BALIKÇININ ÖLÜMÜ
&
YAŞASIN EDEBİYAT
Sait Faik Abasıyanık
Bilgi Yayınevi - 10. Basım - Aralık 1999
223 sayfa
Sait Faik Abasıyanık kitaplarını ben Yapı Kredi Yayınlarından almıştım 2012'de. Okumak şimdiye kısmet oldu.
Diğer kitapları için internetten baktığımda Yapı Kredi Yayınlarının tükendiğini gördüm. İş Bankası Yayınları basıyormuş şimdi. Ama onda da Yapı Kredi Yayınları'nın daha önce bastıklarından farklı bir kitap yok.
Bilgi Yayınevi'nin kitapları var ama o da internette yok, ara ki bulasın.
Ben de aramadım zaten, bir arkadaşımın aradığı kitap için gittiğimiz sahafta tesadüfen denk geldim.
Çok güzel denk geldim, çok da güzel iyi denk geldim.
Bu kitapta Sait Faik'in ilk hikayeleri de var. İLK. Vuhuuvv. Ölümünden sonra yayınlananlar da.
İçindekiler
BALIKÇININ ÖLÜMÜ
ÖYKÜLER
Salıncakçı
Bir Küçük Satıcı
Vilayetin Hikayesi
Karabaş'ın Hakkını Yediler
Tahtacılar
Paşa Hazretleri
Bir Balık Avı Hikayesi
Baharı Aramak
Yağmurlu Hava
Millet Bahçesi
Teşekkür
Yalnızlık
Sevgiliye Mektup
Şopar Hüseyin
Balıkçının Ölümü
*
YAŞASIN EDEBİYAT
YAZILAR
Uçurtmalar
Yağma
Sıcak ve Dondurma
Kartal
Bağda
Bir Genç Erkek
Bir Muhabir Mektubu
Solugan Beygir ve İhtiyar Av Köpeği
Madam ve Mösyü
Gece ve At
Osman Cemal'in "Çingâneler"i
Yeni Neslin İddiası ve Davası
Nurullah Ataç'a Mektup
Yedi Yaşındaki Şairler
Bir Mecmua Hakkında
Sevgiliye Mektup
Yaşasın Edebiyat
Yazıcılığın Yirminci Senesinde
Değil mi Ama...
Onunla
Bir Fotoğraf Sergisinde
Hikayecinin Kaderi
İki Münekkit Tipi
Yarı "Yeditepe", Yarı Balıkçı, Yarı Okuyucu İle Konuşma
Orhan İçin
Eleştirmeci Falan Filan
Ölüm Hiç de Fena Değil
Ölen İyi Hikayeciye
Mikropsuz Hastalıklardan
El İle Gelen
Sait'in Burgazada'daki Dostları
Bir Balık Adam
BALIKÇININ ÖLÜMÜ
ÖYKÜLER
*
SALINCAKÇI
1930
Bayramda salıncak kurup çocukları eğlendirerek para kazanmak istiyor ama belediye reisi izin vermiyor. Olsun, kim takar izni?
"O gün kasabanın sokaklarını serseri serseri dolaştım. Sanki başka vakit başka türlü dolaşıyormuşum gibi." sf.21
BİR KÜÇÜK SATICI
1930
Cin gibi zeki bir çocuk satıcı. Ne denk gelirse satıyor. Belediye memuru ile başı dertte ama adamın huyunu çözmüş. Adamın neye ihtiyacı varsa onu satıyor. Böylece adamdan dayak yemekten kurtuluyor. Ama adam son zamanlarda kılıç balığına ilgi duymaya başlamış. Çocukcağız da kılıçbalığını nereden bulup da satacağım diye kara kara düşünüyor.
VİLAYETİN HİKAYESİ
1930
Vilayetin tüm çalışanlarının, valisidir, belediye memurudur... herkesin işlerinin nasıl yapıldığını gösteren bir film oynatılıyor bir baloda.
KARABAŞ'IN HAKKINI YEDİLER
1934
Çingene deve güreşi izlemeye gidiyor. Yanına onu tanıyan sokak köpeği Karabaş'ı da alarak.
Ama Karabaş bir sebepten çingeneye darılıp gidiyor. Çingene de onun için aldığı etleri yalağa atıyor. Etleri başka köpekler yiyor.
TAHTACILAR
1935
Tahtacılar, köye geldiklerinde hikaye anlatırlarmış. Bu hikayelerden birine göre bir kadına aşık olan tahtacı, kadınla beraber İstanbul'a gitmiş, Daha da kendisinden haber alınamamış.
PAŞA HAZRETLERİ
1938
Balık tutmak isteyen ama çekinen bir paşa. Laf ederler diye endişeleniyor. Koskoca paşa hazretleri balık mı tutarmış?
BİR BALIK AVI HİKAYESİ
1940
Sandalla balık tutmaya çıkıyor. Sekiz tane balık tutuyor. Bunları sandalcıya satacak. Fiyatta anlaşıyorlar. Tam kıyıya geldiklerinde sandalcı bıçağını gösterip kovuyor adamı. Para vermeden gasp ediyor balıkları.
Bu hikayede bir "medarı maişet" ismi geçiyor. Sandaldan kovulan yazar, yanından geçtiği gemide bu ismi okuyor. Medarı Maişet romanına isim babası ya da anası neyse işte, olan gerçek bir gemi mi yani?
BAHARI ARAMAK
1940
"Yaz denizde yıkanan insanlar mıdır? Kış damlardan sarkan buz mudur? Bahar da bir avuç papatya, bir-iki kırmızı gelincik, birkaç Çingene kızının şalvarı mıdır?" sf.53
"Yalnız adamın baharı yoktur.(...) Yalnız adam çimenlere yattığı ve ağzına bir yonca aldığı zaman ne kadar kederli, ne kadar bedbin olursa olsun aynı şehir içindeki sevgilisinin de aynı rüzgarı ve aynı ılık güneşi gördüğünü hissedip, teselli bulur ya! İşte bahar. Bu, baharı bulamamak değil, sevgiliyi bulamamaktır." sf.55
YAĞMURLU HAVA
1940
Yağmurlu havada herkes güzel görünürmüş gözüne.
Bir kızın peşine takılıyor. Laf atıyor ona edebi edebi. Kız oralı olmuyor ama yazar yine de mesut oluyor.
MİLLET BAHÇESİ
1940
Şimdiki Taksim-Gezi Parkı'ndan bahsediyor Millet Parkı diye.
Orada boşa yanan ışıklardan dem vuruyor. Ve kısa tramvay yolculukları sırasında edinilen dostluklardan.
"Bu nevi küçük, alaminüt ve süreksiz dostlukların insan ruhuna yaptığı tesir harikuladedir. Eve daha şen, daha az yorulmuş gidilebilir. Merdivenler ıslıkla çıkılır. Kırk senelik karı kucaklanabilir." sf. 65
TEŞEKKÜR
1941
Babası hasta. Ona ilaç almak için eczaneye gidiyor. Dönüşte durak haricinde tramvaya biniyor. Polis ceza kesecekken ona babasının durumunu anlatıyor, polis de ceza yazmıyor. İşte o polise teşekkür hikayesi.
YALNIZLIK
(Kendi Kendime)
1941
Deniz kenarında oturmuş, karşısından sandal geçerken sevgilisini düşünüyor. Sevgilisi olmadan hiçbir şeyin manasının olmadığını.
SEVGİLİYE MEKTUP
1942
Düşünürken iyiydi de yazarken o kadar iyi olmadı, diyor sevgilisine. Düşüncelerimizi yazarken, düşündüğümüz gibi güzel yazamamamızı sorguluyor.
"Düşünürken iyi düşünüyorum. Ne yazarken ne de konuşurken bu meziyetimi muhafaza edemiyorum. (...) Sonra galiba yazarken, fizik bir yorgunluk da duyuyoruz. Yazmak yalnız düşünmekle mümkün değil. Bir marangoz gibi bir tahtayı yontuyor, kesiyor, bir şekil vermeye çalışıyoruz. Halbuki düşünürken şekil vermeye hacet yok. O şekil, inconcient mevcut. Halbuki yazarken tam aksine. Şekil yok. Onu bulmaya bir cehd var. Var ama bu sefer düşünceden fedakarlık etmek lazım." sf.83
İnsanları genel olarak sevdiğini söylüyor. Ama bu biraz teorik bir sevgi. Yoksa onun da sevmediği insanlar var:
"Öyle insanlar var ki kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese bile, başka bir insanın aklından geçebilirse ve bunu yaparsa, ben nihayet bir yazıcıdan başka bir şey olmadığım için mazur görürüm." sf.81
Mektubun sonunu da çok güzel bağlıyor:
"Mektupta adet yerini bulsun diye bir yerini öpmek lazımsa, hiçbir yerini tercih edemiyorum; her tarafından öperim." sf.84
ŞOPAR HÜSEYİN
1946
Bunu daha önce de okumuştum. Tazminat için kolunu kopartan bir çingene.
BALIKÇININ ÖLÜMÜ
1954
"Kimseye kalmadı bu dünya ki balıkçıya kalsın" diyorlar balıkçının balık ağları içinde son nefesini vermesinin ardından.
"Hangi dünya içinde bulunsak bir başka dünyanın varolabileceğini düşünüyoruz." sf.94
***
YAŞASIN EDEBİYAT
YAZILAR
*
UÇURTMALAR
1929
"Ben bir kuş olsaydım! Ufacık bir kuş, uçurtmaları acaba nerden seyrederdim? Çınarın üstünden mi? Yoksa yukarlardan, atmacalardan korkmayarak daha yukarlardan, uçurtmaların üstünden mi?" sf.99
YAĞMA
1930
"Minarelerin ve selvilerin arasında ipi kesilmiş, düşen bir uçurtmanın titreyişi, benim titreyişim gibidir." sf.101
SICAK VE DONDURMA
1930
Koşarken gördüğü dondurmacının, ünlü sosyetik mekanlardaki dondurmalardan daha lezzetli dondurmaları olduğunu anlatıyor.
KARTAL
1930
Bildiğimiz İstanbul'un Kartal ilçesi. O zamanlarda da bir boka benzemiyormuş.
BAĞDA
1930
Taze taze şarap içiyor. Mis gibi ohh.
BİR GENÇ ERKEK
1930
Kızlara tepeden bakan, laubali, pirinç tarlaları olan zengin bir genç erkek.
BİR MUHABİR MEKTUBU
1930
Başkalarının roman çıkartabileceği bir konuyu haber eden muhabir.
SOLUGAN BEYGİR VE İHTİYAR AV KÖPEĞİ
1930
Bir beygir ve köpekle konuşuyor.
"İnsan tipleri bana usanç verdi artık. Hepimizde aynı zevksiz, tatsız arzular, hırslar... İncir çekirdeğini doldurmayan fikirler, hisler..." sf.115
MADAM VE MÖSYÜ
1930
Bir madam ve mösyönün bir günü
GECE VE AT
1939
"Gece ile beraber nal sesleri geliyor.
İnsana kaçmak ve uzaklaşmak arzularını doğduran nal sesleri." sf.121
"Ne kadar kaçmak ve uzaklaşmak arzusu ile dolu isem, o kadar da bağlanmak, kalmak, bağdaş kurup oturmak istiyorum." sf.122
OSMAN CEMAL'İN "ÇİNGÂNELER"İ
1939
Osman Cemal'in eseri Çinganeler'i değerlendiriyor. "Muhakkak bir şaheserdi." diyor bu kitap için.
YENİ NESLİN İDDİASI VE DAVASI
1940
Bir yandan yeni nesli bir yandan eski nesli değerlendiriyor. "Hem şark ve garp, hem de anavatanla ilk defa temasa biz geçtik." diyor. Avrupalılaşma çabası ile kendi toplumuna yabancılaşmanın başladığını, geçmişimizi de bilmemiz gerektiğini söylüyor.
Yazının sonunda "Abidin Dino, Sait Faik." adı var. Beraber kaleme almışlar zahir.
NURULLAH ATAÇ'A MEKTUP
1940
Nurullah Ataç, Sait Faikgilleri beğenmiyormuş. Onların karşısına başka bir ekiple çıkacakmış. Sait Faik de bunun üzerine yazmış bu mektubu. Ayrıştırıcı değil, birleştirici olması dileğinde bulunmuş.
YEDİ YAŞINDAKİ ŞAİRLER
Gazete satıcı bir çocuk, şair Arthur Rimbaud'u hatırlatıyor. Onun şiirlerinden bahsediyor. "Tercüme etmiyorum. Ulu orta, anladığım gibi yazıyorum... Şiir tercüme edilir mi?" sf.140
BİR MECMUA HAKKINDA
Serveti Fünun dergisini eleştiriyor. Hiç beğenmemiş. İlhan Berk de oraya şiir yazmış, Sait Faik, onu değerlendiriyor. "İlhan Berk'te müthiş bir arama cehdi var. Fakat şekil o kadar bozuk ki." sf.145
Başka bir şiir hakkında;
"Eğer şuna da şiir diyen bir kişi dünya yüzünde varsa ben yokum:
Sular musikin, kayalar
Orgun bu sahillerde.
Bu dört beyti nasıl okudum, neden okudum? Hala pişmanım. Artık günlerce hiçbir şey okuyamayacağım." sf.149
SEVGİLİYE MEKTUP
1942
"Senin oturduğun kara parçasındayım." diye başlıyor mektubuna.
"Bu küçücük memleketin her çayırında, hemen her evinin önünden geçen beni muhakkak gördün." diye sonlandırıyor.
YAŞASIN EDEBİYAT
1949
Tanıdığı ciddi bir şahsiyetten bir mektup almış. Mektupta gelecek için neler hazırladığı sorulmuş. Gülüyor Sait Faik bu soruya. Bol keseden cevaplayıvermek geçiyor içinden ama yapmıyor. Hikayelerini kitaplarda toplamak hoşuna gidiyor ama kolay olmuyor bu. Yayınevleri uzun süre cevap vermiyor, bazen basmıyor, bazen istediği kadar para alamıyor. Basıldığı zaman da sevdiği hikayelerin çıkarıldığını, sevmediklerinin basıldığını, o zaman da kitabı benimsediğini söylüyor.
YAZICILIĞIN YİRMİNCİ SENESİNDE
1950
Yirmi yıldır hikaye yazıyor. Mesleğini "yazıcı" olarak tanımlıyor ama bir resmi evrak işi için mesleği sorulduğunda, yazıcılık mesleği kabul görmüyor. Meslek hanesine "yok" yazıyorlar. Üzülüyor.
Bu yazısı Yeditepe dergisinde yayınlanıyor. Üstelik yazının sonunda:
"Bereket 'Yeditepe' para vermiyor yazıcılarına şimdilik. Şu yazıma en azından beş papel isterdim." yazmış. Ahaha. Dergiyi yayınlayanlar okumamış ya da okuduklarını anlamamış olmalılar.
DEĞİL Mİ AMA...
1950
Eleştirmenleri eleştiriyor. Bir hikayeyi övmek için ötekilerini yermelerini yanlış buluyor.
ONUNLA
1951
Orhan Veli'nin ölümünün ardından ona dair yazıları var Sait Faik'in. Bu da onlardan.
- Dilimin en büyük şairi sensin, diyorum.
- Hadi ordan it, diyor.
BİR FOTOĞRAF SERGİSİNDE
1952
Bir fotoğraf sergisinde görüp çok beğendiği fotoğrafların, bir nevi şiir gibi olduğunu söylüyor.
HİKAYECİNİN KADERİ
1952
Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalışıyor. Artık gazetelerin edebiyata, hikaye tefrikalarını yayınlamaya pek önem vermediklerini kastetmişken bu sözleri sanki büyük sanatçılar gazetelere yazı yazmazlar gibi algılanmış. Bunu düzeltmeye çalışıyor.
İKİ MÜNEKKİT TİPİ
1952
Münekkit tiplerinden bahsetmiş. Bir alay edenler, bir de bir hikayeden yola çıkıp onu överek diğerlerini yerenler.
Böyle olmamalı, diyor
YARI "YEDİTEPE",YARI BALIKÇI, YARI OKUYUCU İLE KONUŞMA
1953
Cevat Şakir, yani Halikarnas Balıkçısı, Sait Faik için "Beni taklit ediyor" demiş.
Sait Faik de buna cevaben bu yazıyı kaleme almış. "İkimiz de denize, balığa, balıkçıya hayranız. BUnları taklit edelim." demiş. Seni severim ama ne taklit edeceğim beaa, demiş özetle benim anladığım.
ORHAN İÇİN
1953
Orhan Veli ile aslında çok da iyi arkadaş sayılmazlarmış. Orhan Veli'nin daha yakın olduğu arkadaşları varmış. Yine de severlermiş birbirlerini, bazen atışsalar da.
ELEŞTİRMECİ FALAN FİLAN
1954
Eleştirmecilerin yapıcı olması isteğini dile getiriyor. Ayrıca da bir eleştirmenin büyük bir sanatçıyı bulduğunun görülmediğini söylüyor. Sanatçıyı gene sanatçı anlayıp buluyor.
"Sanatçıyı sanatçı keşfeder. Eleştirmecinin bunda hiçbir rolü olmaz." sf.191
ÖLÜM HİÇ DE FENA DEĞİL
1954
Orhan Veli için yazılmış bir yazı daha.
Şiirin ve şairin öneminden bahsediyor.
Orhan Veli'nin şiirlerinin Türkçe'nin fazlalıklarından arınmış, duru bir dili olduğunu söylüyor. Orhan Veli'nin şiirlerinden alıntılar yapıyor.
"Bilmem ki nasıl anlatsam,
Nasıl, nasıl size derdimi,
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına,
Gönül yarası desem,
Değil,
Ekmek parası desem,
Değil,
Bir dert ki,
Dayanılır şey değil."
Şununla sonlandırıyor:
"Öteki dünyada akşam vakitleri,
Fabrikamızın paydos saatinde,
Bizi evlerimize götürecek olan yol,
Böyle yokuş değilse eğer,
Ölüm hiç de fena bir şey değil."
ÖLEN İYİ HİKAYECİYE
1955
Memdut Şevket Esendal'ın ölümünün ardından da bir yazı yazıyor. Ayaşlı ve Kiracıları'nı okumuş, çok beğenmiş. Esendal ile tanışmamışlar ama onun çok mütevazi bir insan olduğunu düşünürmüş.
"Hikayelerini okudukça sever, hem sinirlenirdim. Sonunda elime 'Ayaşlı ve Kiracıları' geçti. O zaman anladım ki bu çekinme hali edebiyata saygısındandır. 'Ayaşlı ve Kiracıları'na ismini bile koymamıştı. İsim yerine yalnızca M.Ş. Halbuki siyaset adamı idi. Bir edebi şöhret az mı işine yarardı? Kalemini bu yolda da kullanmadı." sf.199
MİKROPSUZ HASTALIKLARDAN
1948
Milletvekili hastalığı bahsettiği.
Milletvekili olunca baş gösteren bu hastalığa tutulan Rahmet Hoca, seçilemeyince aklını kaçırmış.
EL İLE GELEN
1954
Bedri Rahmi Eyüboğlu yazmış bunu. Sait Faik'i anlatmış. Beraber balık tutuşlarını, Sivriada'ya gidişlerini...
SAİT'İN BURGAZADA'DAKİ DOSTLARI
1996
Perihan Ergun'un "Sait Faik Abasıyanık 90 Yaşında" kitabından alıntı bu kısım. ÖLMÜŞ OLAN BALIKÇI DOSTLARI ve BURGAZADA'DAKİ YAŞAYAN DOSTLARI Sait Faik'i anlatmış. Onun balıkçılığa merak salan varlıklı bir adam olduğunu sanıyorlarmış. Cenazesinde ünlü insanları görüp onun da aslında ünlü biri olduğunu öğrendiklerinde şaşırmışlar.
BİR BALIK ADAM
1996
Zeyyat Selimoğlu yazmış. "Sanırım karşıdan geldiğinde ilk göze çarpan yanı, biraz patlakça mavi gözleriydi. Öykülerinde zaman zaman andığı balıklardan birinin gözleriyle geçip giderdi yanınızdan. Bir balık adam, ama yalnız gözleriyle." sf.223