BÜYÜLÜ NİSAN
(The Enchanted April)
Elizabeth Von Arnim
1922
İngilizce aslından
çeviren: Filiz Çakır
Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları
1.Basım Haziran 2021
275 sayfa
İki tane kadın kocalarından habersiz tatile çıkma planı yapıyorlar. Nasıl heyecanlılar, nasıl endişeliler. Sanki yasa dışı bir şey. Kıyamam.
*
Bu iki kadın Lotty
Wilkins ve Rose Arbuthnot
Bayan Wilkins tipik bir en hanımı. Kocası avukat. Tutumlu bir hayat yaşıyorlar.
Bayan Wilkins bir gün gazetede bir ilan görüyor. Akdeniz’de bir şato, kiralık, bir aylık tatil için uygun. Hayallere dalıyor.
Kilisede bu ilanı görüp hayallere dalan başka bir kadını fark ediyor. Daha önce de kilisede sık sık gördüğü, yoksullara yardım eden bir kadın, Bayan Arbuthnot. Ona buraya beraber gitmeyi teklif ediveriyor. Doğru düzgün hatta hiç tanımadığı insana utana sıkıla beraber tatile gitmeyi öneriveriyor. Öyle çılgın bir insan asla değil ama içinden derin bir şekilde bu his gelmiş.
*
Bayan Arbuthnot’ın kocası Frederick bir yazar. Kralların metreslerinin biyografilerini yazıyor takma adla. Buradan gelen gelirle geçiniyorlar. Bayan Arbuthnot bu gelir kaynağından memnun değil. O yüzden kocasının kendisine verdiği paranın büyük kısmını kiliseye, yoksullara veriyor. Böylece parayı akladığına inanıyor. Kocasının bu işi yaptığını sadece papaz biliyor, papaz durumdan memnun.
Tatile gidecekleri kiralık şatonun kirasını çok buldukları için iki kişi daha arıyorlar ilan verip. Leydi Caroline ve Bayan Fisher ilana cevap veriyor.
İşte bu dört kadın tatile gidecekler.
*
Bayan Wilkins tatile gideceğini daha kocasına söylememişken kocası “Paskalyada seninle İtalya’ya gidelim” diyor. Haydaaa! Kadın da tatil planından bahsetmeyip “Beni İtalya’ya davet ettiler.” diyor. Adam inanmıyor. Bayan Arbuthnot gelip adamı ikna ediyor.
Arbuthnot’un kendi kocasını ikna etmesi zor olmuyor. Çünkü kocası eve bile uğramayan ilgisiz bir adam. Arbuthnot not bırakıp çıkıyor sadece.
*
Leydi Caroline çok güzel, yirmi sekiz yaşında bekar bir kadın. Güzelliği dillere destan. O kadar güzel ki sinirlense bile insanlar sinirlendiğini anlamıyor. Sesi ve tarzı sinirli olsa bile güzel ve şirin gözüktüğünden kimse terslediğini düşünmüyor. Herkes kadının güzelliğinden büyüleniyor adeta. Kadıncağız da bu durumun farkında ve bundan çok sıkılmış. Hayatı boyunca erkekler peşinde pervane olmuş. Yapışmış daha doğrusu. O da bu yapışkanlıktan bıkmış. Bir erkekle tanıştığında “Hah bu da şimdi peşimden ayrılmaz” diye yakınıyor. Gerçekten de ayrılmıyor erkekler. Halbuki Caroline yalnız kalmayı seviyor. Sadece yalnız kalmak istiyor. Evinde ve şehirde herkesin ona güzelliği nedeniyle yanaşmasından, sürekli teşekkür etmekten bıkmış. Çevresinden uzaklaşıp yalnız kalmak istediğinden bu tatile gelmiş.
Leydi Caroline, Rose ve Lotty’i “orijinal” buluyor. “Orijinaller” diyor onlara. Ama zamanla onu anlayan sadece Lotty oluyor. Lotty onun yalnız kalma isteğine saygı duyuyor.
*
Bayan Fisher zor
yürüdüğü için bastonla dolaşan, yaşlı, dul bir hanımefendi. Diğerlerini de
kendisi gibi dul sanıyor başta. O da yalnız kalıp anılarını düşünmek için bu
tatile çıkmış.
*
Şatoda iktidar
mücadelesi oluyor hafiften. Ben ev sahibiyim, sen misafirsin tarzı.
Aman ev sahibi onlar olsun bırak, misafirliğin tadını çıkar. Ben olsam hiiiç patron benim havalarına girmezdim. Tatilde böyle şeyler düşünmek istemem. Ne yiyorsak yiyelim, nereye gidiyorsak gidelim, hiç sorun değil. Ne yiyelim, nereye gidelim diye düşünmeyi hiçbir vakit sevmiyorum, tatilde iyice sevmem. O yüzden buyurun madam, siz ev sahibi olun. Misafirlikten rahat şey var mı yahu?
*
Lotty aslında biraz kocasından ve çevresinden bunaldığı için bu tatile çıkmıştı ama kocasını özleyeceği tutuyor. Ona mektup yazıp yanına çağırıyor. Geleceğini de biliyor. Hissediyor. Lotty’nin psişik güçleri var. Olacakları önden görüyor.
Kocası geliyor. Ama karısına duyduğu aşktan değil. Karısının mektuplarından meşhur Leydi Caroline’nin de orada olduğunu öğrendiğinden. Hem bu kadının dillere destan güzelliğini görmek istiyor hem de onun zenginliğinden nemalanmak. Belki kendisi gibi bir avukata ihtiyaç duyar diye umuyor.
*
Lotty’nin ısrarıyla Rose
da kendi kocasına mektup yazıyor. Ama hiç umudu yok. Zaten gelmez, zaten cevap
yazmaz, hiç umursamaz… diye düşünüyor. Canım yaaa, kıyamam.
“Bu kadar çok insanla dolu bir dünyada yalnızca bir
tanesine sahip olmayı istemek, milyonlarcasının içinde yalnızca birini kendine
istemek pek de büyük bit şey gibi gelmiyordu. Ona ihtiyacı olan, onu düşünen,
onun yanına gelmeye hevesli olan biri… ah, ah, insan nasıl da fena halde
istiyordu değerli olmayı!”Sf.208
Kocasından telgraf beklerken şatonun sahibi Bay Briggs’ten telgraf geliyor. Oradan geçiyormuş, uğramak istemiş. Ama asıl amacı Rose’u görmek, çünkü görür görmez ondan hoşlandı.
Fakat Bay Briggs gelip de Leydi Caroline’ı görünce ona abayı yakıyor. Üstelik tam da kadının hiç sevmediği şekilde yapışkancasına.
Leydi Caroline Bay Briggs’ten kaçarken bu defa Londra’dan tanıdığı bir yazara denk geliyor. Bu yazar da kadına aşık. Ama daha az yapışık. Kadın da en azından ev sahibinden korur diye yazarı yemeğe çağırıyor.
Meğer bu yazar arkadaş Rose’un kocasıymış. Caroline ve ailesine kendisini bekar ve başka bir isimle tanıtmış. Rose da seviniyor kocasını görünce mektubumu ne çabuk aldın diye. Caroline bozmuyor ortamı.
*
Tatilde Rose ve kocası kaybettikleri tutkuyu yeniden buluyorlar.
Bayan Fisher, Lotty’nin sıcakkanlılığı ve ziyarete gelen ev sahibi Bay Briggs’in saygılı davranışlarıyla yumuşuyor.
Caroline de bu sıcak ortamda Briggs’in ilgisine yanıt veriyor.
Ay çok cici bir hikaye.
Lotty’ye bayıldım. O kadar temiz kalpli ki geleceği hissediyor. Böyle böyle olacağını görüyorum diye önden görüyor bile olacakları. Bunu büyücülük ya da delilik gibi söylemiyor, gayet temiz kalplilikten hissediyor. Etrafındakilere de yayıyor bu pozitifliğini.
Kitap ayrıca İtalya’nın San Salvatore’sinin güzelliğini, sıcaklığını, tatil havasını da hissettiriyor.
Jane Austen romanlarını andırıyor biraz. Tesadüfler, aşklar, masum heyecanlar.
*
Filmi de var. Youtube’un derinliklerinde buldum: