Cuma, Kasım 28, 2008

Ve çok pis dönerim

O Aşağıdaki yanmış salça kazanı müsvettesi resimden ve Eyip Sabri kolonyası içilip yazılmış gibi duran kanlı bıçaklı yazıdan dolayı hassas bünyeli okurgaçlardan özür diliyorum.Bugün bir kez daha okudumda nede çok anlam yüklemişim alelade bir bloğa öyle.Yok türkülerimmişte yok infaz odammışta yok antoni hopkinsimmişte ! vay senin ebenin sünmüş memelerine.

Bir tarafınıda piyanist şantörlerin şarkılarına benzettim.Ben şahsen hem piyanist hem şantör hemide Ümit Besen olsam o yazımı yüklü bir telif ücreti ödeyerek benden alır, besteler, düğün salonlarında söylerim.Üstelik sözlerinin aksine öyle oynak bestelerim ki, kız anası ile oğlan anası bol pırıltılı ve likralı kostümleri içinde (genelde ya lacivert yada siyahtır) ortaya çıkıp, gerdanlarını "bizim taraf daha zengin bi kere" ve " bizim kız, kız oğlan kız" ritimlerinde kıvırır, korseli göbeklerini zıp zıp zıplatırlar.

Bundan kelli böyle katranlı, ziftli yazı olmayacak, dişimi sıkacağım, çişimi tutacağım burayı pisikolog odasına benzetmeyeceğim, varlığım türk varlığına armağan olsun, amin. Olaki yine yazdım, atış serbest ağzına geleni benden esirgeme, ölümü öp bak.
.............................

Çok pis dönerim dedim ya şu an hem ruh halim 190 derece döndü hemde en döneğinden bir bilgisayar koltuğum oldu.Yükseliyor, alçalıyor, dakkalarca dönüyor, arkaya yatıyor, popoma laf atıyor üstelik beleş, iki gavurun hediyesi.

Bizim mahalledeki lüks evlerden birine bundan 6 ay önce Hollanda'lı bir çift taşınmıştı.Türkiye'de kısa bir işleri varmış, mühendismişler uluslararası bir projeyi tamamlamaya gelmişler ya ya tabi tabi ?! Bana sorsan ajan olduklarına kalıbımı basarım.

Benim gibileri yolda görsen gözlerindeki ferfecirden tanırsın.Hani sokakta kamera görünce, konu ne olursa olsun arkadan el sallayan tipler vardır ya veya kaza mahallinde yaralıyı kurtaracağım diye aracın tepesine binen, yaralıyı ordan oraya çekiştiren heyecanlı, meraklı, işgüzar tipler, işte ben onlardanım. Merakım kasırgada sürüklenen gemi gibidir.Yine fırtınaya kapıldım, elimde bir tabak "revani üstünde türk misafirperverliği" ile evlerine girdim.
Ev lüks, eşyalar malum; kaliteli, pahalı, eksiksiz, minimalist, plastik leğen yok, bulgur yok, ev terliği yok !
Hiç Hollanda'ca bilmeden kikirdekçe diliyle muhabbeti kurdum.Amacım amaçlarını öğrenmek, sinsice aralarına sızıp planlarını ele geçirmek, topladığım ip uçlarını merkeze iletmek ve vatanımı ilelebet bu cenabetlerden temizlemekti.Belki doğum kontrol hapı diye bir hap dağıtıp memleketimin kadınlarını kısırlaştıracaklar, belkide çocukları gerizekalı yapan bir ilacı şehir suyu şebekesine karıştırıyorlardır yada yada bitki tohumlarımızı kaçıranlar işte bu şerefsizlerdir ! Bittiniz size en zayıf noktanızdan yaklaştım, türk yemekleri, şap takviyeli.
Şüphemi çeken en önemli ayrıntı eve sürekli eli laptoplu adamlar geliyordu, aralara birer tanede siminya giriyordu; bir laptoplu adam, bir elinde yaprak sarma olan siminya, bir laptoplu adam, bir elinde karnıyarık olan siminya, bir laptoplu adam, bir dedektif hammer diye devir daim olup durduk.

Ben böyle bol komplo teorili ve salçalı bir film çeviriyorken bizimkiler bir kaç gün evvel işlerini bitirdi, bavullarını topladı "Tot ziens bozem vriend"diyip gittiler.Giderkende evin tüm eşyalarını isteyen alsın diye bize bıraktılar.Bana sorarsan ben "hepsini istiyorummmm hepsi benim hepsi benimmm" diye saldıracaktım ama bu kadar eşya görgüsüzlüğü gaz yapabilirdi.Eşyalar ihtiyacı olanlara dağıtıldı, neredeyse bin ytl olan televizyon koltuğu kıçının üstünde bi dakka oturmayan Menderes amcaya gitti, bembeyaz, pofur pofur koltuk takımı, kirinden kirt olmuşluğuyla meşhur Fatma teyzeyi daha bir temiz gösterdi.
Tüm eşyaları dağıttık bu koltukta "büro mobilyası gibi hiç sevmedik one öle" dedikleri için bana kaldı.Yoo hiçte bile sevdim ben, lunapark gibi koltuk, süper.

Çarşamba, Kasım 26, 2008

Bazen katran karası bakarım

Şu an baktığın şey bir günlük değil, bir boş zaman tüketişi değil, sesini duyurma derdi hiç değil.

Burası anıların fırlatıldığı tavan arası, alacakların/alacaklıların yazıldığı veresiye defteri, yarısı yenmiş yarısı bankta bırakılmış simit, kahrolası yarım kalmışlık, dönüp dönüp bitirilmeye çalışılan.

Burası; kah kendimi mutlu sanıp elimdeki renkli tülleri salladığım, kah öfkeden dellenip silahlarımı kaldırdığım boşluğum. Ne aşk, ne sevgi, nede tutunacak dal aradığım beklentim.Bırakıp gidenlerin bende kalanlarını, gitmekten vazgeçenlerin bir türlü gitmeyişlerini yapıştırmaya çalıştığım mantar panom.

Hırpalayanlardan kaçarken kurgulayanların eline düştüğüm tuzağım.Acıyan bakışlara af çıkarıp kendimi öldürdüğüm infaz odam.Beni recm edeceklerini söylediklerinde iki taşta ben attığım bedenim, acımasızlığım.Büyüklere tekerleme olan gerçeğim.
Kavga etmek,dayak yemek, şişlenmek, kanamak ve kafayı headerinde parçalamak istediğim hapishanem.Üzerime işlenmiş hatalı kanaviçe örneğini sökmeye çalışmam "ne kadarda mükemmel bir hayat olmuş" denmesini beklemediğim, aferimsiz bitirme tezim.

Asla kendime acıma değil aksine yüzyıllar öncesinden kalmış bir hesabı ödemekten zevk almam.
Kesikler içindeki kollarımın şarkısı
Zehirlerden parçalanmış midemin zevki sefası
Topuklarımın şıkırtısına yorgun alkışların eşlik ettiği izbe sahnem.
Rezil olmayı, kınanmayı, yüzüme tükürülmesini iplemediğim sahici özgürlüğüm.

Sen gördüklerine gariplik dersin, ben alışmışlık.Sen utanmazlık dersin, ben hissizlik.Sen çirkinlik dersin, benim gözlerim kamaşır.Güldüğümde gamsız dersin, ağladığımda aciz.Anlatsam dinlemezsin, sussam gidersin. Lütfen hadi yine git bende işine yarayacak sağlam bir parça yok, burası benim hurda krallığım, kağıttan tacım.

Cuma, Kasım 21, 2008

İzmir'li kızlar gözüme görükmeyin !

Aynaların düşkünü sinirli olur kış günü.Kasım ayı, bak adı üstünde "ayı" manikürlü pençelerimdeki pembe ayının ortaya çıkmasına neden oldu. Havalar soğur soğumaz; kıskanç, ikiyüzlü, geçimsiz, kompileksli, halıfleksli biri oldum oturdum.Bir punduna getirip beni karantinaya almaları gerekiyor.Önce kendi kendimi olmak üzere herkesi ısırmaya başladım.Bütün gün sanki ünlü bir sopranoymuşumda akşama Figaro'nun düğününde "amanın ninnah ninnah" eserini seslendirecekmişim gibi çığlıklar atıyorum.Mert bile tırstı binadaki bu çivici Alien bozuntusundan, elbiselerime tükürme cesareti bulamıyor.
Yok el bebek gül bebek büyütülen, balla mozzeralla peyniriyle beslenen, yanağından salyalar,rujlar eksik edilmeyen bir evlat olsam "şimarık zilli " diyecem kendime ama değilim.Sırtımdan kötek, böğrümden patak eksik edilmedi, elleri parkinson görmesin.

Şimdide kafayı İzmir'li kızlara taktım.Ne günahı var kızcağızların diye sorma Allah'la kul arasına girilmez, ibadette, kabahatte gizlidir. İzmir'de doğan, şu an İzmir'e doğru giden, en az 3 kere İzmir marşını söylemiş, İzmir'deki bir arkadaşına bakıp gelen tüm kızlar, muhatabım sizsiniz ! Tam olarak sizde değilsiniz,sizi sevenler ve size güzel diyenler asıl diş gıcırdattıklarım.

Birşey oldu ve tüm arkadaşlarım semerinden boşanmış gibi bir İzmir'li kızla flörte başladı.Öyleki artık birisi "aşık oldum" deyince, "İzmir'in neresinden" sorusunu soruyorum, ne kadar hazır soruyum. Yav tamam İzmir'li kızlar güzel onun için böyle talep, tezahurat, teklif, taltif alıyorlar daa (bak asıl yara, asıl çırpınış tırmalayışı burada, buraya dikkat) Ankara'lı kızlar da güzel be. Valla elemtere fişki güzeller bak. Katina'nın elindeki makası, Bülent Ersoy'un 5 kiloluk tokası olayım ki bizde güzeliz ya. N'olur Ankaralı kızlara da güzel diyin, Ha hacı ? Niye Ankara deyince akla sadece Tbmm ve Melih Gökçek geliyor ya ? Bak sırf bana da güzel desinler, bende o "güzel" diye anılan topluluğun içine bir açıktan sızayım diye İzmir'e kaçacağım, plan ve projelerimde son aşamaya geldim.Bana bunu neden yaptırıyorsunuz ? Vicdansız zındıklar ! Küflenmiş fındıklar ! Oralarda aç bi aç, peri perişan, feri fersiz sürünürken Ankara'lı kızlara güzel demeyenler, sıcak evinizde rahat uyuyacak mısınız ?

Bu İzmir'in kızlarını kim meşhur etmiş Evliya Çelebi'mi ? Acaba asıl ona mı çatsam çatımı ? Eğer bu işin altındaki çapanoğlu o ise öyle bir etiket vurmuş ki; Banu Alkan'ın Afrodit lakabı kadar yeryüzünden silinemeyecek, akıllara kazınmış, topyekün iman edilmiş bir etiket olmuş.İçinde yüzde yüz gerçeklik payı olmasada bu lakabın ekmeğini yiyor hanımlar ohh ohh. Peki neden bizide görmemiş, bizede bir güzellik yapmamış saygıdeğer seyyahımız ? Belki o zaman Ankara'da kız yoktu olabilir mi ? Amannn neyse ne Ankara'lı kızlarda güzel o kadar ! Bundan sonra bu söylentiyi yaymam lazım ki 90 vilayet içinden (kaçtı ?) bir tek İzmir'in kızlarına güzel denmesin, en azından 2 olsun.Olsun mu olsun, doğru mudur doğru.Kendim sordum kendim cevapladım.

Son olarak hep beraber söylüyorum: Ankara'nın kızları güzeldirrrr vay vay.

Çarşamba, Kasım 19, 2008

Oy mimine mimine

Geçtiğimiz aylarda emniyet güçleriyle yapılan ortak bir operasyonla mimimizm tarikatını çökertmiştik.Yapılan aramalarda yüklü miktarda mim sorusunun piyasaya sürülmek üzere hazır bekletildiği ortaya çıkmıştı. O günden beri asayiş berkemal yaşamımızı sürdürürken, Kasım ayı ile birlikte Mimci hocalar yine mimtica turuna çıktı. Bu seferki mim ibadetinin adı "Çantanın içinde ne var şekerim" Reader'ime dakika başı, ayrı bloglardan aynı yazı düşüyor;

"çantamın içi" "içimin çantası" "içli çanta" "çantalı mim" çantamın çantası" "Hanım göbee"

Bundan sonraki mim konusunu biliyorum, belgeler elimde "üzerinde ne var mimi"
Cevaplarda ortalama şöyle olacak;
-Şu gördüğünüz mavi şey çatalımdan görünen iç çamaşırım eke eke
-Ay ayağımdaki nasırda fotoda çıkmış, görmeyiverin kızlarrrr kikir kukur.
-Gerizakalı Domuralp'ın doom günümde aldıı donu giydim.Burda görünmüyor ama giydim.

Şu çanta mimini banada yolladı bazı kafasına at sineği yuva yapasıca Esther'ler.Oysa biliyordu bir yemin ettiğimi ve dönmeyeceğimi. Dönmemekle kalmayıp eşek arpa yemekten dönünceye kadar söveceğimi.Sövmeklede kalmayıp titreyen ellerimle, ağzımdan köpükler saçarak bir yazı yuvarlayacağımı (daha iyi köpürebilmek için pril bulaşık deterjanı içtim,limonlu)
Kıllık yapayım da toplu beddua alayım diye kafamda bir çanta hayali kurdum.Kocaman tekerlekli seyahat bavulu, yanına banyo tası, beylik tabancası, bir avuç mermi, 4 koli orkid, Hp yazıcı, çam kozalağı, 3 yumurta, kan, tüy, yosun diye giden bir tasarım tasarladım ama pratiğe geçirmeye çalışırken ciddi sorunlar yaşayınca vazgeçtim.Hem zaten karşıyım bu ne tutarsızlık !!

İlginç bir şey daha dikkatimi çekti, herkes mimin ne olduğunu bilmiyor.Hatta bir blog yazarı arkadaşım açtığım savaşı duyup beni mim konusunda Prof.Hale Höşmerim sanmış, yardım istedi. Kızmayacağını umuyor uğruna adaklar adıyorum, şöyle demiş:

Ben bu tür şeylerle fazla ilgilenmeyen, cahil bir blog yazarıyım, birisi beni "mimlemiş" ve ben bunun ne demek olduğunu bilemiyorum ! Senin bu konularda "bilgili" olduğunu söylüyorlar, acaba bana yardım eder misin ?Tam olarak bu olay nedir ?

Tabi bir kendine güven, bir şişiklik, bir gadasını aldımlık geldi üzerime.Hömm efenim şöleki böleki diye bir açıkladım bir açıkladım, kendi ellerimle düşman cephe mimimizm tarikatına soktum çocuğu.Keşke yalan söyleseydim de mim diye yemek tarifi yazsaydı.

Niye bu kadar mime kıl olduğuma gelince.Bir kaç nedeni var
1.Bütün blogların fw maile dönüşmesi RE: RE: RE: RE:
2.İlk bir kaç mim yazısından sonra bana hiç ilgi çekici gelmemesi, kimin bloğunda gördüğümü unutuyor, herşeyi birbirine karıştırıyor sonunda kuduruyor olmam.
3"Benide birisi mimlesin ayol" beklentisinin oluşması, sonrasında da "kimse beni sevmiyor bir mimim bile yok" unutulmuşluğunun yanlızlığının gözyaşları, vs.

Pazartesi, Kasım 17, 2008

O gördüğüm şey ne !!!


Ailemiz büyüyüp 2 oda bir salon gecekonduya sığamayınca üst kata bir gecekulübesi daha kondurma kararı verildi. Babamın içindeki ulu Mimar Sinan salonun ortasına çıktı ve yandaki ev planını çizdi.Plan basit, her başkentli moderen aile gibi "her çocuğa bir oda porocesi"
Oda, oda, oda, oda, oda, oda koridor ve tehlike anındaki çıkış kapıları. Kapılardan biri neredeyse kamyonların kapı koluna sürtünerek geçtiği yola, diğeri bahceye inen merdivene açılacaktı.

İtirazlar oldu planda eksiklikler vardı
-baba biz nereye işeyeceğiz ?
-baaceye yüznumara yaparık (yüznumara=wc)
-ya banyo
-yunmaya amcanlara gidersiniz
-mutfak nerde ?
-güççük tüp

Ben iki kapı fikrine sıcak baktım.Babam hangi kapıdan girerse biz ötekinden vınlardık.Birini kilitlese ötekini unuturdu o zamanda gece evden tüyer Ergün'lerle "ay gördüm" oynardık (öyle aklına geldiği gibi fantezili bişey değil, saklambacın gece versiyonu, alacakaranlık kuşağı)
Hem kendi odamda olacaktı; abimin "masturbasyon öğreniyorum" babamla annemin oynadığı "yakalayacağım seni gız, gel kaçma" ablamın sevgilileriyle çektiği "nasıl fingirdeştik: volume 120" filmlerini izlemek zorunda olmayacaktım. Annemin ısrarıyla ortadaki odalardan biri mutfak yapıldı, diğeride yufkalı börek gibi ortadan bir defa daha bölünüp içine kıymalı iç koyulup...tamam sulandırmayım, ortadan ikiye bölünüp, bir yanı banyo öteki yanı tuvalet yapıldı.

1 Kaç ay içinde ev bitti, alt kata kiracı bile bulduk. Bir memur şehrinde yaşamamıza rağmen mahallemize ilk kez bir memur taşınmıştı, uçak gören amozon yerlileri gibiydik, adamlara bir huzur vermedik. Sabah erkenden pencerelere ve merdiven başlarına konuşlanıp nasıl yaşadıklarını izlemeye başladık. Sulak ve tehlikeli düzlüklerde dolaşmaya çıkan memur ailesi, salam, sosis, sarelle gibi canlıları avlıyordu.Taksitli denen bir tür alışveriş yöntemini benimsiyor, sürü halinde yuvaya dönüyorlardı. Dişi memur haliyle bizden ürkmüştü, ötemiyordu. Kokusunu kilometrelerce öteden alıyor, görüş alanımıza girincede gözlerimizle üstüne atlıyorduk.

Annem zerre utanmadan her şifalı yeşillik gibi gece gündüz sofralarına dahil oldu. Bir an olsun evlerinden çıkmıyor, onları daha yakından görebilmek, seslerini daha iyi duyabilmek için girişimlerde bulunuyordu. Bir bakıma avrupa birliği gözlemcisiydi, annem beğenirse mahalleli bu aileyle müzakerelere başlayacaktı.Bizde boş durmadık canım, üst katta elimize bir bardak alıp, zemine yapıştırıp aşağıda neler konuşuluyor dinledik, ilk komşu dinleme tecrübemizdi.Garipler dört koldan istila altındaydılar, vah vah !

İşte bu, "burnunu her boka sok" günlerimizden birinde bir ilk yaşadım ama ne ilk.
Annem yine evde yoktu.Babam kahveye, annem sürtmeye, klasiğimizdir. Annemi aramaya çıktım ve adım gibi eminim ki yine bizim talihsiz memur ailesinin evince pinekliyor.Alt kata indim girişin ve salonun ışığı yanıyor.Saat gece 23:00.Kapıyı çalmayı düşündüm ama "bakayım annem oturuyor mu" diye salonun perdesi tam kapanmamış penceresine yöneldim, amanda yavrum yaz geldi !!!
Salonun ortasında, hamamda gördüğüm kadınlar gibi bembeyaz, şeyi sağa sola sallanan çırılçıplak bir adam, bizim memur hayvanı duruyor !!
Dur bi dakka ! yok yav bi yanlışlık var !! annem, avrupa birliği, pencerenin perdesini, o şey, o ney ! peynir, taksitli alışveriş, anneee !! anneeeee !! nerdesin annee! Devrelerim yandı.Orada, röntgencilik yaptığım pencerenin önünde android gibi kaldım.

Annem üst kattan göründü;
-gece gece orda ne dikiliyon gelsene eve !
-ge ge ge gelli yo yo yo yooorrrrrrrr um ugh !
Yalpalayarak eve çıktım. İlk defa çıplak bir adam görmüştüm olanları anneme ve ablalarıma anlattım, gülmekten uyuyamadılar.Günlerce bizim çıplak memurla köşe kapmaca oynadım, peynir ve sosis görünce güldüm, gözlerimle; her gördüğüm erkeğin çıplak halini çizdim, mahallenin imamının bile.

Perşembe, Kasım 13, 2008

Şıp dedim sevdim

Her kızın geçtiği "şıp sevdi hayriye" yollarından bende geçtim.Kimleri ne eciş bücüş ayrıntılarla sevmedim ki...

Mikail pısırığı sıranın altına düşen silgimi, önlüğünü toza zibile bulama pahasına alıp verdiğinde, evet evet evet dedim.Bir ay boyunca defterlerinin kenarına sarmaşık çizdim, kuş çizdim. Salçalı ekmeğimi ısırttırdım, sivilcesini patlattım, ellerimle.

Uğur züppesinin beyaz spor ayakkabılarını gördüğümde Pınar'ı dövdüm, tuvalet aynasına "uğur çok yakışıklısııaan" yazmıştı.Sonra bir kaç kızı daha dövdüm, sonra bir kaç kızı daha...Hızımı alamadım Uğur'u da dövdüm.Aşkı dövmek sanıyordum, ne biliim "seni seviyorum" demenin bizcesi kodummu oturturum.

Tufan Birlikte kirli işler yaptığım çocuk, okulun üfürükten Bonnie and Clyde'ı. Elmas teyzenin hacdan getirdiği slayt makinesini, müdür odasındaki türüne az rastlanan tropik bitkiyi, mahalle bakkalından adını hatırlamadığım bir kutu sakızı birlikte yürüttük.Ben trompet çalmayı beceremeyince düşük don Hamdi hoca elimden alıp, sümüğü üst dudağında kuruyup katmanlar oluşturan Zerrin'e vermişti, o trampeti aşırıp bir gece ansızın bana getirdi.Ah Clyde ah be ! ne güzel şıpımdın sen.

Halil Pazarcı oğlan, çok taze soğan satardı, hele o ayaş domatesleri ?! ya ya pırasaların simetrisine ne demeli ? Bir nara atardı sanki cam önünde serenat " büyrüünnnnn geeal abıla geaal Tansu Çiller' bile benden aldı, suvana geeeal domeeeetizze geeel dometizzz seççmece seçmecee" ahh içim cız etti. Nerdesin Halil ? Ellere yar, Hal'e kabzımal mı oldun ?

Bahadır Büyük adama abayı yakma mevsiminin ilk mahsülü.Düğün davetiyesi dağıtıyordu, bahcemize bir giriş girdi boğazındaki altın künye gözümü aldı, beyaz çorabı rugan ayakkabılarından taşıyor, etraf limon kolanyasıyla efil efil efildiyordu. Beni 3 koca değiştirmiş teyzeme benzetip yanağımdan makas aldı.Davetiyeyi elime verip giderken "hokkkşşpp puöööğğğ" sesiyle balgamını bahcenin en ücra köşesine bir kuğu yumuşaklığıyla savurdu, ah ne seksi kırro adamdın sen bahadır amca.

Semih Abimin taktığı isimle "Nötürdamın kamburu" yüzüne göktaşı düştüğü halde Nasa'nın ilgilenmediği ucube, gelmiş geçmiş en çirkin, en ahlaksız, en zibidi, en belalı, en pasaklı, en güvenilmez, kısaca enlerin cipsi.Bu tiplerin tartışılmaz çekici bir tarafı var yada beni çekiyorlar.Çirkinliği ve her 3. sayfa haberinin satır aralarından onun çıkması, bir aktörün bana telefon açma ihtimalinden bile daha heyecan verici.Onun uğruna söz bile yazarım." Yüzünde krater olmayan adam, adam değildir" "Belaya bulaşmaktan korkan ne diye aşka bulaşır" " hanimini hüppen dezigi banna rep rep"

Rafet Radyo diyceyi, her kız mutlaka bir radyo diyceyine, plangotik.. plannotik adı neyse ondan hisseder.O ses isterse akıtan musluktan çıksın yeterki ağzına radyo mikrofonu tutsunlar, hangi çılgın beni tutabilir şaşarım.Bir ara oldu ki çaldığı bütün istek parçalarını ben istemiştim, babam beni sucuk kurutmak için astığı çengele gerene kadarda öyle devam etti.

Sana şıp kolleksiyonumu gösterdim bu böyle gidiyor, daha bi sürükutup zencisi dedi ki... siminya şıpıdık:
insan kaynakları müdiresi

Salı, Kasım 11, 2008

Savaşa gittik döneceğiz

İki kadın ortalarına; 32 dişinin 28'i çürümüş, avurtlarına morluk çökmüş, yüzünde paylaşılamayan adam sırıtışı olan sıska adamı almış "o benim erkekim" diye kavgaya tutuşmuşlar.Proğram sunucusu elinin ucuyla kadınları ayırmaya çalışıyor gibi yapsada durumdan memnun.Islak dudağının kenarıyla hafifçe gülümseyip ekrana "ayol reyting fırladı fırladı" bakışı atıyor.İki erkeğin televizyonda bir kadın için kavga ettiğini hatırlamıyorum, çok yerde yanlış yapıyoruz.

Hep savaştık, hiç yorulmadık kesinlikle ders almadık.Hırs ve kıskançlığın muntazam bileşimiyiz.Sessiz savaşıyor, sağ gösterip, sol vuruyoruz.Eğer iki kadını meydan ortasında saç başa girmiş görürsen bil ki o hiç birşey değil, asıl kavga derinlerde..

Derindeki Gerçekler:İstisnalar hariç.

Kariyer savaşları:Kadın; Zekasıyla,başarısıyla, çabalarıyla bir yerlere gelmiş kadını sevmez. Hemcinsinin geldiği mevki, hazmı zor bir yemektir mideye indikten sonra uykular haram olur, sindirim sistemi iflas eder.Heleki güzel kadının yükselişi hemeroid gibidir, kıçın hiç bir yerde rahat etmez, onu ordan aldırmadıkça !

Aşk savaşları: Kadın; öteki dişiye bir erkeğin sırılsıklam aşık olmasından fazla hoşlanmaz.O hissedilen aşk değil olsa olsa cinsel ihtiyaçtır.Bir zamanlar kendisi aşktan zararlı çıkmıştır, onun da zararlı çıkması gerekir. Meşhur aşk adamıyla tanışıp asıl malın kendinde olduğunu göstermek ister. En küçük açıkta "bir dost" olur çıka gelir "benden duymuş olma ama seninkini başkasıyla gördüm sanki" Aşk bitince yine o vardır (katilin olay yerine dönmesi) "ah şekerimm kıyamammm üzülme biri gider, başkası gelir sana adam mı yok !"

Koca savaşları: Kadın; kocasına yemek pişirdiğini, ütüsünü yaptığını, geyşa gibi hizmet ettiğini,ötekilere fazla çaktırmamaya çalışır.Olmayan özgürlüğün cakasını bol keseden satar, herkesin bildiğini herkesten saklar.Kocası döverse; merdivenden yuvarlandım, düdüklü tencere düştü, kaşık gözüme girdi der, diğerlerine koz vermez. Kocası; sevecen, sessiz, güleryüzlü bir babadır, çocuklara asla bağırmaz. O gelen bağırma sesleri televizyondaki maça, yorumcuya, zama vs.dir.

Güzellik savaşları: Kadın; güzel kadına "güzel" demeyi sevmez.Yaşı ilerledikçe genç ve güzel kadınlara tahammülü azalır. Kaynana gelin sorununun temelinde de gençlik ve güzellik yatar "Çirkin kadın yoktur bakımsız kadın vardır" sözü gelmiş geçmiş en sevilen özdeyiştir. Bir süre sonra erkeklerin "Ben askerdeyken" hikayeleri gibi "Ben gençken çok canlar yaktım" martavallarını dinleriz.

Çocuk savaşları: En zeki onun çocuğudur. Karne günleri geldiğinde ötekini arayıp "Seninkinin zayıfı yoktur eminim !? başarı belgeside almıştır !? dimi dimi ?? gibi güya ilgili teyze rolünde ama skor peşinde sorular sorar.Okuldan hiç ayrılmaz, öğretmenlerle kanka olur.Çocuğunu okuldaki tüm etkinliklere/müsabakalara kayıt ettirir. Başarısızlıkları saklar, başarılı olursada sağır kraliçe elizabete bile haber uçurur.

Hamaratlık savaşları: Evine kendini köle yapmış kadın; hu hu komşu komşusunun, temiz camlarını bir vesile ile farketmesini ister. Evini silip süpürüp alel acele arkadaşına çaya, kahveye koşar.Gözünü; sandalye bacağından, halı tüylerine, bardak yüzeyinden, tuvalet lavabosuna heryerde dolaştırıp tatmin olmaya çalışır.Hayatın amacı Ace'ci Ayşe teyze olmaktır.

Kadının kadına yaptığını Cengiz han bile yapmamıştır. Erkekler tarafından hep söylenirya "kadınları anlamıyorum" Boşverin bu işleri, bizde bu sorunun üzerinde çalışıyoruz bitince size anlatacağız, şimdi acelemiz var savaşmamız lazım.

Cumartesi, Kasım 08, 2008

Obezite teyze ile yolculuk


Bir Kayseri'li aile bizi "Gayseri'nin sayılı ailelerindenik, pastırma çitliğimiz, erciyeste teleferiğimiz, sagıp sabancıylada görüşmüşlüğümüz var" diye efsunlayıp büyük ablamı oğullarına istediler.Babam zaten kapıdan kafasını gösterene "gel kız veriyim" diye çağırır. Sanki annem bir batında 7 kız enikliyor, epi topu 3 kızın var küflü.

Gidip ne Kayseri'deki bahsi geçen teleferiğe bindik, nede yarım kilo dışında pastırma yedik.Dünden razı babam evin ortasında halay çekti. Hısımlarına da ne naz yaptı ne bişi "verdim gittiii hayrını görün" dedi, çok geçmedi;
" Babamın bir atı olsa binsede gelseee (var ama binemez, bu tarafından binip öteki tarafından düşer, ağaya bak hele) Annemin yelkeni olsa açsada gelse.Uçan da kuşlara malum olsun, Ben annemi özledim" türküsünü söylüyorduk, elimiz kınalı kınalı.

Ablam gitti.Gider gitmezde kocasının mal varlığının hava cıva olduğu, eniştemin kıskançlıktan ablamı eve kilitlediği, pencerelere battaniye çivilediği haberleri geldi. Eee kız gelinlik giyip gitti gelmek istese kefen lazım dimi ? Onunla da hareket etmesi zor. Şimdi al kefeni, dola mumya gibi, zıplaya zıplaya bin otobüse baba ocağına gel "baba bak gelinlikle çıktım kefenle geldim ehehe" de, zor iş. Hem şakanın sonu kaka olur, babam; "hazır kefenede girmişsin gel bakim" der bir hamlede gömer kızı.

Annem beni destek kuvvet olarak seçti.
-Gidip ablanın son halini kameraya al, internette youtube'da yayınlayalım. dedi
Yemedin tabi ! Annem; bırak yutubu bilmeyi kamerayı tapu kadastrocuların ölçüm cihazı sanıyor.
Hani ablalarım; kendini yanlız, zalim feleğin pençesinde kıvrım kıvrım kıvranıyor hissettiğinde onları eğlendirmek için ben görevlendiriliyorum ya ? Bir nevi mission impossible ajanıyım.Her iş bilen kadın gibi babamı kandırdı ve beni tek başıma Kayseri'ye moral, motivasyona yolladı.

İlk tek başıma otobüs yolculuğum.Otobüslerde ısrarla aynı cinsiyeti yan yana oturtmalarından dolayı, gül gibi bir oğlan iki koltuk önüme otururken, yanıma, cam kenarına şurada bahsettiğim, domur domur emcekleri mintanını gerdiren teyze oturdu.Ikına ıkına zor bela sığıştık.Teyze kalçasını iyice yerine pekiştirdi "hah ohkkk" dedi.Hışırtılı poşetlere doldurup ağzını sıkı sıkı düğümlediği öteberisini 5 balkonlu göbeğinin balkonlarından birine tepti, terliklerini çıkardı, patiğini çıkardı, kalın çorabının lastiği bacağını sıkmış onu aşağı sıyırdı,yeleğinin cebinden mendilini aldı gözünün çapaklarını, burnunu ve ağzını sildi vs vs. Sürekli o koca cüssesiyle kıpır kıpır, sol tarafımı dünyasından bezdirdi.

Az gittik uz gittik ben ön tarafta oturan, çirkin-ki ben hiç yakışıklı sevmedim-ukala ve sürekli konuşan oğlanla nasıl olduysa anlamadığım hızla flört etmeye başladım, demek ki beni tek başıma bırakmamak lazım.Çocukta; bana bakmak, göz kırpmak ve"nazlı kız, cici kız, naber" diye fısıldamak için kafasını arkaya çevirip durdu neticede 1 saat içinde otobüs tuttu, iki seksen devrildi.
Yazıkki teyze beni sahiplenmişti ne mola yerinde nede otobüsün içinde bir dakka yakamı bırakmadı, haliyle herkes onun annem olduğunu düşündü, annemden utanıyordum.
Obezite teyze saat başı püfür püfür soğan kokusu gelen çıkınlarından, lahmacun ve ayran çıkarıyor, nevaleyi iki ısırışla, bir flüüpppppşş sesiyle götürüyordu.Tam yanakları dolu doluyken banada bir parça uzatıyor "hoh söndö ye hal hol hekönme" diye tuhaf sesler çıkarıyordu (meali, al sende ye al al çekinme) İnsanlar hem kokudan şikayet ediyor hemde bana "yazıkk bunun sonuda böyle olur anasına bak kızını al diye bir laf var, yalan mı ? diye acıyarak bakıyorlardı.

Yolculuk boyunca öndeki çirkin prensime gelip beni o koltuktan kurtarması için türlü kaş göz işaretleri yaptım ama o hepsini " çok tatlısın, bir yolunu bulda tenhada kıstır beni" olarak anladı, bu kadar duyarsız olduğu için yolculuğun 5. saatinde onu terkettim.Teyze tıkındı tıkındı sonrada bahtsız sol kolumun üstüne devrilip uyudu.En çok gaz çıkarmasından korkup dualar ettim heralde dünyanın gelmiş geçmiş en berbat duasıydı "allahım ne olur yanımdaki teyze osurmasın"
6 saatlik yolculuğum çok çileli geçti, içinde başlayıp başladığı gibi biten 5 saatlik bir aşk ve belgesel gibi hayretler içinde izlenen bir teyze.
Birden tısssssss diye bir sesle irkildim, korktuğum şey başıma geldi sandım meğer otobüs otogara gelmiş.
-Nihayet kurtuldum, bir daha şişman kadın yanına oturursam iki olsun diye söylenerek iniyordum ki beterin beteri olduğunu anladım.Başından beri peşimden ayrılmayan teyze arkamdan koşa koşa geldi ve otobüsün iniş merdiveninde üstüme devrilip eşsiz bir final yaptı.

Çarşamba, Kasım 05, 2008

İki dakka dur bee

Yıkılmadım sapsağlamım yazısı:

Adına adrenalin mi deniyor su çiçeği mi bilmiyorum fena halde enerji doluyum.Kendi rekorumu kırdım ve aynı anda 5 şey düşünüp 3 şey yapıyorum.Uzaydaki kara deliğin içine atlasam öteki taraftan ne şekil çıkarım ile başlayıp, ben annemden hangi tarafımla çıktım acaba ? Çoraplarımda hep kaçmış ne diye çekmecede duruyorlar ? Etrafta niye bu kadar hamile var ? Yeniden Süper Mario indirsem mi ? lerle devam ettim.Hepsini aynı anda aynı saniyelerde düşündüm.Bir taraftanda tırnağımı törpüleyip, ayak parmağımın arasına sıkıştırdığım kirli çorabı yine ayağımla kirli sepetine atıp telefonla konuşuyordum.
Odalardan, ıssız sokaklardan kulağıma Speedy Gonzales'in sesi geliyor "ariba ariba yeppa yeppa andela andela nelson mandelaaa"
Yerimde duramıyor, orda burda fırıl fırıl dönüyorum, o kadar hızlıyımki ara katmanları hatırlamıyorum.Evde mıymıylarken gözümü kırpıyorum haydaa otobüsle bir yere gidiyorum, nereye gidiyorum ? sonunda kaçırdılar işte hehey de niye otobüsle kaçırdılar ?!
Elimde "imlamı düzeltmeliyim" diye zoraki okuduğum hayatımın en sıkıcı kitabı varken 54. esnememi yapıyorum haydiii yeniden sendeyiz Hasan ?! bu seferde bir ayakkabı mağazasında makarna haşlıyorum ! Esnemeyi geri sarıp eve geliyorum, karnım acıkmış tencerede tezgahtar haşlıyorum.
Yukardaki cümlelerde bir karışıklık olduğunu farkettim ama o kadar enerji doluyumki yukarı kadar çıkıp onu düzeltemiyeceğim.Sen bi zahmet tezgahtarı mağazada haşla,makarnayıda paketine geri doldur, dolmuyosa ye, yemiyosan babayın bekini ye !

Bilgisayarada konsantre olamıyorum DNA'larıma ayırıyor beni şerefsiz.Ekrana bakarken sağ tarafımda duran yazıcının üzerinde yapışılı resimdeki kuşlara gidiyor gözüm.Birinin ağzında solucan var oradan uçuyorum eskiden solucanları toplayıp evciliklerimizde spagetti diye oğlanlara ikram ettiğimiz günlere.Neyse aman yine gitme çocukluğuna, dön buyana siminya dön yavru.Yakında ana rahminde geçirdiğin günleride hatırlarsın sen, onlarıda yazarsın neme lazım.Sol yap sol yap aha keşke sol yap demeseydim bilgisayarın solundaki duvarda tenis raketi asılı.Sanki Ana İvanoviç'imde bir kaç saate korta çıkıcam, sanki tenis kortu vardıda biz gitmedikte, sanki o eteği giydireceklerdide bacağımızı şöpölönk diye ayırmayacaklardıda sankide.Ne demeye insan tenis raketi alıp bilgisayarın sol yanına asar bu ne görgüsüzlük bu ne aşkımlaerirmisincilik, bu ne Mr.Haşimi dolce gaffana ne koydunculuk !!!!

Enerjimi, yerimde duramayışımı, duvarlara tırmanışımı geçen gün dümbeleğin birisi farketti dediki "Ay ortaçağda yaşasaydın saray soytarısı olurdun" dedi. Önce çakmadım köfteyi, alakasız pimapen pencereden baktım "hii ortaçağ filmlerine bayılırım çok teşekürler" daha şu cancaazım cümleyi kurarken bile bir anormallik olduğunu anlamıştım ama cümlemi geri çekemedim, pırtladı çıktı. Ne dedi şimdi bu bana ? Çok eğlencelisin mi demek istedi ? Saraylara layıksın mı dedi ? yoksa yoksa tipin mi kayık dedi ? Ne dedin sen ?



Pazar, Kasım 02, 2008

Yasal olsa kime tecavüz ederdin ?

Bir ara Google'a içinde "tecavüz" geçen cümleler yazıp dolaşıyordum (sapığım, hep yaparım) bu sırada ilginç bir forum konusuna rastladım.Soru şu " Şayet yasal olsaydı hangi 3 kadına tecavüz etmek isterdiniz" Yüzlerce yanıt var, o sırada hangi dizi gündemdeyse o dizinin yıldızları göze kestirilmiş.Kadın İsterse'nin Vildan Atasever'inden başlanmış, Kavak Yelleri'ndeki Mine'ye kadar gelinmiş.
-Akhh o mine varya o mine bir elime geçse ah bi geçse ! Elini kolunu bağlarım, kulağını, burnunu koparırım, şunu yaparım, bunu yaparım.
İç çekerek ballandıra ballandıra anlatılan sahneler, birilerine tecavüz etmek için yanıp tutuşan,yüzlerce adam, belki kadın.Başka hangi eylem bir tarafa ağır travmalar yaşatırken öteki tarafın fantezilerini süsler ?
Konuyu açmışken "kadınlar tecavüzü ister"düşüncesine de "hadi ordan sittiroen" demek isterim.
Hadi kılıfın bu olsun diyelim e peki kadınlar tecavüz isterde sabi sübyanda mı ister ?

Evimizin bahcesinde 20-30 adet elma ağacı vardı.Entel kezban ben, elimde kitabım bir ağacın tepesine tüner çekirdeğine, kurtuna varıncaya kadar elma yer, çöpünüde red kit gibi ağzımın kenarından sarkıtırdım. Ağaç tepelerinde o kadar çok vakit geçirirdimki beni arayanlar önce ağaçlara bakardı.
Duvarlarla çevrili yan bahcede de amcamın elma bahcesi vardı.Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür ya, sanki onların elmaları bizim elmalardan daha büyük daha kırmızıydı, talan etmek için can atardım.
Bir gün bahcede dolaşırken yine amcamın elmalara takıldı gözüm, amcamda asabi adam kesin meyveleri tek tek saymıştır, çalındığını anlasa direk bana gelir,elma merakım malum.Korkup vazgeçmek üzereyken birisi "şşşişşt" dedi.
Baktım amcamın en büyük oğlu yaşı 25 civarında ben 10-11. O her zaman bana iyi davranır gördüğü her yerde haşlık verirdi "Hadi bu tarafa atla sana elma koparayım babam evde yok"dedi. Bir zıplamayla bahceye atladım elimden tuttu, uzanıp bir iki elma kopardı "bahcenin içindeki odunluğa gidelim orada daha bir sepet var" dedi.
Odunluğa girer girmez arkamızdan kapıyı kapatıp, kilitledi.Nedenini sormama fırsat vermeden bir hamleyle beni kucağına aldı tavana kadar odun yığılmış yere yasladı ve kendine doğru bastırıp, sıkmaya başladı.Ben hala boğaz derdindeyim " ya hani elma ? bana elma verecektin bananee" diye mızmızlanıyorum.Bana ne yapmaya çalıştığını ve hissettiğim sertliğin ne olduğunu tahmin etmem imkansız.Yüzünde ve nefes alıp verişindeki korkunç değişimleri bugün olmuş gibi hatırlıyorum.O nazik, güleryüzlü ve güvendiğim insan gitmiş yerine boğazımı ve omuzlarımı ısıran, üzeri kıymık dolu odunlara tüm gücüyle bastırıp sırtımı çizik çizik çizen, ağlamaya başlayıncada ağzımı kapatıp, azarlayan bir pislik vardı.
Birşeyde göremiyordum ama artık biliyordumki çok kötü bir şeyler oluyordu, ondan kurtulamıyor, nefes alamıyordum.Öleceğimi hissetmeye başladım.Birden odunluğun kapısı zorlanmaya başladı sesi duyunca nasıl olduysa bir çığlık attım geberesice domuz beni yere fırlattı ve odunluğun içindeki başka bir odaya girip penceresinden kaçtı.
Ağlaya ağlaya yerden kalktım, kapıyı açtım.Karşımda amcam, elinde dirgen adı verilen 5 dişli bir tarım aleti, tir tir titriyordu. "nerde o itin dölü" diyerek odunluğun heryerinde rastgele koştu.
Dışarıya çıkıp içeriye giriyor, öfkesini bahcedeki tavuklara dirgen sallayarak çıkarıyordu.Sonra ne kadar korkmuş olduğuma aldırmadan kollarımdan tutup sarsarak "bişey yaptı mı sana ? söyle kızım yaptı mı" diye bağırdı.
Beni eve götürdü, annem zılgıtı kopardı, çok bilmiş büyükler başıma üşüştü hep sövüp hemde üzerimde derin incelemeler yaptılar, emeline ulaşamadığını söylediler,Oh çektiler.
O gün bunların ne olduğunu bir çocuğun masum duygularıyla anlayamadım.Kötü birşeydi ama neydi ? Beni öldürmek istemişti di mi ? Ben onu severdim ki ! Yoksa hastamıydı ?

Yıllar yıllar sonra ancak bu sorularımın cevabını buldum.Bu olaydan 3-4 ay sonra yine evine dönmüş ve hiç bişey olmamış gibi yaşamıştı.Kimsede en azından benim önümde ona hesap sormadı.Hiç kimse bana bir açıklama yapmadı, sadece "bekareti duruyor mu hah duruyor" dediler yallaahh.Oysa ben o günü hatırladıkça aynen hissediyor, insanları kocaman bir delik gibi gören, mayası bozuk, ahlaksız bu adamların aletini kesip, intikam ağacına bağlamayı hayal ediyorum.


Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...