Filmlerden öğrendiğimize göre İstanbul'da otobüsten inen her yalnız kızı bir nuri alço beklerdi, "şimdi açsındırda sen" muhabbeti ile 3 günde; bu saf, üşüyüp duran, alık kızı evirir çevirir çamura yatırırdı. Ben baktım kulliyen şeraiyen yani. Türk insanında gereksiz tevazu gösterisi kadar gereksiz abartı sanatıda uzmanlık seviyesinde.
Bir kaç ay önce Ankara'da ki ablamın balkonunda oturmuş mahalleliyi izliyorduk. Ben yine gözümü yukarılara dikmiş suç ve ceza'da ki raskolnikov gibi imkansız hayallerimi ablama anlatıyordum.
-buralar bana dar be abla, ben böyle oturup çekirdek çitleyecek kız değilim bişeyler yapmalıyım bişeylere kalıbımı basmalıyım. belki belki az daha çabalasam dünya'yı kurtarabilirim neden olmasın abla! ha söyle bana kurtaramaz mıyım yokmu sence bende o potasniyel???
Ablam avucundaki çekirdeklerden birini daha çitleyip yüzüme doğru "püfff" diye fırlattı.
-sen varya buradan kaçıp gitsen aha şuraya yazıyorum sitriptizci olur, direklere falan tırmanırsın sende sadece o potansiyeli görüyorum ehe ehee.
-ohaa, çüş, deve, ayı bilimum argolar ablaaa! o kadar mı belli oluyor oradan bakınca? eee sitriptizci kızlarda güzel oluyordu demi? yani şey tamam beni onlara benzetmeni sevdim hatırlatta bir ara seni öpeyim, bu güne kadar bana söylediğin en güzel kötü şeyi söyledin ama yinede bana direkleri layık görmen hiç hoşuma gitmedi! ne işim var lan gadın direğin tepesinde??
Son durumuma baktımda; ablam ve türk filmleri benim bulunduğum noktadan bilimkurgu gibi görünüyorlar. Ne terminalde birisi elimden bavulumu alıp zorla beni bir pansiyona götürdü, nede kayda değer bir direk gördüm. Bu nasıl istanbul? hani sokaklarda ki o meşhur tehlikeler! Tehlikeyi yalnış yerde arıyorum galiba. Ha şu parktaki olayı saymazsak tabi...
Geçen akşam bir parkın içinde tek başıma yürüyordum. Hertaraf ağaç ve çalılarla doluydu. Kalabalıktır sanmıştım ama fazla insan yoktu, parkın çıkışını arıyordum arkamdan birisi beni tuttu. O an matrix efektleri başladı kendi eksenim etrafında ağır çekimle dönüyorum, acele acele düşünüyorum.
"bingooo işte o an dırırırımmm! şimdi eliyle ağzımı kapatacak, saçımdan kavralayıp arkaya doğru çekmeye başlayacak.. off biliyordum bu parka girmemeliydim o teyzenin yanında yürüseydim belki bunu yapmazlardı yanlız gördüler tabii.. acaba kaç kişiler?? amanin biride bacaklarımdan yakalarsa o zaman çırpınamamda!! hemen bağırayımda canımı kurtarayım... diye bir tuhaf ve hatta bunun iki misli karmaşık evhamlar içinde çırpınırken arkamı döndüm, yürüyüş yolunun kenarında ki bir çalı montumdan sallanan kemer parçasına dolanmış!! hepsi bu. İyiki don kişot gibi çalıya saldırıp" imdaaaat yetişin adam öldürüyorlar" diye bağırmadım.
Ne diye bize yıllardır " istanbul tekinsiz yer bildiğin harlem. buranın serserileri varya tuttuklarını affetmeyen tipler, adım başı gay bar, bu gaylar böyle sokaklardan genç oğlan topluyor, travestiler kamyon kamyon, çevre yolunun her metre karesinde çalı kıpırdısı, kamyoncu bıyığı, çantalar anında kapkaça kurban" diye empoze ediliyor? Uğur Dündar'mı yaptı ne bunu?? Bir ankara türküsü kadar bile etmez buraların tehlikesi. Sadece babam gibi halk ozanlarının bildiği ve söylediği (yemişim onun halk ozanlığını) "ölüsünü örterik deliğine dürterik" diye bir türkü var mesela, piyasaya verilmesi adının anılması imkansız çünkü resmen ölmüş insan üzerine kurulu fantezilerden oluşuyor. Bu lüzumsuz korku yüzünden kaç gündür kemal sunal'ın para dolu çantasını göğsüne basıp dolaştığı hallerdeyim, sıkı sıkı sarılıyorum denize dalsam çantamla dalarım, dokunanı yakarım. (imza: havlayan köpek)
Bu ara en çok sinirimi bozan Hakan'ın sürekli "sen bana emanetsin, başımızın üstünde yerin var, bacımsın, seni korurum, sahiplenirim, falan ederim, filan yaparım" sözleri. Ben zaten bu korumacı, sahiplenici, yön verici, kol kanat gerici, kurda kuşa yem etmeyici anlayıştan kaçtım ama yağmurdan kaçarken doluya yakalandım. Ben yanlızlık istiyorum, kimsenin bana destek olmadığı, anlamaya çalışmadığı, sorgulamadığı, akıl vermediği bir hayat istiyorum bunu nasıl kazanacağımı ah bir bilsem ahh ahh!! Geçen gece sırf bu tavra kızıp tek başıma eminönü'ne indim. Beleş bir çay sırası gördüm sırada çay almayı beklerken gülme krizine tutuldum, insanlar benden rahatsız oldu ama kendimi tutamadım. Ankara'dan buraya haldır haldır beleş çay almaya gelmiş gibi hissettim, oy senin özgürlük arayışına tüküreyim.
Bu kafe korkunç ayak kokuyor, ne oluyo ya girişte ayakkabılarınızı mı çıkardınız millet!!! ramazan'da kafelere ayakkabıyla girilmiyor mu yoksa? neyse ya gidiyom.
Bir kaç ay önce Ankara'da ki ablamın balkonunda oturmuş mahalleliyi izliyorduk. Ben yine gözümü yukarılara dikmiş suç ve ceza'da ki raskolnikov gibi imkansız hayallerimi ablama anlatıyordum.
-buralar bana dar be abla, ben böyle oturup çekirdek çitleyecek kız değilim bişeyler yapmalıyım bişeylere kalıbımı basmalıyım. belki belki az daha çabalasam dünya'yı kurtarabilirim neden olmasın abla! ha söyle bana kurtaramaz mıyım yokmu sence bende o potasniyel???
Ablam avucundaki çekirdeklerden birini daha çitleyip yüzüme doğru "püfff" diye fırlattı.
-sen varya buradan kaçıp gitsen aha şuraya yazıyorum sitriptizci olur, direklere falan tırmanırsın sende sadece o potansiyeli görüyorum ehe ehee.
-ohaa, çüş, deve, ayı bilimum argolar ablaaa! o kadar mı belli oluyor oradan bakınca? eee sitriptizci kızlarda güzel oluyordu demi? yani şey tamam beni onlara benzetmeni sevdim hatırlatta bir ara seni öpeyim, bu güne kadar bana söylediğin en güzel kötü şeyi söyledin ama yinede bana direkleri layık görmen hiç hoşuma gitmedi! ne işim var lan gadın direğin tepesinde??
Son durumuma baktımda; ablam ve türk filmleri benim bulunduğum noktadan bilimkurgu gibi görünüyorlar. Ne terminalde birisi elimden bavulumu alıp zorla beni bir pansiyona götürdü, nede kayda değer bir direk gördüm. Bu nasıl istanbul? hani sokaklarda ki o meşhur tehlikeler! Tehlikeyi yalnış yerde arıyorum galiba. Ha şu parktaki olayı saymazsak tabi...
Geçen akşam bir parkın içinde tek başıma yürüyordum. Hertaraf ağaç ve çalılarla doluydu. Kalabalıktır sanmıştım ama fazla insan yoktu, parkın çıkışını arıyordum arkamdan birisi beni tuttu. O an matrix efektleri başladı kendi eksenim etrafında ağır çekimle dönüyorum, acele acele düşünüyorum.
"bingooo işte o an dırırırımmm! şimdi eliyle ağzımı kapatacak, saçımdan kavralayıp arkaya doğru çekmeye başlayacak.. off biliyordum bu parka girmemeliydim o teyzenin yanında yürüseydim belki bunu yapmazlardı yanlız gördüler tabii.. acaba kaç kişiler?? amanin biride bacaklarımdan yakalarsa o zaman çırpınamamda!! hemen bağırayımda canımı kurtarayım... diye bir tuhaf ve hatta bunun iki misli karmaşık evhamlar içinde çırpınırken arkamı döndüm, yürüyüş yolunun kenarında ki bir çalı montumdan sallanan kemer parçasına dolanmış!! hepsi bu. İyiki don kişot gibi çalıya saldırıp" imdaaaat yetişin adam öldürüyorlar" diye bağırmadım.
Ne diye bize yıllardır " istanbul tekinsiz yer bildiğin harlem. buranın serserileri varya tuttuklarını affetmeyen tipler, adım başı gay bar, bu gaylar böyle sokaklardan genç oğlan topluyor, travestiler kamyon kamyon, çevre yolunun her metre karesinde çalı kıpırdısı, kamyoncu bıyığı, çantalar anında kapkaça kurban" diye empoze ediliyor? Uğur Dündar'mı yaptı ne bunu?? Bir ankara türküsü kadar bile etmez buraların tehlikesi. Sadece babam gibi halk ozanlarının bildiği ve söylediği (yemişim onun halk ozanlığını) "ölüsünü örterik deliğine dürterik" diye bir türkü var mesela, piyasaya verilmesi adının anılması imkansız çünkü resmen ölmüş insan üzerine kurulu fantezilerden oluşuyor. Bu lüzumsuz korku yüzünden kaç gündür kemal sunal'ın para dolu çantasını göğsüne basıp dolaştığı hallerdeyim, sıkı sıkı sarılıyorum denize dalsam çantamla dalarım, dokunanı yakarım. (imza: havlayan köpek)
Bu ara en çok sinirimi bozan Hakan'ın sürekli "sen bana emanetsin, başımızın üstünde yerin var, bacımsın, seni korurum, sahiplenirim, falan ederim, filan yaparım" sözleri. Ben zaten bu korumacı, sahiplenici, yön verici, kol kanat gerici, kurda kuşa yem etmeyici anlayıştan kaçtım ama yağmurdan kaçarken doluya yakalandım. Ben yanlızlık istiyorum, kimsenin bana destek olmadığı, anlamaya çalışmadığı, sorgulamadığı, akıl vermediği bir hayat istiyorum bunu nasıl kazanacağımı ah bir bilsem ahh ahh!! Geçen gece sırf bu tavra kızıp tek başıma eminönü'ne indim. Beleş bir çay sırası gördüm sırada çay almayı beklerken gülme krizine tutuldum, insanlar benden rahatsız oldu ama kendimi tutamadım. Ankara'dan buraya haldır haldır beleş çay almaya gelmiş gibi hissettim, oy senin özgürlük arayışına tüküreyim.
Bu kafe korkunç ayak kokuyor, ne oluyo ya girişte ayakkabılarınızı mı çıkardınız millet!!! ramazan'da kafelere ayakkabıyla girilmiyor mu yoksa? neyse ya gidiyom.