Pazartesi, Eylül 28, 2009

Sevilay nasıl öldürüldü?

askeri-mülki-erkan
Başlığı boşver sevilay ölmedi fantaazilerde yaşıyor, taş gibi de yaşıyor. Sevilay kim asıl soru bu? kim bu sevilay nedir yani? Madem durup dururken kafadan sevilay kim diye sordun meraklı şey seni, anlatayım.

Bazı bazı bilirsin bi palazlanırız biz; pucca olsun, ben olayım, esther olsun, delininbiri'de olsun işte tüm hatun blogcular.
"Ay canım kadınlara bi rahat yüzü yok, blogda yazdırmıyorlar, rahatta azdırmıyorlar regl yazsak; orkid'in olayım anam diyorlar, bakireyim desek; müessesemizde tüm bakirelik çeşitleri bozulur, dikilir, onarılır yazıyorlar, sekiz desek dokuz diyorlar nedir bu çektiğimiz yeter yıaa" isyanı patlatıyoruz.
Haklı bir isyan bu, zayıf damarımızdan giriyorlar mevzuya, gıdıklanan yerimizi hedef alıyor, tüylerimizi tütsülüyorlar kardeşimm!!

Düşündüm daha biz sanal dünyanın şu kadarcık kahrını kaldıramıyorken acaba aysu kayacı, hadise, beren saat gibi kasesi, portakalları, marulu, maydonozu bilumum nebatatı meydanda, vücudundaki ben sayısı bile resmi kayıtlara geçmiş hatunlara ne laflar ediliyordur? Güzel vatanımın sınırlarında boylu boyunca uzanan karakollar, taburlar, birlikler, bölükler, bölünmeyikler sabah akşam bu hatunların fotoğraflarıyla gusül tazeliyor, ne hissediyorlardır bu gusül konusunda? Düşüncelerini merak ettim-- merakımı daha hayırlı işlerde kullansaydım şimdi nerede olurdum bunuda şu an merak ettim, merak aralarında başka şeyleri merak ediyorum-- Fışkılar bi blog yazmazlar ki okuyup anlasak hislerini.
İşim neyse artık aklıma bir fikir geldi. Fikirin iyisi kötüsü olmaz, kötü bir fikir ama sonuçta oda bir fikir, onunda canı var, oda gelmek istiyor.
Fikir şu: Seksi fotoğraflarını kullanarak sanal alemde arkadaş edinmek isteyen kızların hislerini anlarsam, o zaman hadise'yi yada aysu kayacı'yı anlarım. Kim aysu kayacı'nın blog yazmasını bekleyecek ki?

Dün av mevsiminin startını verdim.
Friendfeed sitesi; bataklıklarıyla, meşe ve kayın ağaçlarının sıklığıyla, yumurtlama mevsimi gelmiş türlü çeşit börtüsüyle, böceğiyle eşi bulunmaz bir avlanma sahası. Bir adres aldım adı sevilay. Fotoğraf olarakta rusların meşhur sitesi fishki'de 800 bin kez görüntülenen dolgun kalça, çıtır parça Jessica'nın fotolarını kullandım. Zehirli fotoğraflarını profilime yükleyip pusuya yattım. İlk dakikalarda pek ses seda çıkmadıysa da üye olmamdan yarım saat sonra düşman cephe kahraman birlikleriyle karşı atağa geçti. Sevilay derhal püskürtülmeli akabinde mümkünse o müthiş girintili çıkıntılı topraklar ele geçirilmeliydi!
FF milleti gözüpek, külyutmaz ve gergindir. Sevilay'a şüpheyle baktılar, bir yanları "fake bu" desede, aşağı yanları (bilinçaltı canım) "böyle fakeye can gurban, sus bi sen" dedi.

Ben sevilay'ı aptal bir kız olarak tanıtmayacaktım. Az beynimi zorlar hazır cevap biri yaparım, kitap, film özetleri anlatırım, haber sitelerinde dolanır linkleri paylaşırım "aaa bak savcı bilmemkim general bilmemkimle gizli gizli buluşmuş cık cık cık" diye yazarım, zeki gösterecek ne kadar done varsa hepsini kullanıp, gözlerine girerim diye planlamıştım. Ama önce vucutumla, bacaamla, jennifır lopez kalçalarımla gözlerine gireyim dediydim, iyi dememişim. On dakikada onlarca işkilli, küçümser ve her türlü gideri var bunun yorumuyla sevilay'ın ağzına sıçtılar. Bir saat sürmeden eleğini eleyip duvara zımbaladılar. Fotograf kaynağımı bile buldular, larda lar.

İstemiyorum ama empati yaparsam bende doğru birşey yapmadım zaten, onların yalnış yaptığını söylersem tam adil olmuş olmam. Daa olayın birde sosyolojik, fizyolojik, meteorolojik gerçekleri var efenim lütfen lütfen. Malum bu bir deneydi bilimsel bir deney, sonucunda bir fiyasko yaşasamda yinede istediğimi elde ettim.
1. Eğer güzel bir vücudun var ve onu teşhir ediyorsan arkandan konuşulanları duymamak için sağır olman iyi olur.
2.Kalçan güzelse sen güzelsin.
3. Zekanı görebilmeleri için çirkin olmalısın.
4. Erkekler seksi göründüğün için zekanı küçümseyebilir ama daha acı olanı kadınların küçümsemesi.
5.İnternette fotograflarını yayınlamadan önce iyi bir yer edinmen gerekiyor. Yayınlayanlarda ise derviş sabrı olmalı.
6.Hadise ve diğer kızlar asla sosyal medyada dolaşmasın.
7. Saygı iyi bişey.
8. Güzelliğiyle bir yere geldi deyimi tartışılmalı.

Cuma, Eylül 25, 2009

İzninizle memenize bakabilir miyim?

6ay önce kendimi yaprak dökümü ailesinin sevilmeyen ezik veledi leyla gibi hissediyordum. Bu günlerde ise eniştesine kaçan sonra da sokaklara düşen kızı necla kıvamına geldim. Sırada 3 çocuklu dul herife varan çok bilmiş fikret olmak var, şeytan kulağına kızgın demir, kaynar yağ, asit ve türevleri.

Enişteye kaçmak kısmını açıklamam lazım. Beni gördüğü her yerde "gene mi geldi bu karabatak" diye atağa geçen kendine komunist enişteye kaçmak için beyin gerdirme ameliyatı yaptırmış olmalıyım. Yada harbi harbi bir kuş türü olan karabatak olmalıyım ki onun o dazlak kafasına yuva yapayım (karabatak kuş muydu kablumbağa mı??) Kaçılacak bir enişte olsa mesela behlül benzeri bir enişte, tamam yaparız belki öyle bir terbiyesizlik ama değil işte adamla aynı havayı tenefüs bile edemiyoruz birbirimize iyi, kötü, çirkin bakışı atmaktan ortamdaki negatif elektronlar gözle görülür hale geliyor.

Ablamda ayrı bir reşat nuri güntekin romanı. Ne misafirliğim kaldı, ne bacılığım, ne sırdaşlığım, gözünü açtıktan zıbarıncaya kadar dırdır dırdır ( Enişteme olumlu bir dua etmem sözlükte " imkansız"la aynı anlama gelse de ablamın çenesine karşı sen bu adama sabır ver allahım (ama başka bir şey verme mümkünse verdiklerini de al)
abla hatun:
-Bir aydır ben özgürüm ayağına ne pisliklere battın kimbilir? kırk kere yıkanmadan benim güzel taç nevresimlerime değeyim deme, annemlere karşı seni savunmaktan öyle kıdem atladım ki savunma bakanlığından iş teklifi aldım gerizekalı siminya!!! gibi sap sup laflar etti.
Lan bu kız gazi üniversitesinin kampüsünde ertuğrul'la söz kesip, otlarda yuvarlanırken ben evdekilere onu öyle bir farklı yere gitmiş gibi anlatıyordum ki dinleyen günü birlik umreye gittiğini sanıyordu, böyle mi olacaktık abula haa böyle mi???
Dedim kendi kendime kendimden daha kendimlere; bu iki imitasyon karı kocaya günlerini göstereyim bir işe girip para kazanayım ondan sonra filmlerdeki gibi ilk maaşımı getirip tam suratlarının onikisine çarpayım şırank patank tapank diye.

Buraların meşhur bir iç çamaşırı mağazası varmış. Ankara'da hiç görmedim ama meşhurmuş, demekki ben çamaşır cahiliyim. ( sonra bi düşündüm iç çamaşırı cahili olmadığımı göstermek için gocunurk gocunurk gocundum zaten her konuda ezik, beceriksiz, zevksiz damgası yemişim şu sanal alemde, bari buradan bir takdir ve tebrik alayım "cahil değilmiş lan yazık kıyamam" desinler bana dedim; ne güzeldir missclaire giyerim giydiririm, ciddiyim)

Bir tezgahtar arıyorlarmış bu mağazaya. Müdür deneyim lazım dedi ben yetiştiriyorum onlar soluğu akmerkez'de alıyor, artık bu düzene hayır hayır hayır diye çığlık attı (atmadı ama ben olsam atardım, nankör tezgahtarlara ölüm diye pankart bile açardım) Israr, kıyamet, rica, minnet işe aldırdım kendimi. Patronun deneyimden kastı şuydu:
-dükkana bir kadın girdiya sen çat diye meme numarasını bilecek ve sütyenleri önüne yığacaksın.
-huhaha bu mu deneyim :) ne var ben bilirim kadınlar birbirini memesinden tanır, bana memeni söyle sana adını söyleyeyim.
Başladım işe ama bir halt anladığım yok. Heryer alabildiğine çamaşır, çamaşır, çamaşır, çamaşır. Bu mağaza bir tören alanı, bir panayır yeri, bir rus sirki. Donlar birbiri ardına kortej yürüyüşündeler, dantel çoraplar seyirci kontenjanında, sütyenler askeri, sivil erkan. Ünlülerin "hergün makyaj ve kuaförden bıkıyoruz, bu nedenle günlük hayatımızda bunları kullanmıyoruz" demesini hatırladım. Burada yıllarca çalışan bir insan bir daha iç çamaşırı giymez, giyemez, doyar böyle hırtlağına kadar. Çamaşırcı bir yakının varsa bir ara eteğinin ucunu kapı koluna tak ve dene bakiim altında bişey var mı yok mu.

İşe başladım direktif gereği içeri giren herkesin direk memelerine ve aşağı bölgelerine odaklanıyorum
-aaa karton piyer gibi kız bu, olmayan memesine benden bi 65.. bi dakka 65 numara sütyen var mı ki? ben direk 85 den girdim piyasaya.-one beee annem benim, sütaş'a ham madde sevkiyatı yapacak gibisin, bu eder 150 nümero.
-şu adam slip isteyecek gibi yürüyor, ama acaba erkeklerin slipleri neye göre, nerelerine göre ölçülüyor? şak diye bilsem ayıp olur mu??? sonra demesin kıza bak slip numarasında nasıl uzmanlaşmış, vay kaltak!


İç çamaşırı satmak demek bütün gün gelenin geçenin cinsel bölgelerine bakmak demek, bunu bildim bunu yazdım aha.
Tamam öteki tezgahtar kız içeri girenin kulağından fanila numarasını, ense traşından don lastiğini bile şakkadanak biliyor ama o 10 yıldır bu alemin insanı, bense çömez doncuyum olacak o kadar göz tacizi, el yordamı.
Fakat lakin, patron; çamaşır kuytularından, çorap yamaçlarından beni dikizledi ve gitmeyişatımı hiç beğenmedi. Sadece 3 gün sonra, iç çamaşırı dünyasından akmerkez'e terfi etme hayali bile kuramadan dehlendim. İyi oldu ama, üzülmedim, çünkü burada çok değil 3 ay çalışsaydım ne kadar direnirsem direneyim hemcinsi sapık olmam içten bile değildi.

Cumartesi, Eylül 19, 2009

Onlar ve bizler

Bizimkilerin bize özgüven veremedikleri dönemde (ne varsa bu küçüklükte verilemeyen şeylerde var, verilmeyince bizim gibi orta saha çocukları peydah oluyor işte, siz siz olun ne verecekseniz küçükten verin küçükten) insanları onlar ve bizler diye ayırırdım. Onlar zengin ve mutlu insanların adıydı "bizler" ise; kiremitleri dahi yıkık evlerin viranlarından satın alınmış, akan ve kokan evlerin insanları.

Hiç sebepsiz onlara karşı nefret beslerdim. Tek suçları belki bir sürü renkli kokulu silgilerinin olması, tüp yapıştırıcıları tam bitmeden okulun çöpüne atmalarıydı. Belki okul çantalarının ve defter kaplarının üzerinde en sevdiğim çizgi film insanlarının figürlerinin olmasıydı. Yemek saatlerinde biz salça yerken onların salam yemesiydi. Çantam abimden kalan, altı kocaman yamanmış haki yeşil bir çantaydı, seyahat çantasına benziyordu. Çantamla dalga geçtikleri içinde nefret etmiş olabilirim, hatırlamıyorum işte çocuklukta kaldı.

Onlar bizim mahalleye sadece "çocuk bakıcısı, hasta bakıcısı, ev temizlikçisi, ölü yıkayıcısı" gibi aramalar için gelirlerdi. Olaki gelip son model arabalarını park ettiler anında tekerinin havasını alırdık, hergün bize havamızı aldıran arabadan ancak böyle hırsımızı alırdık.
Bazen onların okullarının civarına yolum düşerdi. Dikkat ederdim o yöne doğru hiç bakmıyorum. Eğer bakarsam o mutlu ve hiç derdi olmayan (!) zengin veletlerin durup dururken günahını da alacaktım.
Onlar benim olmayan herşeye sahiptiler bunun nedenini bir türlü anlayamazdım. Beni aşağı gördüklerini düşünürdüm, benim hakkımı yediklerini, bana acıyarak baktıklarını. Birgün onlardan birilerini sevdik, onlarda bizden birilerini sonra onlarla halay çektik parmaklarımızı tuttu onlardan birileri, demekki tutmaktan tiksinmiyorlardı. Bütün önyargılarım ve özgüven sorunum böyle böyle ufalıp gitti.

Ta ki...

İstanbul'a halatını almadan himalaya'lara tırmanmaya çalışan bir dağcı gibi geldim. Aylar önceden hayalini kurduğum halde ne yapacağımı, nerde kalacağımı hiç hesaplamamıştım. Kafası dumanlı bir himalayaydım. Elbette ki bu bir "iç turizm" değildi, otogara yüzümde kocaman bir tebessümle inmedim.
Amaçlarım vardı, ne olduklarına dair hiç birşey bilmediğim ulvi amaçlarım. Ne kimselere sığınmaya ne de asalak olmaya niyetim yoktu. İnsan hayalperest olunca yarınını hayal ederken öylesi canlı renkler kullanıyorki, hayallerde siyah ve gri tonlara yer yok. Oysa madalyonun ön yüzü şapa oturmakmış.
Hayallerim, pırıltılı renkler kullanarak beni kekledi! Böyle parazit gibi oraya buraya tutunarak yaşamak yoktu vaadleri arasında! Eğer illa bir parazit olacaksam bit olmak istiyorum, hiç değilse kendi saçlarım arasında kayıplara karışıp giderim.

Annem recep ivedik'in "buğdaylar baş vermeden kör buzağa topallamazmış" lafı gibi buzağılı bir deyim söyler; "yularından boşanmış buzağa" misali acıkınca annemin memesini emmem gerektiğini bile düşünmeden, hiç hesap yapmadan, bodoslama daldım "burası istanbul'a". Sonrada orada tıkandım kaldım.( böyle yavaştan kıyın kıyın ajitasyona kayan yazılar yazdığımda yine bir yerlere kaçasım geliyor, her zaman trajikomik yazılardan yanayım çünkü hayat zaten bok gibi birde acındırıkçı, melankolik, ağlak yazılar yazıp boku iyice cıvıklaştırmanın anlamı yok da hep yapıyoz işte ) Bu hal beni yine o eski takıntıma götürdü. Onlar ve bizler, onlar ve bizler, onlar ve bizler,varmış, yokmuş, varmış, yokmuş. Ben neden bu haldeyken onlar orada öyleler? Neden? Ama nedennnn??
Bir gün sırf onlardan durup dururken nefret etmek için bebek'e gittim. Kendimi kill bill filmindeki deri tulumlu suikastçiler gibi hissediyordum. Oysa üzerimde dolama bir nepal etek, pislick tişört ve bez çanta vardı, hipilere benziyordum bir tek marihuana resimli aksesuarlarım eksikti. Benden olsa olsa nepal sokaklarında yaşayan keş (iş) olur.

Sol tarafımda deniz ve şu meşhur barlardan bir dolusu. Sağ yanımda yalı mı diyorlar, köşk mü, başka bişey mi bilmiyorum acayip süslü püslü evler sıra sıra. Bir kaplan gibi pusup kesmeye başladım masum insanları. Bilseler dışarıda yumruklarını sıkmış kendi kendine gelin güvey olup duran bir kızın dolaştığını.
Evlerin çoğu perdesiz içerisi şam şam şakıyor. Bizim evlerimizde kalın kalın güneşlikler örtülü olur çünkü o evde pek değerlimiz namus kavramımız gezinir. Birilerinin biryerlerimizi görmesi endişesini taşırız, gözüyle bizi yiyecek insanlardan korkarız, kendimize bayılırız!
İçerilerde beni tüm ailemle birlikte satın alacak büyüklükte ve çoklukta tablolar, pırıl pırıl yanan lambalar vardı. Balkonlarda yemek yiyip sohbet edenler mutlu muydu ne? Daha başka ayrıntıları görmek için bir ağaca tırmanmam gerekirdi ama görgüsüzlüğümü etrafta yürüyüş yapanlardan saklamam icab ediyordu. Önümden sarı bir ferrari geçti yine durup dururken ferrariye orta parmak çıkardım. İçinde giden ben olsaydım sorun olmazdı heralde, insanoğlu çiğ süt emmiş.
Bu saçma nefret seromonisinden o işlemeli saraylardan birinde kendi halinde sessizce oturan yaşlı bir amcayı görünce sıyrıldım, kendimi ve yaptığım şeyi sevmedim. Belkide bende onlardan biriyim, şu anda herhangi bir tarlada pamuk toplayan işçi kızda kendisine "bizler" bana "onlar" diyordur kimbilir.
foto

HALALUYA: lafı uzattım köpekler hani kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırınca ne der? "hıyimi hıyımi muyiii" işte tamda öyle diyerek ablama sığındım, bu yerinde kaçış tatbikatıda sona ermiş oldu artık bir dahakine, kısmet

Çarşamba, Eylül 09, 2009

Kıytırık kaçışın zottirik bitişi

Bu hafta başıma gelenler.. pişmiş tavuğa haksızlık etmeyelim çünkü onun durumu daha fena kazıkta döne döne cızırdamak falan... çok kötüydü. Yaylada tüm adamlara kaş göz yapan manukyan benzeri civelek kadın beni arayıp "oo gelip hemen seni alıyorum yavrum; dayını severim, dedeni tanırım, eniştenle sevişmişliğim var haklarını ödeyemem" diyerek aldı beni yolda öpücük ata ata, mimik çeke çeke işyerine götürdü.
Mahmutpaşa'da izbemi izbe berbat bir dükkanı var. İstersen burada benimle çalış, bizim evde yat kalk, takıl istediğin gibi, diye birşeyler geveledi. Çok güzel! ben şimdi burada işe başlayayım, sonra osmantan erkır'ın yapacağı EsnafStar yarışmasına katılırım, oralara çıkar masus sivri sivri hareketler yapıp dikkat çekerim, aldımmı ordan bir iki dizi teklifi ver elini peru! İşte buuu hayalini kurduğum hayata az kaldı(!) &%&/(/(!'^^^++!! a.q

Gönülsüz gönülsüz evine gittik. Evde aile ambiansına hiç uymayan farklı ebatlarda insanlar vardı.
*Parmaklarının 4 tanesi marangoz makinasında kesilen ama buna rağmen akşama kadar olmayan parmaklarıyla burnunu karıştıran, çıkardıklarını da koltuğun kol koyma yerinin altına sıvayan bir yaşlı amca. (benim baktığımı gördükçe "ee sen kimin kızıyım demiştin bakiim" diye örtbas etti)
* Saçını tahminen 15 gündür taramadığını düşündüğüm 16 yaşlarında bohem bir kız.
*İki tane genç erkek birisi habire homurdanıp duruyor, kapıları çarpıp hepimize ana avrat saydırıp ayar çekiyor. Ben ne hata yaptım bilmiyorum arada banada geçiriyor ama tam benim tarzım forever bad boy's.
*Biriside tıpkı jim carey gibi hiperaktif, tek amacı beni eğlendirip, oynaşmak. Hakkari'de komandoymuş 2 yıl önce dönmüş sürekli pazularını gösterip " işte bunlarla savaştık borumuu vay babam vay öperim ben bunları" diye kendini bana satıyor.
*Birde küçük bir kız var 10 yaşında sıcak kanlı, şirinmi şirin. Bunlar civelek kadının ailesi oluyormuş güya! Hangisi kocası hangisi çocuğu denkleştiremedim, eşleştiremedim, sonrada salladım gitti. Ben sorgulanmayı sevmiyorsam kimse sevmiyordur.

Akşam yemeği sırasında istanbul'a neden geldiğimi sordular bende "hiç işte kurslar murslar var; turizmdi, sanattı, koldu, kanattı onlara gireceğim sonra sınav, sertifika, cart curt işte böyle böyle deyişik amaçlar yani" diye attım bişeyler. Alıştım artık bu geçiştirmelere, aman daha derinlere inmesinler diye uydurduğum bahanelere... Ablamda büyükçekmece'den bizimkilere yalanlar yolluyor. Akşam arasalar "uyuyor" gündüz arasalar "denizde" aralarda aradıklarında "cır cır oldu kaç saattir tuvalette hapis" Bu kaçmacılık oyununun en zor tarafı soranlara evimi terkettim diyemiyorsun. Yeniden eve dönerim diye arkanda ekmek kırıntıları bırakman gerekiyor, kuşlar yemez inşallah.
Neyse akşam oldu civelek bana küçük kızın odasındaki ikinci yatağı hazırladı. Üstüme 16 yaşındaki kızın şortlu geceliklerini verdi, ayağıma amcanın terliklerini sonrada oramı buramı çimtikleyip gitti (kesin biseksüel)
Odada bilgisayar vardı; çarşamba gününden, cumartesi gününe kadar beni internette sürterken görenler olmuştur, işte bu evden girmiştim. Yazı yazamadım çünkü birtakım komando bozuntuları rahat bırakmadı. Gece saat 1'e geliyordu bende friendfeed'de ki hesabımdan giriş yapmıştım. Tam bu sırada kapı açıldı içeri bizim koca pazulu komando girdi.
-Yemezlerrrr kursa gelmişmişte, alıp gidecekmişte bak bu göze yer mi öyle yalanları?
-bismillahh öyle pat diye ne dalıyosun odama, belki giyiniyorum, soyunuyorum sizde adet böyle mi!? (lan ne iş? karı beni bu oğlana mı pazarladı nedir? bunlar aile değil hissediyorum ve başka şey daha hissediyorum, boku yedim)
-az muhabbet edelim dedim, internete mi takılıyorsun? o ney firiendfid siminya ne?
-hiiiç öyle bir sosyal site, buda üyelerden biri, tıkladım o çıktı ( çaktırmadan çıkış yapayım sonrada bu evden çıkışı bulayım)
-bende bazen internete bakarım ama benim için internet "karı havuzu" karı kız var mı diye bakarım, her zamanda vardır maşallah yıhı yıhı, sen neye bakarsın?
-bende aynı aynı, erkek var mı diye bakarım varsa sevinirim, yoksa çıkarım ne işim olur erkeksiz internetle hiç işte. hadi git yatacağım ben, sabah konuşuruz.

Gereksiz paranoyak tavırlarımı sevmediğim için onu gönderince kendimi teskin ettim "abartıyorsunnn bunlar iyi insanlar" diyerek. Blogger açtım yazı yazayım diye, pat gene daldı bizimki. Elinde iki fincan kahve yüzünde işveli sırıtış.
-gece kuşuuuu yatmayacağını biliyordum hadi bana eşlik ette höpürdetelim. ne yapıyorsun buldun mu erkek?
-innatayna kelkevserrr çattık! arıyorum az sonra patır patır dökülürler! (iyi insanlar iyi şişş sakin)
-söyle bakiim istanbul'a sevgiline mi geldin? seni ortada mı bıraktı? yanlız mısın? bende yanlızım ikimizde yanlız, şu köşe yaz köşesi şu köşe kış ortada iki yanlız ehuehuehu.
o böyle dalgasını geçerken ben sessizce kahvemi içiyordum bir süre sonra midem bulanmaya başladı zaten paranoyak şizoid pisikotikim, pusuda bekliyorum.
- kahveme ilaç mı kattın lan papucumun komandosuu! öyle bişey yaptıysan öğğğğ seni böğğğ öldüröğğğğğğ
Çocuk yerlerde, gülmekten kahveyi heryere saçtı.
-sen hastasın yaa hahaha ne kadar sertsin kızıımm bence sen benim kahveme ilaç katarsın o enerjiyi alıyorum senden haha.
Koşarak tuvalalete gittim komando da arkamdan, koskoca pazulu dev ufaldı ufaldı minnacık kaldı.
-valla üçü bir arada yaptım ne ilacı ya, belki son kullanma tarihi geçmiştir ben özürdilerim ben ben iyi misin peçete havlu ne vereyim yaaa :((
-tamam geçti iyiyim uyursam geçer sonra doktora giderim. ya ben sana bişey diyecektim ne diyecektim ha tamam adın ne senin?
-selçuk benim adım selçuk
-teşekürler selçuk belki gece umduğun gibi olmadı ama bence eğlenceliydi dimi dimi?
-hıı ya kusmuk falan iyiydi işte en kötü günümüz böyle olsun.
Ertesi gün doktora gittim. Midemi üşütmüşüm 3 gün sürekli kustum buraya geldiğim günden dahada paçoz vaziyetteyim; elime bir ekmek verseler şu yağmurlu istanbul'da bir inşaatın altındaki tenteye koysalar, fona da ferdi tayfur'dan gırtlak delen bir müzik tam arabesk film sahnesi olurum. Ama kendime acımıyorum istediğim buydu hakettiğimi yaşıyorum. Ablama gideceğim sanırım, göstergelerime baktım pilim az kalmış.

Salı, Eylül 01, 2009

Kötü yola düşemiyorum


Filmlerden öğrendiğimize göre İstanbul'da otobüsten inen her yalnız kızı bir nuri alço beklerdi, "şimdi açsındırda sen" muhabbeti ile 3 günde; bu saf, üşüyüp duran, alık kızı evirir çevirir çamura yatırırdı. Ben baktım kulliyen şeraiyen yani. Türk insanında gereksiz tevazu gösterisi kadar gereksiz abartı sanatıda uzmanlık seviyesinde.

Bir kaç ay önce Ankara'da ki ablamın balkonunda oturmuş mahalleliyi izliyorduk. Ben yine gözümü yukarılara dikmiş suç ve ceza'da ki raskolnikov gibi imkansız hayallerimi ablama anlatıyordum.
-buralar bana dar be abla, ben böyle oturup çekirdek çitleyecek kız değilim bişeyler yapmalıyım bişeylere kalıbımı basmalıyım. belki belki az daha çabalasam dünya'yı kurtarabilirim neden olmasın abla! ha söyle bana kurtaramaz mıyım yokmu sence bende o potasniyel???
Ablam avucundaki çekirdeklerden birini daha çitleyip yüzüme doğru "püfff" diye fırlattı.
-sen varya buradan kaçıp gitsen aha şuraya yazıyorum sitriptizci olur, direklere falan tırmanırsın sende sadece o potansiyeli görüyorum ehe ehee.
-ohaa, çüş, deve, ayı bilimum argolar ablaaa! o kadar mı belli oluyor oradan bakınca? eee sitriptizci kızlarda güzel oluyordu demi? yani şey tamam beni onlara benzetmeni sevdim hatırlatta bir ara seni öpeyim, bu güne kadar bana söylediğin en güzel kötü şeyi söyledin ama yinede bana direkleri layık görmen hiç hoşuma gitmedi! ne işim var lan gadın direğin tepesinde??

Son durumuma baktımda; ablam ve türk filmleri benim bulunduğum noktadan bilimkurgu gibi görünüyorlar. Ne terminalde birisi elimden bavulumu alıp zorla beni bir pansiyona götürdü, nede kayda değer bir direk gördüm. Bu nasıl istanbul? hani sokaklarda ki o meşhur tehlikeler! Tehlikeyi yalnış yerde arıyorum galiba. Ha şu parktaki olayı saymazsak tabi...

Geçen akşam bir parkın içinde tek başıma yürüyordum. Hertaraf ağaç ve çalılarla doluydu. Kalabalıktır sanmıştım ama fazla insan yoktu, parkın çıkışını arıyordum arkamdan birisi beni tuttu. O an matrix efektleri başladı kendi eksenim etrafında ağır çekimle dönüyorum, acele acele düşünüyorum.
"bingooo işte o an dırırırımmm! şimdi eliyle ağzımı kapatacak, saçımdan kavralayıp arkaya doğru çekmeye başlayacak.. off biliyordum bu parka girmemeliydim o teyzenin yanında yürüseydim belki bunu yapmazlardı yanlız gördüler tabii.. acaba kaç kişiler?? amanin biride bacaklarımdan yakalarsa o zaman çırpınamamda!! hemen bağırayımda canımı kurtarayım... diye bir tuhaf ve hatta bunun iki misli karmaşık evhamlar içinde çırpınırken arkamı döndüm, yürüyüş yolunun kenarında ki bir çalı montumdan sallanan kemer parçasına dolanmış!! hepsi bu. İyiki don kişot gibi çalıya saldırıp" imdaaaat yetişin adam öldürüyorlar" diye bağırmadım.

Ne diye bize yıllardır " istanbul tekinsiz yer bildiğin harlem. buranın serserileri varya tuttuklarını affetmeyen tipler, adım başı gay bar, bu gaylar böyle sokaklardan genç oğlan topluyor, travestiler kamyon kamyon, çevre yolunun her metre karesinde çalı kıpırdısı, kamyoncu bıyığı, çantalar anında kapkaça kurban" diye empoze ediliyor? Uğur Dündar'mı yaptı ne bunu?? Bir ankara türküsü kadar bile etmez buraların tehlikesi. Sadece babam gibi halk ozanlarının bildiği ve söylediği (yemişim onun halk ozanlığını) "ölüsünü örterik deliğine dürterik" diye bir türkü var mesela, piyasaya verilmesi adının anılması imkansız çünkü resmen ölmüş insan üzerine kurulu fantezilerden oluşuyor. Bu lüzumsuz korku yüzünden kaç gündür kemal sunal'ın para dolu çantasını göğsüne basıp dolaştığı hallerdeyim, sıkı sıkı sarılıyorum denize dalsam çantamla dalarım, dokunanı yakarım. (imza: havlayan köpek)

Bu ara en çok sinirimi bozan Hakan'ın sürekli "sen bana emanetsin, başımızın üstünde yerin var, bacımsın, seni korurum, sahiplenirim, falan ederim, filan yaparım" sözleri. Ben zaten bu korumacı, sahiplenici, yön verici, kol kanat gerici, kurda kuşa yem etmeyici anlayıştan kaçtım ama yağmurdan kaçarken doluya yakalandım. Ben yanlızlık istiyorum, kimsenin bana destek olmadığı, anlamaya çalışmadığı, sorgulamadığı, akıl vermediği bir hayat istiyorum bunu nasıl kazanacağımı ah bir bilsem ahh ahh!! Geçen gece sırf bu tavra kızıp tek başıma eminönü'ne indim. Beleş bir çay sırası gördüm sırada çay almayı beklerken gülme krizine tutuldum, insanlar benden rahatsız oldu ama kendimi tutamadım. Ankara'dan buraya haldır haldır beleş çay almaya gelmiş gibi hissettim, oy senin özgürlük arayışına tüküreyim.

Bu kafe korkunç ayak kokuyor, ne oluyo ya girişte ayakkabılarınızı mı çıkardınız millet!!! ramazan'da kafelere ayakkabıyla girilmiyor mu yoksa? neyse ya gidiyom.

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...