KAYIP GÜL 2
Yazarı: Serdar Özkan
Yayınevi: Artemis Yayınları
Basım Yılı: 1. Basım - Aralık 2011
Sayfa Sayısı: 274
"Seni hiç sevmedim süt oğlan. Babanı da sevmezdim."
Süt Kardeşler
Kayıp Gül 2'yi hiç sevmedim. 1'i de sevmezdim.
İlk kitap hakkında yazdıklarım için şuraya bakabilirsiniz:
Ağzına mıçmışım kitabın çok affedersiniz.
Gene aynı şeyi yapacağım. Fena gömeceğim.
Öncelikli kızgınlığım bu kitabın "Simyacı" gibi, "Küçük Prens" gibi "Martı" gibi kitaplarla kıyaslanması ki adı geçen bu kitaplar için bu kıyaslama adeta bir hakaret niteliğinde.
Hele hele kitabın başında, genelde Amerika menşeli çok satan kitaplarda kullanılan reklam övgüleri var ki...
"Türklerin Küçük Prens'i tüm dünyayı büyülüyor."
"Onun ismi şimdiden Pauolo Coelho, Richard Bach ve hatta Saint-Exupery ile birlikte anılıyor."
Vay bana vaylar bana.
Bu kitap için bu övgülerin fevkalade gereksiz olması, bende başbakanın konuşmalarını dinlerkenki ruh halini yaşatıyor. İnsanların gözlerinin içine baka baka, bas bas bağırarak yalan söylendiğini görmek, nasıl anlatayım ey ahali, midemi dev bulandırıyor. Çok öfkelenip televizyonu kapatıyorum. Ama kitabı kapatamıyorum pek. Ne kadar tiksinsem de sonuna kadar okuyorum. Merak ediyorum. Gerçekten sonuna kadar istikrarlı bir şekilde iğrenç mi, yoksa arada sürprizler var mı?
Sürpriz yok. Sonuna kadar düz, sonuna kadar sıradan, sonuna kadar yavan.
Ayy bak hala sinirim geçmedi.
Dur, neydi, hah, Bay Hoşgörü, Bayan Sabır, Bay Bok, Bayan Çiş gelsin de azıcık kendimi bulayım.
Ahaha.
Kitapta böyle karakterler var.
Tamam, sakinim, toparlıyorum.
Diana diye bir kızımız var. Bu kızcağız çok bencil, çok kibirli falan.
(Bu arada kızın adı niye Diana, karakterlerde niye Bay X, Bayan Y gibi Amerikan hitapları var, bilmiyorum. Yazar Türk, reklamı "bir sürü dile çevrilen Türk romanı", ama baktığınızda üçüncü sınıf Amerikan filmi havası kullanılmış. Olabilir tabi, yazar Türk ise ille de Türklerden bahsedecek diye bir kural yok elbette, sadece bunun ne kadar sakil kullanıldığını anlatmak istiyorum.)
Diana'nın öğretmeni bir gezi ayarlıyor. Pembe yunusları görmece gezisi. Diana bunu aşırı çok istiyor. Sabah annesiyle çıkıyorlar yola. Servise yetişmeleri lazım. Yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kaplumbağa görüyor. Hayvancağızın yolda ezilmesi tehlikesi var. Hayvana yardım etsek mi, etmesek mi bir tereddüt yaşıyor ama sonuçta Diana bencil ve kibirli bir insan olduğu için yoluna devam ediyor.
Fakat sonra pişman oluyor. Geri dönüyor. Kaplumbağayı orada bulamıyor ama.
Ay anlatırken tiksindim. Bağlayıp azıcık daha sövmek istiyorum.
Çok istediği pembe yunusları görmek yerine kalbinin sesini dinleyip ezilme tehlikesi bulunan kaplumbağayı seçtiği için kendine kızıyor. "Bundan sonra kalbimin sesini dinlemeyeceğim."
Ondan sonra buna el değiyor.
Melek Çocuk ile karşılaşıyor. Melek Çocuk buna diyor ki:
- Senin bir ikizin var. Adı Mary. Ama ikizini bir canavar kaçırdı. B.E.N canavarı. Onu sadece sen kurtarabilirsin.
Başta inanmıyor, yok mok, olur mu öyle şey, derken yolculuk başlıyor.
"Kalbinizin içinde mucizevi bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? "
Ben yolu şaşırdım sanırım, midemin içinde bir yolculuğa çıktım. Ayy,çekilin önümden şuraya bir kusayım.
Aslında bu konuları küçümsemiyorum. Mesela süperkulade bir kitap okudum bu konularla bağlantılı: Yolculuk - Brandon Bays. Bu tip duygusal yolculuklar için bunu okuyun mesela. Bu ikisini bir okuyun ve farkı görün Allah aşkına.
Nerede kalmıştım,
Hah işte Diana kalbine doğru bir yolculuğa çıkıyor. Orada çeşitli ölümsüzlerle tanışıyor. Bay Dürüst, Bay Cömertlik,Bayan Düş, Bay Affetmek, Bay Hata Görmeyen, Bay Gülümseme, Bay Sadakat, Bay Hedef, Bay Disiplin, Bay Macera, Bay Niyet, Bay Samimiyet, Bay Ceza, Bay Masumiyet...
Sonra da aptala anlatır gibi bunları konuşturuyor işte yazar.
Konuşma dilleri de bir tuhaf. Tiyatrovari. Hani roman okurken insan film izliyormuş gibi olur ya. Ben bunu okurken tiyatro izliyormuşum gibi oldu. Oyuncular bembeyaz kostümler giymişler. Hepsinin boyunlarında isimlerinin yazılı olduğu dev kolyeler var. Sırası gelen çıkıyor sahneye, kendisini tanıtıyor:
"Ben Bay Pişmalık Duymayan. Bir kimse ne kadar az 'keşke' derse o kadar mutludur, bunu öğrendiğimden beri ağzımdan sadece bir kez 'keşke' çıktı, o da 'Keşke hiç keşke demeseydim' demiştim, o zaman."
"Benim adım Bay Hoşgörü. Hiç kimseyi yargılamam. Çünkü bilirim ki çoğu zaman, yargılayan, yargılanmayı en çok hak edendir aslında."
Cümlelere baktığınızda da kitap sanki çeviri gibi. Aslı İngilizceymiş de Türkçeye çevrilmiş, üstelik de kötü bir elde çevrilmiş gibi soğuk, bozuk cümleler.
Ve işe yaramaz bir kitap.
Kitaplar için bu ifadeyi kullanmayı pek sevmiyorum ama bu kitap hakikaten "gereksiz."