21 Aralık 2013 Cumartesi

LATİFE HANIM



LATİFE HANIM


Yazarı: İpek Çalışlar

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı-Haziran 2006 , 6. Baskı-Haziran 2006

Sayfa Sayısı: 520

Kızım olsa adını Latife koymayı düşünürüm. O denli sevdim Latife Hanım'ı.

Atatürk'ün gece geç saatlere kadar arkadaşlarıyla birarada olmasına sinirlenirmiş de üst kata çıkıp topuklarını yere vururmuş falan... Böyle karikatürize edilmiş bir Latife Hanım'ı büyük saygısızlık olarak değerlendiriyor yazar. Ben de. 

Latife Hanım, müthiş eğitimli, kültürlü, görgülü bir kadın.

Böyle avam hareketler yapacak tıynette değil.

Ama bir dönem, Latife Hanım'ın bu şekilde kötülenmesi politik bir gereklilik gibi algılanmış. 

Atatürk ve Latife Hanım boşandı. O yüzden Latife Hanım'ın kötülenmesi gerekiyor ki bu boşanma toplum nezdinde de haklı bulunsun. Böyle bir algı varmış.

Latife Hanım, bir kere çağının çok çok ötesinde bir kadınmış. Bugün için bile fazla hatta.

İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça, Farsça bilen bir insan. Üstelik "derdimi anlatacak kadar" seviyesinden çok çok daha fazla. Diplomatik yazışmalar, kitap çevirileri yapabilecek kadar üst seviyede bir dil bilme. Kadın gitmiş Londra'larda, Paris'lerde yaşamış, eğitim almış.

Bu kadar dil bilmesinin yanısıra, hukuk eğitimi de var. Edebiyatla da ilgili.

Dolu, dopdolu bir kadın

Gerçekten Atatürk gibi bir lidere böyle bir eş yakışırdı.

Ya da Latife gibi bir hanıma ancak Atatürk gibi bir eş yakışırdı.

Latife Hanım, bu muazzam birikiminin yanısıra karakter olarak da çok güçlü. 

Öyle aman eşimi alttan alayım tavrı yok. Çatışmalarının başlıca sebebi de bu.

Latife Hanım, eşinin arkasında değil, yanında olan bir kadın.

Atatürk de nereden bakarsanız bakın, sonuçta tek adam olarak devrine sözünü geçirmiş bir lider. Kendisine diklenilmesine tahammülü yok.

Bir de biliyorsunuz Atatürk arkadaşlarını çağırıp gece yarılarına kadar sohbet etmeyi seviyor.

Fakat sağlığı tehlikede.

Latife Hanım, Atatürk'ün sağlığını düşünerek bu düzensiz yaşama müdahale ediyor. Bunu hani bazı kadınların yaptığı gibi alttan alta, ne bileyim çaktırmadan falan yapmıyor. Vardır ya, kadın çeşitli katakullilerle erkeğin aklına birşey sokar, sonra erkek de bunu kendi kararıymış zanneder. O böyle kadınsal oyunlardan uzak. Çat diye söylüyor, çat diye yapıyor aklına geleni.

Ama Atatürk bu müdahalelere dayanamıyor.

İsmet İnönü'nün dediği gibi, eğer Atatürk, Latife Hanım'ı dinleseydi belki daha uzun yaşardı.

Boşanmaları da biraz sancılı oluyor. Atatürk ve Latife Hanım Batılı gibi evleniyor. Gelin, damat, şahitler. O dönem için henüz uygulanmamış bir usül. Ancak boşanmaları geleneksel oluyor. Atatürk, Latife'yi gönderiyor. Böyle bir tablo gözüküyor. 

Bu tablo yabancı basında çokça eleştiriliyor. Hatta bir karikatürde Atatürk, smokinli, batılı, modern maskesinin altında şalvarlı, sarıklı bir tip barındırıyor gibi resmediliyor. Batılı gibi evlendiler, doğulu gibi boşandılar... tarzı haberler çıkıyor. 

Yalnız bu haberler yerli basında bu şekilde yer almıyor. Dümdüz, herhangi bir yorumdan, düşünceden, eleştiriden uzak bir haber olarak kamuoyuna duyuruluyor boşanma.

Basın o zamanlar da özgür değilmiş yani.

Ölümsüz Atatürk'ün üstüne bu kitabı okuyunca şahane oldu.

Atatürk biyogrofilerinde ister istemez Latife Hanım'a da yer veriliyor ama bu çok derinlikli bir anlatım olmuyor. Yazar, çeşitli kitaplarda yer alan Latife Hanım hakkında yazılanları da karşılaştırmış. 

Latife Hanım, evliliği boyunca siyasetle içli dışlı oluyor. Siyasi yazışmaları okuyor, yazıyor vesaire.

Belki de bu yüzden, boşanmalarının ardından, çok şey biliyor diye pek çok kişi tetikte bekliyor. 

Siyaset dünyasının bu kadar içinde biri olarak bazı kimselerin sırlarına da vakıf Latife Hanım.
Ayrıca aktif bir şekilde siyasete atılabilecek kapasitesi de var.

Ama bir şekilde susturuluyor. Bastırılıyor. Sindiriliyor.

Çok yazık.

Hem o dönem için yazık. Hem de bugün adının anılmaması yazık.








19 Aralık 2013 Perşembe

ÖLÜMSÜZ ATATÜRK





ÖLÜMSÜZ ATATÜRK

Yazarı: Vamık D. Volkan - Norman Itzkowitz

Yayınevi: Bağlam Yayıncılık

Basım Yılı: 1. Basım - Ekim 1998 , 5. Basım - Kasım 2008

Sayfa Sayısı: 480


Reklamcı bir arkadaşım önerdi bu kitabı bana. 

Reklamcılıkla ne ilgisi var diye soracak olursanız;

Şimdi benim bu arkadaşım (baş harfi Yelda) reklamcılığın piri bir insan. 

Yani benim gözümde öyle.

Ben şimdi reklamcılıktan hiçbir şey anlamadığım için, o benim gözümde reklamcılık alanında pir bir insan oluyor. 

Reklamcılık - satış teknikleri- psikoloji -  bilinçaltı...

Anladın?

Bunlar hep birbiriyle bağlantılı.

İşte buna bir gün hocası, konu açılmış, bu kitabın adını zikretmiş. Atatürk'ün psikolojisini anlatıyor diye. Atatürk'ün ölümsüz olma isteği, bu isteğin kaynağı falan gibi konuşmalar geçmiş.
Bizim kız da kitabı aklının bir köşesine not etmiş.

Sonra bir gün geldi. Yana yakıla bir kitap arıyor. Reklamcılıkla ilgili teknik bir kitap. Sormuş bir sürü yere. Kitabın en son baskısı yıllar önce olduğu için piyasada kolay bulunmuyor. Çünkü kitabı sorduğu yerler "D&R" gibi, "Alkım" gibi piyasa yerler.

Eski bir kitap arıyorsan oralarda işin ne? "Gel" dedim, "Seni bir yere götüreceğim."

Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki sokakta bir pasajda sahaflar var. Tuttum bunu kolundan, gittik o pasaja.

Hemen girişteki ilk kitapçıya sordu aradığı kitabı. Ama hiç umudu yok bulacağından.

Kitapçı laps diye çıkardı kitabı önüne. 

Bu da bir sevinçle artık"O kitap varsa bu kitap da vardır burada" diye düşündü herhalde. 

"Ölümsüz Atatürk kitabı da var mı sizde?" diye sordu. 

Tak diye onu da çıkardı mı adam?

Bizim kız bir sevindi bir sevindi. 

O aşkla bu bir çılgınlık yaptı. Dilek Pastanesi'nde bana kahve ve tatlı ısmarladı. Çılgın şey.
Sonra da bu kitabı övdü.

"İyi ver o zaman, bir okuyayım madem ben." dedim.

Sağolsun verdi. Okuması gereken zibilyon tane kitabı olduğu için vermekte tereddüt etmedi. Bu kitabı okumaya kimbilir ne zaman sırası gelir? 

Yoğun bir insan kendisi.

Kitapla böyle tanıştık. Bu bizim tanışma hikayemiz.

Kendisinin huyuna suyuna gelince;

Yelda, psikolojik bir kitap olduğunu söylediği için ben yoğun psikolojik tahliller bekliyordum ama hiç de öyle değil.

Bir roman akıcılığında Atatürk biyogrofisi bu.

Atatürk'ün bazı davranışlarının arka boyutundaki psikolojik analizler zaman zaman dipnotlarda belirtilmiş.  Ama yoğun, teknik açıklamalar değiller bunlar. 

Kitap, öncelikle Osmanlı'nın son dönemlerindeki vaziyetini anlatıyor. Askeri, siyasi açıdan Osmanlı'nın son dönemlerini değerlendirerek Atatürk'ün Osmanlı arka planını gösteriyor.

İşte daha bu ilk sayfalarda nerdeyse kitabı elimden bırakıp, daha fazla okumayarak arkadaşıma iade edecektim. 

Bütün kitap bu şekilde bir ders kitabı içeriğyle giderse işimiz var, diye.

Ben çünkü kitapları genelde yolda okuyan insanım. Ben bu kitabı otobüslerde, vapurlarda nasıl okuyup anlayayım. 

Bir yandan böyle düşünüyorum, bir yandan da başka okuyacak kitabım yok. Çantamda duruyor bu.

Bir gün yine İstanbul'un bitmek tükenmek bilmeyen trafiğinde otobüste mahsur kalmışım. Neyse ki oturuyorum ve bu yüzden nispeten konforlu bir mahsuriyet halindeyim.

Zaman geçsin diye el mecbur, kitabı çıkardım çantadan. Okumaya devam ettim.

Ay sonra bu beni bir sardı, bir sardı. 

Ayy, dedim. Ben az kalsın bu kitabı geri verecektim. Hiiiiii.

Sonra okudum, bitti.

Adından da anlaşılacağı üzere bir Atatürk biyogrofisi bu. 

Hepimiz biliyoruz, Atatürk 1881 yılında doğdu, 1938 yılında öldü. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Bey.

Bu temel bilginin yanısıra hani okul sıralarında Atatürk hakkında okuduğunuz, duyduğunuz bilgiler vardır ya. 

İşte tarlada karga kovalaması, birdirbir oynarken eğilmeyi kabul etmemesi, ona Matematik öğretmenin Kemal adını koyması,  askerlere "Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" demesi, "Merminiz yoksa süngünüz var" diyerek yılmış askerlere cesaret vermesi, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!" emri,  bir maskeli baloya yeniçeri kostümüyle gitmesi, Yunan bayrağını yerden alması...

Okuldaki tarih derslerinden insanın aklında kalan böyle bölük pörçük anektodlar var ya.

İşte onların hepsinin şahane bir nizam içerisinde kolajlandığını düşünün.

Bir de bunlar fotoğraflarla desteklenseydi, tadından yenmezdi.

Fotoğraf demişken, Atatürk bütün fotoğraflarında son derece fotojenik malumunuz. Çünkü kendisi, çekilen fotoğraflarını inceler, çirkin çıktığı fotoğrafları imha ettirirmiş.

Bir ilginç özelliği de -ilk defa bu kitapta öğrendim- Atatürk şiir yazarmış. Ama pek mahir değilmiş bu konuda. Hatta bir hocası "Şiir yazma demiyorum, hobi olarak gene yaz" bile demiş. Daha doğrusu onun şiire olan ilgisi, askerliğini olumsuz etkiler diye düşünüp hocası onu şiirden uzaklaştırmış. Bugüne kadar hiçbir şiirinin bulunmamasını da kitap yazarları, bu şiirlerini de imha etmiş olabileceğine bağlıyorlar.

Kitap Atatürk'ün "yaşamı ve iç dünyası" alt başlığını taşıyor. İç dünyası için de psikolojiye girmek lazım. 
Psikolojik analiz bağlamında aklımda kitapta sık sık geçen "abartılı öz kavramı", "abartılı özimge", "kederli anne", "ülküleştirilmiş baba"... gibi kavramlar kaldı.

Kederli anne tanımı şuradan geliyor:

Mustafa, Zübeyde Hanım'ın dördüncü çocuğu. İlk üç çocuğu ölmüş. Sonra Mustafa doğmuş. Ama Zübeyde Hanım'ın sütü ona yetmemiş. Süt anne emzirmiş Mustafa'yı. Bu da onda kendi kendine yetebilme yeteneği kazandırmış.
Burada Mustafa'nın annesini yetersiz görmesi gibi bir çıkarımda bulunulmuş.

Ali Rıza Bey, Mustafa 7 yaşındayken ölmüş. 
Mustafa 13 yaşındayken annesi yeniden evlenmiş.
Mustafa bu evliliği kabul etmemiş.
Zübeyde Hanım, kocasına Mustafa'ya iyi davranması, ona saygı duyması yönünde telkinlerde bulunmuş. Üvey babası tarafından saygı gören Mustafa'nın da tavrı değişmiş.

Burada Atatürk'ün böyle bir huyunun olduğunu görüyorum.
Eleştirelere pek tahammül edemiyor. Akıllı, becerikli insanları seviyor. Öyle olmayanları yanından uzaklaştırıyor. Sevmiyor onları. Ama kendisine iltifat edildiğinde, sevmediği bir insan bile olsa, biraz yumuşuyor. 

Liderlerin, iyi de olsalar kötü de, dalkavuklara ihtiyacı olduğunu sonucunu çıkarıyorum ben buradan. Ya da ihtiyacı olmak demeyelim de, hoşlarına gidiyor. Belki de yüksek egolarını tatmin ettiği için.
Atatürk'ün yüksek bir egosu olduğu muhakkak. 
Bunun kitaptaki açıklaması "Kendisini ortalama insanların ilgi ve kaygılarının üzerinde görüyordu." şeklinde. sf 68

Daha aslında yaz yaz bitmez, dünya kadar not aldım kitabı okurken. Artık onlar da aklımın bir köşesinde bulunsun. Bir dost meclisinde yeri gelir anlatırım. 

Kitabı tavsiye de ederim.

Çok düzgün ve akıcı bir şekilde, adeta Atatürk'e o sıralarda eşlik ediyormuşsun, o anların içindeymişsin gibi hissettiriyor kitap.

Bu nedenle benim için psikolojik bir biyografiden ziyade roman tandansı vardı.

Ofiste bir gün elektrikler kesildi. Bilgisayar çalışmaz hale geldi tabi. Bilgisayar çalışmayınca da hiçbir iş yapılamıyor. İşte elektriklerin gelmesini beklerken ben.
 
Uçakta