Anton Çehov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anton Çehov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2023 Cuma

ÇUKURDA

 

ÇUKURDA

Anton Çehov

1900

Rusça aslından çeviren: Mustafa Kemal Yılmaz

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Şubat 2022

51 sayfa

Zenginlik ve fakirlik uçurumunu anlatıyor hikaye.

Hikayedeki zengin aile, zengin ama bir sorun nasıl zengin olmuşlar? Hile hurda ile. Sahte para basarak, sattıkları ürünün kalitesinden kısarak, tartıda hile yaparak…

Bu zenginliğin kurucusu baba Grigori Petrov Tsıbukin. Kendisi “meşanin”

Meşanin: Geçimini dükkancılıkla sağlayan, statü bakımından işçiler ve zanaatkarların üstünde, tüccarların altındaki kişiler.

Kendisi dul, sonra tekrar evleniyor. Karısı Varvara Nikolayevna.

İki oğlu var adamın:

Büyük oğlu Anisim. Polis teşkilatı soruşturma biriminde görevli. Hafiye.

Küçük oğlu Stepan. Ticaretle uğraşıyor. Sağır. Karısı Aksinya, güzel, becerikli, işleri genelde Aksinya yürütüyor.

*

Anisim’i evlendirmek istiyorlar. Güzel ve fakir Lipa’yı buluyorlar. Evlendiriyorlar ikisini. Lipa azıcık saf bir kız. Fakirliği o kadar içselleştirmiş ki artık zenginliğin içinde yaşamasına rağmen yine de evin temizliği ile, yemekle uğraşıyor, hizmetçilerle yiyip içiyor…

*

Dükkanda hileli mallar sattıkları için Varvara üzülüyor. Anasim’e söylüyor böyle yapmasak olmaz mı diye. O da babası da “Herkes nasibini yaşar.”  deyip geçiştiriyor. Sonra da nasibini yaşıyor ve Anisim sahte para basmaktan hapse giriyor.

Lipa, kocasının hapse atılmasından üzgün gözükmüyor. Çünkü kızcağızın genel olarak bir duygusu gözükmüyor.

Oğlu dünyaya geliyor Lipa’nın. Onu da fakirce hislerle oğlum büyüyecek, mujik olacak, beraber gündeliğe gideceğiz diyerek seviyor.

Lipa azıcık alık bir kız. Kendi halinde. Bir işe karışmıyor, çünkü öyle bir aklı ve kabiliyeti yok. Eltisi Aksinya ise hamarat, ailesi için çalışıyor, ticarete yardım ediyor.

Anasim kürek cezasına çarptırılınca ihtiyar dede ve karısı, torunları olan Anasim’in çocuğunu korumak adına ona arsa vasiyet ediyor. Bunu duyan Aksinya küplere biniyor. Çalışan ben ama toprak verilen kürek mahkumunun oğlu, ben bu evde köleyim o hanımefendi… diye karşı çıkıyor. O hınçla Lipa’nın oğluna sıcak su döküyor. Ölüyor çocuk. Lipa’yı suçluyorlar dikkat etmedin çocuğa diye.

Lipa annesinin yanına fakir hayatına geri dönüyor.

Aksinya işleri kontrolü altına alıyor. İhtiyar adam unutulup gidiyor, kendisine yemek bile verilmediği günler oluyor.

Kitabın sonunda ihtiyar, Lipa ve annesini görüp onların verdiği bir parça ekmeği yiyor.

*

“Şimdi diyorlar ki dünyanın sonu geldi, çünkü ahali gevşedi, ana babaları sayan kalmadı vesaire.” Sf.20 diye yakınma var kitapta.

Hep aynı şey.

Roman okumanın bir faydası denebilir buna. Yüzyıllardır insanların aynı dertlerden muzdarip olduğunu, aynı yakınmaları tekrarlayıp durduğumuzu gösteriyor.

*

Kitap arkasından:

“Çukurda, karamsar bakış açısı ve dolaysız mesajıyla zamanında hararetli tartışmalara konu olsa da, aralarında Lev Tolstoy ve Maksim Gorki’nin de bulunduğu birçok edebiyatçının hayranlığını kazanmış, Rus edebiyatının bir mücevheri olarak kabul görmüştü.”

*

10 Nisan 2014 Perşembe

ÜÇ KIZ KARDEŞ




ÜÇ KIZ KARDEŞ

Yazarı: Anton Çehov

Türkçesi: Samed Karagöz

Yayınevi: Şule Yayınları

Basım Yılı: 2004

Sayfa Sayısı: 108




Olga
Maşa
İrina

Üç kızkardeş bunlar.

Bir de ağabey var. Andrey.

Bu kardeşler, babaları ölünce, devir de değişince, değişen yaşam koşullarına uyum sağlamaya çalışıyorlar.

Kızların başında bir yenge var, ıyyy, evlerden ırak, sevimsiz. Tam bugünün anne profili. Çocuğum da çocuğum. Ay çocuğum anne dedi ne de akıllı, ay çocuğum burnumu sıktı, büyüyünce doktor olacak. Üfff

Çeho’un “Aksırık”, “Kutlama”, “Bir Evlenme Teklifi”, “Ayı” gibi komikli oyunlarından sonra bu epey acılı ve depresif geliyor bünyeye.


Andrey: “Moskova’da restoranlardan birinin devasa salonunda duruyorsun, kimseyi tanımıyorsun. Seni de kimse tanımıyor, o an kendini yabancı hissetmiyorsun. Burada sen herkesi tanırsın, herkes de seni tanır. Ama yine yabancısın… Yabancı…Yabancı…Ve yapayalnızsın…"

Oyunun yazıldığı yıl 1900.
Beyler, geleceği düşünüyor.

Verşinin: “Bizden iki yüz, üç yüz yıl sonraki hayatı gözlerimizin önünde canlandıralım.”

Tuzenbah: “Pekala. Bizden sonra balonlarda uçacaklar, ceketlerin modası değişecek… Belki de altıncı hissi bulup geliştirecekler. Ama hayat o eziyetli; o esrar dolu, mutlu hayat, yine eskisi gibi kalacak. İnsan bin yıl sonra da yine hep öyle içini çekerek: ‘Ah yaşamak ne zor’ deyip duracak, bununla birlikte yine, tıpkı şimdiki gibi ölümden korkacak, onu istemeyecek.


Ben iki yüz, üç yüz yıl sonraki hayatı gözümün önünde canlandırayım. Hımm, artık uçan arabalar çıkmış olsun bir zahmet ama yani.

 ***



Verşinin: “Ben de sizin okuduğunuz okulda okudum. Harp akademisine girmedim. Çok okuyorum. Ama kitap seçmesini bilmiyorum. Belki de bana hiç gereği olmayan şeyler okuyorum. Yaşadıkça daha çok öğrenmek istiyorum. Saçlarım ağarıyor, artık, hemen hemen ihtiyar sayılırım. Ama bildiklerim çok az ah, hem de ne kadar az! Ama bana öyle geliyor ki, yine de en önemli, en gerekli şeyi biliyorum; hem de iyice biliyorum. Mutluluğun olmadığını, olmaması gerektiğini, bizim için mutluluk olmayacağını size ispat etmeyi ne kadar isterdim. Biz sadece çalışmak zorundayız. Çalışmak. Mutluluk torunlarımızın, bizden çok sonra geleceklerin talihidir.”



 ***


Andrey: “Neden, neden daha yaşam yolunun başlangıcında can sıkıcı, renksiz, silik, tembel, duymaz, yararsız mutlu kişiler olup çıkıyoruz. İki yüz yıllık tarihi var şu şehrin. İçinde iki yüz bin kişi yaşıyor. Ama ne geçmişte ne de şimdi bir tek kişi yok ki diğerlerine benzemesin. Kendini öyle yüce bir amaca adamış tek kişi bile yok. İnsanda kıskançlık duygusu ya da öykünmek için tutku uyandıracak ufacık yetenekli bir sanatçı, bir tek bilim adamı yok. Sadece arabalara kurulup gezer, yer, içer, uyur. Sonra da ölürler… Sonra başkaları doğar bunlar da yer, içer, uyur ve can sıkıntısından aptallaşmamak için, iğrenç dedikodularla, votkayla, kumarla, hileli davalarla hayatlarında değişiklik yaparlar… Karılar kocalarını aldatır, kocalar da yalan söylerler, hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyormuş gibi davranırlar. Çocuklar karşı konulması zor, adi bir etki altında ezilirler, onlardaki Tanrısal kıvılcım söner… Ve bu çocuklar da, tıpkı ana-babaları gibi birbirine benzeyen, acınacak bir kadavra haline gelirler.


Demeyin öyle ya,
Çehov, sen güldürürken düşündür hocam, böyle çok sert oluyorsun.

Bir de kitapla alakasız bir şey diyeceğim, üç kız kardeş deyince geldi aklıma. Biz de üç kız kardeşiz. Bana"Kaç kardeşin var?" diye sorduklarında "İki" diyorum. "Kız mı, erkek mi?" diye soruyorlar akabinde. "Kız" diyorum. "Üç kız haa..." deyip ardından da takma kafana, boşver anlamında bir tonla "Olsun" diye eklemiyorlar mı?
 Ne olsun? Bu aslında çok vahim bir durummuş da ne yapalım, kader böyleymiş gibi. O "olsun"ları rulo yapıp var ya...