Yine bir şehrin, bir internet kafesinde Dj bahtiyar, DJ hamido, Dj nazmi adında rep'imsi bişeyler geveleyen adamların akımına kapılmış emoların arasından yazıyorum. Bu sefer İstanbul Kağıthane'deyim.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum belki iki ay belkide daha fazla zamandır tanımadığım insanlarla yaylalara çıkıp çadırlarda koyun koyuna yattım. Onlarca köy ve kasabayı turneye çıkmış sirk kafilesindeki beyaz popolu hint maymunu gibi dolaştım, türlü gösteriler sergiledim, halayda başı çektim, günün sayısız vakti kostak oynayıp bir baraj gölünde boğulmaktan kurtuldum. Nihayet macera bitti...sayılır.
Dayım Kayseri'de bir çiftlik evi satın aldı. Son bıraktığımda at, inek, eşek, köpek topluyordu. Akşamları balkonda oturup "ali dayının bir çiftliği var çiftliğinde horozlorı var" şarkısını söyledik, şarkıyı söyleye söyleye bulduk bir çiftliğe hangi hayvanlar istiflenirmiş. İnşallah kendini şarkıya fazla kaptırıp çiftliği domuzla doldurmaz, çünkü hala kendini Almanya'da sanıyor.
Geçen gece yine, kahretsin ki yine bir düğüne gittim, insanlar ne çok evleniyor uçkuru düğümlenesiceler! Günde 20 tane düğün-20 gerdek gecesi-20 bebek-20 evlenecek insan daha.. eyvah eyvah!!
Düğünde bir kadın vardı; çingeneler gibi dallı güllü giyinmişti, sanki seksi gibiydi ama itici bir seksapeli vardı, kaşıyla gözüyle yaylanın tüm erkeklerini koynuna davet ediyordu gözüm hiç tutmadı, tutmadığı içinde gecenin sonuna kadar onunla muhabbet ettim.
"İstanbul Mahmutpaşa'da 4 katlı bir dükkanım var, geldiğinde ara beni gelir seni terminalden alırım takıl ablana" dedi göz kırptı.
Telefonlarımızı aldık ama bu matild manukyan'ın çingene pembesi tonu kadını aramaya hiç niyetim yoktu, işte öylesine oldu silerim bir ara.
Bir kaç gün sonra dayıma artık beni azad etmesini söyledim Ankara'ya bilet alacaktı "birazda ablama gideyim biletimi İstanbul'a al dayıcım" diyerek ikna etttim.
Geçen hafta çıktım yola kafamda bin türlü plan; şöylemi yapsam, böylemi etsem, onu naapsam, bunu neetsem, yok yok etmeyim etmeyim. Sık sık otobüsten inmeyi düşündüm Sakarya'da indim, geri bindim, indi bindi yaptım.
Ablam beni Merter'den alacaktı ikide bir arayıp;
- nerdesin geldin mi, az mı kaldı, çok mu oldu?! telefonu kapattım. Birazda onun bu korumacı soruları cesaretimi artırdı. İstanbul Okmeydanı'na gelince "tamam" dedim burası son durak. Otobüs gitti kaldım ortada, kendimle kavga ediyorum:
"kız koş koş otobüsü takip et, ahada gitti gitti! allahın aptalı bak şimdi ne yaptın nereye gideceksin? çocuk oyuncağımı lan bu işler? az sonra çişin gelse işeyecek yer bile bulamassın sen! aklına işe bari aklınaaaa!!"
Ayağımda kenarı yırtık babetler, elimde yayla kokan elbiselerle dolu ama üzerinde denizbank yazan bir çanta. Ani bir korkuya kapıldım, kalbimi yıllardır ilk defa böylesine çarptıran bir duygu yaşıyordum, hoşuma gitmedi değil kah aşk böyle çarptırır, kah banki camping ama çarpıntı aynı çarpıntı böyle depreme benziyor. Sezercik pozisyonunu aldım bir yere çömdüm, etrafa tıpkı aynen onun gibi baktım "cesaret cesaret korkacak bişey yok heryer aynı, bak kuyuyazı caddesi gibi buralar" ne kadar salağım! korkulacak şey sayısında İstanbul'dan ötesi var mı!
Kimi arayacağımı düşündüm. Aklıma düğünde tanıştığım şu seksi çingene kadın geldi sonra geri gitti, kendiliğinden gitmedi ben zorla götürdüm. Sonra pazarcı arkadaşım, kardeşim, kadim dostum Hakan'ı hatırladım. Çocukluk arkadaşım Hakan bu yaz evlenip Ankara pazarlarından İstanbul pazarlarına terfi etti Kağıthane'de ev tuttum demişti. Telefonu açtım ablamın arama mesajları geldi, hiç ırgalamadı.
Sonra düşünüp, taşınıp birazda açık kapı aradığımdan ablamla konuştum. "Aklım şu aralar başımda değil kafama göre şeyler yapacağım, beni bir rahat, bir serbest bırakın allahınızı seviyorsanız bıkkınım abla ya bıkkın! sen beni anlarsın, cesaretin olsa sende bırakıp gidersin yalan mı?? Şimdilik bizimkilere sende olduğumu söylersin yada sen bilirsin, işine ne geliyorsa onu söyle arama bi müddet" dedim, evet dedim. Ablam şok oldu tabii, kafamda bana normal gelen şeyler söze dökülünce karşımdakilere anormal geliyor, niyeyse?!
Hakan geldi beni Kağıthane'de ki evine getirdi. Eşi beni görünce kocası kuma getirdi sandı, söylemedi ama yüz ifadesi öyleydi. Sonra ben ikisine durumu anlayabilecekleri nisbette anlattım, anladılar sanırım yada anlamış gibi yapıyorlar herneyse neyse ne. İşte bir haftadır onlarda kalıyorum çok kötü bir evde yaşıyorlar fakirler fukaralar birde ben geldim hah şimdi sefillleri çekebiliriz. Hakan pazara gidiyor, eşi kurdele nakışı işliyor, komşular gelip gidiyor benim kim olduğumu araştırıyor. Ben burada ne yapıyorum ki? iki yeni evli benim yüzümden artık sesli ve gürültülü sevişemiyorlar en çok buna üzülüyorum valla. Yukardan E5 karayolu geçiyor İstanbul'un meşhur "e beşe çıkmak" deyimi aklıma geliyor bazen.
Sürem doluyor bundan sonraki yazımı Bingöl'de ki bir kafeden "şemmamme" dinleyen kara yağız oğlanların arasından yazarım artık. Ailemden haber alıyorum, beni ablamda sanıyorlar. Ama olurda bir televizyon proğramında "yavrummm kimbilir nirelerde perperişan hallerdesin, vıy anam vıy ben nere gideyim" diye ağlayan bir kadın ve onun sol yanına oturmuş habire kadının gözüne yumruk indirip "mına goduumun garısı senden olan gızların hepisi anca böyle mudara olur" diyen pos bıyık kara bir herif görürsen bilki onlar benimkiler, sakın haber verme!
levent etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
levent etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Salı, Ağustos 25, 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum
Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...
-
Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...
-
Alttaki yazının ruh halinden kurtulmak için yine cem karaca'dan gelsin; Ben feleğin tekerine çomak sokarım " Birde " avradını ...