Cuma, Kasım 16, 2012

Nasıl bıraktım


  

İçkiyi, sigarayı ve esrarı değil tabiki

  Bayramlarda şeker toplamanın,  düğünleri eğlenceli bulmanın ve hamamda annenin dizleri arasına çömüp keselenmenin ayrı ayrı  biyolojik mühleti  vardır. Çocuklukta birer birer bırakırsın bu işleri. Bayram şekeri toplamayı boyumun züreyfa gibi olması yüzünden 5  yaşında bıraktım. Belki 6, baya erkendi işte. Elimde hışırdayan pazar poşeti gezdirmeyi boyuma yediremiyordum. Kapıyı açan büyüklerin bana attıkları “koca kız utanmıyor da” bakışı gün gibi aklımda. Bunların bayram günleri edalarına tavırlarına öyle pis bir “Şeker dağıtan yüce insan” sirayet ederdi ki, erken yaşta bıraktığım için üzüldüğümü söyleyemem. Ucuz, erimiş şekerlerinize ve öpülecek ellerinize muhtaç mıydık sanki? Belki de bunu hazmedememişimdir. ( daha o yaşta o ne anarşiklik o)

Hamam müptelası değildim zaten. Her seferinde nasıl bir masumiyetse annemin gel kızım sana terlik papuç alacağım vaadlerine kanıp gittim. Yaldır yaldır devrilen gövdelere sahip oğlan analarının daha 12 yaşında gelinlik kız gözüyle gördüğü yaşıma kadar da direndim.  Artık nasıl bir yalan uydurduysam annem beni götürmek için kırk dereden su getirmeyi  bıraktı, kurtuldum o çıplak yığınlıktan. Şekersiz çay içmeye “şeker torbasında fare bokları gördüm, öldürseniz çayıma şeker atmam” diye başlamıştım, inanmışlardı. İnanmasalar ne olacak deme,  ben görmeden çayıma şeker atıp karıştırıyor, şeker atmazsam zafiyet geçirip öleceğime inanıyorlardı.

Düğünlere gitmeyi bırakmam ise lokum arası bisküvi dağıtmayı bıraktıkları yıllara denk düşer. Yoksul insanların tek eğlendiği bahaneydi düğünler. Sadece düğünlerde şakalaşırlardı. Hani gelinin kapısı içerden kilitlenir de gelin yüklü miktar bahşiş alınmadan verilmez,  sonra küstüm yastığı çalınır damada  fahiş fiyata satılır, damat kaçırılır bir arabanın bagajına kilitlenir düğün ağasından para almadan serbest bırakılmaz böyle şakalar, komiklikler işte. Keşke derdim keşke normal rutin hayatımızda da iki kişinin yasal sevişmesinin kutlandığı günleri beklemeden de böyle eğlenebilseydik.  Türk halkının eğlenmek için kalabalığa ihtiyaç duyması,  davetiye beklemesi beni öldürebilir. Her neyse işte o lokumlar için giderdim bizzat. Sini içinde gezdirilen lokum ve bisküvilerin altında dolanır her zaman hakkım olandan daha fazlasını kapıp aksırana tıksırana kadar yerdim. O nasıl bir dünya güzelleridir, nasıl muhteşem bir nostaljik tatlıdır bilen bilir bilmeyen hiç bilmesin, sevmeyebilir.

Düğünleri sevmemem için başka bir çok sebep çıktı sonraları.  Çakma feministliğime, kendine kadın hakları savunuculuğuma dokunan her hangi bir yerinden kıllandıkça palazlandım, gıcıklandım düğünlerden. Her kız gibi illa bin beş yüz kere “ben evlenmem” dedim.  Bekarlık değil asıl evlenmek “evde kalmak” tır,  adı da üstünde işte dedim. Dedim de dedim. Derim ben böyle.  Bekarlığın sultanlığını da yaşamadık hoş. Ee malum sultanlık yaşamak için bir sarayın olması gerek. Saray burada içinde pek çok özgürlük, hovardalık, oh anam of amman sabahlar olmasın barındıran bir metafor.  Nikahta olan o meçhul kerametinde anasınski. 
Ben mi göremiyorum yoksa iyi yere mi saklamışlar bilmiyorum şu yaşıma kadar bir kerametiyle karşılaşmış değilim. Hiç bir evli çift de aha bu da bizim kerametimiz diye ayı ortadan bölmüş değil.  Evliliğin içine kazara düşmüşlerin ve diğer pek çoklarının evliliğinin dışarı yansıttıkları gibi olmadığını avucumun içinden bile daha iyi biliyordum. Sanki gizli bir anlaşma gibi bütün evlenenler gerdek gecesi başlayan bir tiyatro oyununu sergiliyor, dışarı sağlıklı tek bir bilgi sızdırmıyorlardı. Akşam kocasının dayak  attığı kadın sabah yıkılan gururunu “kocam çok iyi içkisi yok kumarı yok daha ne olsun” yalanlarıyla onarmaya debeleniyordu.  Haklıydı ki. Sadece bizlere karşı debelenmesi saçmaydı. Bizi kandırabilirsin ama ya kendini? Şakaklarımda ki damarlar güp güp atmaya başladı gene. Esasında ben bambaşka bir şey anlatacaktım ama içimden gelmedi, daha bambaşka bir şey çıktı. Dertleşmeye ihtiyacım var.


Cumartesi, Kasım 03, 2012

Ben deli değilim


    
 Pek anlatasım olmayan bir mevzudan dolayı son haftalarımı sokaklarda binecek tekerlekli ve raylı şeyler arayarak geçirdim. Onları bulduğumda bazılarına öttüren kartlar bastım, bazılarına cıngırdayan demirler verdim.  Ara sıra ise pek anlatasım olmayan şey bitince binecek şeyler aramayıp kendi kendine konuşarak,  vitrinlere yapıştırılan kağıt parçalarını, kadınların çanta markalarını, araba plakalarını, lokanta menülerini, yaşlı teyzelerin ilaç poşetlerini okuyarak geçirdim. Takıntı değil, hobi olarak yaptım. Yollarda bol miktarda balgam saydım, lanet olsun çevreyi kirletiyorlar böyle balgamın içine tükürürüm deyip üstlerine tükürdüm. Neden pek anlatasım olmadığını da pek anlatasım yok. Belki bir sonraki yazı yazasım gelişinde pek anlatasım da gelir. Beyin sıvısını kaynama noktasına getirmeden şu kelime kaosuna son vereyim. Kelime oyunlarından ve beyin sıvılarından tiskiniyorum.  Her şeyden tiksinmek de bir diğer hobim.

   Bu gezenti günlerimde  hava bazen cehennem gibi sıcak oldu, sıcağı çok sevmeme karşın yine de kendimi tutamadım ve dönüp dönüp  güneşe küfürler ettim. Ardından al buyur yine extra günaha girdim yaratılanı sevmeliyim yaratandan ötürü  diye sayısı belirsiz tövbe estağfurullah çektim  ( konudan bağımsız-ki sanki bir konu varmışçasına- “ötürü” orta anadolu’da tek bir harf eklenerek cıvık sıçmak anlamına dönüşüyor “ötürük”... bu yüzden her ötürü dendiğinde kafa malum manzarayı önüme seriyor ) Ömrü uzun olsun anam yelek melek örerken her ilmekte pismii.. diye fısıldar. Bu sevap avcısı mübarek sayesinde evde ne kadar örgü, biçki, dikiş varsa hepsi adeta bir hırka-ı şerif.  Giydiğimiz her patiğe bir hatim indirdi. Ayaklarımızın altı essahtan cennet.  Köşe bucak tıklım tık seks kasetleri ile dolu olmasaydı kıyamet koptuğunda bir bizim bir de cübbeli ahmet’in evi mahşer yerine uçarak varabilirdi. Yazık ki batının ahlaksızlığı bedenimizi örgüden daha sıcak tutuyor.

   Bazen hava buz kesti kışa söylendim. Bu sefer küfür etmemeye dikkat ederek, kelimelerimi; küfür sayılmayacak ama çok da nezaket içermeyecek olanlarından seçtim. Nasıl bir gudubetlikse aylardır içimdeki öfkeli şirinden (şirin?? nah şirin) kurtulamıyorum. Yoluma çıkan tüm mizah dergilerini aldığım, kedi kesmeye ve adam vurmaya ara verdiğim halde tipim mütemadiyen “GÜLMEDİM”.  Her bayram yüzüme bir kaç hamlede ancak astığım “hoşgeldiniz gülüşü” nü bu bayram asmakta çok ama çok zorlandım. Olmamış da zaten. Misafir mıçmıçlayıcısı büyük ablam, insanlardan saklandığım bölgelerin civarından geçerken  “kovduk gibi oldu, ayıp gibi oldu, yanlış gibi oldu” diye söylenip durdu.  Adeta radar gibi bana yaklaştıkça öttü. Yerimi belli etti.  İstedi ki sinemalara bir anda cinnet getirip bütün ailesini deşen insanın hikayesi  gelmiş bile olsa ötekilere kırlarda koşan heidi'yi izlet.  İstisnasız hepimizin yüzünde neşeli günler filmi repeat olsun. Bütün dünya bayram olsun, insanlar el ele tutuşsun  (afedersin kustum)

 Bazen kitabım burada varmola, şuraya kadar geldimola diye bazı kitabevlerine de girdim ama çoğunlukla bulamadım. Yayınevine küfretmek günah değildir nasılsa diye yedi sülalelerinin nüfus sayımını yaptım.  Öteki tarafta ettiğimiz küfürler  değil de kime ettiğimiz önemli olacakmış gibi geliyor. Yani Allah bile “önce bir lafa bakarım laf mı diye bir de söyleyene bakarım adam mı diye” felsefesinden işlem yapacak. Mesela ben şeytana “senin o iblis şikrine sıçarın sütübozuk palavereci! Dediğim zaman cennet köşklerinden birinde bir haftalık konaklama kazanabilmek isterim. Bir ateyizi pilavlı sohbete davet ettiğim için de müessesenin ikramı olarak odama yanarlı dönerli meyve tabağı gelmeli.  Bu tarz yenilikçi beklentiler içindeyim.  ( Şu an yine tövbeye başladım yatana kadar bini bulur)
 Bulur demişken korsan tezgahlarını saymazsak kitabımı birkaç kitapçıda buldum aslında.  Aklıma kitaplarıma bir iz, bir süprüz bırakmak falan geldi de çok yaratıcı bir insan olmadığımdan dolayı cebimde bulduğum kuru üzümü sayfa aralarına serpeleyip uzadım. İyi bir fikir değildi sanırım. Sanırımı yok bok gibi fikir. Yabış yabış.

Deliliğin karizmasından, sözüm ona marjinalliğinden nemalanmak gibi olmasın galiba delirdim. İsterim ki deliler hastanesine yatsam bile bana deli denmesin. Delilikte tıpkı aşk gibi içi boşalmış bir söylem. Fotograf çekinirken arkadaşının kafasına arkadan parmaklarla eşşek kulağı yapan herkese facebook'da "delisiniz siz yaa :))))))" yorumu yapılmış. Oklavasına kılıf örene "kız tülay allah seni kahretmesin deli bu ayol :D:D" denilen bir dünyaya deli getirmek istemiyorum. Başka bir şey densin bana, kelli densin, felli densin, de deyli dala dulada damburleyli dap dup densin  ama deli denmesin. Lütfen buna itina gösterin. 

Kafamda binlerce zerrecik uçuşup, çarpışıyor ve hiçbir çarpışma işe yarar bir reaksiyona neden olmuyor.  En azından uranyum falan üretseydi. Kulağımdan akıtır bomba yapımında kullanırdım. Hepinizi patlatırdım. 
Görüldüğü gibi insanın aynı anda bir çok şey düşünmesi zekaya değil eblehliğe işaret. Nah bu yazı da buna delil olsun. Hayat bayram olsun.

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...