12 Kasım 2021 Cuma

BÜYÜLÜ NİSAN

 


BÜYÜLÜ NİSAN

(The Enchanted April)

Elizabeth Von Arnim

1922

İngilizce aslından çeviren: Filiz Çakır

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım Haziran 2021

275 sayfa

 

İki tane kadın kocalarından habersiz tatile çıkma planı yapıyorlar. Nasıl heyecanlılar, nasıl endişeliler. Sanki yasa dışı bir şey. Kıyamam.

*

Bu iki kadın  Lotty Wilkins ve  Rose Arbuthnot

Bayan Wilkins tipik bir en hanımı. Kocası avukat. Tutumlu bir hayat yaşıyorlar.

Bayan Wilkins bir gün gazetede bir ilan görüyor. Akdeniz’de bir şato, kiralık, bir aylık tatil için uygun. Hayallere dalıyor.

Kilisede bu ilanı görüp hayallere dalan başka bir kadını fark ediyor. Daha önce de kilisede sık sık gördüğü, yoksullara yardım eden bir kadın, Bayan Arbuthnot. Ona buraya beraber gitmeyi teklif ediveriyor. Doğru düzgün hatta hiç tanımadığı insana utana sıkıla beraber tatile gitmeyi öneriveriyor. Öyle çılgın bir insan asla değil ama içinden derin bir şekilde bu his gelmiş. 

*

Bayan Arbuthnot’ın kocası Frederick bir yazar. Kralların metreslerinin biyografilerini yazıyor takma adla. Buradan gelen gelirle geçiniyorlar. Bayan Arbuthnot bu gelir kaynağından memnun değil. O yüzden kocasının kendisine verdiği paranın büyük kısmını kiliseye, yoksullara veriyor. Böylece parayı akladığına inanıyor. Kocasının bu işi yaptığını sadece papaz biliyor, papaz durumdan memnun.

 *

Tatile gidecekleri kiralık şatonun kirasını çok buldukları için iki kişi daha arıyorlar ilan verip. Leydi Caroline ve Bayan Fisher ilana cevap veriyor. 

İşte bu dört kadın tatile gidecekler.

*

Bayan Wilkins tatile gideceğini daha kocasına söylememişken kocası “Paskalyada seninle İtalya’ya gidelim” diyor. Haydaaa! Kadın da tatil planından bahsetmeyip “Beni İtalya’ya davet ettiler.” diyor. Adam inanmıyor. Bayan Arbuthnot gelip adamı ikna ediyor.

Arbuthnot’un kendi kocasını ikna etmesi zor olmuyor. Çünkü kocası eve bile uğramayan ilgisiz bir adam. Arbuthnot not bırakıp çıkıyor sadece.

*

 Böylece dört kadın tatil şatosunda bir araya geliyorlar.

Leydi Caroline çok güzel, yirmi sekiz yaşında bekar bir kadın. Güzelliği dillere destan. O kadar güzel ki sinirlense bile insanlar sinirlendiğini anlamıyor. Sesi ve tarzı sinirli olsa bile güzel ve şirin gözüktüğünden kimse terslediğini düşünmüyor. Herkes kadının güzelliğinden büyüleniyor adeta. Kadıncağız da bu durumun farkında ve bundan çok sıkılmış. Hayatı boyunca erkekler peşinde pervane olmuş. Yapışmış daha doğrusu. O da bu yapışkanlıktan bıkmış. Bir erkekle tanıştığında “Hah bu da şimdi peşimden ayrılmaz” diye yakınıyor. Gerçekten de ayrılmıyor erkekler. Halbuki Caroline yalnız kalmayı seviyor. Sadece yalnız kalmak istiyor. Evinde ve şehirde herkesin ona güzelliği nedeniyle yanaşmasından, sürekli teşekkür etmekten bıkmış. Çevresinden uzaklaşıp yalnız kalmak istediğinden bu tatile gelmiş.  

Leydi Caroline, Rose ve Lotty’i “orijinal” buluyor. “Orijinaller” diyor onlara. Ama zamanla onu anlayan sadece Lotty oluyor. Lotty onun yalnız kalma isteğine saygı duyuyor.

*

Bayan Fisher zor yürüdüğü için bastonla dolaşan, yaşlı, dul bir hanımefendi. Diğerlerini de kendisi gibi dul sanıyor başta. O da yalnız kalıp anılarını düşünmek için bu tatile çıkmış.

*

Şatoda iktidar mücadelesi oluyor hafiften. Ben ev sahibiyim, sen misafirsin tarzı.

Aman ev sahibi onlar olsun bırak, misafirliğin tadını çıkar. Ben olsam hiiiç patron benim havalarına girmezdim. Tatilde böyle şeyler düşünmek istemem. Ne yiyorsak yiyelim, nereye gidiyorsak gidelim, hiç sorun değil. Ne yiyelim, nereye gidelim diye düşünmeyi hiçbir vakit sevmiyorum, tatilde iyice sevmem. O yüzden buyurun madam, siz ev sahibi olun. Misafirlikten rahat şey var mı yahu? 

* 

Lotty aslında biraz kocasından ve çevresinden bunaldığı için bu tatile çıkmıştı ama kocasını özleyeceği tutuyor. Ona mektup yazıp yanına çağırıyor. Geleceğini de biliyor. Hissediyor. Lotty’nin psişik güçleri var. Olacakları önden görüyor.

Kocası geliyor. Ama karısına duyduğu aşktan değil. Karısının mektuplarından meşhur Leydi Caroline’nin de orada olduğunu öğrendiğinden. Hem bu kadının dillere destan güzelliğini görmek istiyor hem de onun zenginliğinden nemalanmak. Belki kendisi gibi bir avukata ihtiyaç duyar diye umuyor. 

*

Lotty’nin ısrarıyla Rose da kendi kocasına mektup yazıyor. Ama hiç umudu yok. Zaten gelmez, zaten cevap yazmaz, hiç umursamaz… diye düşünüyor. Canım yaaa, kıyamam.

“Bu kadar çok insanla dolu bir dünyada yalnızca bir tanesine sahip olmayı istemek, milyonlarcasının içinde yalnızca birini kendine istemek pek de büyük bit şey gibi gelmiyordu. Ona ihtiyacı olan, onu düşünen, onun yanına gelmeye hevesli olan biri… ah, ah, insan nasıl da fena halde istiyordu değerli olmayı!”Sf.208

Kocasından telgraf beklerken şatonun sahibi Bay Briggs’ten telgraf geliyor. Oradan geçiyormuş, uğramak istemiş. Ama asıl amacı Rose’u görmek, çünkü görür görmez ondan hoşlandı.

Fakat Bay Briggs gelip de Leydi Caroline’ı görünce ona abayı yakıyor. Üstelik tam da kadının hiç sevmediği şekilde yapışkancasına.

Leydi Caroline Bay Briggs’ten kaçarken bu defa Londra’dan tanıdığı bir yazara denk geliyor. Bu yazar da kadına aşık. Ama daha az yapışık. Kadın da en azından ev sahibinden korur diye yazarı yemeğe çağırıyor.

Meğer bu yazar arkadaş Rose’un kocasıymış. Caroline ve ailesine kendisini bekar ve başka bir isimle tanıtmış. Rose da seviniyor kocasını görünce mektubumu ne çabuk aldın diye. Caroline bozmuyor ortamı. 

*

Tatilde Rose ve kocası kaybettikleri tutkuyu yeniden buluyorlar.

 Lotty ve kocası da öyle. Kocası Lotty’nin ne kadar güzel ve akıllı olduğunu fark ediyor.

Bayan Fisher, Lotty’nin sıcakkanlılığı ve ziyarete gelen ev sahibi Bay Briggs’in saygılı davranışlarıyla yumuşuyor.

Caroline de bu sıcak ortamda Briggs’in ilgisine yanıt veriyor.

 *

Ay çok cici bir hikaye.

Lotty’ye bayıldım. O kadar temiz kalpli ki geleceği hissediyor. Böyle böyle olacağını görüyorum diye önden görüyor bile olacakları. Bunu büyücülük ya da delilik gibi söylemiyor, gayet temiz kalplilikten hissediyor. Etrafındakilere de yayıyor bu pozitifliğini.

Kitap ayrıca İtalya’nın San Salvatore’sinin güzelliğini, sıcaklığını, tatil havasını da hissettiriyor.

Jane Austen romanlarını andırıyor biraz. Tesadüfler, aşklar, masum heyecanlar.

*

Filmi de var. Youtube’un derinliklerinde buldum:


İzlemeye başladım ama çekici gelmedi, bıraktım. Kitap yetti bana.




YAKIN

 


YAKIN

Ege Soley

2020

Doğan Novos Yayınları

1.baskı- Temmuz 2020

160 sayfa

 

Tam şişmelik bir kitap benim için. Bayık bayık aforizmalar.

“Çok basit ama çok zor bir iş. Çok kısa ama çok uzun bir hikaye. Anlaşılabilir gibi, ama tarif edilebilir gibi değil.” Sf.13

Ne diyorsun? Nedir derdin?

*

Kendine yakınlaşmaya çalışıyormuş yazar. “Kendim dediğim insana biraz daha yaklaşmak” istiyormuş. Çünkü insan hep uzakmış kendisine, hep yarımmış. 

Ayyyhhh şişiyorum.

İnsan “Bazen yalnız kaldığında kendi elini tutup okşayacağına, o el ile yersiz bir bilek güreşine girişiyor” Sf.15

Ahahahha içli içli kurulan bu cümleler bende feci halde gülme isteği uyandırıyor. Ben duygusuz bir öküz olabilirim.

 *

Bir hayat tanımı var yazarın:

“Hep taze çiçekler, mis kokular, kolalı manşetler, ütülü paçalar değildir hayat. Yürürken köşesi kırık bir kaldırım parçasından su sıçrar üstüne, paçan ıslanıverir.” Sf.23

Offfff! 15 yaşında olsam belki etkilenirdim ama +30 yaş için artık böyle laflar öööegghhh! (15 dedim ama ben 20’li yaşlarımın sonuna kadar böyle arabesktim aslında, aramızda kalsın.)

Yazar bu aralar çok düşünüyormuş gerçekten mutlu muyum diye. Düşünme yav. Düşünerek varılabilecek bir cevabı var mı ki bunun? 

*

Kitabın sonlarına doğru güzel bulduğum bir şey okudum. Einstein’in bir sözüne atıfla: "Bir sorun olduğunda, bu sorunu, onu yaratan zihinle çözemeyeceğini hatırla.” Sf.136 diyor.

 “Daha başka bir akıl, başka bir yol gerekli.” Sf.136

 Hah, bunu sevdim. Akıl akıldan üstündür nitekim.

“Çok fazla sorunu zihnin uyduruyor, aklın yaratıyor. Sonra kalbine inandırıyor, duygularının ayarını bozuyor. Hiç olmayanları, hiç olmayacakları durduk yere aklın yaratıyor.” Sf.136

Bu doğru. Bunun doğruluğu bu kitaplarda okuyunca pek inandırıcı gelmeyebiliyor ama şu kitaplarda daha tatmin edici oluyor:

Bkz: Beyin Senin Hikayen

Bkz: Incognito

Beynin çalışma prensibini anlatan kitaplar ile kişisel gelişim kitapları benzer şeyleri söylüyor aslında. Hangisine meyilliyseniz onu alırsınız.

*

Yazar, tanımlamaya doyamadığı hayatı son bir kez daha tamamlayarak bitiriyor kitabı: “Hayat, hatırla ister” Sf.159

Şiştim.

Böyle soyut soyut laflar ne işe yarıyor, ben anlayamıyorum. Ne anlam çıkarılabilir, ne işe yarayabilir?

*

Yazarın kendi kendiyle konuşması niteliğinde kitap. Yemin ediyorum bak sene 2015-16. Aynı böyleydim ben de. Mıymıy arabesk. Gerçi yazar pozitif yönde mıymıy. Ben bunun depresif yönde olanıydım. Burada yazar ne kadar hayat şöyle güzel, böyle yardım eder, canımız doğamız, içimizdeki güç oley… diyorsa ben de hayat bok gibi, keşke ölsem, ne biçim dünya… diye düşünüyordum. Ve hatta bu harikulade düşüncelerimi yazıyordum. Defterler dolusu kin kusmuştum. Sonra hepsini attım o defterlerin. Attım rahatladım.

*

Neticede beni etkilemedi kitap. Ama muhakkak etkiledikleri vardır.

*

Biraz Nil Karaibrahimgil tadı aldım kitaptan.

Bkz: Kelebeğin Hayat Sırları

Onu seven bunu da sever sanırım.


HER ŞEY DEĞİŞİR RİTÜELLER KİTABI

 


HER ŞEY DEĞİŞİR

RİTÜELLER KİTABI 

Anette Inselberg

2019

Destek Yayınları

18.Baskı - Haziran 2019

261 sayfa


Mumlar, tütsüler, deniz kabukları, kurdeleler, sirkeler, kibritler, pirinçler, tarçınlar, kuş tüyleri…vb kullanarak birtakım şekiller oluşturup yeniaylarda, dolunaylarda, aysız alelade zamanlarda dilek dilemeceleri anlatıyor kitap.

İnanırsan gerçek olur minvalli bir kitap yani. Bu inancı bir de görsel tasarımlarla destekliyor. İnananlar için ne ala! İnanmayanlara ise komik gelecektir. Zira biraz büyücülüğü andırıyor.

*

Kitap yazarın bu işlere nasıl başladığını anlatarak başlıyor.

Yazar finans sektöründe çalışıyormuş. İyi para kazanıyormuş ama işini sevmiyormuş, çok stresliymiş, hasta oluyormuş bu stres yüzünden.

Sonra bırakmış işini. Reiki, yoga, meditasyon, nefes çalışmaları derken sevdiği işin bu konularda seminer vermek olduğunu keşfetmiş. Hali hazırda sevilen bir bloğu da varmış. https://anetteinselberg.com/ Bloğun takipçileri yazarı yalnız bırakmamış.

*

Çeşitli isteklere cevap veren ritüeller yer alıyor kitapta:

Kararsız kaldığımızda cevap bulma ritüeli, 

Hayatımızdaki düğümlenmiş sorunları çözme ritüeli,

Stresi dönüştürme ritüeli,

 Evrenle bir olma ritüeli,

 İçinizdeki çocukla bağ kurma ritüeli

YouTube kanalı varmış, oradan bakarsınız merak ediyorsanız. https://www.youtube.com/channel/UCfnNAX0W-uJRWHQTS1sEyjg/featured


Örneğin bir tanesi ;

Evi negatif enerjilerden arındırmak için cam bardak içine su, bir çay kaşığı elma sirkesi, bir çay kaşığı tuz koyup yatağın altına koyuyorsun. Bardağa “Üzerimdeki tüm ağırlıkların, negatifliklerin, kem gözlerin bu bardakta toplanmasına niyet ediyorum” diyorsun. Ertesi sabah lavaboya “Artık tüm yollarımın açılmasını seçiyorum” diyerek döküyorsun. Böyle böyle 21 gün yapıyorsun bunu. (Sf.65)

Ya da başka bir örnek olarak;

Akşam eve birine öfkeli mi geldin? “Bugün beni üzen kişiye bana öğrettikleri için teşekkür ediyor, şifalanmasını diliyor, aramızdaki negatif bağı kesiyor, sevgiyle uğurluyorum.” diyorsun.

*

Kendini bir balonun içinde hayal etmeni öğütlüyor kitap bazı durumlarda. Örneğin evden çıkmadan önce mavi bir balonun içindesin, “Bugün mutlu olmayı seçiyorum.” diyorsun.

Bu balon kısmı bana Metin Hara’nın “Yol” kitabını anımsattı. O da kendimizi “Ki Topu” dediği renkli balonların içinde hayal etmemizi öğütlüyordu. Ki topu gönderiyormuşsun olmasını istediğin gerçekliğe doğru.

*

Küçükken evde bir dua kitabı vardı. Borçtan kurtulma duası, bereket duası, sınav duası… Bu duaları belli sayıda söylemen gerekiyordu. Bu kitap da benzer mantıkta geldi bana. Hatta dua kitabından bir parça daha iyi, çünkü en azından bildiğin ve anladığın dilde söylüyorsun.

Ben değerliyim, başarılıyım, hayatımda her şeyi dengeli olarak alıyorum, dünya beni besliyor, ben dünyayı besliyorum… Bunun gibi laflar söylemen gerekiyor kitaptaki ritüellere göre. Zamanında özellikle çocukken bunları çok duymayınca, bunlara ikna olmayınca insan büyüyünce sıkıntı çekiyor. Madem kimse söylemiyor, mecbur sen kendi kendine söyleyeceksin. Başta inanmayacaksın tabii, yalan gibi, kendini kandırmak gibi gelecek. Kandır. Kendini böyle şeyler için kandırmakta sıkıntı yok bence. Bunu “Beyin: SeninHikayen” kitabından da biliyorum. Aslında zaten başkaları seni beceriksiz, çirkin, başarısız olduğuna kandırmış. Sen de benimsemişsin. Şimdi kendi kendini kendi iyiliğin için kandır, fena mı?