Gerçek şehir çocukları için hayatın rutini olan şeyler bize sayıyla geldi hep. Doğum günü partileri, gece gezmeleri, sevgiliyle geçirilen bir gün ve belki sevgilinin kendisi. Bizde eksik kalan yerleri hayal edip tamamladık. Misal aşkın eksikliğini platoniyle. Platonik aşk güvenli aşktır. Gerçek aşkın huzursuz edici, riskli detaylarından korkanlar için. Bu işte ustalaşınca aradaki farkı anlamıyorsun bile. Sezdirmeden sevip uğruna ağladığım, gıyabında seviştiğim platonik sevdalarımın sahiciliği önünde gerçek aşklarım secde etsin.
Arkadaşımın evine gittiğimde erkekli kızlı bir ortamla karşılaştım. Çay koydum gelde içelim diye kandırmıştı beni. Epeydir bir turizm şirketinde çalışıyordu ve artık otobüs bileti alırken bayan yanı seçmiyordu. Onun için "arkadaşlarla takılıyoruz" denebilecek bu görüntü, benim arkamda kalanlar için fuhuş yuvasıydı. Eğer burada doğalgaz sızsa, oldu ya işte hep beraber ölsek "arkamda görmüş olduğunuz evde, uygunsuz şekilde ölmüş bir grup genç cesedi bulundu" gibi muhabir yorumlarına sebep olurdu. Korktum. Hep korktuğum gibi. Bir köşeye sinip kendimi dışladım. Müzik setinde ace of base çalıyordu. Evimizdeki vitrinde düdüklü tencerenin arkasında duran, etiketinin yönü değişse babamın hır çıkardığı viskiden içiyorlardı. Şu kızla oğlan öpüşüyor mu yoksa? Aklıma gelen başıma gelecekti işte. Büyük bir iştahla basılmayı bekledim. Kapının dürbününe bakıyorum, pencereden aşağıya, saatime, telefona, yeniden kapının dürbününe. Kendimi güvende hissetmediğimde para taşıdığını aşırı belli ettiği için soyulmaktan kurtulamayan kemal sunal'a benziyorum. O kadar değerli ne taşıyorsam artık. Kirayı ödemeyi geciktirmiş, dış kapıya doğru dönüp ev sahibini bekleyen işsiz insanı oyna deseler aynen şu halimi tekrar etsem yönetmen bayılır.
Güzel güzel ecel terlerimi dökerken başıma biri dikildi. Kafamı kaldırdım. Deminden beri arkadaşına müzik dünyasının kötüye gittiğinden bahseden uzun saçlı, satanist çocuk.
-İçer misin? diye bir şişe bira uzattı. İçki içmiyorum ben..hem ben zaten kalkacağım dedim. Yanıma oturup -Bende sıkılıyorum belki bende kalkarım dedi. Aynı yöne bakmaya başladık, yani hiç kimsenin manzarayı bozmadığı o güzel boşluğa. Geldin geleli burada oturuyorsun arkadaşında pek ilgilenmedi ne ayaksın sen? dedi. Çay içeceğiz sanmıştım böyle birden sizi görünce şey oldum, dedim. Kahkaha attı. Ne güzel gülüyordu piç. Kollarına takıldı gözüm. İlk defa dövme görüyordum. Uzun bir yılanın, tren raylarının, geometrik sembollerin, dikenli tellerin, kurdun, kuşun hınca hınç doldurulduğu, kol demeye ihtiyar heyeti isteyen bir kola sahipti. Parmağıyla, orada yılanın kuyruğuyla çedene (kenevir) yaprağı arasında görünen siyah adamı işaret etti. Bu bob marley dedi. Ne marley? dedim. Bildiğim tek marley vardı oda evlerin zeminine döşenen marley kaplama. Yine harika güldü. Neyseki ona kaplamadan bahsetmedim.
Eve döndüğümde sanki mutluydum. İçimdeki bu güzelliğe isim koyamadım. Gece boyunca onunla konuştuğum herşeyin üzerinden defalarca geçtim. Tüm cümlelerinin sağlamasını yaptım. Bambaşkaydı. İyiki arkadaşım beni kandırdı. Bütün çayların canı cehenneme! Bir kaç gün sonra arkadaşım yine aradı. Öyle beklediğim bir aramaydı ki "koş gel beytülşebap'a gidiyoruz" dese "o senden çok hoşlanmış" anlamına geleceğini biliyordum. Kavaklıdere'de bir bara gideceğimizi söyledi. Haydaa! Ev partisinde erkek görünce bile kemal sunal'a bağlayan birinden bahsediyoruz burda. Ben hiç bara gitmemiştim.Taburesine ocakta yemeği olan ev hanımları gibi iğreti oturduğum tek bar hikayem, istanbul istiklal caddesinde eniştemin tıktığı o bardan ibaret. Pavyona düşsem kendimi bu kadar sıkmazdım.
-Gelemem, yine sizin evde buluşalım olmadı bakkala ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkabileceğim bir mesafede olsun dedim. Evinden 500 metre uzaklaşsa alarmlar çalan prangalı mahkumiyet amerikalıların buluşu değil. Uzun saçlı, çaka çaka dövme taşıyan bir herifin bu kafa yapısını anlamayacağını biliyordum. Bu devirde böyle hayatlar olduğuna asla inanmayacak ve bahane yarattığımı düşünecekti. Bülent ersoy'un urfa'nın en lüks otelinin camından şehri seyredip, gazetecilere "gözlerimle gördüm urfa'daki kızlar hep okuyor" demesi gibi birşey. Anlatamıyor ve inandıramıyorsun. Ama arkadaşımın evinde ikinci buluşmamızda hiç düşündüğüm gibi çıkmadı. Beni anladı. Onun hayatının benimkinden daha iyi olmadığını da ben anladım. İzmirli'ydi. Metal müzik yapan bir grupta çalıyordu. Kısa süreliğine ankara'da çalışmaya gelmişti. Beni anathema, my dying bride, bob marley ve oruc aruoba ile tanıştırdı. İflahsız bir eroinman olduğunu, böbreklerinden birini bu nedenle kaybettiğini o gün için sakladı. Gözlerinden biri de görmüyordu. Babasını hiç görmemiş olmayı görmeyen gözünden daha çok önemsiyordu.
Gene ailemin gördüğü yerde döner bıçağıyla dilik dilik edeceği bir adamı sevmiştim. Güvenli, kokusuz, TSE damgalı platonik aşktan patlama tehlikesi yüksek, kaçak aşka düşmüştüm. Ana rahminden beri nakış nakış işlendiğim, gergef gergef teğellendiğim bütün öğretilerin tersine olan adamları seviyordum. Neye kara dedilerse koştum sevdim. Bu bir inatlaşma değil. Başka birşey. "Uzun saçlı satanist herif tipine bakmadam camiye gelmiş verdik zopayı" diye gururla anlatılan hikayeler dinlemeseydim bugün gördüğüm uzun saçlı erkeklerin peşine düşüp trafiği birbirine katmayacaktım. Çocuklarına devrim ve evrim adını verdiği için ateist olduğuna inanılan, ev verilmeyen, karısıyla konuşulmayan memurun sakıncalı isimli çocukları ile oynadığımız için dayak yiyorduk. Yemeseydik belki ben bu ateist adama af diler gibi aşık olmayacaktım.
Onunla beklediğim gibi çok tehlikeli, çok acayip bir aşk yaşadım. Eroin komasından kokain çekerek çıkıyordu. Ekmek bulamayınca esrar yiyordu. Bir gün gerçekten o muhabirin dediği olacak arkada görülen evde kucağımda ölü bir gençle basılacaktım. Daha düne kadar evden ayrılamayan ben. Bilmediğim bir sokakta tanımadığım bir adamdan eroin dilenirken buluyordum kendimi. Aşk mıydı ızdırap mıydı neydi bu. Yanından eve her dönüşte yaptıklarımdan pişman oluyor, bir daha asla görüşmeyeceğim diyordum. Ama seviyordum, çok seviyordum. Nalet gitsin. Bir insan daha kaç kez aşkta kaybedebilir ki? Erken konuşmuşum. Birgün telefon etti ve şöyle dedi "Siminya ben izmir'deyim sana yaşattıklarım için özür dilerim, hoşçakal" Çatalca cinayetini benim işlediğim ortaya çıkmış gibi sustum. Susus o susuş.
Dediğim gibi; Platonik aşk güvenli aşktır. Boşver
(platonik olduğum kadar paranoyağımda. aşağıdaki entry tanışma şekli açısından bu anımla bağdaşmıyor ama bende mantık nanay -lan omu ki yoksa? oha buldu beni buldu! bi dakka bu o değil, yoksa kim? gibi panikler yapmama neden oldu. beni gogıllayarak bulmayın lan bak valla çeker vurrum)
(platonik olduğum kadar paranoyağımda. aşağıdaki entry tanışma şekli açısından bu anımla bağdaşmıyor ama bende mantık nanay -lan omu ki yoksa? oha buldu beni buldu! bi dakka bu o değil, yoksa kim? gibi panikler yapmama neden oldu. beni gogıllayarak bulmayın lan bak valla çeker vurrum)