Çarşamba, Nisan 27, 2011

Aşk bulamıyorsan platonik sev



Gerçek şehir çocukları için hayatın rutini olan şeyler bize sayıyla geldi hep. Doğum günü partileri, gece gezmeleri, sevgiliyle geçirilen bir gün ve belki sevgilinin kendisi. Bizde eksik kalan yerleri hayal edip tamamladık. Misal aşkın eksikliğini platoniyle. Platonik aşk güvenli aşktır. Gerçek aşkın huzursuz edici, riskli detaylarından korkanlar için. Bu işte ustalaşınca aradaki farkı anlamıyorsun bile. Sezdirmeden sevip uğruna ağladığım, gıyabında seviştiğim platonik sevdalarımın sahiciliği önünde gerçek aşklarım secde etsin.

    
        Arkadaşımın evine gittiğimde erkekli kızlı bir ortamla karşılaştım. Çay koydum gelde içelim diye kandırmıştı beni. Epeydir bir turizm şirketinde çalışıyordu ve artık otobüs bileti alırken bayan yanı seçmiyordu. Onun için "arkadaşlarla takılıyoruz" denebilecek bu görüntü, benim arkamda kalanlar için fuhuş yuvasıydı. Eğer burada doğalgaz sızsa, oldu ya işte hep beraber ölsek "arkamda görmüş olduğunuz evde, uygunsuz şekilde ölmüş bir grup genç cesedi bulundu" gibi muhabir yorumlarına sebep olurdu. Korktum. Hep korktuğum gibi. Bir köşeye sinip kendimi dışladım. Müzik setinde ace of base çalıyordu. Evimizdeki vitrinde düdüklü tencerenin arkasında duran, etiketinin yönü değişse babamın hır çıkardığı viskiden içiyorlardı. Şu kızla oğlan öpüşüyor mu yoksa? Aklıma gelen başıma gelecekti işte. Büyük bir iştahla basılmayı bekledim. Kapının dürbününe bakıyorum, pencereden aşağıya, saatime, telefona, yeniden kapının dürbününe. Kendimi güvende hissetmediğimde para taşıdığını aşırı belli ettiği için soyulmaktan kurtulamayan kemal sunal'a benziyorum. O kadar değerli ne taşıyorsam artık. Kirayı ödemeyi geciktirmiş, dış kapıya doğru dönüp ev sahibini bekleyen işsiz insanı oyna deseler aynen şu halimi tekrar etsem yönetmen bayılır.

Güzel güzel ecel terlerimi dökerken başıma biri dikildi. Kafamı kaldırdım. Deminden beri arkadaşına müzik dünyasının kötüye gittiğinden bahseden uzun saçlı, satanist çocuk.
-İçer misin? diye bir şişe bira uzattı. İçki içmiyorum ben..hem ben zaten kalkacağım dedim. Yanıma oturup -Bende sıkılıyorum belki bende kalkarım dedi. Aynı yöne bakmaya başladık, yani hiç kimsenin manzarayı bozmadığı o güzel boşluğa. Geldin geleli burada oturuyorsun arkadaşında pek ilgilenmedi ne ayaksın sen? dedi. Çay içeceğiz sanmıştım böyle birden sizi görünce şey oldum, dedim. Kahkaha attı. Ne güzel gülüyordu piç. Kollarına takıldı gözüm. İlk defa dövme görüyordum. Uzun bir yılanın, tren raylarının, geometrik sembollerin, dikenli tellerin, kurdun, kuşun hınca hınç doldurulduğu, kol demeye ihtiyar heyeti isteyen bir kola sahipti. Parmağıyla, orada yılanın kuyruğuyla çedene (kenevir) yaprağı arasında görünen siyah adamı işaret etti. Bu bob marley dedi. Ne marley? dedim. Bildiğim tek marley vardı oda evlerin zeminine döşenen marley kaplama. Yine harika güldü. Neyseki ona kaplamadan bahsetmedim.

Eve döndüğümde sanki mutluydum. İçimdeki bu güzelliğe isim koyamadım. Gece boyunca onunla konuştuğum herşeyin üzerinden defalarca geçtim. Tüm cümlelerinin sağlamasını yaptım. Bambaşkaydı. İyiki arkadaşım beni kandırdı. Bütün çayların canı cehenneme! Bir kaç gün sonra arkadaşım yine aradı. Öyle beklediğim bir aramaydı ki "koş gel beytülşebap'a gidiyoruz" dese "o senden çok hoşlanmış" anlamına geleceğini biliyordum. Kavaklıdere'de bir bara gideceğimizi söyledi. Haydaa! Ev partisinde erkek görünce bile kemal sunal'a bağlayan birinden bahsediyoruz burda. Ben hiç bara gitmemiştim.Taburesine ocakta yemeği olan ev hanımları gibi iğreti oturduğum tek bar hikayem, istanbul istiklal caddesinde eniştemin tıktığı o bardan ibaret. Pavyona düşsem kendimi bu kadar sıkmazdım.
-Gelemem, yine sizin evde buluşalım olmadı bakkala ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkabileceğim bir mesafede olsun dedim. Evinden 500 metre uzaklaşsa alarmlar çalan prangalı mahkumiyet amerikalıların buluşu değil. Uzun saçlı, çaka çaka dövme taşıyan bir herifin bu kafa yapısını anlamayacağını biliyordum. Bu devirde böyle hayatlar olduğuna asla inanmayacak ve bahane yarattığımı düşünecekti. Bülent ersoy'un urfa'nın en lüks otelinin camından şehri seyredip, gazetecilere "gözlerimle gördüm urfa'daki kızlar hep okuyor" demesi gibi birşey. Anlatamıyor ve inandıramıyorsun. Ama arkadaşımın evinde ikinci buluşmamızda hiç düşündüğüm gibi çıkmadı. Beni anladı. Onun hayatının benimkinden daha iyi olmadığını da ben anladım. İzmirli'ydi. Metal müzik yapan bir grupta çalıyordu. Kısa süreliğine ankara'da çalışmaya gelmişti. Beni anathema, my dying bride, bob marley ve oruc aruoba ile tanıştırdı. İflahsız bir eroinman olduğunu, böbreklerinden birini bu nedenle kaybettiğini o gün için sakladı. Gözlerinden biri de görmüyordu. Babasını hiç görmemiş olmayı görmeyen gözünden daha çok önemsiyordu.
Gene ailemin gördüğü yerde döner bıçağıyla dilik dilik edeceği bir adamı sevmiştim. Güvenli, kokusuz, TSE damgalı platonik aşktan patlama tehlikesi yüksek, kaçak aşka düşmüştüm. Ana rahminden beri nakış nakış işlendiğim, gergef gergef teğellendiğim bütün öğretilerin tersine olan adamları seviyordum. Neye kara dedilerse koştum sevdim. Bu bir inatlaşma değil. Başka birşey. "Uzun saçlı satanist herif tipine bakmadam camiye gelmiş verdik zopayı" diye gururla anlatılan hikayeler dinlemeseydim bugün gördüğüm uzun saçlı erkeklerin peşine düşüp trafiği birbirine katmayacaktım. Çocuklarına devrim ve evrim adını verdiği için ateist olduğuna inanılan, ev verilmeyen, karısıyla konuşulmayan memurun sakıncalı isimli çocukları ile oynadığımız için dayak yiyorduk. Yemeseydik belki ben bu ateist adama af diler gibi aşık olmayacaktım.

 Onunla beklediğim gibi çok tehlikeli, çok acayip bir aşk yaşadım. Eroin komasından kokain çekerek çıkıyordu. Ekmek bulamayınca esrar yiyordu. Bir gün gerçekten o muhabirin dediği olacak arkada görülen evde kucağımda ölü bir gençle basılacaktım. Daha düne kadar evden ayrılamayan ben. Bilmediğim bir sokakta tanımadığım bir adamdan eroin dilenirken buluyordum kendimi. Aşk mıydı ızdırap mıydı neydi bu. Yanından eve her dönüşte yaptıklarımdan pişman oluyor, bir daha asla görüşmeyeceğim diyordum. Ama seviyordum, çok seviyordum. Nalet gitsin. Bir insan daha kaç kez aşkta kaybedebilir ki? Erken konuşmuşum. Birgün telefon etti ve şöyle dedi "Siminya ben izmir'deyim sana yaşattıklarım için özür dilerim, hoşçakal" Çatalca cinayetini benim işlediğim ortaya çıkmış gibi sustum. Susus o susuş.
Dediğim gibi; Platonik aşk güvenli aşktır. Boşver

 (platonik olduğum kadar paranoyağımda. aşağıdaki entry tanışma şekli açısından bu anımla bağdaşmıyor ama bende mantık nanay -lan omu ki yoksa? oha buldu beni buldu! bi dakka bu o değil, yoksa kim? gibi panikler yapmama neden oldu. beni gogıllayarak bulmayın lan bak valla çeker vurrum)


Salı, Nisan 19, 2011

Dersimiz ahlak, derdimiz ikiyüzlü ahlak

 Son gelen verilerin bana verdiği izlenime dayanarak söylüyorum sanırım ahlaklı biri değilim. Bunu böbürlenerek söylediğim yok. Sisteme baş kaldırı gibi de görülmesin (görülse kaç yazar) Tamamen matematiksel. Ahlaklı olmadığıma göre otomatikman ahlaksız sayılmalıyım. Ama ahlaksızlığım tam olarak yaptığım hangi harekete isabet ediyor kestiremiyorum. Matematiğim o kadar iyi sayılmaz.
 Hiç abartmıyorum hayatımın büyük kısmını ne uykuyla, ne kitap okuyarak ne de şarkı söyleyerek geçirdim. Ömrümün en aslan parçasını; neyin orospuluk, neyin ahlaksızlık, neyin namus, neyin saygı olduğunu ayırt etmeye çalışmakla harcadım. Bir takım ülkelerin, bir takım çocukları, bir takım bilimsel araştırmalar yaparken ben; yaşamımı, vücudumu, düşüncelerimi kimin takdirine bırakmam gerektiğini öğrenmeye çalışıyordum. Maalesef başka yönde gelişmeye vaktim olmadı. Yaptığım tüm araştırmalara rağmen ahlak ve ahlaksızlığın ne olduğu hakkında net bir bilgi edinemedim. Ahlak kurallarını bilenlerin ve uygulayanların bunları hangi kaynakların hangi kıstaslarına bakarak ortaya koyduklarını hiç bir zaman öğrenemedim. Yazılı olmayan kurallar olduğunun farkındayım ve bu kuralların cinsiyete ve güce göre keyfe keder değiştirildiğinin de. Belkide acilen bir ahlak haritasına veya ahlak navigasyon cihazına ihtiyacımız var. Aksi durumda daha bin sittin sene ikiyüzlü ahlakın şarlatanlığını bizden daha iyi yapan çıkmayacak.


Namus Nedir? from Enis on Vimeo.
Konuyla atardamardan bağlantılı videoyu @zafer yolladı. ilginç bir video, izlenmeli.

Nasıl ikiyüzlü bir ahlaka sahip oluruz? bir kaç öneri: 

Sevmek yakışıksız, bakışmak usturupsuz, konuşmak lüzumsuz ah şimdiki nesil pek arsız! Gençler birbirini sevmiş demeyelim de "annesi görmüş beğenmiş" diyelim böylece "sevmek" kelimesinin kuşkulandırıcı varlığından bir süre daha saklanabiliriz. Aşkı leyla ile mecnun destanına, meşki televizyon dizilerinde yengesini düdükleyen adamlara teslim edelim. Aramızda ilişki yokmuş gibi davranalım, yapmıyormuş gibi dolaşalım, kimseye aynı yatağa girdiğimizi söylemeyelim. Biz ekmeğimizin derdindeyiz keza. Kızları evlenecek-eğlenecek diye katmer katmer küme küme sınıflayalım, sınıflayalım ki lazım olunca elimizi attığımızda temiz olanı gelsin. Öte yandan geneleve gidip "milli" (kelimenin ince ayarına dikkat) olmayan adamın erkekliğinden şüphe edelim. Yoksa ibne mi bu? Belkide kaldıramıyor deyip hep beraber gülelim. Penis ucu kesme ve yeme düğünümüzden beri çük üstüne ne eğlenmeler ne gülüşmeler. Yoksa dünya'nın merkezi sikimizin başı mı?

Facebook'a üye olalım, olur olmaz da Allah yazan ağaç kütüğüne şaşıran bir milyon kişiden biri olalım. Ayda bir durumumuzu "yaratılanı severim yaratandan ötürü" diye güncelleyelim. Duvarında batan güneş fotografları altında tasavvuf öğretileri olan internet sayfaları beğenelim, beğenelim ki dost düşman ne kadar maneviyatlı, o denli mütedeyyin, katiyyen zararsız olduğumuzu profilimizden bellesin. Yeter mi? Yetmez. Varalım çocuk fotografları altına bol sevmeli bol uzatmalı  "amcası gurban olsun buna, gııııız nası büyümüşsün aboooo" yazalım. Maskemizi hallettiysek asıl niyetimize dönebiliriz. O gurban olduğumuz çocukları ucuz şekerlerle kandırıp boklu ellerimizi öptürelim. Kötü devlerin masallara ait olmadığını öğretelim onlara, avuç içi kadar bedenlerine üçer beşer yirmialtışar yirmialtışar tecavüz edelim. Öldürüp öldürüp gömelim. Kokuşmuş uçkurumuz kurban istiyor, taze kan istiyor.

Karımızın saçının teli görünse gözle, mimikle, öksüre, tıksıra ayar verelim. Edepsiz edepsiz otursa, gülse, bizi ele güne rezil etse eve gidince haddini bildirelim. Kırıtmasın, sırıtmasın, saçma saçma konuşmasın. Namusumuzu kirletmesin. Anneliğini bilsin. Haddini bilsin. Kendini bilsin. Kadına ait her şeyi kutsayalım, kutsayalım ki üzerinde taşıdığı kutsallığın ağırlığından hareket edemeyecek hale gelsin. Analar kutsaldır diyelim mesela. Cenneti tam ayağının altına yerleştirelim orası pek münasip. Böylece ayağının üstüne basmaktan ölesiye korkacak, bizi bekleyen yetmiş hurili cennetimize sahip çıkacaktır. Onları zayıflıklarıyla korkutalım. Kadınlar çiçektir, aklı kısadır, eli hamurdur, toplasan 250 gramdır dersek özgüven diye bir şeyleri kalmaz. Sonra bir bakmışın izdivaç izdivaç "bana sahip çıkacak erkek istiyorum" diye dolaşmaya başlamışlar. Kelepçeli kadınımız sırtında namus, ayağında cennet, karnında sıpa ile otururken biz sokaklara akalım. Namusu taşıyamamış mini etekli kadını kızın yollarını keselim, gece gece sokaktaysa yollu ki bunlar, mini giyiyorsa da motordurlar, müstehaklar! Bizim olmazlarsa taciz edelim. Alışık bunlar! Rus'a gidelim. Keraneye gidelim. Bize her yer cennet. Sonuçta biz erkeğiz. Bir takım ihtiyaçlarımız var.

Eşimi aldattım diye söze başlayan kadına tüm tirübün "aaaaaaaaaaaa" tepkisi verelim. Hemen sesini yayından alalım alalım ki gençlerin ahlakı, türk örf ve adetleri bozulmasın. Velev ki kocası aynısını söyledi.. düşünelim. Hımmm karısı kendine bakmıyor olmalı! Çocuk doğurunca saldı kendini tabii. Alan almış satan başından savmış durumu. Adam haklı, sonuçta erkek bu. Hemen şu bakımsız kadını stüdyomuza getirip ona ne kadar çirkin, şişman ve pis olduğunu söyleyelim. Böyle yaparsan tabiki kocan başka kadına gider, kocanı elinde tutmasını bileceksin ayol diyerek tribüne bakalım, tribün hep bir ağızdan "yaaaaaaaaaa" desin, alkış kıyamet. Kocası onu bir daha aldatmasın diye şu hımbıl kadını güzelleştirelim. Sık sık çirkin kadın yoktur bakımsız kadın vardır deyip bu şahane özdeyişin haklılığını alkışlarla kutsayalım. İki boya, iki manikür birde pala pırtı giydirip evine salalım. Bu işi de böylece hallettik.

Meme uçları göğüs yamaçlarında boy verince "işi gücü bırakıp bunun ardına düşen piçleri mi savuşturacağız? amanin de namus" diye okuldan alalım. (kişi kendinden bilir işi) Verelim eline yabayı, tırmığı veya en küçük kardeşini çalışsın olmadı ateşi şalvarına düşmeden satarız. Okula gidecekte okuyacak mı sanki? Aha duydun lise tuvaletlerine tapır tapır çocuk düşürüyorlarmış. Üniversiteyi hiç hesap etmiyorum. Daha bunun örgütçüsü, şerefsizi, hapçısı, hırlısı ohooo. Otursun edebiyle başımızı derde sokmasın! Okunacak bir şey varsa onu da biz okuruz. Ara sıra gidelim okul civarında turlayıp kızların etek altı görüntülerini alalım. Ah şu liseli kız üniforması! Kıçımızda ağarmış kıllar, dilimizde liselim şarkısı. Modifiye şahinimizin, lüküs mersedesimizin aynasından kaş göz edelim. Belki bir piliçte bize düşer ha?

 KISA KISA BAŞKA ÖRNEK ALACAKLARIMIZ

 Hocanın söylediklerini yapma yaptıklarını da yapma:Yıllarca yazdıkları kadın fıkıh kitapları, islam şartları, ahlak kuralları arasına sorgusuz kadınları, teslimiyetçi erkekleri yerleştirip presleyen kutsal adnanları, çılgın ahmetleri de örnek alabiliriz. Kalıplaşmış öğretiler bitince kedi canlı hatunlarla sabahlara kadar maşallahlaşabilir, helal olan herşeyin üstüne binebiliriz.
Testili ihtiyar: Çıtır ve genç kadınları köşeden tavlama yöntemiyle kendine partner eyleyen, gazetede köşesi olmasaymış parklarda piknik yapanlara çalı arkasından şeyini sallayan andropozlardan olacağına kesin gözüyle baktığım hınçlı ulunun ahlakını örnek alabiliriz.
Ben verecek 1000 dinar daha sen bana aldıracak duj: Kadınlarını burkayla paketleyen, peçeyle çerçeveleyen zina ettiklerini düşününce taşlayarak öldüren, paralarını ithal eskortlara ve kumarhanelere yatıran petrol prenslerini örnek almakta mümkün ama masraflı gelebilir. (suudi arabistan ahlak güzeli)
Seks seks seks aaa unutmadan kahrolsun israil!: bu son örnek geçen yıl başıma geldi. Yazdığım kinayeli bir yorumdan benim orospu olduğuma kanaat getiren (ki bu hiç şaşırdığım birşey olmamasına rağmen paylaşayım) bir herifin profili. capsli  (sitenin yazı rengi soluktu, ilk capsin üzerinde oynamış değilim )



yukarıda bahsedilen olaylar gerçektir ve birebir gözlenmiş, yaşanmış olaylardan derlenmiştir. gerçek olduğunu en az 50 milyon kişi daha sessizce bilmektedir.


 "Herkes için geçerli bir ahlak gülünç bir fikirdir"

Salı, Nisan 12, 2011

Önceki postun öncesinin tee en öncesinin devamının devamının devamı..

( Sonra da yazdıklarım vay niye okunmuyor! yok giren kovalanıyor kaçan kurtuluyor! Na işte bundan, dıdının dıdısının dıdısını yazıp durmaktan. Bir blog asla tarihin arka odası gibi sıkıcı olmamalı, pelinler'i sıkmamalı, uyutmamalı.. unutmamalı o güzel günleri, sevgiyle anmalı)

   Bekledim; ne mezar gibi taze ölüyü nede hasta gibi sabahı, sokak sokak pencere pencere görücülerimi bana taşıyan bordo reno21'i bekledim. Ama belli etmedim, içimde zebellah gibi "kız kurusu gururu" taşıyorum. Saza gelmeyen görücülerimin yolunu çipil çipil gözlerle beklediğimi kendime bile söylemedim. Cam siliyormuş gibi yaptım, balkondan aşağı bişeyler düşürmüş gibi,. Bol bol havalarda bir açılıyor bir kapanıyor dedim. Kız kurusu gururu denen cenabet, gurur top 10'unda ilk sıraya rahatça girer. Bu gurur tarihte ilk defa anneler ve kızlarının izdivaç muharebelerinin (bir diğer adı Başgöz Savaşlarıdır- m.ö 100- m.s 2011) eseri olarak ortaya çıktı. O gün bu gündür bütün kadınlar "en iyi talipler bizde" mücadelesinde at sürüsü gibi ter dökmekte. Tarihte çeşitli savaşlarda bir çok özlü söz söylenip malın gözüne vurulmuştur. "Ne mühendisler istedi ne doktorlar da, vermedim" sözü de izdivaç cephelerinde yazılmış nadide özlü sözlerimizden biridir.
Herkes, özellikle "kızım sekizde sekizlik" songül abla ve "kızımın gerdanı mermer maşallah" latife teyze geçenlerde bana bir münübüs dolusu insanın görücü geldiğini biliyor. Elbet. Ve kalıbımı basarım en az benim cam silermiş gibi yaptığım kadar onlarda yapıyor. Kısaca bütün mahalle geçenki reno21'in yeniden gelmesine kilitlendi. O arabanın yeniden gelmeyişi aynı zamanda benim beğenilmediğim ve rakiplerimin öne geçtiği anlamını geliyor. Hayır hayır cephe gerisi benim mevziim değil! Bunu kabul edemem. Edemedim de.

    Dudaklarımı kemirmekle başladım işe. Kaptırmış giderken kaburga kemiklerime dek kemire kemire indiğimi farkettim. Konsantremi bozmadım, kemirmeye devam ettim. Ayaklarıma bunca senedir haksızlık yapmışım, ayak baş parmağım gayet sevimli, munis, lezzetli mi lezzetliydi. Odama o sırada giren biri, beni kırk büklüm olmuş ayak parmağını yalarken görse yeni trend olmuş bir yoga pozisyonu denediğimi düşünebilirdi. Taliplerin yeniden gelmemesi durumuna çözüm aradığımı nerden bilecek. Hiç! İlla problem çözerken elimize kalem, kağıt alıp masaya oturmalı ve derin düşüncelere mi dalmalıyız? Benim düşünme biçimim bu. Karışmayın şurda bir şey düşünüyoruz! Aklıma oto sanayide çalışan okul arkadaşım vural geldi. Ama öncesinde sinsi bir mizansen geldi, sonra vural geldi. Sırayı bozmayım. Genelde sinsi bir şeyler düşünürken aklıma vural gelir. Niye olduğunu o gayet iyi bilir! Neden bordo bir reno21 temin edip kolpa görücü geçiş töreni ayarlamıyordum? Bir kaportacıda reno otomobilden daha fazla ne bulunabilir? Mahallenin izdivaç ordusu kuşluk vakti ortalara döküldüğünde sinsi planımızı gösterime soksak? Ama arabanın içinden aynı görücü ekipleri inmeli. Ekibi nereden bulacağım! Heralde kaportacıdan müstakbel kaynana, görümce, amca falan bulmam mümkün değil?! Vural'ın sinsilik kapasiteside bir yere kadar. Gerçi şu an sinsi olan benim. Hey dur düşünürken kendime sinsi dememe gerek yok! Sonuçta bu benim senaryom, senaryoma göre kendimi masum gösterebilirim. Hay aksi, işler iyice karışıyor.

Akşama kadar kurgular, entrikalar, kürek kürek tırnak kemirmeler derken yorulmuşum. Annem kalkta suvan doğra deyince günümüze döndüm. Bazen renoların dışında hayata neden geldiğimi falanda düşündüğüm oluyor. O zaman istisnasız bütün yollar soğan'a çıkıyor. Belkide amaç suvan doğramaktır. Sadece benim değil pek çoğumuzun. Bu kokuşmuş amaçta tek başıma yürüyeceğime and içeceğimi sanmıyorsun heralde? Olmaz valla darılırım.Görmemiş olayım.

   Bu beklemelerim epey sürdü. Ne gelen oldu ne giden. Bir ton inandırıcılıktan uzak plan yapmama, hayalimden tüm sülaleyi ayaklarıma kapandırmama, gizli numaradan arayıp rakçı serpil gibi hoeeh hoağh hooyhh hööööğğğğgğgh nefesleriyle hepsini ürkütmeme rağmen sonuç olarak anca "Lan bordolu dürrükler madem beğenmeyecektiniz ne demeye beni o kadar süslendirdiniz, püslendirdiniz! Soyu sopu orangutana evrilesiceler, boyu posu atakuleden devrilesiceler, bıyıklı gelinlere iç güveysi gidesiceler.." kızkurusu soslu kocakarı beddualarına varabildim. Oda içimden yani. Ben zaten dışımdan hiç çemkiremiyorum. Hep içimden çemkiriyorum. Şu gün oldu içten çemkirmenin pek bir (hiç bir) faydasını görmedim. Ama bu alışkanlıktan vazgeçemedim. İyi oluyo ya. Kimse duymayınca kafan rahat oluyor.

      Ablam talip olan çocuğun meramını iletene kadar kendimi işte böyle yedim bitirdim. Meğer cemre beni beğenmiş. Tam aradığım hatun demiş. O dudaklar neydi öyle bir ara hüp diye içine çek beni diyesim geldi demiş. Saçları hele kuaförü kimse gideyim de bir tutam isteyim de cebimde taşıyayım demiş. Annem dediki demiş o kız kime dedi öyle diyo diye demiş...dediki diyoki diyesiyeki. (annemler bazen böyle dedikili diyokili bir dil kullanıyor yemin ederim ingilizce daha kolay) Yok lan sadece telefonumu istemiş. Tanışmak buluşmak tokuşmak ister deli gönlü heral. Tabii ben bunu duyunca koydum oğuz yılmaz'ı "erik dalı gevrektir amanin basmaya gelmez, elin kızı naziktir amanin küsmeye gelmez" türküsünü hem söyledim hem gerdan titrettim. Ve fakat annesigiller geçen yıl istanbul'a kaçıp kötü yola düştüğümü duymuşlar (kimin sıktığını biliyorum bknz: kızım sekizde sekizlik songül) töbe billah böyle gelini eşikten içeri sokmazlarmış, aileleri sayılı aileymiş (1.2.3.4.5.6..) bugüne bugün namus için yaşarlarmış, kırk hamam gezip kırk boy abdesti alsa kabul etmezlermiş..miş..miş. Hadi leeen. Bende ölüyordum, üzüntüden tırnaklarımı kemiriyordum beni beğenmediler diye, hah!! Asıl ben sizi beğenmedim. Oğlunuz da tipim değil gibi, iyice bakmadım ama değildir o değildir değil. Hah buldum araba renginiz tipim değil. Bordo mu kaldı ya? Kahretsin annemin odasının perdesi bordo tamam tamam. Hem hem ne o öyle oralarınız buralarınız? Ne biçim şeyler onlar öyle.? Hiç beğenmedim yani, olmamış.

Pazartesi, Nisan 04, 2011

Başım belada, tabancamı unutmuşum helada

     Yazıların başlıklarına bak hele; memeydi, dondu, yırtıktı, helaydı. Diyorum ya internet beni bozdu. Eskiden Hüseyin Hatemi gibi insandım, yazılarıma mamafih ile başlar istirhamla bitirirdim. Bir de şimdi bak teeh. Evdeki jargonumda değişti. Abim ne derse inşallah, maşallah, estafurullah diye onaylardım şimdi artık "ama kapitalizm öyle yapmıyo işte, keza emperyalist güçler yarrak kürek durumlara şeyaparken, olmuyo yani..zati sosyalizmin özünde bir nevi şimdi şöyle bir durum var.." diye giden "lan yoğsam oralara gire çıka başımıza komunist mi oldun pezevengin tohumu!!" saldırılarıyla durdurulan garip bir konuşma diline sahibim. Eski beni özledim.

Neden başım belada? Yazayım.
Üst katımıza geçen aylarda bir aile taşındı. O günden beri kendilerini adam akıllı tanıyan olmadı. Bizim buraların insanları ben orda burda sürterken metropol hayatına geçmiş. Balkonlarda et kurutma, çimlerde yorgan yünü çırpma, çatıda inek besleme tunç çağından, bir sıçrayışta üst kat komşuyu bile tanımama çağına atlamışlar. Neyi kaçırdım bilmem. Biraz zaman geçince yukardan gelen ses popülasyonundan: erkeğin "kapa o çeneni dişlerini dökerim" tehditleri savuran bir despot:  kadının en hafifi "yiyosa ananın ağzını kapa, sen kapatamıyorsan ben bokumla kapatayım" diye başlayan ve dünya literatürlerine girmemiş küfürleri haybeye harcayan sağlam bir küfürbaz olduğunu ayırt ettik. Bu iki sesin arasına bazen ağlama, miyavlama ve darbuka sesi karıştı. Bu sayede evde bir çocuk, bir kedi ve bir müzik aleti de olduğunu şappadanak anlayıverdik. Ne kadar zeki bir apartman ahalisi. Bazen kavgaları çok şiddetlendi ama türk insanının duyarsızlaşmasına sebep olan "kol kırılır yen içinde kalır" meseli yüzünden kimse müdahele etmedi. Ta ki geçen gün ben edene kadar...

    Evde kimse yoktu saat 22:00 civarı, o sırada neyle meşgulüm hiç hatırlamıyorum. Yukarda yine bir ağız dalaşı koptu. Her zamanki kavgalarından biri, az sonra darbuka çalacak sonrada sevişmeye gidecekler diye düşündüm. Hayır sevişme seslerini dinlemiyorum! tamam bir-iki defa...  tamam beş-altı... evet kabul, denk geldikçe dinliyorum.
Ama malesef kavga, kırılma seslerine ve çığlıklara dönüştü. Çocuk ağlamaya, kedi miyavlamaya başladı. Darbuka sustu. Adam kadını salondan alıp (sanırım sürükleyerek) benim odamın üst katındaki odaya götürdü, ben de sesin götürdüğü yere gittim. Orada daha ciddi biçimde dayak atmaya başladı. Kafasını duvarlara vuruyor ve onu öldüreceğini söylüyordu. Darbeleri hissediyordum, yere yığılıp kaldım. Kollarım, bacaklarım titremeye başladı. Dayanamayıp ağladım.  Bu evde yani bizim evde de benzer olaylar hep yaşandı. Her seferinde en zayıf davranan, bayılan, aklını yitirip kendini camdan, bacadan atan ben oldum. Ama dayak ölüm gibi bir şey, ne kadar alışmış olursan ol her tekrar edilişinde ilk defa yaşıyor gibi hissediyorsun.
Dayakçının "ağzına şarjörü boşaltacağım dur seeen" demesiyle elime telefonu aldım. Önce ne akla hizmetse yöneticiyi aradım. Yönetici "aile meselesine karışamayız..döverde severde..kol kırılır yen içind..." diyordu ki kapayıp 155'i çevirdim. Polisi aramak olayın ciddiyetine bambaşka bir aroma katıyor. Genzin yanıyor, betin atıyor.
Önce bir ihbarda bulunmak istediğimi söyledim. Ne anasının gözü olduğuma sonradan kendimin bile şaşırdığı şeyi yaparak "olaylar üst katımızda oluyor" demedim, zanlı öğrenir ve gelir o şarjörü benim ağzıma boşaltır diye tedbir aldım kendimce. Telefonu kapatıp polislerin yolunu gözlemek için balkona çıktım. Zaten kadının ağlama sesinden evde durulmuyordu. Ne biçim bir apartmandı böyle? Benden başka bu sesleri duyan nasıl olmazdı?

   4 polis geldi. Ellerinde telsizlerle yukarı çıktılar. Telsiz ve ayak sesleriyle birlikte üst kattaki sesler durdu. Kedi bile yerini belli etmedi. Etini kesiyorlarmış gibi gıcır gıcır viyaklayan dış kapımızı aralayıp olanları dinlemeye çalıştım. Defalarca çaldılar, elbette açan olmadı. Açılmayınca binanın girişine indiler. Bu sefer telefonum çalmaya başladı. Açtım bir erkek "polisi aradınız mı?" diye sordu. Korkudan mantığımı kaybetmiştim. Dayakçı telefonumu öğrendi o arıyor sandım "hayır ben beben bebebebebeben aramadım" dedim. Karşıdaki ses "az önce bu numaradan ihbar yapılmış, ben polisim verdiğiniz adreste kimse yok" dedi. Bu sırada ben sesim yukarı gitmesin diye balkona doğru yürüdüm ve aşağıya baktım polisler orada duruyordu, galiba arayan onlardan biriydi. "evet ben aradım, hayır şu an evdeler ama kapıyı açmıyorlar" derken kafamı yukarı kaldırdım. Bingo! Dayakçı balkona saklanmış karanlıklar içinden ışılayan gözleriyle bana bakıyordu. O an kafamın etrafında kuru kafalar, şimşek sembolleri uçuşmaya başladı. Zamanın durdurulabilen bir kavram olduğunu keşfettim. Durdurup vücudumda dolaşan kanın kaç litre olduğunu hesapladım. Böbreklerimin salgıladığı hormonların gramını ölçtüm. Çişimin 15 litre su içmişim gibi kasıklarıma vızır vızır akışını görebiliyordum. Ağzımın içine kustum. Polisler milyarlarca ışık hızı uzaklıktan "şiköyötcüysönüüüz gerekeğn prösödürüü yağpölömblommbloom" diyordu. Ben berzah alemindeydim.. kargalarrr kargalarrr kargalarrrr.. "ııh yo yo yooyoyo şikayetçi değilim" demiş olmalıyım (bu saniyeleri hayal meyal hatırlıyorum) Telefonu kapadım. Adam hiç bir ses çıkarmadan orda öylece beni izliyordu. Yıllardır gözgözeydik. Asırlardır balkondaydık. Binlerce yıl önce balkona yapışıp kalmış fosillerdik.

   Nihayet eve girdim. Aklımdan geçen katledilme senaryolarımı yazsam "cellatın ordusu" diye kitap olur. Bir ara kafamdan abdest alıp vasiyet falan yazdım. Ara ara cahil cesareti geldi, kahramanca bişeyler yaptım; bütün dayak atılan kadınları kurtardım, dayak atan adamları öldürdüm, çocukları sakladım, kedileri besledim. Sonra geçti. Babamın silahını alıp hole oturup katilimin gelmesini bekledim. Sabaha kadar bekledim. Gelmedi. Ertesi gün evin ahalisi gittikleri yerlerden döndüler ama onlara hiç bir şey anlatamadım. Diyecekleri şey yöneticinin veya polislerin döverde severdesinden farklı olmayacaktı.  Kadını işe giderken görüp selam verdim, yaklaşmaya çabaladım "merhaba" dese "geçen gece neler olduğunu biliyorum" diye başlayacağım, sonrası allah kerim. Ama konuşmak istemedi. Odama her girişimde onun o geceki çığlıklarını yeniden duyuyorum. Hem korkumu, hem de üzüntümü atlatmak için ablamlara gittim kaç gündür orada kalıyordum. Dün geldim, buralar hala bildiğim gibi. Dayakçıyla görülecek hesabımız cepte duruyor. Yöneticimiz "yen kırılır kol dürülür iç bürülür" demeye devam ediyor. Kırık kol yenin içinde sessizce iyileşmeye çalışıyor.
Ne olacak bu işler Serhat, hı?

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...