ZEO KİO VE
MEHPARE
Şen Sevgi
Erişen
2022
Yeni İnsan
Yayınevi
1.Baskı –
Mayıs 2022
270 Sayfa
“Evli kadın
buhranı” olarak gördüğüm bir kitap.
Mehpare
okulunu bırakarak evlenmiş, iki çocuğu olmuş, baba sorunları yaşamış, şimdi de “Ben neyim? Hayatım nereye gidiyor?”
buhranları yaşayan, bu buhranlarına da spiritüel öğeler eşlik eden bir kadın.
Kendisini gerçekleştiremeden evlenip çoluk çocuğa karışan her kadında bu
bunalımları gözlemlemek mümkün.
Holywood’un da gözlemlediği bu konuyla ilgili filmler için:
Bkz: Revolutionary Road
Bkz: Marriage Story
Evlilikte kendini kaybetmiş tipik kadın mutsuzluğu. Halbuki ne gerek var? Boşan kurtul. Neyi zorluyor bu kadınlar? Madem evliliğinden memnun değilsin, madem kendini yalnız hissediyorsun, boşan kurtul yahu. “O kadar kolay değil” mi diyorsunuz? E bu yaşadığınız hayat daha mı kolay?
Mutsuz eden; görünürdeki hâlin ile iç dünyandaki hâlin uyumsuz olması. Evlilikte görünürde yalnız değilsin ama kendini yalnız hissediyorsun. İşte mutsuzluğun sebebi bu ikilik. Bunu sona erdirmenin yolu ya zihnini susturmak ya da kocanı hayatından çıkarıp zihnini ve görünür dünyanı aynı yapmak. Böylece zihin dünyandaki yalnızlık ile fizik dünyandaki yalnızlık uyumlu olacağı için mutsuzluktan kurtulursun. Bitti gitti.
Bunun gibi evli bir kadının kendini arayışı ile ilgili
bir kitap için:
Bkz: Uyanış
*
Mehpare,
daldığı iç dünyasında önce kendi anne babasını düşünüyor. Annesi Fatma, babası
Ali. Ali evle çok ilgili değil, uçarı bir tip. Mehpare içleniyor bu duruma ve
babasının bu hâlinden annesini sorumlu tutuyor. Bu durum kitapta şöyle ifade
ediliyor:
“…keşke
böyle olmasaydı da babasını eve bağlayıp ailedeki ahenk çıtasını yükselterek
ona daha sağlıklı bir çocukluk ve genç kızlık yaşatabilseydi annesi!”
Babayı eve
bağlamak mı? Babanın evine bağlı olmaması annenin suçu mu? Babayı eve bağlamak
annenin görevi mi? Babanın yetişkin bir insan ve baba olarak kendi başına
anlaması ve alması gereken bir yükümlülük değil mi evine bağlı olmak?
Mehpare her
seferinde babasını yüceltip annesini suçluyor. Babasının eve gelmemesinden de
annesini sorumlu tutuyor:
“İsterdi ki
annesi babasının gidişlerinin sebebini arasın, bir şeyler yapsın!”
Niye annesi
bir şeyler yapsın? Bir şeyler yapma görevini niye annesine yüklüyor? Babam bir
şeyler yapsın, demiyor. Babamın da şöyle şöyle hataları var, demiyor. Babası
rahat rahat takılırken niye anneye görev yüklüyor?
“Babasıyla
yaşayacağı sevinçli anlar da perdeleniyordu annesinin bu incinmiş halleri
yüzünden.”
Pardon
Mehpare, kadın incinmiş olduğu için. Babası, annesini incitiyor; Mehpare
annesini suçluyor neden incinik gözüküyorsun, babamla keyfimi bozuyorsun, diye.
“Annemin
içinde büyüyen bunalımlarını birebir hissediyordum. Kim bilir, belki de bendeki
anlam veremediğim iç sıkıntıları onun bu ketumluğundan kaynaklanıyordu. Onu
konuşturmak için her çaba harcadığımda lafı değiştirmiş, konuyu geçiştirmişti.
Böyle olunca ben de zaman içinde kendimi ifade edemez olmuştum.”
Mehpareciğim,
annen konuşmak zorunda mı? Kadının konuşmak istememe ve bundan memnun olma
hakkı yok mu? Hukukta vardır: Susma hakkı. Ama Mehpare’nin annesinin susma
hakkı yok. Mehpare konuşulması gerektiğini düşünüyorsa konuşulmalı.
Babası terk
ediyor annesini, başka bir kadın için. Mehpare hâlâ “Bizi terk ettiğine hiçbir
zaman inanmamıştım zaten” diyor. “Bir süreliğine kaçış olduğunu düşünmüştüm.”
Aynısını annen yapsa annenin ağzına sıçardın.
Babası
Mehpare’ye önce; kadın falan bahane, annenin düzenli olmasından bıktım, diye
annesini çekiştiriyor. Sonra da hayatında başka bir kadın olduğunu açıklıyor:
“Bu kadın benim fırtınalı denizde parçalanmak üzere olan gemimin oturduğu bir
kara parçası gibi çıktı karşıma!” diyor. Karısı içinse “Hiçbir zaman kendisi için
yaşamadı, kendi için bir şey yapmadı; bir seyahate çıkmadı, bir yerleri
keşfetmeye çalışmadı, hiç bilim-kurgu okumadı…” diye veryansın ediyor.
Zorunda mı?
Herkes kadının hayatını eleştiriyor, kendi doğru bildiği bakış açısıyla. Bu
kadın seyahate çıkmayı sevmiyor, bilim kurgu okumayı sevmiyor, sizinle
buhranlarınızı konuşmak istemiyor… olamaz mı?
Babası diyor
ki: “Annen her şeyi hallediyordu. Bana ihtiyaç olduğu zamanlar gelmek haftada
üç, dört gün, yeterli oluyordu.”
Kadın
yardıma muhtaç kedi yavrusu gibi davranmadığı için adam işe yaramadığını
düşünüp başka bir kadına gitmiş. Kızı Mehpare de hâlâ babam da babam.
Mehpare beni
çıldırttı.
*
Kitabın
adında yer alan Zeo ve Kio göksel görevliler imiş. Üst boyutta bedensiz frekans
varlıklarmış. Dünyada iken adları Zeki ve Kite imiş. İlona gezegeninde artık
isimleri Zeo ve Kio olmuş. Görevleri, oluşturulacak yeni yazılım planları için
gözlem yapmakmış. İnsan formunun yenilenmiş olarak yaşayacağı dünyaların
koşullarını hazırlayacak verileri oluşturuyorlarmış. Bir de İlona’dan
bedenlenen bazı insanları ve kayıtlarını izliyorlarmış.
Koptum tabii
burada kitaptan. Bu kısımları ciddiye alarak okuyabilmeme imkân yok. Ama buna
benzer şeyleri ciddiye alarak okumuşluğum var:
Bkz: Ruhların Yolculuğu
Bkz: Ruhların Kaderi
Başka bir
boyut, yeniden bedenlenme vb konularla ilgili bu iki kitap beni etkilemişti.
“Olabilir mi böyle bir şey?” diye düşündürmüştü.
Bu kitapta
ise Zeo ve Kio benim için düşündürücü olmaktan çok uzakta. Hele uzay
gemisindeki gibi konuşmaları:
"– Zeo denetlenmemiş frekansların kanallarını
açmak işe yarayacak mı?
– Ben renklerin frekanslarını düşürdüm, bu işe yarar!"
Zeo ve
Kio’nun “göksel varlık” hâli ve görevi bana, uzaylılar tarafından kaçırıldığını
söyleyen insanların anlatımlarına yer veren şu kitabı hatırlattı:
Orada da
insanlar aslında bu kitapta bahsedilen Zeo ve Kio’yu anlatıyor olabilirler. Ama
o kitaptaki Zeo ve Kio’lar daha korkunç.
*
Mehpare’nin
kişisel gelişim yolculuğu denebilir bu kitaba. Böyle yolculukları sevenlerin
hoşuna gidebilir. Spiritüel açıklamalar, özlü sözler, kafamda bir yere
oturmayan soyut laflar bolca yer alıyor kitapta:
“Zamanla hiç
ilgilenmemek ve zamanı fark edememek. İçine öyle bir girmek ki zamanın içindeki
zaman olmak! Zamana tanıklık etmek!”
“Derinden
bir iç geçirir gibi sessiz ve etkili bir manyetik alan yardımıyla her bir
rengin ışınımını etrafındaki tozcuklara çarpıp dağılmalarına izin vermeden…”
Ne anlama
geliyor bu sözler, anlamıyorum. Bu anlamamazlığım bana şu kitabı hatırlattı:
Orada da bu tarz ifadeler daha yoğun bir şekilde var.
Bana hitap etmiyor bunlar. Örneğin:
“Şimdi tüm
bildiklerini unutup bir nefes çek içine, arkana yaslan ve sadece göklerin
sesini dinle! Nöronlarında yanıp sönen ışık cümbüşünden doğan güneşlerin
sesini…”
Bu cümleyi okuyunca benim aklımda şu canlanıyor: https://www.youtube.com/watch?v=sGkShyoxH3c
Böyle anlatımlar beni çok yoruyor. Basit bir insanım ben. Basit konuşmayı ve basit konuşulmasını seviyorum. Basit, yalın, net, sade, öz.
*
Ben de tam
Mevlana nerede kaldı, diyordum ki çıktı ortaya. Bu tarz bir hikayede Mevlana’dan ve Mesnevi’sinden bahsetmemek
olmaz. Yazar da bahsetmiş.
Mesnevi,
tasavvuf… Hiç sevmediğim şeyler. Kitabın bir de hafif uzaysı içeriği nedeniyle
adı olmuş “Mevlana Manyetik Alanı” ya da “Mevlana Birleşik Alanı” Lütfeeen!
Şöyle tanımlanıyor bu: “Tüm insanlığı bir çatı altında toplayan manyetik bir
alandır. Mesnevi’ye Kuran’ın…” Devam edemeyeceğim daha fazla.
Mevlana’yı
sevmem. Bir dünya erkeğin dünyadan izole bir mekana çekilip dilencilikle
geçimlerini sağlamaları ilgimi çekmiyor. Benim için önemli olan hayatın içinde
olup da güzel düşünebilmek, olumlu konuşabilmek. Mevlana, mevlevihanesinden
çıkıp Türkiye’de avukatlık yapsın, ondan sonra desin kusurları örtmede gece
gibi ol, hoşgörülükte deniz gibi ol… bıdı bıdı. İnzivaya çekilince herkes öyle
söyler. Ben de çekileyim inzivaya, insan içine çıkmayayım, çalışmayayım, onun
bunun yardımı ile geçineyim, ben de derim çiçek böcek dünya ne güzel diye.
Hepimiz böyle mi yaşayalım yani? Hepimiz inzivaya çekilip boynumuza astığımız
çanaklara insanların koyacağı paralarla mı geçinelim? Hayatın koşturmacası
içinde bir mücadele veriyoruz. Mevlana bu mücadeleyi vermiş mi? Versin, ondan
sonra konuşsun.
Benim
hayatımda Mevlana’nın bir karşılığı yok. Mevlana’yı yerlere göklere
sığdıramayanların hayatında da bunun yer ettiğini sanmıyorum. Öyle olsaydı
Mehpare, mutsuzluğunun sebebini anlardı. Benim ilk paragrafta anlattığım neydi?
Mehpare’yi mutsuz eden; görünürdeki hâli ile iç dünyasındaki hâlinin uyumsuz
olması. Görünürde evli yani yalnız değil ama iç dünyasında yalnız. Mevlana’nın
ünlü sözü ne? “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” Mehpare işte bu
yüzden mutsuz, göründüğü gibi değil. Bunu ben söyleyince re re rö, Mevlana
söyleyince uuuu.
*
Kitapta 12
Eylül dönemine de değinilmiş. Bu dönemin Mehpare’nin hayatına etkilerini
görüyoruz. Yine babası üzerinden bir etkisi oluyor.
Kitabın arka
planındaki 12 Eylül atmosferi ve ön planındaki Mehpare’nin özel ilişkisi kısmı
bana şu romanı anımsattı:
Orada da
siyasi bir atmosfer eşliğinde bir gönül ilişkisi anlatılıyordu ki onu da
sevmemiştim zaten.
*
İmla ve noktalama hataları nedeniyle çok
üzülüyorum ve çok endişeleniyorum artık bir şey okumaya. Gerek kitap, gerek
dışarıdaki reklamlar, gerek internetteki yazılar… Gözüme bir yanlış çarpacak
diye endişeleniyor ve görünce de üzülüyorum.
Bu kitapta
da bolca vardı.
Aşk, dünya,
ay… Bu kelimeler kitapta sık sık geçiyor. Ama kimi yerde baş harfleri büyük,
kimi yerde küçük, kimi yerde baş harfi büyük ve gelen ek kesme işareti ile
ayrılmış, kimi yerde ise baş harfi büyük ama gelen ek bitişik yazılmış. Neden?
Sonra de ve ki
problemi. Ayrı yazılması gerekirken bitişik, bitişik yazılması gerekirken ayrı
yazılmış.
“Ağabey”
yerine “abi” yazılmış. TDK bir değişikliğe gittiyse bilmiyorum, bildiğim
kadarıyla “abi” değil “ağabey” diye yazılmalı.
Yurt dışı
bitişik yazılmış. Ayrı yazılmalı. Kitapta hep “yurtdışı” diye bitişik ve yanlış
yazılmış iken sonra bir yerde bir kere ayrı yazılmış niyeyse. Bu da anlamadığım
bir şeydir. Bazen öyle bazen böyle yazmak. Yukarıda verdiğim örneklerde de
bazen doğru bazen yanlış şekilde yazılmış. Bu ne anlama geliyor, bilmiyorum.
Şu var ki; gözümü kanatıyor bu hatalar. Madem kitap
yazarak kendimizi ifade etmek istiyoruz, asla yazım yanlışı olmamalı kitapta.
Örneğin piyano çalarak kendimizi ifade etmek istiyorsak, notaları ve piyanodaki
yerlerini öğrenir, yanlış notaya basmayız değil mi? Yazmak da bunun gibi değil
mi? Noktalama işaretleri ve yazım kuralları da bu işin notası değil mi? Gerisi
de sanatçı ruhu denilen şey.
*
Bu arada kitabın sonunu
söyleyeyim. Spoiler:
Mehpare’nin kocası Turan ölüyor.
Mehpare, kocasının ölümünün ardından babasının arkadaşı Nevzat ile tanışıyor. Nevzat evli bir adam. Nevzat’ın karısı Canan başka birine aşık olmuş. Bunu Nevzat’a da söylemiş. Ama ayrılmamışlar. Fiilen ayrılar ama resmiyette evlilik devam. Neden? Çünkü mallar bence.
Nevzat ile Mehpare sevişiyorlar. Sonraki günlerde Nevzat’ın karısı yeniden deneyelim mi diyor. Nevzat da evet diyor. Mehpare, yine yangınlar yine sen! Yok, Mehpare drama kraliçesi olmuyor bu defa. Şükür.
Mehpare’nin kızı İdil, büyüyünce yurt dışına dedesinin yanına resim okumaya gidiyor. İdil orada Mesnevi bilen Uzak doğulu iki arkadaş edinmiş. Adları Zeo ve Kio.