2 Aralık 2024 Pazartesi

ENGEREĞİN GÖZÜ

 

ENGEREĞİN GÖZÜ

Zülfü Livaneli

1996

Doğan Kitap


Bir harem ağasının gözünden padişah ve ailesinin anlatısı.

Tarihsel bir dokusu var ama kişi ya da dönem adı geçmiyor. O yüzden tarihi roman değil de tarihi bir dekor olarak kullanan roman diyebiliriz.

*

Habeş Süleyman. Çocukken hadım edilip Osmanlı sarayına getiriliyor. Haremden sorumlu oluyor. Yıllarca bu görevde ve sarayda kalmayı başarıyor.

*

Astığı astık kestiği kestik padişah bir gün cariyesi ile birlikte bir odaya hapsediliyor.

Habeş, bu padişahın merhametli bir insan olduğunu düşünüyor. Çünkü padişah tahta çıktığında erkek akrabalarını öldürmemiş, sadece gözlerine mil çekmiş. Canlarını bağışlayıp gönül gözlerini açmışmış.

*
Habeş, padişaha bu duruma kimin getirdiğini araştırmaya koyuluyor. Padişahın annesine durumu yakındığında Valide Sultan’ın Mevlam neylerse güzel eyler diye soğuk kanlı olduğunu görünce onun da işin içinde olduğunu anlıyor.

Büyük Valide, yedi yaşındaki torununu tahta oturtuyor. Ama çocuğun annesi, çocuğun büyükannesi ile görüşmesini engelliyor. Bunu beklemeyen Büyük Valide torununun sünneti sonrası onun sünnet bölgesine zarar vererek ölmeye bırakıyor. Ama çocuğa erken müdahale edilince çocuk kurtuluyor. Bu işi Büyük Valide’nin yaptığını yalnızca Habeş ve cariye Safiye fark ediyor.

Halk sadrazamın kellesini istiyor. Rüşvetçi sadrazam idam ediliyor. Çıplak bedeni bir çınar ağacının altına bırakılıyor. Biri, sadrazamın yağlarının hastalıklara iyi geldiğini söyleyince herkes bıçakla lime lime ediyor bedeni. Dehşet bir tasvir.

*
Habeş, hapisteki padişaha yemek getirirken ona Mesnevi’den meseller okuyor. Karşılıklı sohbet ediyorlar. Böylece Habeş, padişahın iç yüzünü görüyor, tanıyor. Ona şefkat beslemeye başlıyor. Halkın onu geri istediğine dair yalanlar söyleyip onun içini rahatlatıyor. Hatta daha ileri gidip çocuklarını öldürmek için izin istiyor. Çocukları öldürürse devlet başsız kalmasın diye kendisi zindandan çıkarılır. Habeş de kendisi sadrazam olma hayalleri kuruyor. Ancak padişah oğullarının öldürülmesine izin vermiyor. Bunu asla istemiyor. Acıyor. Kendi çocukluğunda boğazı ilmeklenip boğdurulan bebek kardeşlerinin hatırasını görüyor ve kendisi de öldürülecek diye beklediği için bu konuda çok hassas.

Bu kez Habeş, valideye gidip iki padişahın olamayacağını, halkın huzursuz olduğunu söylüyor. Ve zindandaki padişah, annesinin emriyle boğduruluyor.

*
Habeş, yedi yaşındaki yeni padişaha padişahım çok yaşa deyip yaltaklanıyor ve yeni duruma hemen adapte oluyor.


*

Efendi köle ilişkisini iyi resmetmiş bir hikaye.  

*

Çarpıcı bulduğum bir kısım var. Bir cariye, Safiye, Türk fırıncıyla ilişki yaşamış. Bunun üzerine haremağası Türk fırıncıyı boğdurmuş. “Osmanlı sarayında bir Türk’ün hesabını kim sorardı ki? Sarayın ileri gelenleri, vezirleri ve üst görevlileri ya Sırp, ya Hırvat, ya Rum, ya Macar, ya Çerkez, ya İtalyan ya da benim gibi Afrikalılardı. Bir Türk’ün imparatorlukta büyük görevlere getirilmesi şaşkınlık uyandıracak bir gelişme olurdu.” diyor.

*

Hikayenin dilini ve atmosferini sevdim.


ADEM'İN LANETİ

 

ADEM’İN LANETİ

Erkeklerin Olmadığı Bir Gelecek

(Adam’s Cure: A Future Without Men)

Bryan Sykes

İngilizceden çeviren: Aylin Onacak

Koç Üniversitesi Yayınları

3.Baskı – 2023

272 sayfa


Kitabın alt başlığı olan “Erkeklerin Olmadığı Bir Gelecek” kulağa çok da korkunç gelmiyor.

Şaka şaka.

*

Yazar kendi soyadından yola çıkarak aynı soyada sahip insanların aynı atadan dünyaya gelmiş olabileceklerini düşünüyor. Bu yönde çalışmalar yapıyor. Bu kanısını yüzde yüz doğrulayamıyor. Çünkü soyadı gerçekten de o babanın soyundan bir çocuk olduğu anlamına gelmeyebilir. Buna “babalık dışlanması” deniyormuş. “Çocuğun doğum belgesinde adı yazan baba, çocuğun biyolojik babası olmadığında kullanılan bir terimdir.” Sf.21 Bir de “eş dışı çiftleşme” terimi kullanılıyormuş. Tahmin edebilirsiniz, yani bir kadının kocasından başka birinden çocuk yapıp bu çocuğun kocanın soyadını alması. Bu durumlar soyadı takibinde genetiği zora sokuyor. Ama şunu anlatmaya çalışıyor yazar, aynı atadan gelinmiş olması mümkün.

*

Kitapta kromozomlar ve genlerle ilgili bilgiler var. Kimisini anladım kimisini anlamadım.

İnsanda her ebeveynden 23 olmak üzere toplam 46 kromozom var.
İnsanlar iki takım kromozoma sahip. Biri anneden yumurtayla diğeri babanın dölleyen spermiyle geliyor. İki takım kromozom aynı döllenmiş yumurta içinde bir araya geliyor. Döllenmiş yumurta bölündüğünde onlar da bölünüyor ve bu böyle sürüyor.

Kromozomlar gen taşıyor, bu genler hücreye talimat iletiyor. Hücre de talimatları dinliyor.  Ancak bazı hücrelerin özel başka bir görevi varmış. Germline denilen bu hücreler ölümsüz olup genlerin sonraki nesle aktarılmasıyla görevliymiş.

Dişilerde çift X kromozomu, erkeklerde bir X bir de Y kromozomu var. Bunu biliyoruz.

Y kromozomu babadan oğula geçiyor. Eğer bir Y kromozomun varsa erkek olursun.

Kitapta şöyle bir soru var, ilginç: Erkekler Y-kromozomu nedeniyle mi erkek yoksa tek X-kromozomu nedeniyle mi? Henüz cevabı bilinmeyen bir soru.

Peki annemizden ne alıyoruz? Mitokondri.“Herkes mitokondrisini annesinden alır ama sonraki nesillere sadece kızlar aktarır.” Sf.233

Güzel bir soru daha var kitapta: Cinsiyet için neden uğraşıyor kromozomlar?Eşeysiz üreme varken neden çiftleşme? 

Cevabı şuymuş. Çünkü DNA alışverişi türün genetik çeşitliliğini artıyor, eşeysiz türlere göre daha hızlı evrimleşme oluyor ve gelişen parazitlere karşı koruma sağlıyormuş. 

*

Şiddet haberlerinde genelde erkekler yer alıyor. Kitapta yazar bunun genetik açıklamasını da arıyor.

“Erkeklerde olup kadınlarda olmayan tek DNA parçasını işaret ediyorum: Y-kromozomu” Sf.12

Y kromozomu şiddetle ilişkilendirilebilir mi, diye soruyor. 

Cevabı için Cengiz Han'dan Vikinglerin öfkeli atalarına kadar bir araştırmaya girişmiş. Neticeyi anlamadım ama ben. 

*

Genetik biliminin yavaş ilerlemesinden yakınıyor yazar. Tıp bu alana uzun zaman ilgisiz kalmış. O kadar ki down sendromunun bir kromozom bozukluğundan kaynaklanabileceğini öne süren bir genetikçi değil göz doktoruymuş. (Yıl 1932) 

Down sendromlularda 47 kromozom var. Fazladan kromozom 21 numaralı kromozom. Normal insanlarda 21 numaralı kromozomdan sadece iki tane varken down sendromlularda üç tane var. Bu yüzdenmiş down sendromu. (İnsanlarda X- ve Y- kromozomları dışındaki bütün kromozomlara en büyük 1 en küçük 22 olmak üzere numara verilmiş.)

*

Cinsellik sürecinden de bahsediyor yazar. Hayvanlardaki örneklerle kıyaslıyor. Erkek tavus kuşlarının göz alıcı kuyruklarıyla dişileri etkilediğini biliyoruz. Erkek tavus kuşlarının bu göz alıcı kanatları onların uçmalarını ve avcı hayvanlardan kaçmalarını zorlaştırıyor. Buna rağmen evrimsel olarak bu özellikten vazgeçmiyorlar, aksine daha da şaşalı olmasını istiyorlar. Sebebi dişileri çekip üreyebilmek.

Deniz aslanları da heybetleri ile dişileri etkiliyorlar.

İnsan erkekleri günümüzde para yani maddi güçle etkiliyor.

Hayvanların dişileri etkilemek için kullandıkları özelliklerin bir sınırı var. Örneğin erkek tavus kuşu kuyruğunu uçmasını ve kaçmasını imkansız kılacak noktaya kadar uzatabilir. Daha fazlası ölümü demek olacağı için orada duracaktır. Deniz aslanı da kilosu karaya çıkmasını engelleyecek noktaya kadar ilerleyecek ancak o noktada duracaktır. Ancak erkek insanlarda böyle bir durma noktası yok. Maddiyatla dişileri etkilediğini gören erkek insan için bu maddiyatın bir sınırı, sonu yok. Kitaptaki bu tespiti de ilginç buldum.

*

Üremek o kadar önemliymiş ki yazara göre üremeyi sağlamayan her şey yok olurmuş.

“Eğer gözlerin kahverengi olması çocuk sahibi olamamak anlamına geliyor olsaydı, kahverengi gözlü kimse kalmazdı.” Sf.224

Bu açıdan ilginç bir noktaya daha değiniyor yazar. Homoseksüelliği de bir çeşit genetik hastalığa benzetiyor. Madem homoseksüellik üremeye engel bir durum o halde evrimsel süreçte yok olmalıydı, diyor. Ama bir soru daha soruyor, homoseksüellik genetik mi? Yani bir gey geni mi var?

*

Soruları anladım ama cevapları anlamadım. Merak eden alıp okusun.

*

Kitabın sonlarına doğru kadın ve erkekten bahseden her anlatıda olduğu gibi maalesef tokat gibi acı gerçekler olan özellikle Hindistan ve Çin’deki sırf kız olduğu için öldürülen kız bebeklerden de bahsediliyor.


25 Kasım 2024 Pazartesi

HERHANGİ BİR JUDE

 

HERHANGİ BİR JUDE
(Jude The Obscure)

Thomas Hardy

1895

İngilizce aslından çeviren: Lale Akalın

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Eylül 2024

480 sayfa


Acıklı, hüzünlü bir hikaye.

Evlenmek, boşanmak ya da boşanamamak, aşk, batıl inançlar, kaygılar üzerine bir roman.

Sene 1800’lerin sonu. İngiltere kırsalı. Baş karakter Jude.

Anasız babasız bir oğlan çocuğu Jude. Halası ona bakıyor, ne kadar bakmak denirse. Sen de keşke annen babanla ölseydin de kurtulsaydın… gibi laflar ediyor çocuğa. Jude, işe yaramazlığını, yaşamının anlamsızlığını hissediyor daha çocuk yaşta.

Köyün öğretmeni başka bir şehre, Christminster’a, gidiyor. Jude’un halası, keşke öğretmen seni de yanında götürseydi diyor Jude’a. Bundan etkilenen Jude, öğretmenin gittiği şehre gitmeyi düşünüyor. O zamana kadar bol bol okuyor, kendisini geliştirmeye çalışıyor.

Bir gün yolda giderken bir kız Jude’a laf atıyor ve böylece tanışıyorlar. Arabella kızın adı. Arabella, hamile olduğunu söyleyip Jude ile evleniyor. Evlendikten sonra hamile olmadığını itiraf ediyor.

Jude’un kitap ve okul hayalleri suya düşüyor evlenmekle birlikte. Karısı, Jude’dan bir halt olmayacağını anlayınca anne babasıyla birlikte Avustralya’ya gidip Jude’u terk ediyor.

Jude da artık öğretmenini görmek üzere Christminster’a gidiyor. Bu şehirde halasının kızı Sue’nun olduğunu öğreniyor. Kuzenler birbirlerini ilk defa görüyor, tanışıyorlar, birbirlerini seviyorlar. Hatta Jude aşık oluyor. Ama tabii bu aşkı içinde yaşıyor. Çünkü Jude hem hâlâ evli, hem de Sue onun kuzeni.

Öğretmeni Phillotson’u görmeye Sue ile beraber gidiyor Jude. Öğretmen, Jude’u hatırlamıyor bile. Sue, ev sahibi ile sorun yaşadığından başka yere taşınmak durumunda. Jude ona iyilik olsun diye öğretmeninden Sue için iş istiyor. Öğretmen Sue’yu kendi yardımcı öğretmeni yapıyor. Bu arada Sue’dan hoşlanıyor. Hatta evlenme teklif ediyor, nişanlanıyorlar.

Jude dayanamayıp Sue’ya açılıyor. Sue da aslında Jude’a karşı boş değil ama Jude evli olduğunu söyleyince Sue yıkılıyor. Gidiyor. Phillotson ile evlendiği haberi geliyor.

Jude, Sue ile görüşmek istiyor. Bu sırada beklenmedik bir şey oluyor. Bir barda Jude, karısını görüyor, Arabella Sydney’den dönmüş, barda garsonluk yapıyor. Avustralya’da evlenmiş nasıl olduysa. Bu durumu yasal hale getirmek için Jude’un kendisini boşamasını istiyor. Jude kabul ediyor.

Sue, kocası Phillotson’u insan ve arkadaş olarak seviyor ama koca olarak ondan tiksiniyor. Adam bunu anlıyor. Daha fazla dayanamayan Sue, kocasından evi terk etmek için izin istiyor. Apaçık konuşuyorlar. Adam anlıyor ve izin veriyor. Sue, Jude’a gidiyor. Adam da Sue’yu boşuyor.

Artık ikisi de özgür ama Sue hâlâ çekingen. Evlilik konusunda kaygıları var. Kendi anne babalarının evlenerek yanlış yaptığını duymuşlar. Kendileri de yanlış evlilikler yaptılar. Bu yüzden evlilik konusunda bir çeşit lanetli olduklarını düşünüyorlar. Ayrıca evlendikten sonra birbirlerini eskisi gibi sevmeyeceklerini zannediyorlar. En çok da Sue böyle düşünüyor. Jude, Sue bu konuda ne derse ona uyuyor.

O sırada Arabella’dan mektup geliyor. Jude’un bir çocuğu olmuş. Arabella’nın anne babası bakıyormuş ama artık bakmak istemiyorlarmış. Arabella da istemiyor. Jude’a gönderiyor. Jude ve Sue mutlulukla karşılıyorlar çocuğu. Ama hâlâ evli değiller. Evlilik için başvuruyorlar ama Sue yine korkuyor. Evlenmeden dönüyorlar.

Lakabı Zaman Baba olan çocuk akıllı, uslu, sessiz, ağırbaşlı bir çocuk. Okulda anne babasıyla ilgili kaba laflara maruz kalınca Jude ve Sue evlendik diyorlar ortamlarda ama evlenmiyorlar.

Jude’un taş ustalığı yaparak para kazanması ve evli olmadıkları için kınandıkları şehirleri terk ederek yaşamlarını sürdüren Jude ve Sue’nun iki çocuğu oluyor. Sue üçüncüye hamile iken Jude Christminster’a dönmek istiyor. Bir unutamadı orayı. Hala üniversite hayali var ama bunun artık sadece hayal olduğunun farkında.

Gidiyorlar Christminster’a. Hiçbir pansiyon onları almıyor çocukluları var ve fakirler diye. En sonunda biri alıyor. Zaman çocuk, bu zor durumlara dayanamıyor. Keşke doğmasaydım, biz olmasaydık daha iyi olurdu diyor. Sue’nun hamile olduğunu da öğrenince çok kızıyor Zaman. Madem bu kadar kalabalığız diye zor durumdayız, neden bir çocuk daha?.. diye düşünüp üzülüyor. Jude ve Sue evde yokken Zaman, kendisini ve iki kardeşini asarak öldürüyor. Çok sarsıcı bu kısım. Dehşet.

Hamile Sue, erken doğum yapıyor ve bebek ölü doğuyor.

Kendisini dine veren Sue, ilk kocası Richard Phillotson ile evli olması gerektiğini düşünmeye başlıyor. Ona evlenirken verdiği bağlılık yemininden dönüş olmayacağına inanıyor ve Jude’a da bunu anlatarak
yeniden Richard’a dönüyor. Richard’ın zaten canına minnet. Karısı sevgilisine gitsin diye ona izin vermesi tepkiyle karşılanmış, yaşadığı şehirden, okuldan, kiliseden aforoz edilmişti. Şimdi yeniden karısı ile birlikte olarak kaybettiği itibarı geri kazanacağını umuyor. Ve Sue’yu da seviyor bakmayın.

Jude’un eski karısı Arabella’nın kocası ölüyor. Arabella, Jude’a tekrar sarıyor. Jude, Sue’nun gidişinin ardından zaten yıkık. Arabella’nın Jude’u içkiyle kandırıp evlenmeye ikan etmesi kolay oluyor.

Jude dayanamayıp Sue’yu görmeye gidiyor. Ama Sue Richard Phillotson ile olmaya kararlı. Öpüşüp bir daha birbirlerini görmeyeceklerine yemin ediyorlar. Jude ile öpüştü diye pişman olan Sue, kocasıyla sevişmeyi kabul ediyor artık bir çeşit kefaret olarak.

Bir zaman sonra Jude hastalanıyor. Yataktan çıkamaz hale geliyor. Ve ölüyor. Onun öldüğünü gören Arabella, dışarıdaki eğlenceyi kaçırmamak için öldüğünü söylemiyor. Arabella eğlenceden dönünce Jude’un cenaze işlerine girişiyor.

Sue gelmiyor cenazeye.

*

Çok dramatik.

Sue’nun aklı çok karışık. Feminist bir düşünce dünyası var ama 1800’ler İngiltere’sinde olacak gibi değil.

Jude da ayakları hiç mi hiç yere basmayan bir genç adam.

Neler yaşıyorlar genç yaşlarında. Yazık!

*

Kitabı bitirir bitirmez bunun kesin filmi yapılmıştır, dedim. Yapılmış. 1996 yapımı. Sue rolünde Kate Winslet oynuyor.

Kitap, filmden daha güzel. Çünkü duygular ve olaylar daha ayrıntılı anlatılabiliyor kitapta.

Kitabın sonu Jude’un ölümüyle biterken filmde Jude ve Sue’nun çocuklarının mezarında vedalaşması, Sue’nun eski kocasına gitmek için Jude’u terk etmesiyle bitiyor.

19 Kasım 2024 Salı

AYAŞLI İLE KİRACILARI

 

AYAŞLI İLE KİRACILARI

Memduh Şevket Esendal

1934

Yapı Kredi Yayınları

4.Baskı – Ocak 2024

191 sayfa

Ankara’da dokuz odalı bir apartman dairesi oda oda kiraya verilmiş, bir odasında yaşıyor anlatıcı. Anlatıcının adı geçmiyor bu arada kitapta. (Geçiyor da ben mi gözden kaçırdım?) Kendisi bir bankacı. Kendi halinde bir genç adam.

Ev sahibi Ayaşlı İbrahim Efendi.

Evde Ayaşlı’nın üvey kızı Faika ve Faika’nın şoför kocası Fuat da var. Fuat’ın bir metresi var. Çoğu zaman onun yanında. Sadece para almak için Faika’nın yanına geliyor. O zamanlarda da kavga ediyorlar.

Faika’nın annesi genelev işletiyor laf aramızda. Pek dile getirilmiyor bu durum, kabullenilmiş gibi.

Faika’nın ablası da zengin bir adamın metresi, bu da laf aramızda.

Ayaşlı’nın bir de oğlu var, köydeki eski karısından.

*

Anlatıcının rahmetli ağabeyinin arkadaşı var Hasan diye, o da burada oda tutuyor. Seviyorlar sayıyorlar birbirlerini.

*

Evin hizmetlisi Halide. Hamarat, akıllı bir kızcağız. Hamile kalmış. Baba kişisi sahip çıkmıyormuş. Halide de çocuktan kurtulmak istiyor. Bunları rahat rahat konuşuyor anlatıcıyla. Anlatıcı diyor ki onu gebe kalmadan önce düşünecektin. Halide kendi dilince anlatıyor aslında tecavüze uğradığını. Kimsesiz kızcağız, hasta düşmüş, ona bakan adam da bu bakım karşılığı…

Halide önce çocuğundan kurtulmaya çalışıyor. Olmuyor. Sonra bir şekilde baba kişisini ikna ediyor çocuk doğunca bakmaya. Ve işi bırakıyor.

Yerine yaşlıca bir kadın geliyor Raife. Dedikoducu, laftan anlamaz, yapışkan bir kadın. Anlatıcıya yalvarıyor Raife kızına iş bulsun diye. Kızlarını da göndertiyor yalvarmaya anlatıcının yanına. Bir işe yaramıyor tabii bu çabaları, sonra pes ediyor.


*

Kiracılar arasında bir Turan Hanım-Haki Bey çifti var. Kumar oynatıyorlar evde diğer komşulara. Zaman zaman dışarıdan adam da getiriyorlar. Turan Hanım, anlatıcıyla flört ediyor.

*

Kiracılardan Abdülkerim-İffet çifti. Bir çocukları var. Sürekli ağlıyor. Anne ve babası bu yüzden çocuktan bıkıyorlar. Hatta kadın çocuğu için ölse de kurtulsak bile diyor. Bu çift bir de Turhan Hanım’ın yanında kumara alışıyorlar. Çocuğa zaten bakamıyorlardı, iyice bakamaz hale geliyorlar.

*

Turan Hanım, işi büyütmek istiyor. Ayaşlı’nın evinin bir odasında bunu yapamayacağı için evi boşaltıyor, ayrı eve geçiyor. İşlerini büyütüyor.

Ayaşlı, Turan Hanım’dan boşalan yere İffet Hanım’ı getiriyor. Ama İffet Hanım o kadar becerikli olamıyor, zaten de hasta olduğu için işi ilerletemiyor.

Ayaşlı’nın evindeyken anlatıcıyla yakınlaşmaları olan Turan Hanım, başka eve geçince bir daha birbirlerini görmüyorlar.

*

Tanıdıklar anlatıcıdan Cavide adında bir kıza bankada iş bulması için rica ediyorlar. Ama Cavide çalışmak istemiyor, o zaman koca bulamazmış. Anlatıcı ve Cavide her gün buluşup konuşuyorlar ve zamanla anlatıcı Cavide’den hoşlanmaya başlıyor. Bu arada evleneceklerine dair söylentiler çıkıyor. Ama anlatıcı Cavide’ye İstanbul’da bir iş bulduğunda Cavide seve seve gidiyor ve o zaman anlatıcı öğreniyor ki Cavide’nin aslında başka sevdiği varmış. Anlatıcı da artık kendisini sevip saydığını düşündüğü herkesten şüphe eder oluyor.

Bir tek arkadaşı doktor Faik hariç. Onu candan seven yegane dostu gerçekten.

Faik, Melek adlı bir kızdan bahsediyor sık sık anlatıcıya. Anlatıcının Melek ile evlenmesini istiyor. Halbuki Melek’i asıl seven Faik. Anlatıcı bunu fark edip oldu bittiye getirerek Faik ile Melek’in evlenmesini sağlıyor.

*

Bir gün Hasan hastalanıyor. Anlatıcının ağabeyinin arkadaşı. Kızı Selime geliyor Ayvalık’tan. Hasan ölüyor. Selime de Ayvalık’a dönüyor. Anlatıcı kal diyor Selime’ye ama kız dinlemiyor. Anlatıcı, Selime’den hoşlandığını fark ediyor. Bir arkadaşı aracılığıyla Selime’nin durumunu öğreniyor. Selime, anlatıcının kendisini sorduğunu öğrenince anlatıcıya mektup yazıyor yanınıza gelebilir miyim diye. Anlatıcı sevinçle kabul ediyor. Selime geldiğinde anlatıcı ve Selime kaynaşıyorlar. Evleniyorlar. Mutlu da oluyorlar.

*

Daha başka çeşit insanlar da var kitapta. Hatta cinayet de. Ahlaksızlık diyebileceğimiz şeyler de var ama bir şekilde hiç rahatsız etmeden geçiyor tüm bunlar.

*

İlginçtir kitap önce 1934’te Ayaşlı ve Kiracıları adıyla basılmış. 1957’den sonra Ayaşlı ile Kiracıları olmuş. Bu ve-ile değişikliğinin sebebi neydi acaba?

 

10 Kasım 2024 Pazar

HASET VE ŞÜKRAN

 

HASET VE ŞÜKRAN

(Envy and Gratitude)

Melanie Klein

1957

Çevirenler: Orhan Koçak , Yavuz Erten

Metis Yayınları

7.Basım – Temmuz 2021

99 sayfa


Anne memesi aşağı anne memesi yukarı.

Bütün kitapta bebeğin anne memesiyle kurduğu ilişkinin yetişkinliğinde hayatına nasıl etki ettiği anlatılıyor. Ve anladığım o ki bir anne çocuğuna asla yaranamaz. Çünkü çocuk memeden az süt içse de sorun, çok süt içse de sorun. Sütün fazla çabuk veya fazla yavaş gelmesi de sorun. Memeden zamanında süt içse de sorun, vaktinden önce veya sonra içse de sorun. Hepsi bir psikolojik soruna yol açıyor.

*

Anne memesiyle ilişkiyi  Çocuğun ilk nesne ilişkisi” diye tanımlıyor yazar. Burada yeterince güven sağlanmışsa olumlu gelişmeler olurmuş. Çünkü anne memesi besin kaynağı, bu da yaşamın kaynağı anlamına geliyor.  

“Memeyle ilk ilişkiden tam olarak zevk alma yeteneği, çeşitli kaynaklardan alınacak başka zevklerin de temelini oluşturur.” Sf.34 

*

“Eğer doğum zor geçmişse ve özellikle oksijen yetersizliği gibi sorunlar yaşanmışsa, dış dünyaya uyarlanma sürecinde bir sarsıntı olur ve memeyle ilk ilişki elverişsiz koşullarda başlar.” Sf.21 Bu durum da bebeğin yaşama yeteneklerini zedelermiş.

*

Kitapta haset şöyle tanımlanıyor:

“Arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur.” Sf.24

Bu duyguyu yani hasedi hafifletmek için

Haz ve şükran duygusunu artırmayı ve kişinin kendi yaratıcılığına güven duymasını öneriyor yazar

*

Kitap teknik bir dille hastadan çok uzmanlara hitaben yazılmış gibi. Psikanalistler daha iyi anlarlar kitapta yazanları sanırım. Benim gibi sıradan okuyucunun anladığı yukarıda yazdıklarım.

Bir de kitapta bolca kadınların penis hasreti, Oedipus kompleksi, anneye babaya aşk, fanteziler, düşler ve benzerinden bahsediliyor.

*

Konuyla ilgiliyseniz şöyle bir Tedx videosu var: Yıkıcı Hasetten Yaratıcılığa Bir Yolculuk | Leyla Navaro | TEDxİKÜ

 


8 Kasım 2024 Cuma

SOSYALİZM VE İNSAN RUHU

 


SOSYALİZM VE İNSAN RUHU

(The Soul Of Man Under Socialism)

Oscar Wilde

Çeviren: Fuat Sevimay

İthaki Dünya Klasikleri

1.Baskı – Kasım 2022

59 sayfa

 

Öncelikle yazar sosyalizmi komünizm ile aynı anlamda kullanıyor:


“Sosyalizm, komünizm ya da her nasıl adlandırmak istenirse, özel mülkiyeti kamu mülkiyetine dönüştürüp rekabet yerine müşterek çalışmayı koyarak, toplumu o sağlıklı, olması gereken asıl haline geri döndürecek ve toplumun her bir üyesinin maddi refahını sağlayacaktır.” Sf.10

*

“Günümüz şartları göz önünde bulundurulduğunda sosyalizmin tesisinin sağlayacağı en önemli kazanım, kuşkusuz, neredeyse herkesin yakasına yapışmış o sefil ‘başkaları için yaşama’ gerekliliğinden bizi kurtaracak olmasıdır.” Sf.7

diyerek başlıyor.

Darwin, Flaubert, Keats gibi bilim insanı ve sanatçıları örnek göstererek onların nasıl başarılı olduğunu soruyor. Yazara göre kendilerini toplumdan ve kalabalıklardan uzak tutarak başarılı oldular. Çünkü başkalarını düşünmek insanın hayatını mahvediyor, yoksullaştırıyor.

Sosyalizm insanları bireyselliğe götürecek ve sadece bu yüzden bile kıymetli, diyor.

*

Yoksulluğa savaş açmış yazar.

Sosyalizmin yoksulluğu önleyeceğini, sağlıksız çocuklar olmayacağını, toplum güvenliği olacağını, insanların işsiz kalıp sokaklara düşmeyeceğini savunuyor.

Yoksulların “tıpkı hayvanlar gibi” kendilerine uygun olmayan işleri yapmalarından, onların muhabbet dahi edemediklerinden, yaşama sevinçleri olmadığından bahsediyor.

Sosyalizm olursa bunlar olmazmış ve daha bir sürü şey.


GO EKO DİKTATÖRLÜK

 


GO! EKO-DİKTATÖRLÜK

Önce Yeryüzü, Sonra İnsan

(Go! Die Ökodiktatur)


Dirk C. Fleck

1994

Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Haziran 2024

275 sayfa

İklim krizi kapıda diyoruz. Kitapta artık kapıda değil. Gelmiş iklim krizi. Ülkeler “Önce Yeryüzü, Sonra İnsan” mottosunda birleşmişler. Adına eko-diktatörlük denilen bir sistem kurmuşlar.

Bu sisteme göre;

Otomobil kullanmak yasak, çünkü çevreye zarar veriyor. Kullananlar cezalandırılıyor.

İnşaat ve seyahat yasak.

Meditasyon kamplarında doğayla yaşamayı öğrenmek mümkün.

Yaşlılar sevilmiyor. Dünyayı bu hale onlar getirdi diye.

Büyük şehir diye bildiğimiz New York, Berlin vb artık yok.

Askerlere çip takılı. Gizli bir proje bu. Bu çipin aktive edilmesiyle askerler çatışma sırasında duygularını ve hafızalarını kaybedip yalnızca verilen görevi yapıyor. Görev bitince çip deaktive ediliyor ve askerler normal hallerine dönüyor. Ancak çip aktifken yaptıklarını hatırlamıyorlar.

Bu sistem içinde yaşayan insanlar var romanda. Pek sarmadı beni insanlar da roman da.