Pazartesi, Mart 29, 2010

Yorganlar altında 20.000 fersah



Fersah deyince aklıma geldi bak ne anlatıcam. Diyelim ki arka planda bir müzik var mistır masıl tuvalet jel'in reklam şarkısı çalıyor, ortam pusluu, ortam acımasız, ortam gerilimlere gebe...

Hafta sonu, evde kimse yok evdekiler polatlı'ya düğüne gitmiş, yalnızım ( "yalnızım" diğer bütün kelimelerden daha çok kendimi yetiştirmiş, karakter sahibi bir kelimedir. hem işveli, hem arzulu, hem davetkar bir kadına benzer. ama burada davetkar anlamında kullanılmadı, yalın yalnızlık, tuna kiremitçi yalnızlığı) Ablam olsa eve eski sevgili getirir, abim olsa ülkücü arkadaşlarıyla nurcu arkadaşlarını çağırır maklube gecesi düzenler, kardeşim olsa salonun ortasına ölü gömer ama ben! ama ben naapıyorum? Yalnızlığa korku davet ediyorum.

Ankara'ya ıssızlık çökünce, dışarda kurtlar ulumaya, lodos, ağaçları canavara dönüştürmeye başlayınca koşarak odama girdim, kapıyı kilitledim üzerimde kenarları mandal izi desenli, yakası, bağrı matrix tiriniti tişörtü yırtıklığında sünüp gitmiş bir tişört, yatağın içine oturdum bacaklarımı tişörtün içine sokup gelmelerini bekledim, akın akın gelmelerini.. Gelecek olanlar saniye saniye değişti. Tıkırtılar hırsız korkusu veriyor, gölgeler ecinni. Yağmuurr sende vurup durma şu cama! ay yay yay
Ruhani şeyler gelse ben onları döverim. Her tarafımdan bir tılsım, bir muska, bir nazarlık sallanıyor. Annem beni türbeye çevirdi; muska takı töreni düzenleseler aynen şu şekil..
Geline: tükrüğügıymetligillerden mavi pazen desenli bir muskaaa, nefesindeparevar emmiden pitikare desenli başka bir muskaaa içinde 7 ayetel kürsü ile birliktee, gedikhasan köyünden her gece tüttürülmek üzere 3 demet üzerliiik, camcıların muazzez'den üç nehirde yunmuş özel yapım nazarlııık (bunların dükkanın adı Camcılar, bi vakitler birisi öyle ibnelik olsun diye gece gidip C harfini silmiş, onlar tekrar C yapana kadar güzel maytap geçdik, utandılar kalın uçlu kalemle eciş bücüş C yaptılar, o daha da yardı bizi) Bu kadar sallanan zımbırtım varken uçanda, kaçanda benden kurtulamaz, yalan değil psikolojik bir güven veriyor bu aksesuarlar. Tıpkı erkeğin sallanan şeylerinden aldığı psikolojik özgüven gibi.Teşbihte hata olmaz.

Dualar okuyorum, sağıma puu, soluma puu, kapılar kilitli, komidinin üstünde tabanca. Genede korkuyorum arkadaş! İçimdeki iskoçyalı sürekli gaz veriyor "geldiler gelecekler geliyolar nihohhohoha" Yok yoook yatak kesmiyor daha derinlere gömülmem lazım. Yorganın içine daldım, ayaklarımı kendime katladım. Eğer kazara ayağım yorganın dışına çıksa kalbim küt küt küt atıyor, sanki yatağım pasifikte kayık, odam ağzına kadar köpekbalığı kaynıyor ayağımı çıkardığım an koparıp atacaklar. Ama bana kalırsa asıl kayık ayağım, titanik'te filika olsaydı 12 yolcu kurtarırdı aslanım benim. Camdanda bi soğuk geliyor (cam deyince aklıma c harfi silinen camcılar geliyor gülüyorum. hem korkarım, hem gülerim) Kenarlarındaki süngerler dağılmış, yangıncı kampanası gibi lingir lingir oynuyorlar, rüzgar maaile başımda.
Kalan hayatıma yorganın altında devam etmeye karar verdim. Güzelmiş buralar.. dışarısı kötü kızım, dışarısı tehlike.. otur yorganının içinde yediğin önünde, yemediğin arkanda. Bi dakka burası ne kokuyor lan böyle! Hayır ben temizim çeneni çoğaltma! Yunmuş yıkanmışım, geceleri altıma culladığım yaşlar mazide kaldı. Osurmadımda! üç gram oksijenimi karbonmonoksitle kirletmem, çevreciyim ben. Ama hala kokuyor. Dur bakiim şu gazete işine girdiğimde odamda bir düzine erkek çocuğu yaşamıştı! evet evet kesin onlar sidiklemiş kokusundan tanıdım bu erkek çocuğu çiş kokusu. Vay götten bacaklılar!

Yuvam lan yuvam..
Bu yatak, bu yorgan...
Benim mi allahım bu korkulu yüz?
Nasıl da acımadan yuvama diğdirdiniz...

Uyuyana kadar yorganın altında çok olaylar yaşadım, gördüm geçirdim, tecrübeli bir insan oldum: bizzat saydım 1 saatte 3600, 4 saatte 14400 saniye var, kapalı bir yerde kaldığında terini içemiyon hakkaten tüm tuz, komidine iç çamaşırı koymak saçmalık onun yerine büsküüt, su, fener, kedi ve lazımlık konmalı, cep telefonunu yatarken başka odada şarja takma! neden her evde oksijen tüpü yok bu ne sorumsuzluk!? pencere süngerini kalitelisinden alın, yatağınızda çocuk, belek yatırmayın sıçıyolar, yatağa tertemiz girin olurya bişey olur sabaha kadar apış aranızı koklamak zorunda kalırsınız.

Salı, Mart 23, 2010

Aaaa aynı ben



Hayran olunası insanlar vardır, yaşamlarını küçük alametlerden etkilenip değiştirebilirler. Bir papağanın kanadında gerçeği görüp jamaika'ya taşınırlar, bir afrika belgeselindeki uçan zenciden etkilenip namibya'ya koşarlar, forrest gump'a özenir karides yetiştirmeye başlar, ilk hayatında samuray olduğuna inanıp japonca kursuna yazılırlar. Ben ise şu fotograftan etkilenip güneşi gördüm bu yazıyı kaleme aldım (of aynı ünlü bi yazar yazmış gibi oldu o "kaleme aldım" cümlesi.

Annem; 4-5 yaşındayken içi çorba dolu kaşığı ağzıma değil burnuma dökerek beslendiğimi anlatır. Ağzımın yolunu bulamazmışım, ara sıra kulağıma götürdüğüm oradan yemek yiyemeyince ağladığım görülmüş. Endişe etmemişler çünkü etraf çocuktan geçilmiyormuş, biri kafadan hasarlı olsada ötekiler var oda olmadı bitan daha doğururuz yerine koyarız demişler.
Belli bir yaşa değin dünyadaki tek tüylenen, tek sümüğü üst dudağında kuruyan, tek acıkan, tek altına çiş kaçıran insan olduğumu düşündüm. Hepsi benim hastalığım, kusurum, zihinsel geriliğimdi.
Acıkmaktan korkuyordum çünkü acıkırsam utanç verici olan eylem "yemek yemeyi" yapmak zorunda kalacaktım, yemek yersemde daha yüz kızartıcı olan şey başıma gelecek tuvalete gidecektim. Oraya gidince de benden kimsede olmayan o özürlü sesler çıkacaktı ve ben bu sesleri örtbas etmek için suyu açacak, terliği şıplatacak, öksürüp, tıksıracaktım.. bir sürü uğraş bi sürü utanç. Bu yüzden en baştan yemek yemenin önünü alıyor, aç sefil geziyordum. Çok mecbur kalmadıkça yemek yemedim. Şükür henüz açlıktan ölmedim.

Kendinin diğerleri ile aynı olduğunu anlaman zaman alıyor. Malum başkalarını gördüğün kadar kendini görmüyorsun çünkü onlar her daim önünde salınıyorlar oysa sen kendini görmek için tek şansa sahipsin, aynaya bakmak. Bunun üstüne aynaları sevmiyorsan hapı yuttun. Yıllarca kendinle hiç bir yerde karşılaşmıyorsun. Bu senin aleyhine oluyor kendini bülbül şehrinde yaşayan karga gibi hissediyor, senden çıkan seslerden utanıp onların seslerini taklit ediyor yapamayınca bir daha ses çıkarmıyorsun. Siyah tüylerinden utanıp saklanıyor, pısıyor, siliniyorsun. İşte oralarda bir yerlerde bütün bülbüllerden nefret etmeye başlıyorsun, hepsini teker teker gagalayıp ortadan kaldırmak gibi fikirler fısıldıyorsun. Bu şunu gösteriyor; Kendine acıman arttıkça başkalarına karşı acımasızlaşıyorsun.

Neyseki çok gecikmeden sazlıkta bir kırık ayna buldum, baktım "anaaa aynıymışızya" dedim. Etraftaki tüm aynılarımı izledim:
*Onlarda tıpkı benim gibi koltuk altını kokluyor, aşortmeninin ağ deliğini parmağıyla söke söke dahada büyütüyor, çorabının kaçmış ucunu ayağının altına saklıyor, iç çamaşırını bazen ters giyiyor (bel kısmını bacağa geçirme şeklinde) burnunu karıştırırken yakalanmaktan korktuğu kadar yılandan korkmuyor, tül perdenin arkasında saklanıp komşuları dikizliyor, bakkalla, çakkalla, 24. noter baş katibi nihat beyan'la sevişikli fanteziler kuruyor, ağlaması gereken yerde ağlayamayınca göz altlarına tükürük sürüyor, ağlarken yakalanınca "yok ya ağlamadım hapşırınca gözümden yaş geldi" diyor.
Bütün dayaktan gözü moraranlar "kapıya çarptım" bahanesini kullanıyor, bütün osuranlar "ben osurmadım o osurdu" diyor. Kimse kabuk bağlamak isteyen yaraya rahat vermiyor, bağladıkça koparıyor.
Herkesin yastığına ağzından su akıyor, hepimiz cep telefonuna gelen şebeke mesajlarına heyecanla koşuyoruz. Beden ölçümüzü hep 2 beden düşük söylüyor, yaşımızı büyüdükçe saymayı bırakıyor, fazla kilomuzu baskülün bozuk olmasına bağlıyoruz.
Daha aklıma gelen gelmeyen yüzlerce aynılıklar, birebirlikler.
Dünya'daki insanların yarısından fazlası aynı benim gibi tuvalette çıkardığı sesler duyulmasın diye suyu açıyormuş, düşün bunu!


Yani ana fikir, yani şöyle bişey: Hiç sevmediğin "asla bu tarz şeyleri" dinlemem dediğin bir müzik, sabah ansızın gelir diline yapışır. Yatana kadar bir sucuk reklamının cıngılı ile dolaşırsın "ismail sucuklarııı, uyandır çocukları, biz her sabah yeriz ismail sucukları, ismail sucukları" Söylemek istemez, sevdiğin başka bir şarkıyı zorla diline sarmaya çalışırsın ama ııh işe güce dalınca bi bakmışın gene o cıngılı söylüyorsun. Hatta çevrenden dürterler "işşş bi sus be sabahtan beri ismail sucukları! çok canın çekiyosa git ye kardeşim"
Yada serdar ortaç dinlediğini söylemekten utanan büyük bir kitleye dahilsindir, serdar ortaç sevmemek onur duyulası bir özelliğindir, fotograflarını görünce irkilirsin o çekik kaşlara bakmayı için kaldırmaz ufak bir aşerma, bir bulantı hissedilir ama gel gör ki yanında birisi "Karabiberim vur kadehlere" dese sen dudağını "Hadi içelim, içelim her gece" diye kıpraştırırsın, hay şeytan sözleri ezbere biliyorsun! Üstüne bide kafan sağa sola hint dansı yapar, gayet istemsiz, gayet zoraki..

gibi bi aynılıktan, aynı davranmaktan bahsediyorum bi saattir yukarda. (bide şu derdimi tam anlatamadığım düşüncesini kafamdan atsam daha bi aynı olacağız, yazılar daha bi kısalacakta, olmuyo o)

Salı, Mart 16, 2010

Eski belalı ile romantik dakikalar

Belalının eskisi yenisi olmaz, belalı belalıdır. Ancak bir çok belalın varsa onları kategorilendirirsin "aşağı mahalledeki belalım, yukarı mahalledeki belalım, önden iki dişi kırık belalım, mapushanedeki belalım, parayı bulunca beni unutan belalım" diye. Benim toplasan iki adet belalım var onları da nasıl değerlendireceğimi, hangi pamuklara sarmalar saracağımı şaşırdım. (memur olan belalım yaban çiçeğim)

İnsanın belalısı olması güzel bişey. Daha bi serimli, düğümlü, çözümlü, daha bi sessiz ve endişeli bekleyişlere gebe hayatın oluyor. Bütün faili meşhur vakaları belalına yıkmak ayrı bir haz veriyor, heyecanı bitmeyen aşk bu işte lan diyorsun. Bozkırda iki el ateş edilse "benim için kurt avına gitti heral", yerküre sallansa "bana güzel görünmek için egzersiz yapıyor" çatıda kedi kaçışsa " ay inanmıyorum tepeme tünedi çılgan" diye palazlandıkça palazlanıyosun, etrafındakilerin yüz ifadelerine bakıyorsun piyasadaki kıymetimi çaktı mı ahali diye. Kendine belalı yapmanın haklı gururu ile bilmem kaç sıfır önde dolanıyorsun mahallede.
Hemcinslerine malum meseleyi "ben çektim siz çekmeyin" diye dudağını türkan şoray ambiansıyla titreterek mustur mustur anlatırken, burun ucuyla duygularını kokluyorsun bakalım beni kıskanacaklar mı diye. Tabiki kıs kıs kıskanıyorlar söylemiyorlar da mimiklerinden, seslerindeki akort ayarlarından, havadaki keskin hased kokusundan anlaşılıyor, sende içten içe kıs kıs gülüyorsun.

Öyle herkese gelmiyo bunlardan, bi belalı kolay yetişmiyor, zaten sayıları da gitgide azaldı. Çünkü zor zanaat, zor meslek. Bir kere belalılığa soyunmuş kişi kati surette korkusuz olacak babaymış, abiymiş, kuzenmiş, dayıymış iplemeyecek. Geçmişi naletmi nalet, kılçıklımı kılçıklı olacak. Hakkında bi sürü söylenti dolanacak " 10 kişiyi deşmiş, 20 kişiyi depelemiş, 30 kişiyi yuvarlamış, 40 kişiyi hırtlaklamış" gibi abartılı, yalan mı gerçek mi belirsiz efsaneleri olacak.
Söylentileri anlatan kişinin vücut hareketleri bile belalının ne biçim bir herif olduğunu hissettirecek; gözler belerik belerik, ağzı hhommms mhoomms gibi kaba saba şekillere girecek, elleri vukuat rakamlarını vurgularken havada daireler çizecek. Belanının burnu problemli olacak sanki kokain çekmişte burnu akıyo gibi hareketler yapacak, sağ elinin işaret parmağını katlayıp onunla burnunu ittirirken sıfhırşk ettirecek. Seninle konuşurken yerdeki bir soda şişesi kırığından çocukluğuna gidermiş gibi arabesksi duracak, gizemlerin gizemlerinde kaybolacak. Arada kaşının altından sana bakarken gözünün ortasındaki noktayı hedef alıp imalı imalı ateş edecek. Yüz verirsen senden soğur başkasına belalı olur, bu nedenle hep kaçacaksın oda kovalayacak. Tavşan kaç tazı kovala oyununun çıkışına sebep olmuş bir olaydan söz ediyorum!


Bu kadar "belalı kime denir, özellikleri nelerdir" semineri vermeme neden olan şeyi söyliycem. Eski belalım kürşat'la karşılaştım hafta sonu tüpçü'de. Yani pek romantik bir ortam değildi, arada bi tüp tıssss diyordu ortalık tüp ossuruğu kokuyordu ama şeyapmayalım gayet marjinaldi bence. Yengem yanımdaydı klasik kadın refleksi olan sivri dirsek dürtmesiyle böğrüme dürttük attı "ahada seninki" dedi. Neymiş lan o benim olan şey diye ortamı radarladım gözgöze geldik, kürşat hemen yerde soda şişesi kırığı aramaya başladı. Neyseki yerde bi tane küçük tüp contası gördü onda kayboldu gitti. Geri döndüğünde msn konuşması gibi yaptık "slm naber iiiiiiiii nassın iiiiiii nolsun iiiiiiiii"
Sonra çıktık oradan katı meyve sıkacağı almak için bir mağazaya girdik yengem gene bir dirsek dürtüğü attı "ahada seninki" dedi. Lan nolui bi aralar çarşıdaki tüm erkekler benim miymiş nedir? bayaa götürmüşüm be heytt yavrum diye bakınırken kürşat yukardan bi yerden önümüze atladı. Aynı anda hem tüpçüde hem beyaz eşya mağazasında karşıma çıkmasından çok gene msn konuşması yapacak olmamızdan ürktüm.
Kürşat'a; aynı anda hem mekke'de hem istanbul'da ki tekkede bulunan evliyalar gibi bir kerameti olup olmadığını sordum. O'da; tüpçüde bizim, burada bizim, heryer bizim dedi. Ben görmeyeli kürşat kürşatSA olmuş. Nerde o tek mal varlığı rambo bıçaa olan, düzlüklerde benim için kurt avlayan belalım, nerde "tüm tüpler benim" derken ağzının sol tarafını omuzuna kadar yayan armut!

Çay söyledi, ürünlerinin kalitesinden söz etti, katı meyve sıkacağının içindeki pıçağın ucunu gösterdi, 4 düğmeli blendır getirecekmiş onu övdü, ne alırsak 36'ı ya bölebileceğini söyledi... Ohooo belalıya bak hele! Ulan insan bi eski günleri yad eder, bi üstüme atlar, bi işmar eder kuyruk sallar bişey yapar. Kafayı arçelik'le, bosch'la bozmuş boş kafa! damacana kafa! Bence artık devlet belalı ithalatına izin versin yerli malında eski kalite yok.

Çarşamba, Mart 10, 2010

Güzellik başa bela



İsterdimki şu başlık altında kendi güzelliğimin gizli vurgularını yapayım, güzel olmanın ne kadar çileli ne kadar meşakkatli bi deneyim olduğunu anlatırken alttan ala vereyim mesajı, çakayım imayı, basıbasayım pompayı

Hani mesela şöyleki kimi ablalar vardır; bir edeleli delikanlı gelip "bu binada kiralık ev varmış" diye soracak olsa cümlesinin başına "ben yalnız ve dul bi kadınım, geceleri üşüyorum"u ekledikten sonra "yöneticiye sorun" diye cevap verir.
Bende işte öyle yapıp her yazımın gizlicesine görükürcesine bi köşesine "aslında bayaa bi güzelim" anlamında bir özdeyiş bir gönderme serpiştirsem de, gül cemalimi görmeyenler bile öldüğümde arkamdan "evvelden tee cihan harbi zamanında blog yazan siminya vardı bi güzeldi bi güzeldi abaaaaa" diye yad etse...Belki şeyderim ama önce üzerinde özenle çalışmam gerekiyor. Çok göze batmayan çok da saklı olmayan bir katakulli bulmam gerek. (evet bu paragrafta yaptığım kadar yapsam bile yetecek hahah)

Arkadaşım yasemin çok kullanırdı bu dramatik cümleyi. Mahallenin en sarışın ve tek sarışın kızı olmanın haklı dayatmasını yapardı biz boynu bükük, yetim ve öğsüz esmerler üstünde.
Annesi ve yasemin'in en büyük şikayeti yasemin'in aşırı güzelliğinin başlarına açtığı felaketler, içinden çıkılmaz korkunç poroplemlerdi.
Zannedersin ki anayla kız muzdarip oldukları bu çaresiz dert için sabaha kadar sarılıp ağlaşıyor, nerelere gidem aney türküleri söylüyorlardı. Güzellik ne menemen ne nalet bir şeydi yarappim! Hem neden onlar? Ne günahı vardı körpenin :( Olaki zengin hıyarseverin biri bu ikilinin hayıflanmalarını dinlese, pöyküre pöyküre ağlar küçük sabi bu güzellik derdinden kurtulsun diye estetik ameliyatı için bağış yapardı.

Bazen ben bile hitabetlerinden etkilenip cezbe geldim" hii şeytan kulağına kurşun iyiki sarışın değilim git giiit çekilecek çile değilmiş, ay iyiki ayağım büyük küçük ayağın derdi zulmü çok, neyseki babamla annemin karışımından olağanüstü bişey çıkmamış çıksa zaten nasa bizi toplar götürürdü böyle bir babadan böyle megan fox doğması big bang kadar doğaüstü diye, iyiki yasemin değilim yasemin olsaydım tüm erkekler başıma çöker ilmek ilmek sökerlerdi amk" (dur burada çirkin olduğum vurgulandı ııh olmadı tekrardan güzel olduğumu empoze etmem lazım. Yasemin çok güzel olabilir ama bütün görücüler bize geldi diyerek durumu kurtarabilirim eheh)

Kitapçılarda annesiyle yasemin'in bu konuda yazdıkları kitapları bulabilirsin:
"güzelliğin götürüleri" "güzellik bir sinsi yılaaann" "güzellikten nasıl kurtuldum" " bir güzelin dayanılmaz hikayesi" "birde bana sor" "götüme benziyorsan üzülme, çünkü sen daha mutlusun"

Güzellik başa bela diyen kız günümüz serbest piyasasında artık kalmadı. En son temsilcisi yasemin'di işte onlarda taşınıp gidince bu emektar cümle yerini; fotograf göstermeden önce söylenen "çirkinim ama..." demeye bıraktı. Kendine ha bire "çok çirkineeem, burda kötü çıkmışım yaaa, of be maymuna benziyorum aynaağ :(((" diyeceksin, bunu söylerken karşına " yo yoo bence çok güzel çıkmışın, hayır hayır harikasın dilim tutuldu resmen, ne maymunu cadııı fıstık gibisin" diyecek bir erkek alman kaydıyla.

Şimdi deviantart'dan gidip "bitiful görl" yazayım çıkan güzel kız resmini yana koyayımki körpe dimağlara "megan fox kim lan en seksi kız siminya" mesajını sinsice yerleştireyim. Hatta hatta megan fox koyayım olay dahada çapraşıklaşsın, dur.

Pazartesi, Mart 01, 2010

İdeolojiye koyayım aşka bişey olmasın

Yakın tarihi o kadar bilmem, okulda doğru anlatamadılar yada anlattıkları sırada ben gene okulun arkasındaki dağa kaçmıştım, dersi kaçırdım. Orada bir dağ vardı o dağ belediyenin dağıydı. Bazı yerlerinde küçük mağaralar, ses çıkaran delikler, gizemli çukurlar bulmuştum. Eğer tenefüse her çıkışımda biraz daha kazarsam hitit uygarlığına ulaşacağımı umuyordum, arkeolog olma hayalimin menşei o dağdır.
"o dağ gerçekten dağ değildir, ankara'nın göbeğinde dağ ne gezer" diye düşünmemek lazım, küçük bir çocuk için çıkıntılar dağ, akıntılar nehir, çalılıklar ormandır, her daim.
Uzak hititlerin sevdasına yakın tarihten oldum (bahanenin şöyle böylesi ) ama otlukbeli muharebesini biliyorum şimdilik beni idare ediyor, daha bir kaç sene yetecek kadar var.

Tarihi okulda öğrenemeyince bizim taallukat öğretti şu sağ - sol mevzularını. Zaten okullarda okutulacak şeyler değilmiş.
Ben yokken buralar hep anarşikmiş kimin kimi vurduğu bilinmez mapusa giren bi daha geri dönmezmiş. Hep sağ gözüyle dinledim vukuatları. Haliyle direk solu suçladım, tıktım içeri. Bana göre sol; tek dişi kalmış bir canavardı, yedi başlı ejderhaydı ele geçirildiği anda sıkacaktın hırtlağını, hele bi duraydı.
Mamak milliyetçi, muhafazakar bir ada, arada oğlunun adı devrim kızının adı evrim olan seyyahlar adamıza ayak basardı basmasına da tez zamanda denize dökerdik. Sola oy verenlerin kapılarına kırmızı boyayla çarpı atılırdı (abartı sanatını psikopata çevirmek) Abilerim çoktan sağ örgütlerin ovalarında cirit atıyorlardı, bende istiyordum cirit oynamak, çelik çomak yaşım bittiydiki. İçimde coşkun ırmaklar gibi çağlayan birşeyler vardı. Götürseler gittikleri yere gidecektim ama malesef kız diye basıyorladı zılgıtı, veriyorlardı ayarı. Bu potansiyelimi kimse hakkıyla değerlendiremedi güdemediler beni, bir asena koyun gibi.

İşte tam o sıralarda nihat'ı tanıdım, belliydi sağlam papuç olmadığı, bir işler çevirdiği. Öyle söyledi yakın tarihçi yakınlarım "amman uzak dur bunun cibilleyeti çürüktür" diye habire dürttüler. Nasıl uzak durabilirdim ki? Aşık olmuştum, sağlam düşünememe engellisi olmuştum. Nihat'ın sol bir örgüt mensubu olduğunu anlamam zor değildi. Bi takım kılavuz maddeler vardı:
  • Fikret kızılok dinliyorsa az işkillen
  • Kırmızı aksesuar kullananıyorsa kaşının birini kıldır, hömmm de
  • Bir metre yakınında orak- çekiç görürsen ki çok tehlikeli, arkana bakmadan kaç
  • Devlet aleyhine konuşuyorsa indir sumsayı, vur beline kazmayı
Hah ha kimin umurunda? Başlıycam maddelerinize, kızılınıza, karanıza! Aşk diyorum, kalbimde depremler oluyor, duvarlar göçüyor ben altında kalıyorum imdat diyorum. Siz göçük altında ellerini temiz tut, sütünü içmeyi unutma diyorsunuz. Yemişim sağınızı solunuzu, önünüzü arkanızı ve sobenizi. Siz bütün oyunların ebesi olun bana müsade..ve yıktım küçük dünya'mın küçük ideolojisini.
O beni soldan soldan sevecek değildi ya? Düpedüz seviyordu işte, herkes gibi seviyordu.. yo yoo herkes halt etmiş hiç kimse böyle sevemezdi.
Etrafımda kurabiye kalıbıyla kesilmiş birbirinin aynısı zencefil adamlar vardı, oysa kurabiyenin makbulü; eciş bücüş, yamuk yumuk olanıdır, o ne kadar güzel yamuktu.. Benden farklı düşünmesini, bana isyan etmesini, en çokta beni sevmesini nasıl seviyordum.
Şimdi o yok, anlatması kolay olmayan yerlere gitti. Giderken bana "aşk için yorgan yakmayı" miras bıraktı. Yakmasını hiç beceremsemde, mirasına ihanet edip "aşk dediğin fuck gibin bişey" diye eşeden köşeden saydırsamda sen bana bakma..bildiğin gibi davran

Hangi ideoloji daha iyi sever, bunun ayrımı nerede başlar nerede biter bilemem. Kimileri solcu kızlar aşk, sağcı kızlar çocuk yapar, der. Kimileri milliyetçiler bayrak sever gibi, vatan sever gibi tutkuyla sever der. Kimileri ne aşkı ne inancı be içelim güzelleşelim hade hade hadeeee der. Herkes bişeyler der de der. Ama son kararı her zaman şuran verir. Ve oran; aynı benim dağa kaçıpta kötü not aldığım gibi tüm ideolojilerden kötü not alır, sadece aşk dersinden pekiyi alır.

yaşasın halkların kardeşliği diye galeyana gelip meclise yürümeliyim, derhal! belki yolda yakışıklı birileri eylemime destek verir, kardeş kardeş yürürüz (!) foto

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...