Cumartesi, Aralık 12, 2015

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum




     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." falan filan. İşin açığı ÖZLEMEDİM. Çünkü çok işim var anlıyor musun? Meşgul bir insanım ben. Bir bakmışın hacettepe hastanesi koridorlarında psikolojisi iyiden iyiye bozulmuş annemi nöroloji servisine doğru sürüklüyorum, bir bakmışın bir köyde hasta bir teyzenin altını bezliyorum, bir bakmışın dükkana mal indiriyor, bir bakmışın aşırı şekilde "BİR" kullandığım bir blog yazısı yazıyorum. Benim için en son sırada her hangi bir yere yazı yazmak var artık. Keşke böyle olmasaydı ama hayatta hiçbir şey biz istediğimiz için olmuyor. Git ve mücadele et, git ve onu al, bir şeyi çok istiyorsan olur gibi yaşam koçumsu aforizmalara siktir çekeli yıllar yıllar oldu. Bu kalıpları artık sadece aşkım kapışmak kullanıyor, bir de sabah programlarındaki evlilik danışmanları.  Artık biliyorum ki hayat bizim dışımızda ilerlerken bizi de yanında sürükleyen bir hoyrat yel. "Şansa inanmıyorum başarımın sırrı çok çalışmak" diyenlerin de yüzüne ossurayım afedersin. Şans, nüfuz, kankacılık ve bol para, bol baba parası olmadan başarıyı götüme çalışarak kazanırsın afedersin. Gel buna da çalış gel.

     Lafımızı koyduktan sonra gelelim sadede. Bloga artık yazmayı sevmiyorum, çünkü blogumun google tarafından kapatılmış olması gururuma dokunuyor. Gururlu bir insanım ben. Boş zamanlarımda gözlerimi kısarak göğe bakarım. Bir blogu iki götü boklu şerefsiz dallama "porno içerikli" şikayetinden bulundu diye, gerçekliğine bakmaksızın banlamak ve açılması için hiç bir yol göstermemek haksızlık ve ben bu haksızlığı hazmedemiyorum. Google benim gözümde faşist bir oluşum artık. Ben yıllarca sömürüp sömürüp sonra beni kendi blogum hakkında söz söyleme hakkından mahrum eden bir sisteme daha fazla emek vermek istemiyorum. Başka bir blog hizmetinde yepyeni bir blog açıp devam etmek daha iyi olacak. Bilmiyorum şimdilik böyle hissediyorum... (yinebengeldimpislikgoogle.blogspot.com diye blog açtı)

    Bu arada ben, çoğunlukla kadın gündemini işleyen ama feminist denmeyecek Pulbiber Dergi  de yazmaya başladım. Daha önce Lemanyak dergide yazdığımı söylemiştim, iki yazı sonra mizah dergilerinin bana göre olmadığını kanaat getirip yazmayı bıraktım. Kendim bıraktım. Ben mizah yazarı değilim, kendimce dertlerim var ve bu dertleri mütemadiyen hahaha hihihi diye anlatmanın da bir sınırı oluyormuş. Zaman aşımına uğratamadığım dertler böğrüme oturuyormuş da ivil ivil çürütüyormuş böğürcüklerimi. Geçmişi, artık bir mazi olunca gülümseyerek hatırlamak güzel de şimdi nasıl gülümsemeli? Öte yandan dergide yeterince ciddiye alınmadığımı düşündüm. Yıllar içinde kişiliğime gittikçe daha çok yerleştiğini fark ettiğim bir ciddiye alınma arzusu, saygınlık ve fikrimin sorulması beklentisi var. Sanırım yaşla alakalı olarak artık sorumsuzluğa, emrivakiye ve ciddiyetsizliğe tahammül azalıyor. Ergen yetişkinler görecek yerlerim ağrıyor.

   Dergide ne üzerine yazdığıma gelince. Benim geçmişle ilgili takıntılarım blogu az çok gözden geçiren herkesin malumu. Geçmişi eleştirmekten kurtulmam ancak mezara girince mümkün olacak. Gerçi mezarlar için de çeşitli eleştirilerim var ama neyse. Bu nedenle yine geçmişim,  ailem, çocukluğum, kadınlar, erkekler, evlilikler, gelenekler gibi konuları yazmak istiyorum (Kaplumbağalar, düdüklü tencereler ve atmosfer gazları hakkında yazmadığım için bazılarından özür dilerim. ANLAYANA...) köşemin adını da "Avratname" eyledim.. Umarım benim için uzun soluklu olur. En azından böyle ara sıra sakin sakin yazmaya devam etmek beni yazmaya küsmekten kurtarıyor. Onun dışında 3.kitabım için de araştırmalara başladım, haftaya finlandiya'ya gidip kitabımın geçeceği mekanları göreceğknfdkjfdjk Şaka şaka ne araştırması ne finlandiyası be oha! şu an yozgat'ın bir köyünde kahrol rusya al sana kerpiç! diyerek kepiç yakıyorum. Gününü göreceksin rusya! seni domatese limona muhtaç edeceğiz! Kitabımın mekanı yazık ki, bu şartlar altında en fazla tandırlık olabilir, ismi de yozgat ve güzel eşşekleri. Kader işte. Biz de böyle bi tezeneyiz



Bu da dergiye yazdığım ilk yazıdan


          Ne şehirli ne de köylü olabilmiş, birine gönül verse ötekinin hatırı kalan bir yerde büyüdüğüm için insanların her iki tarafa da uyum sağlamak isterken düştükleri ucubeliklere, tutarsızlık ve şapşallıklara  yakından şahit oldum. Tabi bana göre şapşallık olan kimine göre ahlaksızlıktı o ayrı. Özellikle kadınların, içlerinden gelenlerle etraftakilerin beklentileri arasında git gelden yoruldukları, şekilden şekle girdikleri, sürü sepet yalana bulaşıp bedeller ödedikleri nice sahneye rast geldim. Evdeki dede, baba ve öteki pok püsür erkek tayfası kızların başı örtülü olsun, önlerine dakkada aş ekmek koysun, evden çıkar çıkmaz ölsün falan isterdi. Anne, kızı iyi bir kocaya varsın yerini yurdunu bilsin diye dualar ederdi. Komşular ahlaksız olduğu ortaya çıksın da kendi kızları namusta bir adım öne geçsin diye pusuda bekleşirdi.  İş yerindekiler “ıyyyh geldi yine şu varoş der” üstünün başının derme çatma o özenti hallerine tısır tısır gülerlerdi. Mahallenin bakkalı, manavı, overlokcusu hepsi çok elzem gibi bir pürüz arardı dişi bedende.  Acaba kırıtarak mı yürüyordu? Eteği azıcık kısa mıydı? çorap mıydı ten miydi? Dudağı boyalı mıydı kendi rengi mi? Nasıl da kokuttu geçti karı hangi parfümdü kullandığı? İş mi attı lan o manavın çırağına? Çırak mı ona? Yoksa bahçıvan mı uşağa?  Osman! mahallenin kızına yan bakma sıçarım babayın çanağına! Salıversen yırtıcı kerkenezlere dönüşecek kadın kısmını piksel piksel rötüşleyerek titrek güvercinlere çeviriyorlardı.  Neyse ki hepsini değil.                                                          

    Bazı kadınlar toplumun ikiyüzlü zeminini bulmuş üstünde arjantinli topçu kıvraklığında top çeviriyordu çok şükür. Onlara görmek istediklerini fazla fazla veriyor, görmek istemediklerinin zırnığını dahi göstermiyorlardı. Bu oldukça zor bir mesaiydi lakin insanca yaşamak için onların da pek sevdiği gibi ikiyüzlü olmaktan başka seçenek kalmamıştı.  Ne görmek istiyorlardı? Ezikliğe verilen titrler, kadına kesim edepler, hanım hanımcık musturluklar, kırılgan duruşlar, şekilli mahcubiyetler, öteki kadınlarla hamaratlık tokuşturmacalar, içindeki zarı yalnızca nikahlı erkeğine deldiren yalandan kutsanmış bedenler. Ne görmek istemiyorlardı?  Sokaklarda kahkaha atan, açık saçık giyinen, yüzüne boyalar çalan, erkeklerle konuşan, eve geç saatlerde dönen, okuyan ve çalışan oynaklar! Orospularrrr!! Görmek istemiyorlarsa biz de göstermeyiz dedi ve şelale gibi devinen arzularını yer altına indirdiler. O kendinden gardiyanlar neler kaçırdıklarını bilseler tüm yasakları yasaklarlardı.  Bu sahtekar, taklacı güvercinler içinde ablalarım da vardı, komşu kızları da, yakın ve uzak akrabalar da. Üstünüze afiyet ben de.

   Taşranın çöp kokan çamurlu sokakları gündüzleri şehir merkezine doğru gitmiş anne topuklu ayakkabı izleri ile dolarken, geceleri dönüşe geçmiş tek tük ince topuklu ayakkabı izlerine şahit olurdu. Bir noktada izler kesilir yerini yeniden makbul topuk izleri alırdı. Tren raylarının etrafındaki yıkıntılarda alelacele kıyafetler değişirdi.  Basma etekler poşetlere girer, ucuz pespaye kumaşlardan dikilmiş rutubet kokan ahlaksız elbiseler giyilirdi. Bazen o taşların arasından unutulmuş anne penyeleri, tokalı terlikler bulunurdu da “bu dilencilere bir daha üst baş vermeyin bak gene tren yolunun oraya atmışlar” diye yorumlardı mahallenin dekoder emmileri.

  Sevinç abla, bir mevlüt evinde hacı babasının dört dörtlük kızı olarak övüldüğünün akşamı bizim evde çantasındaki prezervatifi gösteriyordu. Hayatımda ilk gördüğüm kaputtu, şişirdik şişirdik güldük. 1 yıldır işe giderken başına bir eşarp bağlıyor Mamak sınırlarından çıkar çıkmaz röfleli güzel saçlarını bayrak gibi dalgalandırıyordu. Özgürlüğün sarı bayrağı. Kimse de demiyordu ki bu kız kendine bir yıldır niye yeni bir eşarp almıyor. Kocası hapiste olan Firdevs abla evine erkek olarak babamı alıyordu. Gerçi babam neredeyse gözüne kestirdiği her kocasız kadının evine girmenin bir yolunu bulurdu. Kadının biri onu bacağından vurunca ancak kendinin de bir evi olduğunu hatırlamıştı. Annem makbul kadındı, erkeğin elinin kiri dedi sustu oturdu. Neyse bu konulara ilerde bildiğim bütün küfürlerle beraber dönerim. Amcamın kızı kuran kursuna gidiyorum diye Cebeci’deki sevgilisiyle buluşmaya giderdi. Tren raylarında beraber soyunurduk. Mutluyduk. Ülkü, annesi Yasin toplantılarında, hayatında hiç deniz görmemiş Ankaralı kadınlara “denize girmeyin hemşireler, denizlerde erkek vücutlarının suları var haramdır haram” diye fetva verirken 3. kürtajını oluyordu. Ben, duvarında kabe manzaralı kilim asılı hacı yağı kokan odamızda masturbasyon yapıyor, çin’deki adamları bile işletecek kadar telefon sapıklığında kademe atlıyordum. Ergün’ün çükünü kendi vajinamdan çok görmüştüm. Uğur’la yatmayı düşündüğümde 8 yaşındaydım. Aldatmayı düşündüğümde 9

   Bizim kokuşuk düzene kafa tutan küçük oynak dünyamız, karda açan öğsüz oğlanımız. Evet, herkes gırtlağına kadar yalana batmıştı, hepimiz hemen  yarım metre aşağıda bacağımızın arasında duran cinsel zımbırtıların hazzına ancak gayrı meşru yollarla dolaylı yollardan ulaşabiliyorduk, herkes bi ötekinin götünün çanağındaki benden,  etek boyunu bırak apış arasının kıl boyundan haberliydi  ama bilmiyormuş gibi yapmakla sözleşmiştik. Dendiği gibi “gerçekler dayanılmaz olduğu zaman herkes yalana sarılır”dı. Bu iyi bir durum demek mümkün değil fakat kötü bir durum da sayılmazdı. Kendi içinde heyecanlı, ateşli ve maceralı. Ama dışarıdan bakınca sanırım baya çirkince bir şey. Bir yalan imparatorluğu,  mide bulandıran devasa ahlak piyesi. Keşke olmasaydı lakin olan oldu.


Bir gün bir yerde belki de aynı yerde yine görüşeceğiz. Sevgii

Çarşamba, Mart 18, 2015

Kim bilir orada ne yapıyorumdur

     


               *İş arkadaşımın kocasının tacizleri yüzünden çelişkili günler geçiriyorum. Aslında bu taciz konusu da ince iş, ne taciz ne değil iyi belirlenmesi gerekiyor. Bazen arkadaşımızın aramızdaki hukuka güvenerek yaptığı cinsel göndermeli şakalaşma veya tanıdığımız erkeğin bize iltifatı da olabilir. Tanımadığımız erkekler de bize iltifat edebilir elbette, ama onun da bir zamanı, yeri, üslubu ve oranı olmalı. Sanırım "kadın durumdan rahatsızsa tacizdir" demek yeterli olur. Yeni evlendi arkadaşım. Birbirlerine olan aşkları gıpta edilecek cinsten. Arkadaşım; kocası mağazanın kapısından girince bile koşarak sarılan, elleriyle yemek yediren, kıskanmasın diye ne istiyorsa giyen, nereye istemiyorsa gitmeyen delice aşık bir kadın. İlk evlendiklerinde beraber yaptığımız bir muhabbette siyasi görüşüm yüzünden adam bana ufaktan kıl olmuştu. İşçi partili, facebook kapak resminde "her türk asker doğar" yazan, kolunda Atatürk dövmesi olan ve en sevdiği yazar Yılmaz Özdil olan biri, vicdani redçi, kürtleri savunan, oyunu HDP ye verdiğini söyleyen bana elbette gıcık olmalıydı. Aramızda günlerce siyasi tartışmalar döndü. Daha doğrusu ben onun görüşlerini hiç bir şekilde eleştirmedim o benimkileri beğenmemişti ve ben günlerce kendi fikirlerimi savunmakla uğraşıp durdum. Gerçi her türk asker doğar fikrine azcık atar yaptım yalan değil. İşçi partisi de ne bileyim biraz şey.  Fakat ne olduysa son bir kaç aydır bana karşı tavırları yumuşadı ve tam tersine dönüştü. Eşinin yanında iltifatlar yağdırıp evlerine davet etmeye başladı. Facebook hesabım olmamasına kızdı, telefonuma numarasını kaydedip, saçlarım kızıl olursa daha seksi olacağımı ekledi. Bütün bunları arkadaşımın yanında yapmasından "bunlar normal herhalde lan, baksana karısının yanında diyo" diyerek yadırgamadım. Fakat ben evdeyken, gece geç saatlerde arayıp "sizin o tarafa geliyorum bak bakiim oralarda park yeri var mı demesi" de yadırganmayacak gibi değildi. Park yeri araması değil, gece araması. Bunları da normal olarak kabul ettim. Belki gerçekten işi vardı bu tarafta ne biliyim. Dükkanın arka tarafında ben üstümü değiştirirken içeri "canıııım" diye dalmasını bile normal kabul ettim. Kıyafetlerimi götümü başımı dakikalarca süzüp, ben yakalayınca "ne biçim bi tarzın var ya, ne şimdi ne bu bunlar bu" gibi kekelemeler yaşamasını da önemsemedim.  Fakat geçen gün dükkanda yanında getirdiği ruju dudaklarıma sürmek isteyince nihayet jetonum düştü. Kırmızı ruj bana yakışmaz ki bir kere? Şimdi kara kara düşünüyorum işi mi bıraksam yoksa ikisini karşıma alıp "arkadaşlar grup mu yapmak istiyoruz?" diye sorsam mı? Ben zaten bu konularda biraz meşrebi geniş biriyim. Belki de babam yanımızda anneme içine girmeli türküler söylediğinden olabilir. Pek kafam basmıyor taciz durumlarına. Her halde afedersin sikmeye kalkarsa ancak "haaa eveeet bu taciz bence" diyeceğim görünen o.



          *Seçimler yaklaşırken yine AKP seçmeni hakkında koyundur, makarnacıdır, kömürcüdür muhabbeti sıklaştı. Hiç hoşlanmıyorum bu tarz sınıflamalardan. AKP'lilerin keMAL :))) esprileri ne kadar komikse, koyun fotografı koyup AKseçmen ;) yazmak o kadar komik.  Biliyorum bu bir yoksul aşağılaması değil, ufak tefek hediyelere tav olup oy verilmesine bir eleştiri ama maalesef gerçekçi bir eleştiri değil. CHP veya diğer partiler de benzer dağıtımlar yapıyor, önceki seçimde CHP paketlere ekstra olarak türk kahvesi eklemişti ama yine seçilemedi. Demek ki kahve bayatmış. Bunda kötü bir şey görmüyorum hatta çok lazım bir şey bence. Anadolu'daki soba ve kış sefaletini yerinde yaşayan biri olarak diyebilirim ki bir miktar kömürle kalbimi rahatlıkla çalabilirsiniz. Hele 10 torba kömüre saçımı kızıla boyatıp dudağıma kırmızı ruj bile sürdürtürüm. Ve fakat olayın iç yüzü hediyeye oy vermek bile değil benim canım. Daha derin ve daha anlaşılmaz şeyler yaşanıyor oralarda. İflah olmaz bir AKP'li olan ve tayyib'in daşşaklarını yiyip bokunu avuçlarım demeden güne başlamayan babam üzerinde yaptığım araştırmalar sonucunda diyebilirim ki olay tahminimizden daha büyük bir cehalet. Öyle aaa o kadar tape dinlediler, hırsızlığı gördüler, yalanları bir bir çıktı ama hala AKP'ye oy veriliyor demek ki ekonomi batınca anlayacaklar vs. demeyin. Öyle bir şey asla olmayacak. Babama göre "Kabataş yalanını Bahçeli söyledi, gezi bir filmdi filmden sahneler gösterip sanki olay varmış gibi göstertildi, Halkbankası CEHAPE'nin o paralar da gılışdar'ın bir zamanlar SSK'dan çaldığı paralar AKP bulmasaydı ülke batmıştı,  hala ahır halinde duran bin cami varmış AKP hepsini tek tek bulup temizliyormuş, Aksaray o kadar da büyük değil mercekle büyütüp göstertiyorlar,  Tayyip Erdovan gerçekte Abdulkadir Geylani ama söylemiyor, Muhsin Yazıcıoğlu'nu gılışdar öldürmüş, Ali İsmail'i Bahçeli,  AKP giderse müslümanlık kaldırılacak, tape ney?...." Evet bunlar babamın söylediklerinden aklımda kalanlar, unutmak için mazotla isotu karıştırıp sabah üç bardak akşam üç bardak içiyorum



*Yazın hayatımda da gelişmeler oluyor ama ben iyice içine kapandım bu konuda, kimseyle paylaşasım gelmiyor. "artık şeyde yazmay.... yeni kita.... benim bir öykü...." diye başladığım bir milyon cümleyi yazarken sildim. Her taraf taslak ve şablon doldu. Esasen internetten ve özellikle içinde debelendiği -twitır, akp, ortadoğu, hocanın biri gene şunu demiş, havuz medyada çıkan yazı- döngüsünden kuskuntu geldi. Akp'den nefret ettiğim kadar, muhalefet için o taraftan tiplerin ağzına bakar olma muhalifliğinden de nefret ediyorum. Bunları görmemek için internetten uzak duruyorum ama bu kez de gündemden o kadar uzağa düşüyorum ki babam gibi "hepisi gılışdarın suçu hepisi" diyen biri olma ihtimalim kuvvetleniyor. Velhasıl ara sıra okumam ve yazmam gerekiyor. Son olarak Lemanyak dergisinde yazmaya başladım. Umarım devam ederim, bilmiyorum. Mizah dergileri bende biraz sabıkalı 



*Blogumu birileri kıskanıp (a.k.a herkesin derdi ben olmuşum demek ki zamanında iyi koymuşum...) google'a ispitlediği için içerik uyarısı veriyor. bir iki yere yazdım ama bu meseleyi düzeltemiyorum, hala bana "yetişkin içeriğiniz varsa demek..." cevabı veriyorlar. Yetişkin içerik ne lan? Koyacam orta yere üstünde AL İÇERİK yazan kıllı taşşak görseli o olacak. Google'ın böyle bir handikabı var, şikayet edebiliyorsun ama şikayeti düzeltemiyorsun. Sana biri PORNOCU OROSPU ŞEREFSİZ OĞLU ŞEREFSİZ GAVATI diyebilir, mahkemeye verip hapse attırabilir. Kuzu kuzu o hapsini yatıcan. Herifler mükemmel sistem yapmışlar. Ülkemize de uyumlu. diktalık forevır < 3


bitti..


Perşembe, Şubat 19, 2015

Cinsel saldırılarda yanlışlar ve doğrular

 

   Özgecan'ın "bahane" bırakmayan katli toplumu derinden sarstı. Belki de bazılarını sarsan asıl şey Özgecan'ı yeterince günahkar bulamamaktı. "Masum kendi halinde bir kızcağız" diye şaşırıp şaşırıp kalmalar da bundandı biraz. Çünkü bizler alışmış olduğumuz üzere faturayı; zanlısından, ailesine, polisinden, hakimine olağanüstü bir çabayla ve hızla tacize ve tecavüze uğramış kadına keseriz. Aranmıştır, kaşınmıştır, zemin hazırlamıştır. Yaptığımızın, insanın yaşam hürriyetine, özgürlüğüne ve hatta kendi özgürlüğümüze ket vuracağını, bizi yavaş yavaş karanlık, hareket etme alanı belki ancak üç adım olan bir kuyuya sürükleyeceğini bile bile arsız bir cüretle "o da kim bilir ne yapmıştır" ı sarf ederiz. Yüzümüz kızarmaz, empati bilmez, sonra bizim veya sevdiklerimizin başına gelme ihtimalini düşünmeyiz bile. Çünkü zaten bizim başımıza assslaaa gelmez. Ahlaklıyız, namusluyuz, edepliyiz, önümüze bakarak yürürüz, errrkek gibi kadınlarız, evlenilecek aile kızlarıyız, eteklerimiz uzun, pantolonlarımız bol, kazaklarımız boğazlı, eşcinsel sapıklar değiliz, ee orospu da değiliz bize kimse zarar vermez. Erkekler bizi sever, adam gibi adamlarımız bizim gibi hanım hanımcıklara saygı duyar, paşalarımız aslan parçalarımız yalnızca kötülere saldırır.  Ama ne oldu Özgecan yıktı mı bütün ezberlerinizi? Su testisi su yolunda kırılmadı mı yoksa? Vicdanınız suya düşmüş sıçan gibi ciyak ciyak ötüyor susturamıyorsunuz değil mi? Umarım hayat boyu kulaklarınızdan gitmez o ses.

   Bir kaç yıl önce cinsel saldırılarla ilgili bir araştırma yapıyorduk. Çok severek destek verdiğim bir proje başlatmıştık ama yeterince destek bulamayınca ve zamansızlıktan aksadı gitti. Yaymak için aşağıdaki maddeleri hazırlamıştık. Cinsel saldırılarla ilgili bilinen yanlış mitler ve doğruları. Umarım Özgecan'ın yaşattığı acı bittikten sonra da duyarlılığınızı, yüzleşmelerinizi kaybetmez aşağıdaki gerçekleri aklınızda tutarsınız.



YANLIŞ:  Cinsel saldırı cinsel açlık çeken erkekler tarafından işlenen bir suçtur. 
DOĞRU:  Cinsel saldırı sıradan, normal davranışlarda ki erkekler tarafından daha fazla işlenmektedir.


YANLIŞ:  Cinsel saldırı genelliklle bir sokak veya park yeri gibi karanlık, izole yerlerde oluşur.
 DOĞRU: Çoğu cinsel saldırı evlerde ya da araç içlerinde meydana gelmiştir.

YANLIŞ:  Kadınlar "HAYIR" dediklerinde aslında “EVET"i ima etmektedir. 
DOĞRU: Hayır, hayır demektir. Bir kadın hayır diyorsa ve siz baskı, zorlama veya herhangi bir cinsel ilişkiye onu zorluyorsanız bu tam anlamıyla cinsel saldırıdır. Tüm kadınlar hayır veya evet deme hakkına ve kararlarına saygı hakkına sahiptir.

YANLIŞ:  Bir adam bir kadını yemeğe götürüyor ve onun için harcama yapıyorsa kadın karşılığında o erkeğe seks borçludur.
 DOĞRU: Seks bir ödeme şekli değildir.

YANLIŞ:  Sadece kadınlar cinsel tacize uğrar. 
DOĞRU: Erkekler de cinsel tacize uğramaktadır. Raporlu cinsel saldırıların % 10'u erkek şikayetleridir ve faili yine erkektir.


YANLIŞ:  Dar ya da mini giysiler giyen kadınlar “seks yapmaya hazırım” demektedir. 
DOĞRU: İnsanlar ne isterse giyme hakkına sahiptir. Bu cinsel saldırı ve cinsel taciz için davetiye değildir.


YANLIŞ:  Cinsel saldırı kurbanlarının çoğu, en azından bir kısmı saldırıdan sorumludur. 
DOĞRU: Kurbanı suçlamak suça davetiyedir. Failin suçu yüzde 100'dür.


YANLIŞ:  Seks ticareti yapan kadınlara uygulanan davranışlar cinsel saldırı sayılmaz 
DOĞRU: Tüm diğer kadınlar gibi fahişe, dansçı, pornografide çalışan kadınların cinsel eyleme zorlanması cinsel saldırıdır.


YANLIŞ:  Bir kadın eşiyle birkaç ay önce olmuşsa, artık eşinin ondan seks isteme hakkı doğar.
DOĞRU: Seks zamanını belirlemek çiftlerden herhangi birinin kararı değildir. Ne zaman olacağına çiftler karşılıklı karar verir. Uzun seks aralıkları kadının cinsel ilişkiye  zorlanması hakkını doğurmaz.


YANLIŞ:  Cinsel saldırıya uğrayan erkekler eşcinseldir.
 DOĞRU: Hem hetero hem de eşcinsel erkekler cinsel saldırıya uğrayabilir. Cinsel taciz failleri kurbanının cinsel seçimiyle ilgilenmez. Aynı zamanda failin de gay olması beklenemez. Tecavüz olaylarında hem erkek hem de kadına tecavüz eden erkek oranı % 95 tir.

YANLIŞ:  Bir kadın seks için olur verdikten sonra fikir değiştirme hakkı yoktur.
DOĞRU: Herkes, her zaman seks yapıp yapmamakla ilgili fikrini değiştirebilir.


YANLIŞ:  Bir erkeği tahrik edici davranışlarınla uyardıysan o seks mutlaka olmalıdır. 
DOĞRU: Bu kesinlikle doğru değildir. Erkeklerin uyarıldıktan sonra seks yapamadığı bir çok durum vardır. Partnerinizden gelen "inmezse kasık kanseri olurum" gibi bahaneler psikolojik şiddettir.


YANLIŞ:  Bazı kadınlar şiddet içeren seks yapmayı severler.
DOĞRU: Şiddet içeren fantezileri olsa bile bu zorla seks yapmayı sevdiği anlamı taşımaz.


YANLIŞ:  Erkekler tarafından cinsel saldırıya uğrayan kadınlar bütün erkeklerden nefret edip lezbiyen olur. 
DOĞRU: Cinsel saldırıya uğrayan bütün kadınlar lezbiyen oluyor ise dünya’da çok daha fazla lezbiyen olmalıydı, belki de tamamı.


YANLIŞ:  Uyuşturucu ve alkol cinsel saldırıya zemin hazırlar. 
DOĞRU: Uyuşturucu ve alkole cinsel saldırı olaylarında rastlanır ancak asla cinsel saldırı nedeni olmazlar. Onlar vardır ama bahane edilemezler.


YANLIŞ:  Sadece genç ve çekici kadınlara cinsel saldırı yapılır.
DOĞRU: Herhangi bir ırk, yaş, sınıf, din, kültür, fiziksel yetenek ve yaşam potansiyeli ayırmadan tüm kadınlar cinsel saldırı mağduru olmuştur.

YANLIŞ:  Saldırıya uğradım ama rapor almadım bu nedenle cinsel saldırı sayılmayabilir. 
DOĞRU: Kadında çürük, morluk yada yaralanma olmaması cinsel saldırı olmadığını göstermez. Cinsel saldırıya uğrayanların sadece% 10'u rapor almayı seçiyor. Rapor olmasa da mahkemeye gidin. 


Kaynak: http://www.avaloncentre.ca/

benzer bir yazı için http://uzuncorap.com/2015/02/19/tecavuz-hakkinda-vazgecmemiz-gereken-efsaneler/ 

Pazar, Ocak 04, 2015

Evleneyim mi medreseye mi gideyim?

     


   Sonbahar ayında Pursaklar’da oturan uzak akrabamızı ziyaret ettik. Pursaklar’ı bilen bilir İstanbul’un Fatih’i gibi dindar kesimin yoğun olduğu bir yer. Havası buram buram siyasal İslam kokar; çarşaflı, cübbeli, fesli, gugilikli ne ararsan bulunur.  Biz Mamaklılar ancak Pursaklar’a gidince  kendimizi Çankayalı hisseder, ilk defa bir semtin hiçbir şeyini beğenmeme hakkına kavuşuruz.  Neyse bir şeye hayırlı olsun mu diyecekmişiz, başka bir şeye Allah analı babalı büyütsün mü ne gittik işte. Evin kapısını çaldığımızda evin erkeği kapıyı hafifçe aralayıp mahremiyet durumumuzu tespit ettikten sonra gözlerini yere devirerek erkekleri içeri buyur etti, az sonra da evin hanımı gelip fısıltıyla biz kadınları davet etti.  Erkekler salona geçerken bizler dar bir koridordan geçip bir duvarında ranza, bir duvarında kanepe olan çocuk odamsı oturma odasına girdik. Ankara’nın kenar mahallelerinde yaşayan insanlar için haremlik selamlık oturma biçimi yabancı gelen bir durum değil. Şehrin her ilden yoğun göç alan karmaşık yapısı bizi her türlü insana, geleneğe, ritüele hazırlar. Karşılıklı olarak tüm farklılıklar birbirinden nefret ediyor olsa bile, alıştık.

    Biz oturur oturmaz içeri tepeden tırnağa ipekli, düğme bölümü boydan boya simli desenle süslü siyah ferace giymiş genç bir kadın girdi. Annemin elini öpüp bana doğru gülümseyerek hamle yapıp sımsıkı sarıldı ve“Siminya abla iyi ki geldin” dedi. Geri geri çekilip kimdi bu lan diye yeniden baktım. 3 yıl önce sokakta yerleri eşeleyen küçücük kız çocuğu karşımda tanımakta zorluk çektiğim bir kadın olarak duruyordu. Kilo almış, boy atmış ve yaş almıştı. Kafam karıştı.  Bu kadar kısa sürede bir çocuk nasıl bu denli kadınlaşmıştı?
 Annem, yengem ve evin hanımı oradan buradan konuşurken biz genç kızla -adına Rümeysa diyelim- onun odasına  geçip yatağının üstüne oturduk. Rümeysa beklemediğim kadar samimi ve sıcak davranıyor, omzuma, saçıma, dizlerime dokunarak sevgisini gösteriyordu. Ani yakınlığı “acaba o zaman hediye mi getirmiştim, güzel bir söz mü söylemiştim niye böyle oldu ki?” diye düşündürdü beni. Çay doldurmak için içeri giderken ardından baktım. Tiril tiril simsiyah feracesi uzun bedeninde muntazam ve  güzel görünüyordu ama bol robadan kesimi yaşından 15 yaş daha yaşlı görünmesine neden olmuştu. Esasında bu kadar tutucu bir ailede beklenilmeyecek bir giysi sayılmazdı, hatta o son görüşümde başında tülbentten derme çatma bağlanmış bir başörtüsü ile oynuyordu. Anladığım kadarıyla artan muhafazakar eğilim yüzünden ferace bu aralar dindar kesimde inanılmaz moda. Hatta yer yer ufaktan bir mahalle baskısına da getirdiğini sezdim. Giyim eşyası satan bir mağazada çalıştığım için insanların hangi giyeceklere ne amaçla ihtiyaç duyduğunu gözlemleme, hikayelerini bizzat ilk ağızdan dinleme şansım var.  Kızına modaya uygun kapüşonlu sportif ferace arayan anneler, hayatında ilk defa ferace alacak olan tedirginler, etrafındaki herkes giyince kendini onların arasında fazla renkli ve parçalı hissedip mecburen yönelenler hepsine denk geldim. Başı açık bir öğretmenin bile veliler hep feraceli diye ferace aradığını gördüm. Biz satmıyoruz ama patronum bu pazardan payını almayı, akarken doldurmayı düşünmüyor da değil.  Flash tv'de gördüğü, ve iyi para olduğunu çakozladığı kıble gösteren seccade, dua okuyan bardak, senin yerine tavaf eden hacı  gibi dini ürünlerin hepsinden getirtecek. Gay donlarını kaldırıp yerine onları dizeceğiz. Ticaret, zamanın ruhunu yakalamayı gerektiriyor.

   Rümeysa çay getirdi bize. Erkeklerin servisini babası, kadınların servisini Rümeysa yapıyordu. Kız salonun önünden mutfağa geçmeden önce -kapının zor kapanmasından anladığım kadarıyla- babası salon kapısını iyice kapatıyor içerideki erkeklerin genç kızın kapının önünden hızla süzülen silüetini görmesini engelliyordu. Çayımızı içerken Rümeysa biraz ilerlemiş muhabbetimize güvenerek bana kendince hayati bir soru sordu

-Abla, sence evleneyim mi medreseye mi gideyim?


   Bu ani soruya çayımı püskürterek cevap vermek isterdim ama hiçbir şey diyemeden öylece baktım. Şaşkınlığım bunu neden bana sorduğundan ziyade bu soruya verebilecek bir cevabımın olmayışındandı. Yaşı taş çatlasa 17 olabilecek bir çocuğa “evlen de yerini yurdunu bil anam zaman kötü” diyecek cibilliyette biri değilim. Bu şekilde yetiştirilen bir kızın nasıl bir hayatın cenderesine girip, sessizlik, bastırılmışlık ve yarım kalmışlıklar içinde kayıplara karışacağını anlamam için bir saniye düşünmem kafi. Bütün o evreler sanki ben yaşamışım gibi gözümün önünden geçti. Çocuk, erkek var, melekler lanet eder, salon kapısı, namahrem, sus, kadınlar tarlalarınız, çocuk, oranı ört, dışarı çıkma, saç telin!, boynun, edep, üçüncü çocuk, kadın dediğin, oturuş kalkış, günah, fıtrat, fıtrat, fıtrat... Malum şahısın dayatma ile sembolleşen sesi tüm erkeklerin ve erkekleşmiş kadınların ağzına doluşup Rümeysa’ya bağırdı.
  Hayır elbette ki evlen diyemezdim. "Evlenmen şart mı" dedim? "Ben istemiyorum ama annem "yetişkin kızı hemen evermezsen laf çıkar" diye düşündüğünden bu aralar uygun birini arıyor” dedi.  Durup dururken sinirlenip, içeriden sesi koridorları aşıp erkeklere ulaşmasın diye fısıldayarak konuşan annesine aynı fısıltıyla sövdüm. Kadınları evlenmekten başka ne tür bir seçenekleri varsa ona yönlendirmeye her zaman hazırım ama Rümeysa’nın önüne konan diğer şahane seçenek medrese eğitimi. Bunu da hayatım boyunca her gördüğümde camii yaptırma parası toplayan, para vermeyene ermeni dölleri diyen babası uygun görmüştü.  Medresede neye dönüştürüleceğini az çok kestiriyordum. Keyfe göre belirlenmiş bin çeşit günah dayatmasıyla kendine ve temas ettiği herkese yaşam alanı bırakmayan biri olana dek biçimlendirilecekti ama gene de yeni Türkiye’mizde değişik anlayışlı medrese türleri açılmış olabilir diye umutla “Medrese nedir? yani ne gibi bir eğitim alacaksın orada” diye sordum “4 yıl boyunca dini ilimler öğreneceğim” dedi “sonra yemek yapmayı, dikiş nakışı, çocuk bakımını da öğreteceklermiş”…  Hah tam ideal kadınlık kariyeri.  Edep:10 - Hamaratlık:10 - Yumurta: A sınıfı - Rahim: Kullanıma hazır. Diplomalı tasdikli. Cappoo 
      Rümeysa bunları çok istekli söylemiyordu hatta bu iki heyecan verici seçenek karşısında mutsuz bile sayılırdı. Ne kadınlığın geleneksel yöntemlerle kanırta kanırta öğretildiği evliliğe ne de daha teknik yoldan sinsice öğretildiği medreseye  gönlüm razı olmuyordu. Üstelik bir yabancının gelip kızlarına onun için ne uygundur ne değildir fiştekleyip gitmesi de ailesi tarafından hoş görülmeyebilirdi,  olay çıkardı.  Öylesine  “Ben karışamam sen karar ver” deyiverdim. Sanki onun karar verme hakkı olsa bu ikisinden birine karar verecekmiş gibi. Eğer gerçekten o bunlardan birini isteseydi bana sormazdı ki.  Rümeysa kırılmış gibi baktı “karış abla nolur karış, napacağımı bilmiyorum” dedi. Geldiğime pişman etti beni.  Lafa gelince car car akıl veren ben olay pratiğe dönünce resmen ödlek bir fare olup tısır tısır deliğimi aradım. El mahkum birini seçmesine yardım edecektik.  Off diye kükreyerek sen hangisini istiyorsun? Dedim.  Kız “sadece iş sahibi olup anneme babama yük olmak istemiyorum” dedi. Aslında her insanın istediği de budur ya bir yerde. Bir başka insana minnet etmemek. Kendi kararlarını vermenin neye benzediğini görebilmek. Bir işe yaramak, bir damla bile olsa saygınlık edinmek. 
    Rümeysa şu kısacık sohbetimden anladığım kadarıyla inanılmaz fedakar, dürüst, kafalı ve ufku açık bir kızdı. Her şeyin farkındaydı. 5 kardeşi vardı ve annesinin onlara koşturmaktan kendini unuttuğunu biliyor evlenmeyi kaybetmek olarak zaten görüyordu. Ama arkadaşları evlenmişti ve düğünleri, gelinlikleri, kendilerine ait tencereleri, perdeleri ve porselenleri olmuştu. Bunları anlatırken içinin gittiği de belli oluyordu. Hemen tam o noktaya karanlık bir tablo koyup soğutmaya çalıştım. Bu beyaz gıcır gıcır ambalajlar gözünü boyamasın, gerçeklere perdelerinin kirlenmesi kadar hızla uyanacaksın ama geç olacak falan dedim. Felsefe parçaladım. Halkı evlilikten soğutmaktan 10 yıl içerde yatırın beni. Bu durumda geriye iki kötünün arasından belki de daha az kötü olan şık medrese kaldı. En azından evindeki dayatmacı atmosferden uzakta, ailenin münasip aday arayışlarını en azından 4 yıllığına askıya aldıracak, kendisi  için karar vermeyi öğreneceği yaşa gelinceye kadar zaman kazandıracak bir kaçıştı medrese. Belki büyüyünce isyan çıkarır, bu gidişe bir dur derdi! Git dedim. Evlenmektense kaç git. Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur iklim değişir Akdeniz olur git dedim. Gitti. Doğu’da bir tarikatın himayesindeki medreseye gitti. Telefonla konuştuk. Lan demesi, kız demesi, hayır demesi, yüksek sesle konuşması, koşması ve kahkaha atması yasakmış. İnternet, televizyon ve hafta sonları hariç telefon yasakmış. Adnan hoca kızları gibi bütün sözlerine meaşallahla başlayıp inşeallahla bitirmesi gerekiyormuş.  Bunlara rağmen mutluydu, bana teşekkür etti. 

Bilmiyorum ki…



      Yeni yılın ilk bebeği fotografını görünce paylaşmak istedim bunu. Hükümetin topluma en büyük zararlarından biri bir zamanlar ifade, düşünce, yaşam tarzı konusunda daha geniş bakabilen çoğumuzu islam'a karşı radikalleştirdi. Görüntüde çarşaflar içinde oturur vaziyette durmaya çalışan kadın hakkında kaç gündür neredeyse laf söylemeyen kalmadı. Bundan 12 yıl önce kara çarşaf, türban, başörtüsü için "isteyen istediğini giyer" diyebilecek potansiyeli taşıyan bir çok kişi artık olayın asıl öznesi olan kıllı göbekli bir herifin "kadının kariyeri anneliktir" sözünü bırakmış, çarşaflı kadını çeşitli mizahi, eleştirel ve genelleyici kalıplara oturtmakla uğraşıyordu. Politik doğruculuk beklentim yok. Elbette bu fotografta çocuğunu, toplumsal mühendisliğe kendi küçük ideolojinden de bir çentik atma peşindeki bakana takdim edip aferinleri toplayan baba kadar yatakta karalar içinde büzülen kadın da konuşulmayı hak ediyor. En az baba kadar bebeğin sahibi bir anne var orada ama orada olması orada olanlar için sanki değer taşımıyor gibi. Bunu konuşmak, kadının daha görünür olmasını, daha ön planda ve değerli bulunmasını istemek gayet doğal. Ama görünmüyor/bunu istemiyor, onlarca adamın gazetecinin içinde kaybolmayı tercih ediyor diye aptalmış, düşünemiyormuş, duyguları yokmuş gibi aşağılanmasını asla tasvip etmiyorum. Bu, oradaki göbekli adamların karakteri. Aklındaki üç beş fikir bozuntusunu tabanına aktarabilmek için basını ardına takıp ideal aile avlayan politikacıların işi.

   Latife Tekin'in bir gazeteye verdiği röportajda söylediği dışlayıcı, önyargılı sözleri hatırlattılar bana. Demişti ki: 

 "Örtünen kadın benim için, erkekle uzlaşmış, onun baskılarına boyun eğmiş kadın anlamına geliyor. Böyle özgürleşme olmaz. Böyle, sadece erkeğin koluna girersin, onunla uzlaşırsın. Türban takan kadınlar, bir biçimde belki daha korunmalı durumdalar. Hani, "Ben sizin kurallarınıza uyuyorum, örtülüyüm, sahibim var, namusluyum" falan filan. "Bana saldırmayın, ötekilere saldırın" gibi bir şey de yansıyor, ister istemez. Erkeklerin sokağında, erkekleri rahat ettirecek bir şekilde giyindikleri için, böyle giyinmeyen kadınları yalnızlaştırıyorlar, ötekileştiriyorlar"

    Bu eleştiri benim için de sebepleri atlayıp sonuca yüklenmek anlamına geliyor. 
Fırtınayı bırakıp kökünden sökülen ağaca kızmak gibi, yangını bırakıp külü suçlamak gibi. Yüzlerce yılda padişahıyla, şeyhülislamıyla, atasıyla, dedesiyle (bknz: akp li bakanların belirli periyotlarla verdikleri annelik sinyalleri) oluşturulan toplumsal kodların, ayarların, harcamaların faturası bir kalemde ataerkiyle mücadele etmediği örtüsünden pat diye okunan kadına yükleniyor.  Ataerkinin dayattığı tek şey örtüymüş gibi. Örtü çıkınca zafer kazanacakmışız gibi örtünen kadını  erkeğe boyun eğmişlerin, erkekle anlaşma imzalamışların arasına öteliyor. Başörtülü kadın savaşçılar, direnişçiler, yazarlar, aktivistler, sanatçılar güme gidiyor. Hepsi ne mücadele içinde olursa olsun başına bez doladı diye "bana saldırmayın şu açık hemcinsime saldırın" demekle itham ediliyor. Düşüncelerinin, mücadelelerinin, fikirlerinin ne olduğuna bakılmaksızın gördükleri yerde bezleriyle  boğuluyorlar. Bütün bunları kendi kullandığından biraz daha fazla, biraz daha yukarıda biten bez parçasından anlıyor ha. Biri ötekileştirmek mi demişti?

    Erkek egemen sistemde tek ve en büyük sorunumuz örtü değil. Örtüsüzken veya inanmazsınız ama örtüler içinde de başka başka mücadeleler yaşanıyor. Bunun iş dünyası var, siyaseti var, sokağı var, kahvesi var, barı var. Bütün bunlarda bir zafer elde edilmiş gibi tek kaybedilen tesettür cephesinin komutanları yüce divana ifadeye çağrılıyor.  Örtü bir kadının kafasına toplum tarafından atıldığında o kadın genellikle 9 yaş civarında oluyor. Ve sen bir çocuğu anlaşma yapmakla suçluyor, dini bir emir olduğu el kadarken zerk edilmeye başlayan bir süreçle gittikçe içselleştirilmiş bir durumdan birden bire kahrolsun patriyarşii! Erkekleri öldüreceyiz! mücadelesi çıkmasını bekliyorsun.  Kaldı ki biz bilmesek de kendi dinamikleri içinde var o mücadele.Ben şahidim Rümeysa mücadele ediyor.  Yol başka, daha zor ve daha dar ama ediyor işte.

 Eğer sistemle mücadele etmenin tek yolu o sistemin dışında olmak olsaydı, feministlerin evlenmemesi (yada evlilerin ağzına feminizm lafı almaması) sosyalistlerin işe gitmemesi (memur olan sosyalist var) eğitim sistemini beğenmeyen öğrencilerin okula hiç başlamaması gerekirdi.  Sistemin içindeyken sistemle gayet mücadele edilir, hatta belki de ideal olan da budur.  Müslüman kadın örtünmeyi dini bir emir olarak görebilir, moda olarak alabilir veya alışkanlık duyabilir. Bir insanı alışkanlığından, modasından veya dini kabullerinden dolayı suçlamak geri kafalılıktır. Pantolonu veya mini eteği moda olarak, alışkanlık olarak, hatta say ki YüceMinilerDini'nin emri olarak gören başka bir kadını suçlamak kadar geri kafalılık. Başörtülü kadınları erkekle anlaşma yapmışlar olarak niteleyebilmek için,  kadınlara ataerkinin dayattığı bütün rollere karşı durmuş, bambaşka bir kadın profilini kendi yaşamında yaratmış olmak gerekiyor. Evlenmemiş, evlendiyse gelinlik giymemiş, kocasına yemek pişirmemiş, sofra hazırlamamış, ağda yapmamış, etek giymemiş,  çocuğunu cinsiyetsiz yetiştirmiş, gece sokaklarda özgürce dolanmış, kahvede pişpirik oynayıp, askere gitmiş. Bazıları kulağa saçma geliyor değil mi? Evet çünkü birden bütün bu şeyleri değiştirmek için hiç bir sebep yok, sistem böyle oluşmuş ne yapabiliriz, hem zaten kıllarını da kendi isteğinle traşlıyorsun değil mi? Ama ne dersen ne kadar saçma görürsen gör bu saydıklarım ataerkil sistemin dağıttığı rollerden sadece bir kaçı. En az saçı örtmekle eş değer dayatmalar bunlar. Ve en az başını örten kadının başörtüsünü kanıksadığı kadar kanıksadıklarımız.  Senin payına zamanında ölene dek güzel, kılsız, genç ve zayıf görünmek düşmüş neden bunu artık bozmuyorsun? Neden gelinlik giyiyorsun? Neden kızına pembe giydirip oyuncak bebek alıyorsun? Neden reklamlarda deterjan reklamları, donmuş köfte reklamları "hanımlar" diye başlıyor ve sen bunu fark etmiyorsun? Neden anneler gününde küçük ev eşyaları indirime giriyor ve sen de gidip alıyorsun? Erkeklerle anlaşma mı yaptın yoksa? 
  


(via pandora )

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...