24 Şubat 2023 Cuma

GÖRÜNMEZ ADAM

 

GÖRÜNMEZ ADAM 

(The Invisible Man)

Herbert George Wells

1897

Çeviren: Ali Kaftan

İthaki Yayınları

5.Baskı - Ekim 2019

225 sayfa

 

Aslında ünlü yani gayet de görünür olmak isteyen bir adamın görünmez olma hikayesi. 

Görünmez olma buluşuyla şöhret olmayı hayal ediyor ama görünemediği için arzu ettiği üne de kavuşamıyor.

Süper gücün olsa ne olmasını istersin, sorusuna verilen klişe bir yanıttır görünmez olmak. Kitapta bunun o kadar da istenesi bir şey olmadığı anlatılıyor. Enine boyuna düşününce görünmez olmak çok da iyi bir şey değilmiş.

Şöyle bir ayrımı anlamak gerekiyor belki de. Görünmez olunca vücut bütünlüğümüz fiziki tamlığını korumaya devam edecek mi etmeyecek mi? Yani görünmezim, ama başkaları beni görmediği için koluma bacağıma dokunabilirler. Dolayısıyla beni görmedikleri için ben dikkatli olmazsam bana çarpabilirler. Görünmezlik denince aklına kapılardan duvarlardan geçebilmek gelenler için hatırlatıyorum bu ayrımı. Kitaptaki adam da bu yüzden sıkıntılar yaşıyor.

*

Küçük bir kasabadaki hana gelen yabancı, herkesin dikkatini çekiyor. Adamın başı sarılı, üstünde palto, gözünde gözlük… Kendisini deneysel araştırmacı diye tanıtıyor. Odasında rahatsız edilmeden çalışmak istiyor. Kimseyle konuşmuyor.

Bir gün kasabanın doktoru onu ziyarete gidiyor, bağış istemek için. O sırada doktor, adamın kolu olmadığını fark ediyor. Kolu yok ama sanki varmışçasına paltosunun kolu hareket ediyor. Doktor bu duruma anlam veremeyip oradan kaçıyor.

Han sahibi kadın ödeme gecikti diye adama çıkışıyor. Adam da sinirlenip yüzündeki sargıları açıyor… Ama kimse bir şey göremiyor, yok. Yüzü yok.

Birkaç gün önce papazın evindeki hırsızlığı da bu adama yüklüyorlar ve adam hakkında tutuklama kararı çıkıyor. Adam kaçıyor.

Gazetelerde haberleri çıkıyor Görünmez Adam diye.

Okuldan arkadaşı Doktor Kemp’in evine gidiyor. Adını da ilk ona söylerken öğreniyoruz: Griffin.

Griffin, albinoymuş. Deneyler yaparmış. Deneylerinde insanın görünmez olabileceğini keşfetmiş. Bu keşfini dünyaya açıklayıp ünlü olmayı düşlermiş. Bu sırada para lazım olmuş, babasını soymuş, ama para babasının değilmiş ve babası intihar etmiş. Kaldığı evin sahibi kira istemek için geldiğinde evdeki deney malzemelerinin kedi kesmek için kullanıldığından şüphelenmiş ve Griffin'i polise haber vermiş. Griffin korkmuş ve deneyini kendi üzerinde hemen gerçekleştirmiş. Görünmez olmuş, evi yakmış, delilleri ele geçmesin diye.

Görünmez olmuş olmasına ama bunun sıkıntılarını öngörememiş. Örneğin ayaklarını göremediği için yürümekte zorlanmış, giysiler gözükeceği için üzerine giysi giyemediğinden üşümüş, yağmur ve kar yağdığında yağmur ve kar tanelerinin üzerinden aşağı damlaması nedeniyle yerini belli etmesi ve görünmezliğinin tehlikeye girmesi söz konusu olmuş… gibi.

Arkadaşı Kemp, Griffin’i dinliyor ama gizlice de polise haber veriyor. Griffin kaçıyor.

Çok öfkelenen görünmez adam Griffin, Kemp’ten ve herkesten intikam almaya karar veriyor.  Kemp bunu tahmin ettiği için herkese onun tehlikesini duyuruyor ve herkes evlerini, kapılarını, pencerelerini kilitleyerek önlem alıyor.

Griffin, Kemp’in evine girmeyi başarıyor ve onu yakalamaya çalışıyor. Kemp dışarı kaçıyor. İşçiler Kemp’i görüyor. Kemp, görünmez adam tarafından kovalandığını haykırıyor ve işçiler görünmez adamı ele geçiriyor. Sopalarla vuruyorlar, görünmez adam ölüyor. Ölünce vücudu görünür hale geliyor. 

*

Görünmezlik teknik olarak da anlatıyor kitapta.

“Bir cisim ışığı ya emer ya yansıtır ya da kırar ya da bunların hepsini birden yapar. Ne emer ne yansıtır ne de kırarsa, kendisi görünür olmaz.” Sf.135

“Camı kendisininkine yakın bir kırılma katsayısına sahip bir sıvının içine koyarak görünmez hale getiriyorsun.” Sf.136

İsteyen buyursun yapsın.

*

Kitabın yazarı H.G.Wells hakkında “Bilimkurgunun Skakespeare’i” deniyor.

Jules Verne ile aynı dönemin yazarı. Eserleri kıyaslanıyormuş zaten. Jules Verne daha soft macera serüven anlatıcısı. Wells ise daha sert. Bir de Jules Verne kitaplarında gerçek olabilecek buluşlar var. Wells’in kitabında ise buluş heyecanı yok, başka ve bir parça ürkütücü bir hayal gücü var.

 

20 Şubat 2023 Pazartesi

SIRADIŞI BİR ÖDÜL TÖRENİ

 


SIRADIŞI BİR ÖDÜL TÖRENİ 

Mustafa Kutlu

2013

Dergah Yayınları

3.Baskı - Eylül 2013

153 sayfa

 

Küçük kasaba. Küçük hikaye.

*

Yeni gelen öğretmen kasabayı şenlendiriyor. Kütüphane, basket sahası, kültür derneği ve şenlik.

Kafadanbacaklılar Derneği adıyla bir dernek kuruyor yeni öğretmen. Ahtapot ve deniz canlılarını temsilen, çünkü kasaba deniz canlıları ile ünlü.

Sonra da kumaşı ile ünleniyor kasabanın. Şenliğe gelen bir modacı, burada iki ihtiyarın yaptığı geleneksel kumaşı görüp hayran kalıyor. Ama artık bu iş eskimiş, yapan yokmuş, para etmiyormuş.

Kasabalı terzi kızı Nezaket, bakanın önüne atlıyor ve bu iş yapılır, siz destek olun yaparız diyor.

*

Nezaket, erkek gibi(?) yetiştirilmiş, kasabada dedikodusu çıksın diye iştahla beklenen güzel kız.

Nezaket okuyor, memleketine geri dönüyor ve kasabasına faydalı olmak için canhıraş çalışıyor. Eski geleneksel kumaşı canlandırıyor, eski bir taş binayı turistik ürünler satılması için tamir ettiriyor. Koro ayarlıyor.

Kaymakam, Nezaket'e aşık oluyor ama Nezaket ona yüz vermiyor. Bir gün bir yemekte kaymakamın arkadaşı yüzbaşı ile tanışıyor Nezaket. Aşık oluyor. Ama bir şey olmuyor. Yüzbaşı göreve, Nezaket kasabaya.

*

Şenlik düzenliyorlar kasabanın adını duyurabilmek için. Ödül töreni de ekliyorlar. Ödül verilecek kişileri gazetede en çok adı geçene veriyorlar. Hepsi de birbirinden cins çıkıyor.

Şenlik sabaha karşı bitiyor. Nezaket sabah ezanını duyup ezan sesine doğru yürümeye başlıyor. Hikaye bitiyor.

Aşk ne oldu?

Kaymakam, Nezaket’ten umudunu kesti mi?

Nezaket ile Yüzbaşı bir daha karşılaştı mı?

Bilmiyoruz.

*

Bir parça tedirgin okudum hikayeyi. Nezaket’in ilerici hamleleri gerici bir saldırı ile karşılaşır mı diye. Olmadı. 

Nezaket güzel ve yalnız bir kız olarak kasabada dedikodu malzemesi olur mu? Olmadı.

Kaymakam, makamının gücünü kullanarak Nezaket’e zarar verir mi? Vermedi.

 Oh!


HAYAT


 

HAYAT

Engin Geçtan

2002

Metis Yayınları 

18.Basım-Ocak 2021

181 sayfa

 

Konudan konuya atlaması ve kurduğu cümlelerin zorluğu nedeniyle okuması biraz zor geldi ama konsantre olup okuyunca içine çekiyor.

*

Hayatı gruplardan ya da kitaplardan değil hayatın bizzat kendisinden öğrenmeye dayalı bilgi ve gözlemler sunuluyor kitapta.

Örneğin yazar, mesleğinin başlarında bir kitap okumuş, düşünsel anlamda faydalı olmuş bu kitap ama hastasına seansta nasıl davranması gerektiği konusunda bir şey söylemiyormuş kitap. Öyle bir kitap da yokmuş. Çünkü öyle bir davranış şekli de yokmuş.

“Okunarak öğrenilecek ve yaşanarak öğrenilecek şeyler var; önemli olan bu ikisinin bireşimini oluşturabilmek.” Sf.21

*

Nasılsan öyle yönetilirsin, bunu biliyoruz. Yazar da biliyor ve başkalarının da bu konudaki sözlerine yer veriyor.

“Beni yönetenlerin yaptıklarından ve yapmadıklarından, hem kendime karşı hem de ait olduğum toplumu eleştirenlere karşı, bire bir olmasa da bir payım olduğunu düşünebilecek sorumluluğa sahip olmalıyım.” Sf.34

“Dünyadan sorumluyum, çünkü ben dünyayım.” Krishnamurti

“Dünyada bazı şeyler yanlış gidiyorsa bu, bireyde bir şeyler yanlış gidiyor, dolayısıyla bende de bir yanlışlık var demektir. Bu yüzden, eğer duyarlı biriysem önce kendimi düzeltmeliyim.” Jung.

Sf.34 

*

Gölge diye adlandırdığı içimizdeki bir şeyden bahsediyor yazar. Ben içimizdeki karanlık diyeceğim. Onu zapturapt altında tutuyoruz, ama fırsat bulunca kaçıyor ve taşkınca, genelde de akılsız hareketler yapıyoruz. Onunla barışmalıyız, diye anlatıyor yazar.

“Depresif bir ruh haline girdiğinizde, bunu bir an önce atlatılması gereken bir durum olarak algılayıp ondan kurtulmak için kendinizi zorlandığınızda, yaşanmasına izin verildiğinde nasıl olsa sona erecek bir ruh halinin süresini uzatmış da olabilirsiniz.” Sf.75

*

Hızdan, gençlerin hırsla para arzusundan, tarihini bilmemek ve sevmemekten, depresyon vakalarının artmasından, beğenilme kaygısından… vb bahsediyor. Bunlardan yakınıyor gibi anladım başta ama sonra diyor ki: bunları düzeltilmesi gereken durumlar diye anlatmadım, genel gidişin bizi götürdüğü yere değinmek istedim. “Çünkü kendimizle olan ilişkimizde yeterince dürüst olamadığımızda organizmamızın bedel ödemesi kaçınılmaz hale geliyor.” Sf.102

*

Şikayetten hoşlanmam ben. Yazar da bence hoşlanmıyor ama tabii okumuş adam, daha güzel ifade ediyor:

“Çoğu zaman, sorunlu bir durumdan yakınarak dolaşıldığında sarf edilen enerji ve zaman, ona ‘uygulanabilir’ bir çözüm bulmak için çaba arandığında sarf edilen enerji ve zamandan daha fazla oluyor.” Sf.133

Şikayet etmek, kültürümüzün bir özelliği. Muhabbetlerin ana teması.

Böyle biriyle muhatapsan ve bıkkınlık geldiyse karşı tarafın oyununa katılmamak için kendine uygun yöntemleri geliştir, diyor yazar.

*

Yazarın bazı ifadelerini tatsız buldum. Küreselleşme tutkusuna kapılmış kişiler, içişlerimize karışmaya meraklı Batılılar… gibi tabirleri sevmedim.

Şunu sevdim:

“Her an bir şeyler olmakta, çoğumuza sadece seyretme payı tanınsa da.” Sf.101

 *

Yazarın diğer kitapları için

Bkz: İnsan Olmak

Bkz: Zamane 

AKHİLLEUS'UN ŞARKISI


 

AKHİLLEUS’UN ŞARKISI

(The Song of Achilles)

Madeline Miller

2011

Çeviren: Seda Çıngay Mellor

İthaki Yayınları

1.Baskı - Mart 2020

370 sayfa

Mitoloji ilgimi çekmiyor. Ama böyle romansı anlatılınca keyif alıyorum.

 *

Yazarın daha önce “Ben Kirke” adlı kitabını okumuştum, anlamamış ve o yüzden sevmemiştim. Ama bunu sevdim.

Kısaca Akhilleus ve Patroklos aşkı diyeceğim. Çok hoşlar.

*

Patroklos, Menoitos’un oğlu. Sevecen bir baba değil Menoitos. Anne de biraz safmış, Patroklos öyle düşünüyor. 

*

Tyndareos, Sparta kralı.

Kuğu kılığına giren tanrı Zeus, Tyndareos’un karısı Leda’nın ırzına geçmiş, kadın iki çift ikiz doğurmuş. Ölümlü kocanın çocukları Klytaimestra ile Kastor. Tanrıdan olma kuğu yavruları Helene ile Polydeukes.

Helene, kız kardeşi Klytaimestra, kuzenleri Penelope bir arada oturuyorlar.

Helene evlenecek. Talipler kuyrukta. Patroklos ve babası da gidiyor, Patroklos daha dokuz yaşında ama babası onu da götürüyor. 

Laertes’in oğlu Odysseus gözlemci oluyor ve şöyle bir öneride bulunuyor: Helene talibini kendi seçsin.  

Helene, Atreus’un oğlu Menelaos’u seçiyor. Menelaos Sparta kralı oluyor. (Klytaimestra da Atreus’un başka oğlu ile evlenmişti. Üçüncü kız Polydeukes’i de Odysseus alıyor.) 

*

Patroklos, bir gün kendisine zorbalık eden (elindeki zarları zorla almaya çalışan) bir çocuğu itiyor. Çocuk kafasını taşa çarpıp ölüyor. Ölen, soylu çocuğu olduğu için Patroklos sürgünle cezalandırılıyor. Phthia krallığına gönderiliyor.

Phthia kralı Peleus. Deniz tanrıçası Thetis ile evli. Thetis’i yakalayıp tecavüz etmiş, ondan sonra evlenmişler. Bir oğulları oluyor. Akhilleus. Thetis kaçıyor ve sadece oğlunu görmek için denizden çıkıp geliyor zaman zaman.

Akhilleus, Patroklos’u yanına yoldaş seçiyor. Thetis memnun değil bu durumdan, Patroklos’tan hoşlanmıyor. Yarı Tanrı oğlunun bir ölümlüyle arkadaşlığından rahatsız. Akhilleus ise bunu önemsemiyor, Patroklos’u seviyor. Hatta öpüşüyorlar ve daha fazlası.

Akhilleus eğitim için at adam Khriron’a gönderiliyor. Patroklos da kaçıp onun peşinden gidiyor. Akhilleus onu buluyor ve birlikte eğitim alıyorlar. Sevişiyorlar.

Daha sonra Akhilleus’un babası çağırıyor, dönüyorlar.

Helene kaçırılmış. Kocası Menelaos, tüm krallıklardan yardım istiyor. Kaçıran Truva prensi Paris. Paris, Tanrıça Afrodit’in gözdesi. Peleus, oğlu Akhilleus’un da bu savaşa katılmasını, Truva’nın zenginliklerinden ve şöhretten yararlanmasını istiyor. Ama annesi Thetis, Akhilleus’un savaşa gitmesini istemiyor. Oğlunu kaçırıp başka bir kralın, Lykomedes, himayesine veriyor ve kralın kızıyla, Deidameia, evlendiriyor.

Deidameia hamile kalıyor. Ama Akhilleus onunla hiç ilgilenmiyor, hep Patroklos ile birlikte. Deidameia, Akhilleus’un dışarıda olduğu bir an Patroklos’u kandırıp onunla birlikte oluyor. Sonra da evlenmeden hamile kaldığı için babasının emriyle uzağa gönderiliyor.

Akhilleus burada kadın kılığına girerek gizleniyor.

Bir gün bir gemi geliyor. Akhilleus saklanıyor. Gelen İthaka prensi Odysseus. Yanında yoldaşı Argos beyi Diomedes. Savaşa gidecek erkek arıyorlar, Patroklos’u da savaşa davet ediyorlar. Akhilleus’u da kadın kılığında olmasına rağmen tanıyorlar. Onu da savaşa katılmak üzere yanlarına alıyorlar. Çünkü savaşa katılmazsa sefil bir hayat yaşayacak. Savaşa katılırsa şöhret kazanacak ama ölecek. Ölümüne dair kehanet o ki önce Hektor ölecek. Hektor, Troya kralı Priamos’un en büyük oğlu ve varisi. Tanrı Apollon’un gözdesi.

*

Agamemnon, Miken kralı. Büyük büyük babası Tantalos, Zeus’un oğullarından biri. Tanrılara meydan okumak için oğlu Pelops’u öldürüp etini Tanrılara ziyafet çekmek isterken Zeus anlıyor ve onu yer altındaki Tartaros’a savuruyor. Zeus, Pelops’u bir araya getiriyor ve Miken Kralı oluyor Pelops. İyi bir kral ama bedbaht. Oğulları Atreus ve Thyestes kötüymüş. Agamemnon ve Menelaos zamanında iyi bir dönem geçiriyor krallık.

 Agammemnon, kızı İphigeneia ile Akhilleus’un evlenmesini istiyor. Sadece bir gece geçirecekler, sonra savaşa gidilecek. Akhilleus, bu sayede mevki ve nüfuz kazanacak. Patroklos’un da oluruyla kabul ediyor Akhilleus. Düğün günü ise Agammemnon, kızını öldürüyor. Herkes şok. Tanrılara kurban etmek için öldürmüş. Böylece tanrılardan iyilik görüp orduyu Troya’ya götürecek rüzgara kavuşuyorlar. Akhilleus, kandırıldığını düşünüyor, kızı kurtaramadığına üzülüyor.

*

Savaş başlıyor. Troya’ya ulaşıyorlar. Esir alınan kızları Akhilleus kendisine alıyor Patroklos’un tavsiyesiyle. Amaç kızları kurtarmak. İlk kızın adı Briseis.

 Agamemnon bir gün Briseis’i alıyor. Akhilleus’un şerefine leke sürmek için. Bunun üzerine Akhilleus, Agamemnon özür dileyene kadar savaşmaktan vazgeçiyor.

Akhilleus’u kaybeden ordunun can kaybı çok oluyor. Akhilleus geri adım atmıyor, savaşmıyor. Patroklos, o zaman ben senin kılığında savaş meydanına gideyim, senin ismin yeter diyor. Gerçekten de Akhilleus’un savaşa katıldığı zannedilince düşman ordusu korkuyor. Fakat Patroklos’un zırhı düşüyor ve kimliği açığa çıkıyor. Hektor onu öldürüyor. Akhilleus çok sinirleniyor ve Hektor’u öldürüyor. Paris de Akhilleus’u öldürüyor.

*

Akhilleus’un oğlu Neoptolemos Pyrrhus çıkageliyor. Savaşı kazanıyor. 

Briseis, Akhilleus ile Patroklos arasındaki ilişkiyi anlatınca Pyrrhus ,yalan söylüyorsun deyip Briseis’i öldürüyor.

Hektor’un oğlu Pyrrhus’u öldürüyor.

Hem oğlunu hem torununu kaybeden Thetis, Patroklos ile Akhilleus’un mezarını birleştiriyor. İki aşık yine kavuşuyorlar.

*

Aşk romanı olarak okudum. Çok güzeldi. 

6 Şubat 2023 Pazartesi

GÜZELLİK TOHUMU

 


GÜZELLİK TOHUMU

Ünal Güner

Destek Yayınları

19.Baskı-Ağustos 2022

207 sayfa


Daha önce yazarın "Kaderin Kodu" adlı kitabını okumuştum. Yazarın üslubunu beğenmiyorum, bana hitap etmiyor. Ama söylediklerinden aklıma yatanları kapacağım. 

*

Anne baba ile ilişkileri ve esasen onlara karşı hangi duygular içinde olduğumuzun önemini anlatıyor yazar.

Anneni beğenmezsen bedenini beğenmezsin, kendinde eksiklikler hissedersin. Babanı beğenmezsen otorite, geleceği planlama, düzende zorluk yaşarsın.

Erkekten şikayet eden bir annenin çocuğuysan otoriteyi temsil eden güçlerle (patron, devlet makamları) sorun yaşarsın. Babanın annenle ilgili şikayetleri varsa kadınlarla, bedenle, maddi konularla sorun yaşarsın.

*

Kullanılan kelimelerin önemine değiniyor.

Örneğin; telefonda "Efendim", "Buyurun" yerine "Dinliyorum" denmesini tavsiye ediyor. Efendim hitabında "kula kulluk etmek" havası varmış çünkü. Başkasını efendi yerine koyma, kendinin efendisi ol, bunun için kelimelerinde de buna riayet et, diyor.

"Acil", "Hadi"... gibi kelimeleri çok kullanıyorsan telaş yapıyorsundur. Hayatın başka alanlarında yavaş kalmışsındır.

"İlginç" kelimesini çok kullanıyorsan hayat sana sürekli yeni ve ilginç şeyler sunacaktır.

Sürekli "Sorun yok" diyorsan, sorun arıyorsundur. Ortada hiçbir şey yokken bunu söyleyen kişinin soruna ihtiyacı vardır. Bunun yerine "Her şey yolunda" demeyi öneriyor.

Sürekli "Canım benim" diyenler kendi canına kıymet vermeyenlerdir. Eğer canına değer vermiyorsan, başkalarına sürekli canım dersin. Bunun yerine sevgilim, arkadaşım, dostum, yoldaşım, kıymetlim vb denmesini öneriyor.

Sürekli "Olabilir" diyorsan hayatında belirsizlikler oluşur. Nerede netleşmediğine bak.

Sürekli "Aynen" diyorsan yine aynısını talep ediyorsundur. Geçmişi tekrar etmek isteyenlerin sık kullandığı kelimedir.

... gibi.

*

Hissettiğimiz olumsuz duyguları o duygu bizde bir ihtiyacı karşıladığı için hissedermişiz. O ihtiyacımız devam ettiği müddetçe de hissetmeye devam edermişiz. 

Örneğin değersizlik. Bugüne kadar o değersizlik duygusuna ihtiyacın vardı, diyor yazar. Değersizlik duygun devam ediyorsa bir yerde kendi değerini bilmediğin için süreç devam ediyordur. “Değer görmemeye başladığın yer neresiydi?” diye sormayı öneriyor. Değersizlik kodunu bulunca neden ona ihtiyaç duyduğunu anlarsın, sana nasıl hizmet ettiğini anlarsın, sonra onu dönüştürürsün. Seni memnun edecek bir değer hayatına girer. Bu hissi komple silmeye gerek yok. Örneğin kibre kapıldığında değersizlik duygunu kullanabilirsin. Önemli olan bu duyguların dengeli olması.

Aslında dengesiz de değilmişiz. Bütünde bir denge var. “Aslında dengesizmiş gibi gördüğün durum bile, hayatın seni dengelediği bir haldir. (…) Dengesiz bir birliktelik, bir aile ilişkisi yoktur. Zaten bir denge eseri olarak o ilişkinin üyesi ya da parçasısın.” Sf.83

*

İnsanın yaşadıklarının kaynağının yine bizzat o insanın kendisi olduğunu belirtiyor yazar. 

“Hayat senden yansıyandır.”

Tatsız olayları da hayatımıza kendimiz çekermişiz. 

Fazla çalışan, dinlenmeye zaman ayıramayan kişi hayatına sakinleştirici, yavaşlatıcı bir enerjiyi davet eder, diyor yazar. Örneğin damar tıkanması sonucu hareketlerini kısıtlayan felç veya kalp krizi geçirir. “Aşırı hareketlilik, aşırı hareketsiz bir şok dalgasıyla dengelenmiş olur.” Sf.82

Gelecekle ilgili proje yapmak istemeyen, maddi konularda hareket etmeyen kişi onu harekete geçirici bir enerjiyi davet eder. Örneğin trafik kazası ya da kayıp şoku ile duygusal, düşünsel, bedensel olarak aktifleşebilir. 

*

Hedef belirlemek konusunda şunu öneriyor yazar:

“Sana yüz yıllık bir ömür verseler ve ‘Süren bittiğinde, dünyadan ayrılırken, gönül rahatlığıyla gitmeni sağlayacak olan şey nedir?’ diye sorsalar ne cevap verirsin? İşte o cevap, senin nihai hedefindir. Yani bir gün dünyadaki hayatın tamamlandığında 'iyi ki yapmışım, iyi ki şu son noktayı koymuşum. Tam da hedeflediğim, gelmek istediğim noktadayım ve yapmak istediğimi yaptım. Bu benim dünyada bıraktığım izdir işte' dediğin şey, nihai hedefini tarif eder." Sf.153

Burada şu soru geliyor benim aklıma. Dünyada iz bırakmak zorunda mıyız?

*

Neyi istediğini bilmekle ilgili de şu soruların sorulmasını öneriyor:

Neyle buluşmak beni mutlu eder?

Benim neye ihtiyacım var?

*

Üslubunu sempatik bulmuyorum bu yazarın. Üstten ve kızgın geliyor bana. Bir de yer yer dini öğeler kullanıyor, o da beni uzaklaştırıyor. Ama elime geçti okudum, doğru da buldum pek çok yazdığını. 

ÜÇ ROMAN

 

ÜÇ ROMAN

1-ALTIN MASKELİ KRAL 

2-MONELLE’İN KİTABI 

3-DÜŞSEL YAŞAMLAR 

(Le Roi au masque d’or - Le Livre de Monelle- Vies imaginaires)

Marcel Schwob

1892 - 1894 - 1896

Çeviren: Aykut Derman

Yapı Kredi Yayınları

3.Baskı - Ekim 2020

198 sayfa


YKY kitabevinde kitapçının övmesi ile aldım. Eğlenceli bir kitap ama beğenmedim. Bu kadar eğlenesim yok demek ki. Halbuki 20.yüzyılın başyapıtları olarak anılıyormuş bu romanlar, öyle yazıyor kitapta. 


ALTIN MASKELİ KRAL

Ülkede kral dahil herkes maskeli. Yüzleri açık tutmak, yüzlere bakmak yasak.

Bir gün kör bir dilenci kralın huzuruna çıkıyor. Maskesi yok. Kralın rahiplerini soytarı, soytarılarını rahip sanıyor. Kral, yanıldığını söyleyince ben en azından bilmediğimi biliyorum, tahmin ediyorum. Sense bu maskelerin altında ne olduğunu bilmiyorsun. Belki soytarılar maskenin altında ağlıyor, belki rahipler maskenin altında seni kandırmanın sevincini yaşıyor.

Kral, dilencinin sözlerinin ardından bir gün saraydan gizlice çıkıyor. Bir kadınla karşılaşıyor. Maskesini çıkarıyor. Kadın çığlık atarak kaçıyor. Kral, nehirden kendi yüzüne bakıyor. Meğer cüzzamlıymış.

Saraya döndüğünde atalarıyla hesaplaşıyor iç dünyasında. Kimse bu cüzzamlı yüzü görmesin diye yüzyıllarca maskeyle dolaşmışlar.

Kral, maskesinin çengelleriyle gözlerini deşiyor ve kör oluyor.

Saraydan çıkıyor. Bir kadınla karşılaşıyor. Kadın cüzzamlı ama söylemiyor. Kadın Sefiller Sitesi’ne gidecekmiş. Kral da oraya gitmek istiyor. Beraber gidiyorlar.

Siteye yaklaşınca kral kendinden geçip ölüyor. Ölmeden önce son sözleri: “Çok güzel olduğunu düşündüğüm yüzümü serinletmek için dudaklarımı senin dudaklarının üzerine koymak istemiştim. Ne var ki hastalığımı sana bulaştırırım, çünkü ben cüzzamlıyım.” Sf.24

Halbuki kralın cüzzamı geçmiş. Gözlerine çengel soktuğunda akan kanla yüzü iyileşmiş.

Dilenci bu olaya tanık oluyor ve kralın altın, cüzzam, ten... tüm maskelerinden kurtulmuş olduğunu söylüyor.


MAVİ ÜLKE

Küçük bir kız ve erkek çocuğu, Sefillik içinde yaşıyorlar. 

Kız evine ve eşyalarına sevgiyle yaklaşıyor, konuşuyor onlarla.

Kız, tiyatroda oynuyormuş. En unutamadığı oyun Mavi Ülke adlı oyunmuş. Oyuncu arkadaşları hep hapse atılmış, hırsızlık yaptıkları iddiasıyla.

Bir adam sık sık kızı ziyaret edip yardım ediyormuş. Bir gün evi boş bulmuş. Bir not varmış geride: "Mayi ile Michael Mavi Ülke’ye gitti.”


MONELLE’İN KİTABI

I-MONELLE’İN SÖZLERİ

Monelle karanlıktan çıkagelen ve kendisini fahişe diye tanıtan biri.

Önce başka fahişelerden bahsediyor. Karanlıktan çıkan, sadece üzgünken yanına gelen küçük kadınlar, sana acıyıp üzülüp sonra da yok oluyorlar...

Yok olmak ve yok etmekten bahsediyor sonra. Yeniye yer açmak için yok etmek gerektiğinden.

Bilgece sözler ediyor ki hiç sevmem. Kutsal kitap simgeselliğinde konuşuyor. Beni çok baydı.

“Her sevinç senin içinde birazdan uçacak bir böceğin geçişi gibi olsun. Emici böceklerin üzerine kapanma. O altın böceklerine aşık olma.” Sf.36

Tamam. Böyle sözlere başka ne denebilir ki? Hı hı tamam. Kulağa hoş gelen ama gerçekliği ya da uygulanabilirliği olmayan sözler gibi geliyor bunlar bana ve ilgimi çekmiyor. Bunaltıyor hatta beni. Böyle efsunlu lafların ardından hep “Eee yani?” diye sormak geliyor içimden. Yani bu lafların gerçek hayatta ne işime yarayacak? Var mı bir işe yararlığı? Bende yok. Düz ve basit bir insanım.

“Yaşam lambasına üfle ki peşinde olan sana erişsin. Çünkü eski lambaların tümü tüter.” Sf.38

Pardon?

O kadar anlamıyorum, o kadar bende bir yere dokunmuyor ki… Sanki yabancı bir dilde konuşuluyormuş gibi ama kelimelerin Türkçe olduğunu görüyorum.

Yazarın buralarda eğlendiğini düşünüyorum.

Unut, anı yaşa, geçmişe takılma… tarzı öğütlerinin ardından Monelle gidiyor.Kız kardeşi ortaya çıkıyor.


II-MONELLE’İN KIZ KARDEŞLERİ

Bencil Kız

Ben bir bencilliğini görmedim. Yanında çalışan kadın tarafından azarlanan bir kız çocuğu var burada.


Zevk Düşkünü Kız

Masalları oynayan bir kız çocuğu ve oğlan çocuğu var. Mavi Sakal masalını oynayacaklar. Masalda kızı ağabeyleri kurtarıyor. Ama kız kurtulmak istemiyor, kocası Mavi Sakal’a uzatıyor boynunu.


Sapıtık Kız

Fırında çalışan kız, eskiden değirmende ölmüş insan kemiklerinden elde edilen unla ekmek yapılıyormuş şeklinde yayılan söylentilere inanıyor. Bu tip düşünceler hoşuna gidiyor. Kendisinden su isteyen dilenciye gölü tarif edip oradan içmesini söylüyor. Gölde boğulabilir dilenci belki.


Düş Bozgunu Kız

Havuzcu kız dedikleri kız gemicilerle birlikte güzel bir ülkeye gideceğini umarken tarlalar, cılız ağaçlar olan bir ülkeye varıyorlar. Kız onlara yalancılar diye bağırıyor, ama yalan söylemediler ki.


Yabanıl Kız

Oduncu babası ile ormana giden kız Buchette, bir ağacın dibinde yeşil renkli bir kız buluyor. Kızı eve getiriyorlar. Yeşil kız, zamanla ev işleri yapmayı öğreniyor. Büyüyen Buchette’i hizmetçi olarak bir eve vermeyi düşünüyor ailesi. Buchette üzülüp ağlıyor. Yeşil kız da üzülüyor ayrılacaklarına. Ve sonra yeşil kız, Buchette’in elinden tutup evden kaçırıyor, “bilinmez bir özgürlüğe” gidiyorlar.


Sadık Kız

Sevgilisi denizci olarak bir gemiyle gitmiş kızcağız var. Sevgilisine mektup yazıp nehire atıyor. Mektubun nehirden okyanusa ve sevdiği adama ulaşacağını düşünüyor. Ama ondan yanıt gelmiyor. İnsanlar onun nişanlı veya evli olduğunu sanıyor, o hiçbirine cevap veremiyor, çünkü bilmiyor nişanlı mı evli mi.


Yazgısına Koşan Kız

Aynadaki görüntüsüne hep gülümseyen, aynadaki görüntüsüyle hep güzel güzel konuşan kız, bir gün bir erkeğe aşık oluyor. Artık aynadaki görüntüsüne bakmaz oluyor. Zamanla aşkıyla arası da bozuluyor.

Buradaki metaforu şöyle anladım. Aynadaki görüntü kendisini temsil ediyor. Kendisini severken, kendisine güzel sözler söylerken aşkıyla da arası iyiydi. Genel olarak kendisini de iyi hissediyordu. Ne zaman ki kendisiyle ilgilenmez, kendisini -içsel anlamda- görmez oldu, o zaman hayatının ritmi bozuldu.


Düşçü Kız

Anne babası ölmüş, süt annesiyle yaşayan kız. Babası düşçüymüş. Düş kursun diye ona ev ve para bile verilmiş. Kızına da bu özellik geçmiş. Süt annesi kıza evlenmesini önerirken kız bambaşka düşler kuruyormuş. Prens bulmak, saray sahibi olmak vb. Bu düşünü gerçek kılmak için küplere kum atmak gibi ritüeller yapıyormuş. Ama yıllar geçmiş ve gerçek olmamış, kız yaşlanmış ve inancını kaybedip küpleri kırmış.


Uysal Kız

Külkedisi gibi olduğunu, kız kardeşlerinden kötülük gördüğünü düşünen kız, prens hayali kuruyor. Prensle evlenecek ve kız kardeşlerinden intikam alacak.

Prens değil ama arabası geliyor. Kız da arabanın peşinden al, götür beni diye bağırıyor.


Duyarsız Kız

Aynadaki görüntüsünün gerçeği yansıtmadığını düşünen prenses, gerçek aynayı bulmak üzere yola çıkıyor. Acımasızlığı ile bilinen ölmüş bir kraliçenin kanlı aynasını buluyor. O aynaya baktıktan sonra prenses artık ne görmüşse o da katilleşmiş ve fahişe olmuş.


Kurban Kız

Fakir hizmetçi kız Lily, rüyasında bir kraliçe görüyor. “Ben kraliçe Mandosiane’im, beni görmeye gel.” Lily yola çıkıyor, soruyor kimse bilmiyor. Bir gün bitkin kalıyor, bir çocuk ona bir bitki uzatıyor, “mandosiane seni iyileştirir” diyor. Kraliçe bir bitkiymiş. Geri dönüyor Lily, ama farkında olmadan aradan elli yıl geçmiş yolculuğu sırasında. Elli yaşında göründüğünü öğrenince ölüyor. “Kraliçe Mandosiane’i aramaya gitti ve onun tarafından öteki dünyaya götürüldü.” Sf.74


III- MONELLE

Ortaya Çıkışı Hakkında

Kandil satıcısı küçük kız var. Sattığı kandiller çocuklar için. Çocuklar bu kandilin aleviyle aynaya bakıp kendilerini görüyorlar, eğleniyorlar.

Adam da bu kandillerden almak istiyor. Kız satmıyor, çocuklar için bunlar diyor. Adam alıyor, aynaya bakıyor ve bazı Shakespeare karakterlerini hikayelerine aykırı şekillerde görüyor. Yalancı Kandil diyor ve karanlık gecede uzaklaşıyor.


Yaşamı Hakkında

Küçük Mız Monelle, büyük adamı oyunlarına çağırıyor. Diğer çocuklar şaşırıyor büyük adam aralarına katıldı diye. Monelle:

“Yakında aramıza büyük insanlar gelecek. Büyük insanlar küçük çocukların yanına gelecek. Oyun oynamayı öğrenecek. Onlara biz ders vereceğiz ve bizim sınıfımızda asla çalışma olmayacak.” Sf. 79


Kaçışı Hakkında

Bir gün gidiyor Monelle. Neden gittiğini kimse bilmiyor. Belki çalışmaktan yorulduğu için, belki başka çocuklara yardım etmek için.


Sabrı Hakkında

Adam Monelle’i buluyor. Kar yığınına yatmış. İyiymiş, dönmeyecekmiş. “Ben burada iyi toprağın üzerindeyim, kara bir tohum gibiyim ve küçük bir kuşa dönüşmeyi bekliyorum.” Sf.86


Krallığı Hakkında

Adam bir ses duyuyor: “Ak bir krallık biliyorum.” diye. Adam inanmıyor. Krallıklar bitti diyor. 

Kendisi önce kızıl bir krallık istemiş. Kanlı. O krallık batınca karanlığa gömülmüş, kara krallık edinmiş. Monelle’in zayıf kandil ışığıyla aydınlanmak istemiş ama Monelle gitmiş.

Ses: “Ben ak bir krallık biliyorum! İşte o krallığın anahtarı: Kızıl krallığın içinde kara bir krallık var, kara krallığın içinde de ak bir krallık var; ak krallığın içinde…” Sf.90

Monelle var. Ve krallık ortaya çıkıyor. Adam, krallığın anahtarı nerede diye soruyor, ses susuyor.

Halbuki daha önce söylemişti:

“Gösterdiğin şiddetten ve anılarından pişmanlık duyuyorsun ama yok etme işlemini bitirmedin. Ak krallığı elde etmek için yok etmek gerekir. Suçunu itiraf et ve özgürlüğe kavuş; şiddetini ve anılarını avucumun içine koy, ben onları yok edeyim; çünkü her itiraf yok ediştir.” Sf.88

Kutsal kitap gibi bir üslup:

“Sen o krallığı göreceksin ama o krallığın içine girebilecek misin, bilemem. Çünkü beni anlamak zordur, hiç anlamayanların dışında ve beni yakalamak zordur, artık bir şey yakalayamayanların dışında ve beni tanımak zordur, hiç anısı olmayanların dışında. Aslında ben seninim, ama sen artık benim değilsin.” Sf.88


Dirilişi Hakkında

“Monelle öldü, ben aynı Monelle’im” diye adamın karşısına çıkıyor Monelle. Çocuklarla oynuyor, herkes neşeli.

“Aramızda kimse acı çekmiyor, kimse ölmüyor; biz onların kendilerini, asla var olmayan hüzünlü gerçeği öğrenmeye zorladığını söylüyoruz. Gerçeği öğrenmek isteyenler aramızdan ayrılıp bizi terk ediyor.

Biz tersine dünyanın gerçeklerine hiç inanmıyoruz; çünkü o gerçekler insanları hüzünlü kılıyor.

Oysa bi çocuklarımızı neşeye boğmak istiyoruz.” Sf.91

Adam acı çekmeyi seçiyor.


DÜŞSEL YAŞAMLAR

Eğlenceli ama okumadım. Ünlü insanların hayat hikayelerinin pek de bilinmeyen ve bilinmesine gerek de olmayan kısımlarını anlatıyor. Tabii bu anlatısı hayalgücüne dayanıyor. Örneğin Napolyon Waterloo Savaşı’na başladığı gün rahatsızdı, Newton kendisini cinsel perhize soktuğu için aşırı entelektüeldi gibi. Ve başka bazı hayali insanların hayali hayat hikayelerinin çok da lazım olmayan bilgileri yer alıyor.

Okumadım.

Eğlenceli gözüküyordu, okusam eğlenirdim muhtemelen ama bu eğlenceden kendimi yoksun bırakmayı tercih ettim.


KADINLAR ÜLKESİ

 

KADINLAR ÜLKESİ

(Herland)

Charlotte Perkins Gilman

1915

İngilizce aslından çeviren: Ferit Burak Aydar

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

3.Basım - Eylül 2022

193 sayfa


Üç erkek bilim insanı: Terry, Jeff ve Van.

Terry, kendini kadınlardan üstün gören tipik erkek

Jeff: Kadınları erkeklerden üstün gören biri.

Van: Aralarında en normal olan. Hikayeyi de Van'ın kaleminden okuyoruz. 

Bu bilim insanları bir keşif gezisinde kadınlardan oluşan, erkeklerin bulunmadığı ve erkekler için tehlikeli olan bir yerden bahsedildiğini duyuyorlar ve bu yeri aramaya koyuluyorlar. Buluyorlar da. Gerçekten söz edildiği gibi sadece kadınlardan oluşan bir ülke.

Kadınlar, bu üç adamı misafir (tutsak) ediyor ve onlara dillerini öğretiyorlar, onlardan da öğreniyorlar.

Kadınlar Ülkesi'nin olayı şuymuş:

Ülke iki bin yıl önce kadın erkek karışıkmış. Ama sonra savaşlarla erkek kalmamış. Kalan bir avuç kadından biri hamile kalmış, erkeksiz. Bunu Tanrı'nın hediyesi olarak görmüşler. Bu kadından beş kız doğmuş, onlar da yirmi beş yaşına gelince kendiliğinden, erkeksiz, hamile kalmışlar ve onlar da beş kız doğurmuşlar. Böylece bugüne gelmişler. Nüfus artınca da önlem olarak, annelik güdüsü gelenlerden bir kısmı doğurmamayı seçerek diğer çocukları sevmekle yetinmiş. Zaten hepsi her çocuğu kendi çocuğuymuş gibi seviyormuş.

Ülkede muazzam bir huzur, güven, sevgi, mutluluk ortamı var. Entelektüel seviyeleri üst düzeyde. Hem mental hem fiziksel olarak son derece sağlıklı ve güçlüler. Çatışmacı değiller. Kıskançlık, kavga, gürültü yok. Hayallerin ülkesi gibi. 

Bu üç adam, oradaki üç kadına aşık olup evleniyor. 

Terry, toksik erkekliğinden kurtulamıyor ve karısına şiddete yelteniyor, onu ülkeden kovmakla cezalandırıyorlar. 

Van ve karısı Ellador da onunla gidiyor, çünkü Ellador keşifte bulunmak istiyor.

Jeff halinden memnun.

*

Kadınlar çalışmaz, güçsüzdür, erkeğin hakimiyeti önemlidir... gibi önyargıları yıkmak için yazılmış kitap belli. Kadını erkeğin gözünde önce insan olarak gösterme gayreti var kitapta. Kitaptaki erkekler bu kadınlardan ille de kadınsılık istiyor. Kitapta da önce kadın değil, önce insanız mesajı verilmeye çalışılıyor. 

Feminist bir hikaye olduğu söyleniyor ama kitaptaki kadınların en kutsal görevi annelik ve başka amaç yok gibi. Bu açıdan ne kadar feminist denebilir, bilemedim. 


ÇALINAN DİKKAT


 ÇALINAN DİKKAT

Neden Odaklanamıyoruz?

(Stolen Focus

Why You Can’t Pay Attention)

Johann Hari

2022

Çeviren: Barış Engin Aksoy

Metis Yayınları

İlk Basım - Kasım 2022

316 sayfa


Çok bilgilendirici ve etkileyici bir kitaptı. Günümüz sorunlarından odaklanamamak ile ilgili çarpıcı şeyler anlatıyor kitap. Dikkatimiz azalıyor. Derinleşmek zorlaşıyor. Bu durum salt bireysel değil, daha geniş bakıldığında otorite figürlerini sorgulamayı da ilişkilerimizi de etkiliyor. Siyasilerin yanlışlarını ya da iklim krizi gibi konuları derinlemesine değerlendiremememiz de bu sorunla ilgili. İlişkilerimizi sürdürebilmemiz de. Çünkü ilişkiler enerji ve zaman ister, ilişkilerimiz de iyi gitmiyor dikkatimiz çabuk dağıldığı için.

*

Yazar, internete erişimini kapatmış, kendisini izole ettiği bir yere gitmiş. İlk elli sayfa bunun zorluğunu anlatıyor. Sonra da faydalarını.

*

İnternetten ve sosyal medyadan pek çok bilgi alıyoruz, evet. Ancak bu bilgiler doğru mu yanlış mı bilemiyoruz, manipüle ediliyoruz, manipüle edilmesek de bu defa bilgi akışına çok hızlı maruz kalıyoruz ve özümseyemiyoruz.

“Hayat hızlanırken, biz de enformasyon sağanağı altında gitgide hiçbir şeye odaklanamaz hale gelirken, neden yeterince tepki olmamıştı?”

İşte odaklanamamaktan, bir konuyu yeterince özümseyememekten kaynaklanıyor tepkisizlik.

Bir açıdan bakınca doğal bir süreç gibi de bir yandan. Sapiens'te yer verilmişti benzer bir sürece. Avcı toplayıcılıktan yerleşik tarım hayatına geçiş gibi bir süreç mi acaba bu?

*

Odaklanma sorunu için beyne pratik yaptırma önerisi var yazarın. Önce on dakika tek bir işle uğraş, sonra bir dakika dağılsın dikkatin, sonra on dakika daha. Böyle böyle aşinalık kazanacak beyin.

*

Sanatçılarla, sporcularla yapılan araştırmalar sonucu onların bir akış hali içinde olduğu görülmüş. Akış hali: “yaptığınız şeye kendinizi kaptırıp benlik hissini tamamen kaybettiğiniz, zamanın ortadan kaybolur gibi olduğu, deneyimin kendisine aktığı zamanlar.” Sf.61

Bunun için:

1)Net belirlenmiş tek bir hedef seçmek. Örneğin; şu tuvale resim yapmak istiyorum, şu tepeye çıkmak istiyorum.

2)Sizin için anlam taşıyan bir şey yapmanız gerekiyor. Çünkü sizin için anlamdan yoksun bir şey yapmaya çalıştığınızda sık sık dikkat dağılır.

3)Ne çok kolay ne çok zor olmalı yaptığınız şey. Çok kolay olursa otomatik pilota geçiyorsunuz, çok zor olursa tedirginlik yaratıyor.

Akış halinde olabilmek neden önemli? Dikkat dağınıklığından çıkmak için.

*

Uykusuzluk ya da az uyku da sarhoşluk gibi diye değerlendiriyor yazar. “Sabah 6’da uyanıp gece yarısı uykuya daldığınızda -gün sonunda kanınızda yüzde 0.05 oranında alkol varmış gibi tepki vermeye başlarız.” Sf.74

Önceden hayatı şekillendiren güneşin doğuşu ve batışı idi. Güneş doğunca yani ışık olunca uyanıyor, batınca yani karanlık bastıktan sonra uyuyorduk. Ama sonra elektrikli ampulle beraber ışığı kontrol etmeye başladık. Bu da iç ritmimizi bozdu. Karanlık basmıyor. Bir de yanı başımızda tuttuğumuz telefonların ışığı var. Diyor ki yazar, uyumadan önce en az iki saat ekrana bakma ve telefonu uzakta tut.

Uyku uyumamızı istemeyen dış güçler olduğunu belirtiyor yazar. Çünkü uyurken para harcamayız. “Sağlıklı ölçüde uyku uyumaya geri dönmemiz ekonomik sistem için bir deprem etkisi yaratır.” Sf.82

*

Ekranda atlaya zıplaya göz gezdirerek okumak, kitap okuma alışkanlığımızı da etkiliyor. Okuyamaz hale geliyoruz. Yapılan bir araştırmada aynı bilgiler bir gruba basılı kitap, diğerine ekran yoluyla verilmiş. Ekrandan bilgiyi alanlar daha az anlamış ve hatırlamış. Buna “ekran dezavantajı” deniyor. Kitap okumak bizi belli bir şekilde okumaya alıştırıyor, çizgisel bir şekilde, bir süreliğine tek bir şeye odaklanarak. Ekrandan okumak ise bir şeyden diğerine atlayıp zıplayarak, göz gezdirerek. Bu durum kitap okumamızı da etkiliyor. Okuyamaz hale geliyoruz.

*

Zihnini ara sıra serbest bırak, zihin oradan oraya aksın, diyor yazar. “Zihin gezinmesi” deniyormuş buna. Bir konuya çözüm bulmak için o konu üzerine odaklanıp düşünmek değil, zihnini serbest bırakmak. Zihnini serbest bırakınca aklına çözüm geliveriyor. O yüzden dışarıdan bakınca boş boş otobüs camından dışarıyı seyretmek gibi gözüken şey aslında pek çok yeni ve yaratıcı fikir getirebilir akla.

*

Yazar, "dijital detoks" yaparak bu düşüncelere varmış. Ama bunun pek de faydalı olmadığı kanaatinde. “Nasıl ki haftada iki gün gaz maskesi takmak kirliliğe çözüm değilse, dijital detoks da çözüm değil.” Sf.109

Çözüm böyle bireysel değil, sistematik.

Google çalışanı birinin sözleri yer alıyor kitapta. Google’da başarı sayılan şey, kullanıcıları meşgul etmek. “İnsanların telefonlarına baktığı süre arttıkça gördükleri reklam sayısı ve böylece Google’ın kazandığı para da artıyor.” Sf.116

Odaklanamamanın bizim bireysel kabahatimiz olmadığını anlatıyor yazar. Tasarlanmış dikkat dağınıklığımız kimileri için yakıt. Google yöneticileri bize bunları yaparken kendileri yoga, meditasyon, mindfullnes ile kendilerini bu tuzaktan uzak tutuyor, çocuklarını tekonolojik olmayan okullara gönderiyor.

*

Telefonlarımız dinleniyor mu? Karşımıza çıkan reklamlardan ötürü bazen böyle düşünüyoruz. Yazarın cevabı: Hayır. Ama “Hedeflenmiş reklamlar sunmak için dinleme yapıyor değiller aslında. Size dair oluşturdukları model o kadar isabetli ki size sihirbazlık gibi gelen öngörülerde bulunuyor.” Sf.129 Google haritalar ücretsiz ki nereye gittiğiniz ayrıntılarıyla bilinsin. Buna “gözetim kapitalizmi” deniyor.

*

İnsanlar olumsuz şeylere daha çok bakıyor. O yüzden sosyal medya algoritmalarında nefret, saldırı, kötü, suçlama… gibi ifadeler daha çok tık alıyor. Bu da nefret kültürü yaratıyor.

*

Bu bağımlılıkların üstesinden gelmek için bu sitelere bakmak istememize yol açan nedenlere bakmak gerek diye tavsiyeler de var. Bu tavsiyede bulunan kişi önceden şişmanmış, bir sürü diyet, kamp vb işe yaramamış. Çünkü onu şişmanlatan şeyin duygusal/psikolojik olduğunu görmüş. Telefonuna bakma itkisini de bunun gibi değerlendiriyor. Bu itkiyi hissettiğinde on dakika bekle, diyor, ondan sonra bak. Bir zaman çizelgesi oluştur, her gün ne yapacağına dair ayrıntılı program oluştur ve buna sadık kal. Telefonundaki uygulamalardan mümkün olduğu kadarını sil. Bildirim ayarlarını değiştir.

Ama yazara göre çok daha büyük ve siyasi çözümler lazım. Örneğin bizim çevrimiçi hareketlerimizi takip edip bu verileri satan iş modellerinin hükümetçe yasaklanması. Sosyal medya şirketlerinin devlet tarafından satın alınıp kamu mülkü haline gelmesi... gibi. Ama sakıncası şu ki otoriter liderlerin bunu suistimal edebilmesi. O zaman hükümetten bağımsız kamu mülkiyeti olsun önerisi var. Örneğin BBC gibi. Mülkiyeti kamuya ait, kamu finanse ediyor, günlük işleyişi hükümetten bağımsız.

*

Besinler de dikkatimizi bozuyor. Sağlıklı değiller çünkü.

*

Çocuklar artık dışarıda birbirleriyle oyun oynamıyor. Yazar buna da dikkat çekiyor ve bunun yaratıcılıklarını ve dikkatlerini etkilediğini söylüyor.

*

Baştan sona çok ufuk açıcı buldum kitabı.