Cengiz Aytmatov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cengiz Aytmatov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2022 Pazar

CEMİLE

 


CEMİLE

Cengiz Aytmatov

1958

Çeviren: Ülkü Tamer

Elips Yayınları

86 sayfa 



Kitapta iki hikaye var. 

1-Cemile

2- Öğretmen Duyşen

İkisinin de çevirisi çok güzel. O kadar güzel ki çeviri kitap okuyormuşum gibi bile gelmedi. Sanki Türkçe bir esermiş gibiydi. Bunda dilin enfesliğinin yanı sıra hikayelerin yakın olması da etkili olabilir. Yabancı bir kültüre ait gelmedi hikayeler. İki köy hikayesi de bizim köyler gibi.


CEMİLE

Hikayedeki Cemile, hikayeye kendi gözünden tanık olduğumuz Seyit'in yengesi.

Seyit, yengesi Cemile'yi pek seviyor, Cemile de onu. Cemile Seyit'e "kiçine bala" yani "küçük çocuk" diyor.

Cemile güçlü, kimseyle derdi olmayan, neşeli, güzel bir kadın. Kocası Sadık da diğer erkekler gibi savaşta olduğu için Cemile’yi at arabası sürücüsü olmaya ve ağır işler yapmaya çağırıyorlar. Bu işleri yaparken de neşesinden bir şey kaybetmiyor.

Daniyar, köyün öksüz ve yetim delikanlısı. Köydeki işlere dahil oluyor ama insanlarla neredeyse hiç konuşmuyor. Onun biraz deli ama zararsız bir deli olduğunu düşündükleri için köylü de onunla şakalaşmak haricinde pek muhatap olmuyor. Cemile ve tüm köylüler Daniyar'a zaman zaman takılıyor. 

Cemile ve Daniyar zamanla birbirlerini seviyorlar. 

Cemile ve Daniyar'ın birbirine olan sevgisini Seyit görüyor. Ama bir şey demiyor. Her ne kadar Cemile, abisi ile evli olsa da Seyit bu ikisi arasındaki sevgiyi yanlış bulmuyor. Hatta bu sevgiden ilhamla resimlerini yapıyor. 

Cemile ve Daniyar kaçıyorlar. Arkalarından pek çok laf işitiyorlar tabii ama onları durduran, engelleyen olmuyor. Seyit görüyor yengesi ile Daniyar’ın birlikte gittiklerini. Annesi için üzülüyor sadece. Cemile evde yaşlı kadına yardım ediyordu, şimdi evde yalnız kaldı.

Seyit büyüyüp ressam oluyor ve diploma çalışması olarak Daniyar’la Cemile’nin resmini yapıyor. 

*

Hikayeyi okurken gerildim. Her an  köyün erkekleri iki sevgiliyi durduracak ve onları öldürecek ya da yaralayacak sandım. Sonu ölümle biten bir hikaye olur diye korktum ama olmadı. 

Aldatma hikayeleri hoşuma gitmez ama bu saf sevgiye kıyamadım. Aldatma denebilir mi? Birbirlerini sevdiklerini anladılar ve anladıklarından itibaren de el ele çekip gittiler. Kimseyi kandırdılar mı? Hayır. Cemile bir yandan eşini idare edip bir yandan Daniyar ile mi birlikte oldu? Hayır. O yüzden beni ahlaki açıdan rahatsız etmedi. 

Hikayenin dallanıp budaklanmamasını da sevdim. Olaylar, yılgınlık verecek şekilde uzatılmamış. Cemile ve Daniyar'ın birbirlerine olan sevgisi, kendi karakterleri gibi net ve kararlı. Tereddütlü, ikircikli bir durum yok. Yazar da uzatmamış sağ olsun. 


ÖĞRETMEN DUYŞEN


Kurkuru köyünde "Duyşen’in Okulu" adlı bir tepe var. Köyde doğup büyüyen bir ressam bu tepeye neden bu ismin verildiğini merak ediyor. Bir gün bu merakının karşılığını alıyor. 

*

Aynı köyde yetişmiş öğretim üyesi Altınay Süleymanova, yıllar sonra bir gün aldığı davet üzerine köye geliyor. Köylüler ona sevgi saygı gösteriyor. Duyşen'in postacı olduğunu öğrenen Süleymanova duygulanıyor ve başlıyor Duyşen'i anlatmaya:

Duyşen, öğretmen olarak köye gelmiş. Ama köyde bir okul hatta bir okul kavramı bile yokmuş. Duyşen de pek donanımlı bir öğretmen değilmiş aslında. Sadece okuma yazması varmış, o kadar.

Köylüler çocukları okula göndermek istemiyormuş. Duyşen devletin gücünden, yasalardan bahsedip çocukların okula gelmesini sağlamış. Ahırdan bozma bir okulda ders anlatıyormuş. Çocukları kucağında taşıyıp dereden geçiriyormuş okula götürmek için.

İşte o öğrencilerden biri Altınay Süleymanova. Altınay'ın anne babası ölmüş, ona teyzesi bakıyormuş. Ama teyzesi hep dövüyor, aşağılıyormuş. Başından savmak için de bir adama vermiş evlensin diye. Duyşen engellemeye çalışmış, ama adam Altınay’ı kaçırmış. Tecavüz etmiş. Duyşen pes etmemiş. Jandarmaya haber verip Altınay’ı kurtarmış ve onu şehre göndermiş okuması için. Okumuş Altınay. Yıllar sonra öğretmenini görmek için köye gitmiş ama Duyşen askere gitmiş, bir daha da ondan haber alan olmamış. Köydeki anıları iyi olmadığı için bir daha da köye gitmek istememiş.

İşte yıllar sonra bu davet üzerine köye gidip Duyşen’i postacı olarak görünce duygulanmış. Onun öğrencilerinin çoğu savaşta ölmüş. O yüzden Duyşen’i anlatmak görevini üstlenmiş Altınay.

*

Güzel bir öğretmenmiş. Hayat kurtaran cinsten.

*

Yalnız hikayede yazar bir ara Altınay Hanım hakkında "Artık bir öğretim üyesi yoktu ortada; kolay sevinen, kolay üzülen, aklı bir şeye ermeyen, alıştığımız bir Kırgız kadını vardı.” diyor. Böyle demesi üzdü, aklı bir şeye ermeyen... 


12 Eylül 2017 Salı

GÜN OLUR ASRA BEDEL


GÜN OLUR ASRA BEDEL

Cengiz Aytmatov

1980

Çeviren: Refik Özdek

Ötüken Neşriyat

15. Basım - 2007

419 sayfa



Muh te şem.

*

Yedigey Cangeldi, otuz yılı aşkın süredir Sarı-Özek denen tenha, küçük yerde demir yolu işçiliği yapmaktadır.

Çok sevdiği iş arkadaşı Kazangap ölünce onun cenazesini, kutsal saydıkları Ana-Beyit mezarına götürürler.

O yolu giderken Yedigey geçmişe dalar.

*

Yedigey ve eşi Ukubala, Sarı-Özek’te zor şartlar altında da olsa yaşamlarını sürdürmüşler.

Bir gün köye Abutalip ve Zarife adında karı koca öğretmen bir çift gelmiş.

Buraya gelenler zor şartlara dayanamayıp kısa sürede giderlermiş ama Abutalip ile Zarife kalmışlar.

İki aile çok iyi komşu olmuşlar.

*

Abutalip savaşta esir düşmüş. Esir düştüğü için zaman zaman hor görülmüş. Her ne kadar daha sonra partizanlarla çalışmış olsa da esir düşmüş olmanın getirdiği şüpheler peşini bırakmamış.

Bir gün demir yolunu denetime gelen bir müfettişin dikkatini çekmiş. Hakkında soruşturma açılmış. Çocuklarına hatıra olsun diye bıraktığı defterlerde yazdıklarının suç olduğu iddia edilmiş ve tutuklanmış.

Kendisinden uzun süre haber alınamamış. Nihayet alınan haberde ise öldüğü öğrenilmiş.

Abutalip’in karısı Zarife, Daul ile Ermek adlı iki çocuğuyla kalakalmış.

Yedigey ve Ukubala ona can yoldaşı olmuşlar bu süreçte. Zarife’nin çocuklarını kendi çocuklarından ayırt etmemişler.

Yalnız zamanla Yedigey, Zarife’ye aşık olmuş. Bunu ona itiraf bile etmiş.

Ancak Zarife, Yedigey’in köyde olmadığı bir gün köyü terk etmiş. Orada yaşamaya devam ederse sonu olmayacak bir ilişki olacağını anlamış çünkü.

*

Yedigey Zarife’nin yokluğuna çok üzülmüş ama yapacak bir şey de yok.

(Daha sonra Zarife’nin başkasıyla evlendiği haberini alıyor.)

*

Bu arada aynı topraklarda bir de uzaya füze gönderme heyecanı var.

Rus-Amerikan ortak projesi ile uzaya gönderilen araçtaki kozmonotlar Orman-Göğsü denen bir gezegenden bahsediyorlar ve bu gezegendeki canlılarla iletişim kurdukları mesajını iletiyorlar dünyalı yetkililere.

Dünyalı yetkililer bu haber karşısında şok.

Orman-Göğsü gezegeni dünyadan daha güzel, daha adil, daha refah seviyesi yüksek bir gezegenmiş.

Kozmonotlar dünyalı yetkililerden haber bekliyorlar bu olağanüstü bilgiyi tüm dünyayla paylaşmak için.

Fakat dünyalı yetkililer kozmonotları istenmeyen adam ilan ediyor, dünyayı bir çember içine alacaklarını, asla dünyaya gelmemelerini, dünya dışı varlıkların da dünyaya yaklaşmaları halinde savaş açılacağını söylüyorlar.

*

Uzun bir yolculuğun ardından Ana-Beyit mezarına geliyor cenaze alayı.

Fakat mezarlığın etrafı tellerle çevrilmiş. Uzay üssü tam o noktadaymış. Bu nedenle mezarlığa giremiyorlar.

Uzay üssü yetkilileri kesinlikle izin vermiyorlar geçmelerine.

Onlar da Kazangap’ı, oğlunun tüm itirazlarına rağmen oracığa gömüveriyorlar. Kazangap’ın oğlu Sabitcan, içeride aslan kesilip dışarıdaki insanlara kedicik olan, kendini beğenmiş, sünepe bir adam. Babası okusun diye çok uğraşmış onun için, okumuş ama ailesini ve yetiştiği yeri küçümseyen, fakat kendisi de çok büyümemiş bir adam olmuş.

*

Yedigey, cenaze merasimi bitince kendi topraklarına girememiş olmanın hesabını sormak üzere yeniden uzay üssüne gitmeye karar veriyor. Fakat o esnada oradan korkunç bir alev bulutu geldiği için geri dönmek zorunda kalıyor.

Fakat işin peşini bırakmıyor. Bürokratik yollarla bu işin peşine düşüyor.

*

Kitapta yer yer Kazak efsaneleri de var.

Çocuğu Juan Juan adlı kabile tarafından kaçırılıp mankurtlaştırılan bir annenin (Nayman Ana) oğlunun peşinden gidişi, mankurt olduğu için geçmişini hatırlamayan oğluna “Senin baban Dönenbay’dır” diyerek ona geçmişini hatırlatmaya çalışması mesela.

Ya da Raymalı Aga ile Begimay efsanesi. Raymalı Aga yaşlı bir adam. Hayatını sazla sözle sefahat ile geçirmiş. Genç bir kız olan Begimay’a aşık olmuş. Begimay da ona. Fakat Raymalı’nın ailesi bu aşkın kendilerini küçük düşürdüğünü söyleyerek Raymalı’yı ağaca bağlamışlar, ama fayda etmemiş tabii, daha da küçük düşürücü olmuş.


“Raymalı Aga ve Begimay gibi insanlar hayat yolunda karşılaştıkları zaman, birbirlerine mutluluk kadar üzüntü de veriyorlar. Çünkü birbirlerini çıkışı olmayan, kurtuluşu olmayan bir drama sürüklüyorlardı. Bu dramın kaynağı da başka insanların onlar hakkında hüküm vermesidir, bundan kurtulamamalarıdır.”sf.373

*

Çok iyi, çok başarılı, çok enfes, çok her şey bir kitaptı.

157 dile mi ne çevrilmiş zaten. Mupmuhteşem.






Kitabın sonunda çevirenin notu var, diyor ki, yazarın "Cengiz Han'a Küsen Bulut" adlı romanı da okuyun ki Gün Olur Asra Bedel romanının tamamını okumuş sayılabilin. O romanda Abutalip'in nasıl öldüğü ve Rus gizli servisi KGB'nin çalışma yöntemleri anlatılıyormuş.

Ben de okuyayım bir gün. 


21 Mart 2014 Cuma

EBEDİ GELİN


EBEDİ GELİN

Dağlar Yıkıldığı Zaman

Yazarı: Cengiz Aytmatov

Tercüme: Prof. Dr. Ahmet Pirverdioğlu

Yayınevi: Elips Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı - Kasım 2007
2. Baskı - Kasım 2007

Sayfa Sayısı: 235


Ebedi Gelin, bir Kırgız efsanesi.

Efsaneye göre köyün yakışıklı, güçlü, yiğit delikanlısı ile güzel kızı evlenecekler. Tam düğün günü gelin, delikanlıyı çekemeyen haset insanlar tarafından kaçırılır. Damat gelini bulmak için yollara düşer. Gelin, kendisini kaçıranların elinden kurtulur. Dağlarda damadı arar durur.


Gazeteci Arsen Samançin, opera sanatçısı sevgilisi Aydana Samarova'nın bu efsaneyi anlatan bir arya söylemesini arzu eder hep.

Ama Aydana, eğlence sektörünün kralı Ertaş Kurçal ile birlikte olur ve pop şarkılarla harcar yeteneğini.


Arsen'in bu konuda bir ezikliği vardır içinde. Sevgilisi elinden alınmış, terkedilmiş.

Onun gibi biri daha var kitapta.

Bir pars.

Adı Jaabars.

Jaabars da artık yaşlanmış, sürüden dışlanmış, dişisi sürünün daha güçlü erkeği tarafından alınmış ve yalnız kalmış bir pars.

Bu ikilinin yolları kesişecek kitapta.

Bir grup Arap zengin, pars avlamak için tura çıkacak. Arsen de onlara rehberlik edecek.

Arsen'in arkadaşlarının fena bir planı var. Gelen bu zenginleri kaçırıp fidye istemek. Bunun için Arsen'in yardımına ihtiyaçları var, çünkü aralarında turistlerle anlaşabilecek, dil bilen tek kişi o.

Arsen tabi bunu kabul etmiyor ama arkadaşları kararlı.

Arsen de kararlı. 

Bu planı bozuyor ve karşılığını da hayatıyla ödüyor.

Jaabars'ın da sonu Arsen'le aynı mağarada ölmek oluyor.





Ebedi Gelin, Cengiz Aytmatov'un son romanı. 

İçinde hem dişisi elinden alınarak sürüden kovulmuş bir kar parsının hikayesi var. Ki bu pars ile Arsen Samançin'in ortak yönleri var ve kader onları biraraya getirecek.

İkinci olarak bir halk efsanesi var, Ebedi Gelin.

Üçüncü olarak, kitabın sonunda Arsen Samançin'in yazdığı savaş karşıtı bir hikaye var.



10 Mart 2013 Pazar

BEYAZ GEMİ





BEYAZ GEMİ

Yazarı: Cengiz Aytmatov

Çeviren: Refik Özdek

Yayınevi: Ötüken Yayınları

Basım Yılı: 13. Basım -2005

Sayfa Sayısı: 169



7 yaşında anasız babasız bir yavrucak.

Aslında tam olarak anasız babasız sayılmaz. Terkedip gitmişler. 

Annesi şimdi şehirde zor şartlar altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Üstelik kurduğu yeni ailesiyle.

Babası da gemide çalışıyor. Onun da yeni bir ailesi var.

Çocuk da dürbünle seyrettiği uzaklarda babasının gemisinin yolunu gözlüyor. Gördüğü beyaz gemide babasının olduğunu düşünüyor. Bir balık olup, yüze yüze babasının yanına gitmeyi hayal ediyor. 

Bu noktada aklıma "Leyla ile Mecnun" dizisi geldi. Sahilde durup gemilere el sallayan İsmail Abi de o gemilerin birinden babasının geleceğini düşünür. "O gemi bir gün mutlaka gelecek" diye umar.

Bu çocukcağızı seven bir tek dedeciği var. Ama bu ihtiyarın da hayatı çok zor.

Oğlu savaşta ölmüş.

Kızlarından biri, işte bu çocukcağızı bırakıp gitmiş.

Diğer kızı evlenip hemen yanındaki evde yaşıyor ama evlendiği adam öküzün teki. Çocukları olmuyor diye sinirlenip karısını dövüyor, sarhoş olup karısını dövüyor, canı sıkılıyor karısını dövüyor.

İhtiyarcık, gözlerinin önünde kızının dövülmesine engel olamıyor. Engel olamadığı için de kahroluyor.

Zaten adamcağızı takan da yok. Yaşlıya saygı kalmamış azizim. Damat bu durumu "kendini saydırmayı bileceksin, gerekirse kötü davranacaksın" diye açıklıyor ama sen insan mısın hayvanoğlu hayvan?

Köyde yaşıtı kimse olmayan torununu eğlendirmek, onunla sohbet etmek dedeye kalıyor. Ona Maral Ana'yı anlatıyor. Maral Ana, efsaneye/inanışa göre insanlara yol gösteren, onları zor durumdan kurtaran, saygı duyulmayı hak eden bir varlık. Bizdeki bozkurt efsanesini andırıyor. 

Dede, bu efsaneye fazlaca inanmış. Hatta tapmış. Maral Ana adına kurban kesmeler, ona dua etmeler.

Çocuk da bu efsaneye inanmış.

Bir gün köyde gerçekten Maral Ana'yı görüyorlar. Bu arada maral ne diye bilmeyen olursa, google görseller hizmetinizde:


Boynuzları çok kıymetli olan bu hayvan eskiden çok bolmuş ama zamanla azalmış. Boynuzunu ölen büyüklerin mezarlarına koyarlarmış, bu onlara duyulan saygıyı gösterirmiş.

Maralı gören öküz damat ve diğer işçiler onu avlıyorlar. Üstelik bunu zorla dedeye yaptırıyorlar. Dede ondan sonra nasıl yaşasın? Bu saygısız hırbolar, kestikleri maralın etiyle de bir güzel ziyafet çekiyorlar.

Maralın kesik başını gören çocuk da kahrından ölüyor. Mecazen değil, gerçekten. Zaten mutsuz bir çocuktu. Kafasında deli sorular:

"İnsanlar niçin böyle yaşıyorlardı? Niçin bazıları iyi bazıları kötüydü? Niye bazıları mutlu, bazıları mutsuz? Niye bazılarından herkes korkar da bazılarından kimse korkmaz? Niye bazılarının çocukları var, bazılarının yok?"

Dedeciğinin alaya alınmasına, horlanmasına, halasının (aslında teyzesi olmalı ama nedense hala diye geçiyor kitapta) sürekli dövülmesine katlanmak onun küçük yüreği için çok zordu, bir de tam o gün soğuk algınlığı nedeniyle ateşler içinde kıvranıyordu. Bu kafayla gitti attı kendini sulara, balık oldu, babasına kavuştu belki de.


Kitabın böyle hüzünlü bitmesi eleştirilmiş olmalı ki yazar kitabın sonuna "Beyaz Gemi Üzerine Gerekli Açıklamalar" eklemiş. Eleştirmenler, yazarın bu şekilde bir son hazırlamasını beğenmemişler. Bunu "kötülüğün kazanması" olarak yorumlamışlar. 

Yazar da ağızlarının payını vermiş:

"Hikayede olay ne olursa olsun, zaferi kim kazanırsa kazansın, yenilen kim olursa olsun, gerçek zafer estetik ve fikirsel sonuçtadır. Hikaye okuru etkilemiş, onun adalet duygularını ayağa kaldırmışsa hikayede iyi, kötüye yenilse bile sonuç olumludur."

Düşünüyorum da en iyi son bu olmuş. Bir okurunun yazara söylediği gibi, damadı tutuklatsa, dedeye emekli maaşı bağlatıp bir huzurevine gönderse, çocuğu şehirde bir yatılı okula yerleştirse daha mı iyi olurdu? 

Bir kere zaten kitabın masalsı da bir havası var. Gerçekliği kadar o masalsı havası da yoğun. Ve yukarıdaki ihtimaller gibi bir son bu havayı bozardı. 

Yazarın dediği gibi "Bir başka yazar belki başka türlü yazardı." Cemgiz Aytmatov böyle yazmış, çok da güzel iyi yazmış.