teyze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
teyze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Temmuz 19, 2010

Sana bahaneler hazırladım domateslerden

          Şiştt naber koltuk altı salamura kokulum? Ne alemdesin 12 yaşından beri göbeği içine çekik yaşayanım?
Ne sandın haftalarca iki satır yazmayıp yazmayıp sonra "biliyorum seni uzun zamandır ihmal ettim blog" diye bloga gurbetteki sevgiliden hasretli mektuplar muamelesi yapmamı mı? Yada 15 gün ortadan kaybolduğunda kitlelerin telaşa kapılıp "ne oldu ki? öldümü ki? kaldımı ki? yazmıyo meraktayım :(" telaşına kapıldığına blogunu eskaza ziyaret edenleri satır arası sol kroşelerle inandırmaya çalışan; yazar-okur dağılımında "yazarrrr" mevkiinden "okur"larına seslenen "nolur hergün yaz" blogcusu gibi "yazmayalı uzun zaman oldu sevgili okur, maillerinize de cevap yazamadım çünkü..." diye başlayacağımı mı?
    He lan! sefam olsun maksadıyla öyle başlayacaktım hesapta, ama ortada yazmama nedenime kılıf olacak gerek yalan gerekse hakkat bir bahanem olmadığı için işi seyyar samimiyete vurdum. Pek tabi bahane bulurdum; netim kesik, dayım öldü (tek dayım var, acımasızım) çok yoğunum, acayip meşgulüm vs. gibi ama millet sosyal sitelerde layklaya layklaya sürttüğüme, RT RT gezdiğime şahit.
             Ne olsun teneke, hava sıcak işkembemizden ter fışkırıyor bırak uzun uzun yazmayı; uzun okumayı, uzun giyinmeyi, uzun geceleri, uzun insanı çekmenin klima takviyesi gerektirdiği kuyruk kurutan aydayız (anne lafı, açılımı uzun ve tiksinç) okusak okusak anca 140 okuyabiliyoruz artık. 141? abi naaptın!!

              5 günlüğüne antalya'ya gittim. Nasıl oldu bende anlamadım normal şartlarda benim x noktasından y noktasına varmam için evden "bakkala ekmek almaya gidiyorum" bahanesiyle çıkmam sonra kendisinden bir daha haber alınamamam gerekiyor. Ama işte bak oldu, peki oldu da ne oldu? Bir antalya sabahının domates tarlası göbeğinde uyandım. Babamın yıllar evvel okeyde zebzeciye ütüldüğü bahtsız teyzem "şunu şöyle kıvırıp böyle çekeceksin" diye domates koparmanın inceliğini anlatıyordu! Ne şimdi bu? Tv aracılığıyla bakir(!) anadolu halkını her gece baştan çıkaran "etiler, nişantaşı, bebek, deniz, burası istanbul o yeaa" erotizmine kanıp istanbul'a gittiğimde "kağıthane deresi, E6 karayolu, yırtık ayakkabı, enişte tükmüğü, mahmutpaşa" egzotizmiyle halvet olmuştum. Yazla birlikte istanbul'dan aşağılara akan aynı erotizm ticaretinin antalya'sın da ise "cıbıldak insanlar, bronz gövdeler, röntgen ortamı, gevşek gönül yayı" yerine, tarlalar dolusu "domates, domates, domates, domates" gördüm. Züğürt ağayı daha iyi anladım... 
Peki ben kaçın kurasıyım? Kim bilecek ben kaç kurayım? Hem kura nedir? Geçelim bunları bakışları teyzeye yöneltelim
-annemin yarısı teyzem (kilo olarak dörtte biri) sence benim günlük domates ihtiyacım kaç adet? 2 bilemedin 3 ee ne demeye koca tarlayı benim için heba ediyorsunuz? alayım şu köşecikten iki adetcik, yiyivereyim doysun göbecik...fiyuvvvvv tabana kuvvet siminya!

         Bahanelerin ebesine rahmet, kısaca vaginilotik pegasus adı verilen o müzminnn o ölümcül o "düşmanımın başına verme allahım" hastalığı üstüne sürdüm. (iyileşsem bile ben bu hastalığın ekmeğini daha çok yerim (bknz: beşir) Yüzümde toplama kampındaki o çocuğun bakışı, bir elim kasığımı merhametli kıvrımlarla tutmakta öteki elim duygusal dokunuşlarla kalbimin üzerinde yatmakta (aynını anneniz üzerinde deneyiniz)
- herşeyden etkileniyor bu hastalık... nemden, tarla toprağından, yeşil bitkilere dokunmaktan, kırmızı renkten özellikle domates kırmızısı...sen domates ektin diye değil ha kivi olsa toplardım ama domates çok kırmızı çokkk :( denize sıfır iyi gelir dediler, son günlerinde adonis kası seyrettirin dediler...rabbime sormuşlar kum demiş..teyze bırak beni bırakki son günlerimi huzur içinde geçireyim...

    İnanmadığını biliyorum çünkü mimik, ses tonu ve vücut oyunlarında kaç yıllık sahte deneyimim var ünlü yalancılarla çalıştım ama ama gözler yalan söylemez..gözlerin seni ele veriyor..yinede saldı beni kızgın bakışlarından sıcak kumlara..canım teyzem ah annemin dörtte biri..
( 140 karakteri geçmedi dimi fazıl?)

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

Öpme beni !

İlk öpüşme fobisi Cevriye teyze ile başladı, her gördüğü yerde “Hiiii teyzesi gurban olsun, onyedi benli Şaziyemm şlapp şapırt şulup” diye henüz 13 senedir hayatta olan gıcır yanaklarıma öpücük kondururdu-Bu arada ne adım Şaziye nede 17 tane benim var- ki zaten 17 tane demesi için tek tek saymış olması gerekir buda vuku bulmadığına göre kafadan atıyor veya sevdiği bir türkünün sözleri.

O’nun beni öpmesinden hoşlandığım fikrine nerden kapıldığını bilmiyorum,oysa ben, o öper öpmez hırsla yüzümü siler, çamaşır suyuyla derinlemesine temizler ve parlatırdım. Maalesef yıllar boyunca da bu korkunç ızdıraba katlanmak zorunda kaldım. Bir gün eşyalarını kamyona yükleyip taşınıp gittiler, son bir hamleyle tükürüğünü yanağıma yapıştırdıktan sonra tabii.


Daha sonra; beni Alamanya'daki oğluna beğenen , gözümün hiç tutmadığı Ahmet enişte (kendisi annemin halasının kocasının kuzeni ) bu geleneği sürdürdü. Evimize haftada bir gelir ben gelene kadar defolup gitmez, görür görmezde “Gelinimmm gelinim, gel seni bi öpem o bal yanağından şapalap foşşş ohşş” diye yüzüme kusar gibi öperdi. Öve öve bitiremediği oğlundan çok kendisi beni beğeniyor gibiydi.(muhterem eniştemiz bir kaç yıl önce 1 kadına tecavüzden hapse tıkıldı )

Tahmin edileceği gibi ondan nefret ediyordum.Annemle en az 567 kere bu sapık akrabası yüzünden tartışmak zorunda kaldım ama geleneksel kurallar gereği öpmek, hele oğluna alacağı kızı öpmek (öpen adamın cüzdanına göre değişir) sapıklık kategorisine girmiyordu.Vücudunda dövme yapılmamış bir santim boş yer olmayan oğlu, esrar çekip tanışmaya gelince bu kabusuma da nokta konmuş oldu. Annem; sapık akrabasının salyalı öpücüklerine kılını kıpırdatmazken, damadı olmasını hayal ettiği genci bu halde görünce kaplan kesilmiş ve tüm bağları bir celsede koparmıştı. Bir daha evimizin civarından bile geçemediler.(aslında çocuk hoştu tekrar düşünmeliydik)

Büyüdükçe aşk meşk olayının öpüşmeden olmayacağını anlayınca, kendimle büyük bir mücadeleye başladım.Yıllarca talihsiz bir şekilde akraba amcalar, komşu teyzeler,kurban olurumcular,kölen olurumcular, gız ne şekersinciler tarafından öpülen ben ve öpüşmeye karşı Türkan Şoray prensibi geliştirmiş olan alt beynim, öpüşmemek için türlü bahaneler bulduk. ”Mikropludur öpüşme, dişi sarı öpüşme, komik gülüyor öpüşme, ağzı kokuyordur öpüşme” Bu sesler bir 10 yıl bende saplantı haline dönüştü neredeyse ağız görünce öpüleceğim sanmaya başlamıştım.Filmlerde öpüşen kızlara bakamıyordum bile. Sanki "halka" filmini izliyorum da erkeklerin ağzı kızın atıldığı kör kuyu gibi geliyordu, feci sarsıyordu beni.

Bu abartılı öpüşme fobimi son yıllarda tedavi etmeyi başardım.Öpüşmenin çikolata kadar tatlı ama ondan daha az zararlı olduğunu farkettim.Yanlız ufacık minicik bir kaç şartla öpüşebiliyorum.Öpüşülecek objenin (dudak ve tayfası) bol köpüklü macunla çitilenmesi, içine bolca mentollü bişeyler doldurulması "çok sağlıklıyım bildiğin gibi değil" sertifikasının cepte bulundurulması kaydıyla.



boyabadananotu: boyuyorum boyuyorum odam kuru kalıyor, bir kaç gündür boya badana topla gel ,yükle gel işlerine daldık, geberiyorum sos... birde şu altta yazan "devamı..." yazısına aldırmayın, devamı yok daha bitti... o öyle süs :)

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...