkan annelerin çocukları da erken kalkıyormuş, geç yatan annelerin çocukları da geç yatıyormuş. “Bir çocuğun uyku düzeni doğumdan aylar önce rahimde anne tarafından belirleniyordu.” Sf.57

*

Çocuk annenin her üzüntüsünden, stresinden etkilenmiyor. Geçici stres önemli değil. Önemli olan kalıcı, uzun süreli kaygılar ve kişisel problemler. Bu da daha çok eşle, kayınvalide/kayınpederle olan sıkıntılarmış. Ama daha da önemlisi kadının çocuğu için hissettikleriymiş.

Çocuk istemeyen annelerin bu isteksizliğini de kavrıyor rahimdeki bebek. Kitaptaki bir örnekte bebek annesinin memesini emmiyor. Mamayı ve başka annelerinin memelerindeki sütü iştahla içerken kendi annesininkini istemiyor. Fiziksel bir sorun bulunamayınca doktor anneye “Hamile kalmayı istemiş miydiniz?” diye soruyor. Anne hayır diyor. “Annesi onu doğmadan önce reddettiği için Kristina da annesini doğumdan sonra reddetmekteydi.” Sf.61

*

Çocuk içine doğduğu kültürü de tanır vaziyette doğuyormuş. Örneğin yeni doğmuş Çinli bebekler Amerikalı bebeklerden daha az ağlıyormuş. Afrika’nın kırsal kesimlerinde anneler çocuklarını çanta gibi sırtlarında taşıyor ama çocuklar kusmuyormuş. Çünkü bebek annesinin kültürüyle bağ kuruyor.

*

Doğumu hep annenin gözünden düşünüyoruz. Filmlerdeki doğum sahnelerinde de hep anneye odaklanılır. Halbuki bebeğin dünyasında güvenli anne karnından soğuk, metalik hastane odasına, bir sürü maskeli insanın arasına doğuyorsun. Bazen ilaç, bazen tıbbî aletler kullanılarak. Sonra da bir odada ağlayan bir sürü bebeğin arasına koyuluyorsun. Korkunç bir başlangıç. Kitapta anne ve bebeğin ilk temasının ne kadar önemli olduğundan uzun uzun bahsediliyor. Bu yakınlaşmanın ve acısız bir doğumun bebeğin hayatının geri kalanı için ne kadar önemli olduğunu tahmin edemezsiniz. Maymunlarla yapılan deneyde yeni doğan maymunları gerçek annelerinden alıp biri tel, biri havluyla kaplı maketlerden yapılmış sahte anneye bırakıyorlar. Hepsi havlulu olanı seçiyor. Çünkü dokunuş ve hissediş önemli. (Bu arada zalim bir deney.) Yani minicik bir bebek “soğuk ve gürültülü bir bakım odasında etrafı yabancılarla çevrili yatarken kafasından neler geçiyordur? Bu kritik saatlerdeki insan temasının eksikliği onu ileride nasıl etkileyecektir, annesine babasına karşı olan duygularını ve bir gün kendi eşine ve çocuklarına karşı duygularını nasıl etkiler? Kendi başına kalacağına annesiyle vakit geçirmesinin ona faydalı olacağına şüphe var mıdır?” Sf.90

Sezaryenle doğumun çocuk için pek de iyi olmadığını anlatıyor yazar. Sezaryenle doğmuş kişilerin cinsel ve fiziksel tutumlarında diğerlerinden farklılık oluyormuş. Çünkü ameliyatla doğumda çocuk normal doğumun fiziksel ve psikolojik zevklerinden mahrum kakıyormuş. “Fiziksel olarak sezaryenle doğanlar mekan olgusunu algılamakta zorlanırlar. Vücut oranlarının farkındalığı bu kişilerde doğal olarak belirmez. Fiziksel olarak nerede başlayıp nerede birliğini bilmediklerinden sakar olmaya eğilimlidirler. Cinsel olarak sezaryenin sonuçları vücut temasına açlık olarak ortaya çıkar.” Sf.94

Bu durumu "doğumun mekanikleştirilmesi," "teknolojik bir kutlamaya dönüşmesi" diye adlandırıyor yazar. “Doğum bebek karşılamaya yönelik olmalı, ameliyata değil.”Sf.99 Kadına ve ailesine doğum hakkında söz hakkı tanınmalı, annenin istekleri dikkate alınmalı. Bu yüzden doğum yapılacak hastanenin doğum felsefesini, cenini izleme, anestezi, lavman kullanımlarının nasıl olduğunu, babanın doğum odasına girip giremeyeceğini, bebeğin doğumdan sonra anne ile kalıp kalamayacağını, bebek prematüre doğarsa yoğun bakım odasında onu ziyaret etmeye izin verilip verilmeyeceğini sorun diye öneriyor.

Ebeleri doktorlardan daha insancıl buluyor yazar. Doktor hastalık temelli bir eğitim almışken ebelerin eğitimi doğumun normal bir biyolojik olay olduğu yönünde. Örneğin iki çocuklu bir kadın ilk çocuğunu doğum uzmanı ile doğurmuş. Uzman ona “it, itmeye devam et.” diyormuş. İkinci çocuğunu ebe ile doğurmuş. Ebe ona “bebeğini dışarı itmeye yardım et” demiş. Bebek kelimesinin sık sık kullanılması olayın gerçekliğini, orada bulunma sebebini hatırlattığı için anne daha iyi hissetmiş. Sadece "it" dendiğinde ise mekanik bir olaymış gibi hissetmiş.

*

Son olarak, tabii ki çocuklarınızı çok sevin. Çünkü ne olursa olsun “Bir annenin çocuğuna sevgisi, çocuk etrafında koruyucu bir zırh oluşturarak dış etkenler yüzünden oluşan gerginlikleri azaltır veya etkisiz hale getirir.” Sf.36

*

Çok ufuk açıcı buldum ben bu kitabı. Çok faydalı. Bebek ve doğum hakkında epey düşündürüyor. 

19 Ağustos 2021 Perşembe

OTUZ MİLYON KELİME


 

OTUZ MİLYON KELİME

Çocuğunuzun Beynini Geliştirin

Dr. Dana Suskind

2015

Çevirmen: Dr. Esra Eret Orhan - Barış Satılmış 

Buzdağı Yayınevi

256 sayfa

Çocuğun ilk üç yılında onunla bol bol konuşmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor kitap. Çocuk ne kadar çok ve çeşitli kelime duyarsa kelime hazinesi o kadar gelişir, böylece hem anlaması kolaylaşır hem kendini ifade etmesi. 

*

Kitabın başında işitme engelli çocuklardan bahsediliyor. Bu kısımları okurken bu engelin ne kadar sıkıntılı olduğunu anlıyorsunuz. İşin garibi sonradan bu engeli koklear implant ile ortadan kaldırmak mümkün olsa da yani artık duyabilir olsa da kişi, seslerin anlam kazanması bambaşka bir süreç. Sesi duymak ile o sesin anlamını bilmek bambaşka iki olay. 

*

Ebeveynin çocukla konuşması çocukta müthiş bir gelişim oluşturuyormuş. Yazarın dediğine göre; "Bu mucizevi güç, çocuk işiterek doğsa da koklear implant yoluyla işitmiş olsa da değişmiyordu. Bu dil ortamı olmadan, işitme kabiliyeti boşa harcanan bir hediyedir."

*

Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre;

Yüksek sosyoekonomik düzeye sahip ailelerin çocukları bir saat içinde;

- ortalama 2000 kelime duyuyor, 

- bu aileler çocuklarına yaklaşık 250 kez yanıt veriyor,

- çocuklarına yaklaşık 40 sözcükten oluşan onay ifadeleri kullanıyormuş.

Alt düzeydeki ailelerin çocukları ise;

- ortalama  600 kelime duyuyor,

- bu aileler çocuklarına 50 defadan az yanıt veriyor,

- çocuklarına yaklaşık 4 sözcükten oluşan onay ifadeleri kullanıyormuş

Her şey sınıfsal.

Bu konuda çevrede gözlemlediğim durum da içler acısı. Çocuğu dinlemeyen, çocukla ilgilenmeyen anne babalar. Daha çok anneleri görüyorum, çünkü babalar mı, onlar zaten yoklar. 

Annesinin ilgisini normal konuşmasıyla çekemeyen çocuk bu defa tabii ki doğal olarak ağlamaya, sesini yükseltmeye, taşkınlığa başvuruyor. Çünkü annesinin ilgisini ancak bu şekilde çekebildiğini fark ediyor. Şimdi suç kimde?

Bu konudan bahsettiğimde hemen anneleri savunucu laflar ediliyor. Anne de kim bilir nelerle uğraşıyormuş, yoruluyormuş... Bunlar çocuk için kabul edilebilir mazeretler değil ki. Yetişkin insanlar olarak birbirimizin halinden anlarız, ben senin yorgunluğunu mazur görürüm, sana bulaşmam. Ama küçücük çocuk karşındaki, sana muhtaç, senin ve eşinin dünyaya getirdiği bir bebecik. Küçücük bebekten senin yorgunluğunu, bu yüzden onunla ilgilenemeyeceğini, buna anlayış göstermesini mi bekliyorsun? Çocuğun bu davranıştan anlayabileceği sadece annem beni sevmiyor, benimle ilgilenmiyor olur. 

Nefret ediyorum hepinizin anneliğinizden de babalığınızdan da, neyse...

*

Ebeveynin çocukla konuşmasının önemini bol bol anlatan kitapta ebeveynin çocuğuyla ne kadar ve nasıl konuştuğunun da önemli olduğunu söylüyor. "Evdeki eğitim durumu veya ekonomik durum ne olursa olsun, ebeveyn konuşmasının çok fazla olduğu evlerdeki çocuklar daha iyi sonuç elde ediyorlardı." 

Bır bır bır sürekli konuşan anne baba fikri benim kafamı şişirse de bebelerin hoşuna gidiyor demek ki. 

*

Konuşmanın içeriği önemli tabii. Örneğin sürekli emir ve yasak içerikli konuşmalar elbette iyi sonuç vermeyecektir.

“Bir çocuğun ebeveyni ile etkileşimi ebeveyn tarafından ‘Yapma!’, ‘Dur’, ‘Onu bırak’ şeklinde emir ifadeleriyle başladığında, bunun gelişimi olumsuz etkilediğini gördük."  diyor yazar.

“Şapkanı tak,” "Ayakkabını giy." onu yap, bunu yap dediğinde evet çocuk dediğini yapar belki ama o anlıktır, devam eden alışkanlık değil. 

Çocuğa emir vermek yerine açıklama yapmak gerekiyor.  “Hemen oyuncaklarını topla” demek yerine “Oyuncaklarınla oynadığımıza göre şimdi onları ne yapalım?” demek gibi. "Dışarı çıkıyoruz. Ayakkabılarını giysen iyi olur yoksa yağmur yüzünden ayakların ıslanır ve çok üşür." gibi.

Böylece çocuk neden ve sonucu öğreniyor. Öz becerisi gelişiyor.

Tabii yeri geldiğinde emir ifadesi kullanacaksın. Örneğin çocuk yola fırlıyorsa ve araba çarpmak üzereyse uzun uzun "Lütfen koşma canım, hızlı gelen araba sana çarpabilir ve canın yanabilir." diye uzun uzun  açıklama yapacak zamanın yok. “HEMEN DUR! ARABA GELİYOR!” demekte sıkıntı yok. 

*

Bebekçe konuşma diye küçümsediğimiz şey aslında iyiymiş. Hanimiş de hanimiş, ne de şeker bir bebekmiş, annnneeeeesiiiii bebeğiniiiii çoooooook seviyooooor... gibi şeyler söylemek,  bebeğin beynindeki nöronlara iyi geliyormuş. 

"Bebekçe konuşma, bebeğin beyninin yetişkin konuşmasından farklı olan ve akustik olarak abartılan sesleri kolayca yakalamasını ve öğrenmesini kolaylaştırıyor."

*

Madem konuşma bu kadar önemli, o zaman televizyonu açayım diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Televizyon bir boka yaramıyormuş. Çünkü televizyonda etkileşim yok, sıcaklık yok. Çocukla konuşmayı önemli kılan ebeveynin sıcaklığı, ilgisi. 

Teknolojik aletler, ekranlar zarar veriyormuş çocuk gelişimine. Muhtemelen internetlerde görmüşsünüzdür, Bill Gatesler ve benzeri teknoloji devi zenginlerin çocuklarının gittiği okullar öyle teknolojisi yüksek okullar değil, aksine kağıt, kalem, makas, incik boncukla çocukların eğitildiği ve eğlendirildiği okullar. 

Hatta Graham Bell bile bilimsel çalışmalarını engellediği için ofisine telefon istemezmiş, ahaha.

*

Evde sürekli stres havası varsa bunun çocuğa yansıması elbette olumsuz oluyor. Yavrucak böyle bir ortamda kendisini tehdit altında hissediyor ve sürekli savunma haline giriyor. Zamanla beyin tehdit olanla olmayanı ayırt edemez hale geliyor. Böylece yavrucak "Tüm enerjisini bilinmeyen bir şeyin koruyucusu olmak için harcar ve kendi gelişimini ciddi bir şekilde etkiler."

*

Ebeveynin çocukla konuşmasını 3K ile özetliyor yazar. Kavrayın, Konuşun ve Karşılıklı Yapın.

Kavrayın: Çocuğun odaklandığı şeye odaklanın. Çocuğun ne yaptığını fark edin, sonra bunun bir parçası olun.

Konuşun: Kelimelerin sayısı, türü, nasıl söylendiği önemli. Çocuğa konuşmak değil, çocukla konuşmak, özellikle çocuğun odaklandığı şeyle ilgili konuşmak.

Karşılıklı Yapın: Çocukla karşılıklı sohbet edin. 

*

Çocuğu övmekle ilgili de nüans varmış. Çocukla olumlu konuşalım, onu övelim ama bunun da şöyle bir inceliği varmış. "Çok akıllısın" dediğimizde kişiyi, "Bunu yapmak için çok çalıştın" dediğimizde süreci övüyormuşuz. 

"Araştırmalar süreç temelli övgüleri daha çok duyan, çabaları için övülen çocukların bir zorlukla karşılaştıklarında vazgeçme ihtimallerinin daha düşük olduğunu, onlara okulda ve hayatta daha iyi olmalarına yardımcı olan bir sebat gösterdiklerini kanıtladı."

*

İyi kitap, hoş kitap ama yabancı havası var kitapta. Çok Amerikan. Amerika örnekleri, Amerikan araştırmaları, Amerika'daki makale ve kitaplara atıflar...

Bundan önce okuduğum "Yetişin Çocuklar" da bunun Türk versiyonu. Türk örnekler, Türkiye'deki sorunlarla ilgili yakınmalar vardı. 

Çocuk gelişimi ile ilgilenen insanlar doğal olarak önce kendi ülkelerinin çocukları ile ilgileniyor, önce onlar için üzülüyor sanırım. Bu da dillerine, üsluplarına ve kitaplarına yansıyor elbette. 

*

Bu arada otuz milyon kelime metaformuş. Kitabın başlığından sanmıştım ki "Otuz milyon kelime. İşte o kelimeler: 1-.... 2-... 3-...." 

Düz bir insanım, böyle dümdüz düşünürüm ben. 

Otuz milyon farklı kelime de değil kast edilen. 

Aman düzgün düzgün konuşun işte çocuklarınızla, ilgilenin onlarla.


17 Ağustos 2021 Salı

YETİŞİN ÇOCUKLAR


 

YETİŞİN ÇOCUKLAR

Bebeklikten Ergenliğe Çocuk Yetiştirme Kılavuzu

Prof. Dr. Selçuk Şirin

2019

Doğan Kitap

23. Baskı - Nisan 2019

217 sayfa


Yakında teyze olacağım. Kardeşim bebek bekliyor çünkü. O anne olacak ben teyze. O yüzden çocuk bakımı ile ilgili kitaplar okumaya başladım ben de. Yeğenime en iyi seviyede teyzelik etmek isterim.

Çocuklu arkadaşlarıma sordum, bu süreçte neler okudunuz diye. Bu kitaptan bahsettiler. Aldım, okudum, kardeşime de verdim. Çok beğendim. 

Yazarın Türk olması daha etkileyici, daha yakın, daha sıcak geliyor. Dil ve örnekler daha tanıdık çünkü. Yazar her ne kadar profesör olsa da (New York Üniversitesi'nde çocuk gelişim ve istatistik dersleri veriyormuş.) bilimsel makale gibi yazmamış, gayet basit bir dili var. Belli ki her ebeveyn sıkılmadan okusun, anlasın istemiş. Gerçekten de hiç sıkmadan bir çırpıda bitiyor. Ben ebeveyn olmamama rağmen ilgiyle bir çırpıda okudum. Zaten okurken insan kendi çocukluğuna dair de izdüşümleri de görüyor. 

*

“Hayatta çocuk yetiştirmekten daha mühim başka bir uğraş varsa ben bilmiyorum. Orhun Yazıtlarından Eflatun’un söylevlerine kadar her devirde yeni kuşakların yetiştirilmesi konu olmuş." diyen yazar kendi bilgi ve tecrübelerine dayanarak bu kitabı yazmış. New York Üniversitesi gelişim psikolojisi alanında çalışan yazar kendisi de baba olduktan sonra daha isabetli bulmuş bu kitabı yazmayı. Böylece teori ile pratiği örtüştürebilmiş.

0-18 yaş arası çocuk yetiştiren anne baba ve eğitimciler için yazılmış kitap. Peki ya teyzeler için?

Çocuk yetiştirmekle ilgili tek bir kural/reçete olmadığını belirten yazar anne babalara bu konularla ilgili tavsiyelerde hep şunu sormalarını öneriyor: Hangi çocuk için? Hangi koşullar için? Çünkü her çocuk farklı. 

*

Çocuk yetiştirmek derken kastedilen:

1) Fiziksel gelişim: Çocuğun fiziksel olarak sağlığı demek. Örneğin; çocuğun düzenli doktor ziyareti, aşı takviminin takip edilmesi, sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılması, düzenli fiziksel aktivite fırsatı verilmesi... gibi. Genetik ve çevresel faktörler de etkili. Çevre önce anneden başlıyor, annenin sağlığı ve huzuru önemli. 

2) Zihinsel (bilişsel) gelişim: Beyin gelişimi, algı bilgi işlem becerisi demek. Beyin gelişiminin yüzde 90’ı ilk üç yılda tamamlanıyormuş. Yüzde 90'ı, ohannes!

3) Sosyal ve duygusal gelişim: Çocuğun sağlıklı şekilde önce anne babaya güvene dayalı bir bağ kurması, sonra çevreyle etkin iletişim kurma becerisi demek. 

Tüm bu gelişim süreçleri birbirini etkiliyor. Örneğin duygusal problem yaşayan çocuklar zihinsel becerilerini de aktif kullanamıyor. Örneğin, öfkesini kontrol edemeyen çocuk hem arkadaşları ve yetişkinlerle ilişkilerinde sorun yaşıyor, hem de kendi zihinsel becerisine odaklanamıyor.

*

Çocuk yetiştirirken dikkate alınması gereken 5 nokta olarak şunları öneriyor yazar:

1. Çocuğunuzun mizacını iyi tanıyın: Kimi çocuk yeni kişilere, ortamlara çabuk uyum sağlar, kimisi çekinir. Önce çocuğun mizacını tanıyın, sonra ona uygun bir ebeveynlik tarzı geliştirin.

2. Çocuğunuzla güvene dayalı derin bir bağ kurun: Ebeveyne güvenmek çocuğun özgüvenli olmasını sağlıyor. Bunun için çocuklara tercih yapmak öğretilmeli, elbise seçimi, ayakkabı bağlamak, saç stili, yemek yemek gibi kararları çocukla birlikte vermek önemli.

3. Mükemmel değil, olduğu kadar iyi olun yeter: Mükemmelliyetçi ebeveyn çocuğa kendi hayatını belirleme yetkisi vermez. Hem çocuğu hem kendini yorar.

4. Evde belli bir rutin oluşturun: Rutin uyku ve yemek düzeni gibi bir düzen olsun. Bu düzen içindeki çocuklar daha sağlıklı büyüyor. Rutin aynı zamanda tutarlılık demek olduğundan çocuk disiplin kazanır, sorumluluk bilinci oluşur.

5. Çocuğunuzu başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçin: Her çocuk kendine özgü bir şekilde gelişir. Yani bizim çocuk niye akranlarından geri kaldı, niye yürümeye başlamadı diye kaygılanmayın. Gelişimsel bir sorun görüyorsanız uzmana gidin. Uzmanın tespit ettiği bir sorun yoksa kaygılanmayın, kaygınızı kontrol edin. Çocuğun akran, kardeş vb ile kıyaslanması çocukta eksik olduğu hissi uyandırıyor. Bu da çocuğun özgüven ve özsaygısını yaralıyor.

*

Babalar çocuklarıyla ilgilenmiyormuş. İlgilenecek. Türkiye’de yapılan bir araştırmada babaların yarısı çocuğunu hiç tuvalete götürmemiş, üçte biri çocuğun altını hiç değiştirmemiş.

(Burada aklıma bir arkadaşımın dediği şey geldi. Müge Anlı'nın programının daimi izleyicisi olan bu arkadaşım çocuğu olsa kocasının çocuğu tuvalete götürmesine, altını değiştirmesine izin vermeyeceğini söylemişti. Çünkü programda izlediği babalar ve de erkek akrabalar çocuğu istismar ediyormuş. O da çocuğun özellikle bu konulardaki bakımını babaya bırakamayacağını söylemişti.)

*

Çocuklarla kaliteli vakit geçirmek çok önemli. Ülkemizdeki araştırmalarda anne babaların çocuklarıyla birlikte vakit geçirdiği aktivite birlikte televizyon izlemekmiş. Kepazelik.

Yazar çocuğa oyuncak almanın bile birlikte kaliteli vakit geçirmenin yanında geri planda kaldığını söylüyor. “Çocuklar büyüyünce kendilerine alınan pahalı oyuncakları değil onlarla geçirdiğiniz kıymetli zamanları hatırlıyorlar.”

*

Okulöncesi dönemi çok önemli buluyor yazar. Okulöncesi eğitim günde bir saat, haftada bir gün bile olsa olur. Yeter ki kaliteli olsun.  Her ile bir üniversite yerine her mahalleye kaliteli bir okulöncesi eğitim kurumu açılmasını daha faydalı buluyor yazar. 

Okulöncesi dönemde zekayı artırmanın üç yolu olarak şunları gösteriyor:

1. Balıkyağı diyeti: Omega-3 zeka artıyor.

2. Diyaloğa dayalı okuma pratiği: Ebeveynlerin çocuklarıyla karşılıklı konuşarak , soru cevapla kitap okumaları. Özellikle doğumdan 4 yaşına kadar. Çocuğun okuma öğrenmesini beklemeye gerek yok.  Evde bir kitaplık olması bu açıdan önemli. Çocuk doğduğunda evde kitaplığı hazır olsun.

3. Okulöncesi eğitime katılım: Çocukları evde tek başına yetiştirmek yetmiyor. Yaşı önemli değil, erken veya geç, önemli olan okulöncesi eğitimin süresi ve kalitesi.

*

Çocuğun geleceği ile ilgili olarak çocuğun kelime hazinesine yatırım yapmayı tavsiye ediyor.

Bkz: 30 Milyon Kelime 

Okulöncesi dönemde zeka denilen şey aslında kelime hazinesi demekmiş. Çocuk böylece hem kendisini daha iyi ifade edecek, hem ifade edileni daha iyi anlayacak, hem de daha yaratıcı şekilde akıl yürütecek.

*

Okulöncesi kitaplarda bakılması gereken üç kriter olarak şunları sıralıyor:

1. Gelişim seviyesine uygun kitap: 0-36 ay arası dönem için kitaplarda görsellik ön planda, yazı arka plandadır. 36-66 ay arası dönemde tersi.

İlk 6 ay için kitaplar kalın kartondan olmalı, ağzına atacak çünkü.

2. Yanıt veren değil, soru soran kitap: Kitap çocukla ebeveyn arasında sorular üzerinden muhabbet sağlamalı. 

Yazarın tavsiyesi Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi, Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik.

Ders veren mesaj içerikli kitaplar değil bu dönemin ihtiyacı. Bu dönemde okumamın amacı öğrenmek değil, keyifli vakit geçirerek kelime hazinesini genişletmek.

3. Çocuğun ayağını yerden kesen kitap: 3 yaşından sonra çocuğun hayal dünyasını geliştiren kitaplar okunmalı. 

Yazarın tavsiyesi: Buket Uzuner, Ahmet Ümit, Ahmet Büke’nin yazdığı çocuk kitapları. 

Benim tavsiyem: Jules Verne

*

İlk 3 yılda çocuk sizin okuduğunuz kitabı tabii ki anlamıyor. Anlaması da gerekmiyor. Önemli olan kitap okuyarak çocukla kurulan duygusal bağ. Kitabın içindeki resimleri, kelimeleri kullanarak çocukla sözle, sesle, işaretle, müzikle, dansla iletişim kurmak.

*

Araştırmalara göre en çok mutsuz gencin olduğu ülke Türkiye imiş.

Yazar, çocukların hayata daha pozitif bağlanması için anne babalara şu üç adımı öneriyor:

1. Ergenlikte diyaloğu kesmeyin: Çocuğuyla zaman geçirip sohbet eden bir ailede yetişen çocuklar daha mutlu.

2. Akşam yemeğini ihmal etmeyin: Çocuklarıyla birlikte akşam yemeğine oturan ailelerde yetişen gençler daha mutlu.

3. Bugün okulda ne oldu: Ailelerin okulda olup bitenden haberdar olması gençleri mutlu ediyormuş. 

*

Eğitimle ilgili milli bir araştırmamız olmamasından yakınıyor yazar. Başka ülkelerde doğumdan itibaren elli yıl takip edilen çocuklar varmış. Böylece o bölgenin çocuklarından yola çıkılarak müthiş veriler elde ediliyormuş. Bizde yok tabii. Çünkü nasıl olsun? Elli yıl süren bir araştırma yapılabilir mi Türkiye'de? O araştırmada çalışan bir sürü insan çeşitli ideolojik/politik sebeplerle işten çıkarılır, projeye bütçe ayırma konusunda her değişen iktidar zamanında sorun çıkar. Bizde anca kısa vadede sonuç alınabilecek işler değer görür. 

*

Kitapta bunların dışında ekran bağımlılığı, kodlama öğrenmenin önemi, çocuk yoksulluğu, mülteci çocuklar... gibi konular da yer alıyor.

Ben çok faydalı buldum kitabı. Ben kendim faydalandım açıkçası. Başlangıç için iyi bir tercih: Yeni başlayanlar için çocuk yetiştirmek.