27 Ağustos 2024 Salı

ÜÇ BAŞLI EJDERHA

 


ÜÇ BAŞLI EJDERHA

Leyla Erbil

 

Dokunaklı bir hikaye. 27 Aralık 1978 Maraş Katliamında tüm ailesi öldürülmüş bir kadının hikayesi. Kadının gözünden okuyoruz. Anlam veremiyor olanlara. Üzülüyor. Öfkeleniyor. Oğlunun intikamını almak istiyor. Ama kimden ve nasıl alacak bilemiyor. Daha da üzülüyor, daha da öfkeleniyor.

“Katilleri o kadar çok ki adalet isteyenlerin”

Kitapta bu haleti ruhiye çok naif anlatılmış.

Kitabın sonunda ailesinden altı kişi öldürülen tanık Leyla Ünver’in ifadesi de yer alıyor. Yazarın naif ele anlattığı olayın buz gibi gerçeğini, insanların nasıl öldürüldüğünü, o fiziksel dehşeti bu ifadede okuyoruz.

Bu açıdan bana Pınar Kür’ün “Asılacak Kadın” kitabını anımsattı. Orada da gerçek bir olayın edebiyatçı perspektifiyle kaleme alınıp daha çok kişiye ulaşması söz konusu. Bu tarz anlatıları kıymetli buluyorum.

*

Kitaba adını veren üç başlı ejderha İstanbul’daki Yunan sütunu. Kitapta yer yer Bizans’a ve bu heykelin İstanbul için anlamına göndermeler yapılıyor. İstanbul’u yılanlardan, çıyanlardan, cümle kaza beladan koruma amacıyla yapıldığı söylenegelen heykelin zamanla parçalanması ve yok olmasını metafor olarak kullanmış sanırım yazar.


*
Bir Kötülük Denemesi

Kitapta bir hikaye daha var. “Bir Kötülük Denemesi”

Hasta bir şair, ölüm döşeğinde. Bugüne kadar herkes onu pohpohlamış. O da kibirlendikçe kibirlenmiş. Nihayet biri yüzüne gerçekleri söylüyor, kral çıplak diyor. Aslında o kadar iyi eserleri olmadığını, zannettiği kadar sevilmediğini vb. anlatıyor. Ama neticede artık güçten düşmüş birine bunları söylemek ne kadar anlamlı? Ya da o vaziyette birine bunları söylemek ne kadar cesurca?

24 Ağustos 2024 Cumartesi

GOETHE'NİN İNFAZI

 


GOETHE’NİN İNFAZI

(Goethes Hinrichtung)

Victor Glass

2009

Almanca aslından çeviren: Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım – Ekim 2023

205 sayfa

 

Kahredici bir roman. Kimseye tavsiye etmiyorum. Ha diyorsanız ki ben hayatta çok mutluyum, hiç derdim tasam yok, sıkıldım bu neşeden, o zaman alın buyurun okuyun. Okuyun okuyabilirsiniz. Erkek okurlar hızlı hızlı okuyabilirler, onları etkilemez. Ama kadın okurlar… Yutkuna yutkuna… zorlana zorlana okur. Çünkü 1700’ler Avrupasında kadın olmak. Tecavüz tecavüz tecavüz cinayet cinayet cinayet işkence işkence işkence.

*

Johanna, hizmetçi. Köle daha doğrusu. 15 yaşında geldiği evde şimdi 21 yaşında. Değirmenci olan efendisi tarafından istismara uğruyor tabii ki. Değirmenci, Johanna’ya yine tecavüz edecekken değirmencinin karısı görüyor. Kadın, Johanna’yı umumhaneye götürmekle tehdit edip en pis işleri ona yaptırıyor. Kümesleri ve ahırları temizlemek, kedi öldürmek… gibi işler.

Johanne gebe kalıyor.  Doğum yaptığı gece Johanne bebeğin göbek bağını kesmek isterken yanlışlıkla bıçağı bebeğin boynuna düşürüyor. Bebek ölüyor.

Evlilik dışı ilişki yaşamak ve dünyaya getirdiği gayrimeşru çocuğu öldürmekle suçlanıp yargılanıyor. Tabii ki bu yargılama adil olmuyor. Johanne tutuklu kaldığı süre boyunca cezaevi görevlileri tarafından da tecavüze uğruyor. İnsanlıktan çıkıyor artık. Kafası yerinde değil.

Neticede idam ediliyor.

Değirmencinin karısına hapis, değirmenciye de hapis cezası, vergi cezası ve pipisinin kesilmesi cezası veriliyor. İyi, hiç yoktan iyidir. Biraz yüreğimiz soğuyor.

*

Kahredici bir hayat kadınlar için.

Lanet olası erkek düzeni. Güçlerine sıçtığımın erkekleri asla anlamıyorlar olanları. Zavallı besleme kızların durumunu bilmiyorlar. Tecavüze uğramak bu kızcağızların suçu oluyor. Mankafa herifler.

Beri yandan Dük Karl August. Otuzdan fazla gayrimeşru çocuğu var. Diyorlar ki dört ormancı oğlundan biri bir Düklük piçi. Ama ona bir şey diyen yok. Kadınlarsa başlarının çaresine bakmak zorunda.

*

İşin Goethe kısmı şu. Goethe bu dükün danışmanıymış. GençWerther’in Acıları ve Faust’u çok seven dük, bu eserlerin yazarı olan Goethe’yi kendisine danışman atamış. Zavallı Johanne’nin idam kararını dük, Goethe’ye de soruyor. Goethe orta yolcu bir cevap veriyor ama idamdan yana gözüküyor. Kızcağız idam edilince dünyanın her yerinden Goethe’ye eleştiriler yağıyor.

*

Çok kötüydü. Kitaba dokunamıyorum, bakamıyorum bile. Yakacağım galiba ben bunu.

11 Ağustos 2024 Pazar

İRADE TERBİYESİ

 

İRADE TERBİYESİ

(L’Education de la Volonte)

Jules Payot

1909

Çeviren: Ludmila Denisenko

Kırmızı Kedi Yayınevi

5.Basım – Eylül 2022

292 sayfa


Zamanında kişisel gelişim kavramı ve bilinci yokken gençlere yol göstermek amacındaki eğitimci yazar 1909 yılında bu kitabı kaleme almış. Devrine göre önemli bir yenilik. Okuyuculardan da çok ilgi görmüş. Ancak  Vatikan’da kara listeye alınmış kitap. Çünkü yazar Fransa’daki laik eğitimin önemli isimlerinden biriymiş. Kitabı da dini değerlere aykırı bulunmuş. Bence abartmışlar.

*

“Neredeyse tüm başarısızlıklarımızın, hemen her talihsizliğimizin nedeni tektir: irademizin zayıflığı; çabadan, özellikle de sürekli çaba göstermekten duyduğumuz yılgı.” Sf.23 diyerek başlıyor yazar.

*

Amerikan yerlilerine laf ediyor bir yerde:
“Kendilerine büyük bir refah getirecek düzenli bir iş yapmak yerine öylece ortadan kaldırılmayı yeğleyen Amerikan yerlilerinin, gözlerimizin önünde yok olduklarını görmüyor muyuz?” sf.24

Adamların bir başlarına gönüllerince yaşadıkları toprakları işgal edip sonra da düzenli işleri yoktu diye eleştirmek mi?

*

Memuriyeti küçümsüyor yazar. Düşünmeden, bir çaba göstermeden yapılan bir iş diye. Ben öyle düşünmüyorum. İşin kendisi öyle olsa bile, memuriyette kazandığın parayla memuriyet için harcadığın zamandan arta kalan zamanı gayet güzel değerlendirmek mümkün.

Sadece memuriyet değil. Tüm mesleklerin zamanla insanı körelttiğini, “zihinsel melekeleri devreye sokma fırsatları”nın yıldan yıla azaldığını söylüyor. Bunun sebebi bence kişinin kendinden kaynaklanan bir tembellik değil, emeklerinin karşılığını alamadığını görmenin getirdiği bir yılgınlık.

*

Öğrencileri cansız olmakla, ruhsuzlukla suçluyor. Gençlere kıyamam.

Tembel öğrencileri yeriyor tabii ki, onların sınavların yaklaşmasıyla canını dişine takıp çalışabileceklerini söylüyor, ama asıl zor olan aylar hatta yıllar boyu düzenli süren çabalar, diyor.

Öğrencilerin zihinsel çaba göstermediklerinden, hafızalarına aşırı yüklediklerinden yakınıyor. Pardon da öğrenciler kişisel çaba gösterseler bu takdir edilecek mi ki? Öğrencileri değerlendiren öğretmenler, öğrencilerin özgün cevaplarını geçer not sayacak mı?

*

Sonunda gerçek soruna, eğitim sistemine veryansın ediyor. Matematik, fizik, kimya, tarih, edebiyat, yabancı dil, psikoloji… “Her şeyi yüzeysel olarak görme” diyor tüm bu derslerin öğrencilere dayatılmasına ve bunun bir hastalık olduğunu söylüyor.

Bir parça katılıyorum. Katılmadığım parça şu. Öğrencilere tüm bu alanlar eser miktarda gösterilip daha sonra kendi zevkini bulmasına müsaade edilmeli. Hayatında hiç piyano çalmamış biri piyanoya yeteneği olup olmadığını bilebilir mi? Ya da hiç piyano dinlememiş biri bu enstrümana ilgisi olup olmadığını bilebilir mi? O yüzden çocuklara seçenekler sunmak adına bu çeşitliliği ben önemli buluyorum.

*

“Artık okumaya vaktimiz yok.” diyor. Sene 1893. 1893’de okumaya vakit olmamasından yakınmak da ne bileyim!

*

Yakın yakın yakın, eleştir eleştir eleştir. Gelelim tavsiyelerine:

-Aklına önemli bir fikir geldiğinde aklından öylece geçip gitmesin. O fikirle ilgili düşünmeye ve deneyim kazanmaya gayret et.

”Goethe, zihninde Faust fikriyle, otuz yıl boyunca gezdi durdu.”

“Newton, buluşu olan evrensel çekim yasasını onu hiç aklından çıkarmadığı için kanıtladı.” Sf.39

-İşsiz güçsüz kimselerin yaşamını kıskanıp ondan bahsetmekten de kaçınmalıyız. Sf.121

-Bizi üşengeçliğe iten arkadaşlardan ve zevklerden tiksinmeliyiz. Sf.121

-Kişisel gelişim kitapları okumalıyız. (Yalnız tabii kişisel gelişim kavramı yok daha o dönem. “Çalışıp çabalamanın yararlarını ya da sevincini, aylak bir yaşamın çirkinliklerini ortaya koyan tüm kitaplar" diyor. Sf.122

- İmajinasyon yapmalıyız. (somut görmek, diyor buna yazar. Sözcüklerle düşlemektense zihninde imgelerle yaratmak “Örneğin ailem mutlu olacak, demeyin! Babanızı gözünüzün önüne getirin, her bir başarınızda gösterdiği sevinci hayalinizde canlandırın, annenizin duyacağı gururu hayal edin.” Sf.119 )

*

Tabii ki kadınları aşağılamak, dönemin olmazsa olmazı.

Kadınlara kukla diyor yazar.
“İşçiler, yoksullar, kadınlar, çocuklar, sosyeteden kimseler pek düşünmezler. Onlar kukladır, biraz karmaşık ve kesinlikle bilinçli kuklalardır ve tüm hareketleri, kaynaklarını istemsiz arzular ve yabancı telkinler bölgesinden alır.” Sf.45

Kızların eğitim almalarını da önemli bulmuyor.
 “Zengin kızların hiç değilse bir eğitim üstünlüğü olduğu söylenir. Ne yazık ki bu noktada da büyük yanılgılarımız var. Onlar asla sağlam bir kültür edinemezler. Belleklerine pek çok şeyi yerleştirebilirler, ancak onlardan yaratıcı bir çaba beklenemez. Bir kişiliği, o da çok zorlukla ancak elde edebilirler.” Sf.217

Dedi ve beni kaybetti.

*

Kitabı gençlere yazmış dedik ama bu gençler tabii ki erkekler. Hayat onların etrafında dönmeli çünkü. Her şey onlar için.

*

Genç yaşta evlenmenin daha iyi olacağını anlatıyor. Yoksa erkekler “işi bedenini pazarlamak olan kadınları” sık sık ziyaret ederler:

“Bunları yapan gençler, yaşlı bir görünüm alır; sırtları kamburlaşır, inkar edilemez kas güçsüzlüğüne uğrarlar.” Sf.219

Evet ve çükleri düşer.

*

Dönemi için faydalı, bugün için ise yeni bir şey söylemeyen ama nostaljik bir eser diye düşünüyorum.


İŞİM GÜCÜM BUDUR BENİM İş İnsanının Yeni Sorumlulukları

 

İŞİM GÜCÜM BUDUR BENİM

İş İnsanının Yeni Sorumlulukları

Bülent Eczacıbaşı

2022

Yapı Kredi Yayınları

2.Baskı – Şubat 2023

222 sayfa

 

Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı iş insanı Bülent Eczacıbaşı, iş insanı kimdir, nedir, ne iş yapar, kendisinden ne beklenir… gibi sorulara yönelik düşüncelerini yazmış.

*

İnsanların iş insanından beklentilerinin büyüklüğünden yakınıyor önce. Sanki iş insanları politikaya girmek, her konuyu bilmek zorundalarmış gibi bir izlenim olduğundan bahsediyor.

*

“İş insanının en önemli sorumluluğu başında bulunduğu kurumları iyi yönetmektir.” diyen Eczacıbaşı başarısızlığın sadece kötü yönetimden kaynaklandığını düşünüyor. Dünyadaki şirketlerin çoğu aile şirketi ve bunlarda yönetim sorunu çok önemli. Burada liderleri kendi içinden yetiştirmenin öneminden bahsediyor.

*

Tabii ki babasından bahsetmeden geçmiyor.

Babası Nejat Eczacıbaşı. Robert Kolej’de eğitim, ardından Almanya’da biyokimya doktorası ve Türkiye’ye dönüş.

İzmir’de babasının yanında eczanede çalışma imkanı var. Ama Neejat Eczacıbaşı daha büyük düşünüyor.  Henüz kurumlaşma yok Türkiye’de ve aile varlıkları kuşaktan kuşağa geçemiyor, aile içinde dağılıp küçük parçalara bölünüyor. Altı erkek kardeşin en büyüğü Nejat, babasının işini devralmak yerine kendi işini kuruyor. Apartman dairesinde balık yağı ve çocuk maması imalatı daha sonra ilaç üretim laboratuvarı, 1952’de de ilk modern Türk ilaç üretim tesisi Eczacıbaşı İlaç Fabrikası. Bir de seramik kahve fincanı üretimi ile Eczacıbaşı Seramik Fabrikası.

Nejat Eczacıbaşı’nın babası Süleyman Ferit Bey, İzmir’in ilk Müslüman-Türk eczacısı. İzmir Memleket Hastanesindeki eczacılık görevinde gösterdiği başarı nedeniyle kendisine Eczacıbaşı unvanı verilmiş, 1934’de soyadı kanunu çıkınca da bu soyadını almışlar.

İş insanını “ekonomide değer yaratmak sorumluluğu taşıyan kişi” diye tanımlayan Nejat Eczacıbaşı’nın oğulları Bülent ve Faruk.

Bülent baba mesleğini sürdürmek istiyor. Abd’de Kimya mühendisliği okuyup Türkiye’ye geliyor.

*

Bülent Eczacıbaşı, iş hayatına atıldığı ilk yıllarda sosyal sorumluluk kavramının henüz olmadığını, memleket meselesi ile işin iç içe olduğunu anlatıyor. Sosyal sorumluluk şimdiki gibi ayrı bir durum, ayrı bir uzmanlık olarak görülmezmiş.

*

1980’lerle beraber müşteri odaklı bir iş yaşamı ortaya çıkmış ve iş insanlarının üzerinde durduğu şu iki soru gündeme gelmiş:
-Müşterilerin bizim ürünlerimizi seçmeleri için neden var mı?
-Yetenekli genç insanların bizim kuruluşumuzda çalışmayı tercih etmeleri için neden var mı?

*

1990’lı yıllar. Turgut Özal dönemi. İş dünyasının kurucu kuşağı yerini ikinci kuşağa bırakıyor. Bu kuşak önce demokrasi ve hukukun üstünlüğü diyor. Cem Boyner liderliğinde Yeni Demokrasi Hareketi ile siyasete atılıyor. 1995 genel seçimlerinde beklediği sonucu alamayıp çekiliyor.

*
Genel bir dünya ve Türkiye yakın ekonomik tarihini anlatıyor kısaca: ABD’de 11 Eylül 2001 saldırısı, Suriye’deki savaş ve göç dalgası, Türkiye’de ekonomik krizin Kemal Derviş ile son bulması, 2002’de Akp’nin iktidara gelişi ve o dönemki ekonomik canlanma, 2007’ye kadar işler az da olsa iyiye giderken 2007’den sonra Türkiye-Ab ilişkilerinin soğuması ile geriye gidiş, AKP politikaları, Ergenekon ve Balyoz davaları ile hukuki soru işaretleri, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, göçmen sorunu…

Ve bu nedenlerle

“Türkiye imajının karmakarışık bir Ortadoğu görüntüsü içinde kaybolması” Sf.80

*

İklim değişikliğine de dikkat çekiyor. Ülkeleri sular altında kalan milyonlarca iklim göçmeni/çevre göçmeni olacağından, buna ilişkin politikalar üretilmesi gerekliliğinden, 22.yüzyıla hazırlanmaktan, zira bunun çok da uzak olmadığından… vb.

*

Kültür sanata ilişkin görüşlerini ve buna dair yatırımlarını da (İstanbul Modern, İKSV) anlatarak kitabına son veriyor.


İŞİN ASLI JUDİT VE SONRASI

 


İŞİN ASLI JUDİT VE SONRASI

Sandor Marai

Boşanmış bir kadının eski kocasına ağıdı gibi başladı roman.

Kadın fakir, kocası zengin. Kadın bunun ezikliği hissetmiş yer yer.

Bir çocukları olmuş, ama daha bebekken ölmüş hastalıktan.

Kadın bir şekilde hissetmiş kocasıyla birlikte yaşayamayacaklarını.

“Birini sevip onunla yaşayamayacağını bilmek, en büyük acılardan biri.” diyor. Sf.19
Abart!

Kadın bir gün kocasına açık açık soruyor, yolunda gitmeyenin ne olduğunu öğrenmek istiyor. Adam “Sen benden, insanlık onurumdan vazgeçmemi bekliyorsun. Bunu yapamam. Ölürüm daha iyi.” Sf.20 diyor. Sen de abart!

Kadın ne istemiş? Alt tarafı aile olalım istemiş, aile gibi yaşayalım istemiş.

Kadının kayınvalidesi de benim evliliğim daha kötüydü, ben kocamı sevmiyordum, diye sözde teselli ediyor gelinini.

Kadın bir gün kocasının cüzdanında mor bir kurdele buluyor. Kocasının yazar bir arkadaşı var, Lazar, Lazar’ın ağzını yokluyor kadın. Lazar onu kayınvalidenin evine yönlendiriyor. Kadın, bugüne kadar önemsemiyor ama o gün evdeki yılların hizmeçisi Judit’i başka türlü görüyor. Judit’in boynunda mor bir madalyon. Kadın çekip alıyor madolyonu, bakıyor içine, kocası ile Judit’in fotoğrafı.

Judit anlatıyor. Genç yaşta bu eve gelmiş. Judit 15, adam 30 yaşındaymış. Adam Judit’e evlenme teklif etmiş, kız kabul etmemiş. Konu kapanmış. Adam evlenmiş, çocuk yapmış, çocuk ölmüş. Evlendiğinden beri hiç konuşmamışlar ama adamın cüzdanda mor kurdele, kadının boynunda adamın fotoğrafı.

Judit bunları anlattıktan sonra yurt dışına gidiyor, iki sene boyunca gelmiyor.

O arada karı-koca boşanıyor.

Judit dönüyor. Adamla evleniyor.


*
İkinci bölüm.

Hikayeyi bir de adamın gözünden okuyoruz. Tırt bir göz.

Adam Judit ile evlendikten bir süre sonra pişman olmaya başlıyor. Çünkü Judith çok gereksiz harcamalar yapıyor. Adam öğreniyor ki meğer Judit harcama yapmaktan ziyade adamdan aldığı paraları kendisi için ayrıca biriktiriyormuş, saklıyormuş. Bunu öğrenmek adamı daha çok üzüyor. O parayı çarçur edip harcasa o kadar üzülmeyecekmiş ama kendisine ayırması adamı incitiyor.


*
Üçüncü Bölüm.

Burada artık Judit’i kendi dilinden dinliyoruz. Hah, anlat bakalım sen neymişsin böyle!

Judit burada aslında bize değil, yeni sevgilisine anlatıyor eski kocasını. Burada anlıyoruz ki adam, artık eskisi gibi zengin değil. Fakirleşmiş. Savaş çıkmış, evi bombalanmış, fabrikası ve serveti elinden alınmış.

Judit çocukluğundan da bahsediyor. Ne kadar fakir olduğundan. Şu kadar bir fakirlik, kışın ailesiyle toprağın altını kazıp açtıkları çukurda yaşarlarmış farelerle birlikte. Böylesi bir fakirlikten zenginliğe ulaşmış. Ama sonradan görme olmamış. Yurt dışında (İngiltere) hanımefendilik öğrenmiş. Giyimi kuşamı tavrı üzerinde sakil durmamış. Ama içten içe zengin-fakir kıyaslamasını hep yapmış. Zenginliğe dair tespitleri güzel. Zenginlikten ziyade varsıllık. Zenginliğin salt bir para çokluğu değil bir karakter olduğunu gözlemlemiş. Ülkede savaş çıkıyor, herkes sığınaklarda zor koşullarda yaşıyor ama zenginler yine de bir şekilde hayat tarzlarını oraya uyumlandırıp zenginmiş gibi yaşamlarını sürdürüyorlar. Bunu çok çarpıcı bulmuş. O koşullarda bile giyiminden, sakinliğinden ödün vermeyen zenginler onu çok etkilemiş. Kitapta en sevdiğim bölüm de bu oldu.  Ve bu bölüm sona koyulmuş. Baştaki kadın ve adamın empati yapmanın pek mümkün olmadığı burjuva dertlerini okumaktan sıkılmazsanız sonda Judit daha genele hitap ediyor.

6 Ağustos 2024 Salı

YÜZYILLIK YALNIZLIK

 


YÜZYILLIK YALNIZLIK


Gabriel Garcia Marquez

 

Ben bu kitabı binlerce yıl evvel okumuştum. Bkz: Yüzyıllık Yalnızlık 

Sonra elbette unuttum. Geçenlerde duydum ki filmi yapılacakmış ya da dizisi miydi. Tekrar okumak istedim. Okudum. Ama muhtemelen yine unutacağım. Çünkü çok katmanlı bir roman.

Aslında nesilden nesle geçen aile hikayelerini severim. Atalar, torunlar, karakter aktarımı, değişen hayatlar... vs. Bu da öyle bir hikaye ama bütün mesele herkesin aynı adı alması. Jose Arcadio aşağı Jose Arcadio yukarı. Ya da Aureliano. 

Fantastik öğelere değinmiyorum. Hikayenin içinden çıkarıp alsan fantastik duracak şeyler romanın içinde eriyor, hiç abes durmuyor, inanıyor insan öyle şeyler olabileceğine. 

*

Soy ağacı Jose Arcadio Buendia ve karısı Ursula’dan başlıyor. Jose Arcadio Buendia, köye gelen çingene Melquiades’te bir mıknatıs görüyor. Mıknatısı alıp altın aramaya başlıyor. Başarılı olamıyor. Çingene sonra büyüteç getirip ateş çıkarıyor. Jose Arcadio Buendia bunu da alıyor ama yine bir şey elde edemiyor. Yaptığı deneyleri anlattığı bir kitap yazıp hükümete gönderiyor. Yanıt gelmiyor. Deneylerine devam eden Jose Arcadio Buendia dünyanın yuvarlak olduğu sonucuna ulaşıyor. Böyle meraklı bir birey olan atamız köyün dışına keşfe gidiyor bir ekiple. Köyün etrafının denizle çevrili olduğunu görüp dönüyor. Daha iyi bir yere taşınalım diyor karısına ama karısı çocuklarınla ilgilen deyip reddediyor. Çocukları büyük oğul Jose Arcadio (14), Aureliano (6) ve kızları Amaranta.

*

Jose Arcadio Buendia ve karısı Ursula amca çocukları. Çocukları hilkat garibesi olur diye evlenmelerini istemiyor büyükler ama evleniyorlar. Ursula bundan korktuğu için bekaret kemeri takıyor, sevişmiyor. Jose Arcadio Buendia köyde alay konusu oluyor, kendisiyle alay eden bir adamı öldürüp ardından Ursula ile sevişiyor. Öldürdüğü adamın ruhu onları rahat bırakmıyor. Taşınıyorlar. Macondo adını verdikleri yere yerleşiyorlar yanlarında gelen serüvenci dostlarıyla.

*

Büyük oğul Jose Arcadio büyüyor, komşu kadın Pilar ile ilk cinsellik deneyimlerini yaşıyor gizli gizli. Pilar hamile kalıyor. Bunu öğrenen Jose Arcadio, kaçıyor bir çingene kızla. Oğlunu bulmak için Ursula da peşlerinden gidiyor. Aylar sonra Ursula dönüyor, ardında bir kafile, oğlunu bulamamış ama zamanında kocasının keşfedemediği yolu bulup dönmüş.

*

Pilar’ın çocuğu doğuyor, ona da Jose Arcadio adı veriliyor. Ursula ve kocası çocuğu kabul ediyor. Çocuğun gerçek kimliğini öğrenmemesi şartıyla yanlarına alıyorlar.

*

Bir gün uzak bir akraba kız geliyor. Elinde mektup, annesi babası ölmüş, kızı bunlara emanet etmişler. Jose Arcadio Buendia ve Ursula bu akrabaları hatırlamasalar da kızı alıyorlar. Aileden biri gibi oluyor kız. Adı Rebeca

*

Kasabaya bir gün bir sulh yargıcı atanıyor. Don Apolinar Moscote. Evler maviye boyanacak diye emir çıkartıyor. Jose Arcadio Buendia karşı çıkıyor. Yargıçı vazgeçiriyor.

Yargıcın iki kızı var: 16 yaşındaki Amparo ve 9 yaşındaki Remedios. Jose Arcadio Buendia (Aureliano) (oğul), Remedios’a aşık oluyor. Babasından istiyorlar. Jose Arcadio Buendia (Aureliano) (oğul) ve Remedios evleniyor. Remedios çok küçük, çocuk gelin vakası. 

*

Rebeca ve Amaranta eve gelen müzik hocası Pietro Crespi’ye aşık oluyor. Rebeca ile evlenmeleri uygun bulunuyor ama Amaranta lanet ediyor o ikisinin evlenemeyeceklerine dair.

Rebeca ile Pietro Crespi  evlenecek ama evlenemesinler diye Amaranta zehirlemek istiyor Rebeca’yı, yanlışlıkla Remedios zehirlenip ölüyor.

Pilar’ın Aureliano’dan olan oğlu Aureliano Jose’ye Remedios bakıyordu. Ölünce Amaranta bakmaya başlıyor.

*

Bir gün yıllar önce evi terk edip giden oğul Jose Arcadio geri geliyor. Dev gibi cüsseli. Rebeca aşık oluyor, evleniyorlar. Kardeş oldukları için dışlanıyorlar ama umursamıyorlar.

*

Ülkede seçimler oluyor. Don Apolinar Mascote hileler yapıyor ve düşman ediniyor. Savaş başlıyor. Mascote’un damadı, Aureliano köyde savaşa katılanların başı. Artık Albay Aureliano Buendia adı. Ünlü oluyor savaşçılığıyla. Başka bir savaş birliğine katılmak üzere gidiyor. Yetkilerini Arcadio’ya veriyor. Arcadio diktatörlük yapıyor köyde. Ursula kırbaçla döverek onu hizaya sokuyor ve yönetim Ursula’ya geçiyor.

*

Amaranta, Pietro Crespi ile evlenmek istemiyor artık. Crespi intihar ediyor.

*

Arcadio, Pilar’a aşk beslemeye başlıyor. Hatta düpedüz yürüyor. Annesine yani? Pilar, kendisini bekleyen Arcadio’ya Santa Sofia de la Piedad adlı genç kızı gönderiyor. Bu ikisinin bir kızı oluyor. Sonra bir oğlu.

Arcadio, köye saldırılar olunca yeniliyor ve idam ediliyor. Ölmeden önce kızının adı Ursula, oğlunun adı Jose Arcadio olsun diyor. Amcasına değil, babasına benzesin diye. Ama kıza Ursula değil Remedios adını koyuyorlar. Zaten Arcadio da son anda öyle olmasını istediğini geçirmişti aklından.

*

Albay Gerineldo Marquez, Albay Aureliano Buendina’nın arkadaşı.

*

Baba/dede Jose Arcadio Buendia yaşlanıp ölüyor.

*

Albay Aureliano Buendina'nın savaşta bir sürü oğlu oluyor çeşitli kadınlardan. Öldükten sonra bile şehre oğulları gelmeye devam ediyor.

*

Amaranta kendi büyüttüğü Aureliano Jose ile sevişiyor ama yanlış olduğunu biliyorlar gizli saklı yapıyorlar bu işi.

*
Yıllar sonra torun Aureliano Segundo. Karısı Fernanda del Carpio.

İkiz oğulları Jose Arcadio ve Aureliano. Kızları Renata Remedios.

İkizler aynı kadınla birlikte oluyor. Kadın önce anlamıyor, tek kişi sanıyor, sonra anlayınca da bozmuyor. Nihayet Aureliano Segundo kadını bırakıyor, Jose Arcadio kadınla. Kadının adı Petro Cotes. Jose Arcadio, başka bir kadınla evleniyor ama karısının rızasıyla Petra’yla yaşamayı sürdürüyor. Onun şans getirdiğine inanıyor.

*

Şehre yabancılar geliyor. Muz yetiştiriciliği için. Remedios’un güzelliğinden etkileniyorlar. Ama Remedios oralı değil, azıcık saf. Ve saflıktan bir gün uyuyor, bir bakıyorlar ki gökyüzüne yükselmiş.

*

Muz şirketi sahipleri yerel yönetimi değiştiriyorlar, polis yerine kiralık katiller getiriyorlar. Bu polislerden biri bir çocuk üzerlerine yanlışlıkla şerbet döktü diye çocuğu satırla doğrayarak öldürüyor. Albay Aureliano Buendia tüm oğullarını bu yönetimle savaşmak için seferber ediyor ama on yedi oğlu da öldürülüyor. Sonra kendisi de ölüyor.

*

Aureliano Segundo ve karısı Fernanda'nın kızları Meme. Bir kızları daha oluyor sonra, adı Amaranta Ursula.

Meme aşık oluyor muz şirketinde ustabaşı Mauricio Babilonia’ya.

Meme, falcıya gidiyor, falcı Pilar.

Pilar Ternera. Meme’nin dedesi Arcadio’nun, sonra da Aureliano Jose’nin annesi ama Meme bilmiyor Pilar Ternera’nın onun ninesi olduğunu. “Aşk denilen dert yataktan başka yerde iyileşmez” diyor Pilar. Sonra Meme ve Mauricio Babilonia sevişiyorlar. Bunu öğrenen annesi kızı odaya hapsediyor. Oğlan çatıdan giriyor, hırsız sanılarak vuruluyor, yatağa bağlı yaşamak zorunda kalıyor. Öylece yaşlanıp ölüyor tek başına. Yanında sadece gençken de kendisini takip eden sarı kelebeklerle.

Annesi Fernanda, Meme’yi manastıra kapatıyor. Orada Meme’nin bebeği doğuyor. Fernanda saklıyor çocuğu. En yeni Aureliano bu çocuk.

*

Ölümlerin ardından yeni nesil doğuyor.

Amaranta Ursula rahibeler okulundan dönüyor Macondo’ya. Kocası Gaston. En küçük Aureliano (Meme’nin çocuğu, Amaranta Ursula’nın yeğeni) teyzesi Amaranta Ursula’ya aşık oluyor. Sevişiyorlar. Gaston başka bir ülkeye gidiyor. Amaranta ile Aureliano’nun çocuğu dünyaya geliyor. Büyük büyük ninesinin korktuğu şey oluyor, domuz kuyruğu var bebekte.

Amaranta doğum esnasında kan kaybından ölüyor. Aureliano çocukluğundan beri çingene Melquiades’in yazdıklarını okuyup anlamaya çalışıyordu. Artık kendi geçmişi ve hatta geleceğini öğreniyor, daha doğrusu bir geleceği olmadığını.

“Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.”

*

Yoruyor. Kayboluyor insan kitabın içinde.