Olamıyorum hurşit o-la-mı-yo-rummm ! Ne göründüğüm kişiyim nede görünmediğim "amann ne ciciymiş uslu uslu oturur bu, dursun şurda " görüntüme inat evden kaçarım, kedi yerim.Görüntünden beklenmeyeni yapmak gibisi var mı ? Milletin bana, şaşkın şaşırmış bakışlarından kolleksiyon yapsam mumya müzesi açardım.Kimse duymasında ben RMB eşliğinde Ankara misket oynuyorum, İron Maiden "Phantom of the opera" dinlerken don çitiliyorum, kosla oksi ekşın yırtsın orada kendini, beyazlar sert müzikle mis gibi oluyor.Kıroluksa al ahada sana kıroluk.Şahika Koçarslanlıya kurban.
İşte böyle turşu gibi karışık olmamın sorumlusu hep onlar "sülalem" çünkü yapısında ciddi bir sınıf uçurumu var. Birisi gata yok ayıp G.A.T.A ! da başhekim olur öteki Bentderesi'nde dilenci, birisi milletvekili olur, öteki üfürükçü.Bu sebeple de birbirinden saklanıp duran, cep telefonlarını açmayan, adres değiştirip izini kaybetmeye çalışan bir kamyon düzenbaz akrabamız var.Bunların arasında vefalı birisi varki Halamın oğlu Faruk. Zamanında sürüden ayrılıp kendine düzüne düzüne otel yapmış (arka arkaya 3 tane düzen kullandım, bilerek yaptım gıcıklığına.Ne diyor blogger kumanda paneli "düzeni düzenle" aha 4 oldu) büyük bir gaflete düşüp bizi yemeğe davet etti, bizde büyük bir gaflette bulunup gittik.
Vay yavrum vay buna ne diyorlar tiripleks mi ? Kaç katlı leks bu anne ! Yengemiz Hacettepe meyzunu, ABD'de master-basyon yapmış, bizim gibi Türkiye'de yapmıyor gidip tee oralarda yapmış. Bizdende nefret ediyor "ne biçim sülalen var senin" diye, Faruk abiyi akşamdan sıcak suya yatırıp yoluk yoluk yolmuş. Bize bir bakış atıp omuzunda son kalan Faruk tüylerini nazikçe çırptı.
Evdeki herşey; beyaz, saten, ipek, tüy, tül,tel gibi malzemelerden yapılmış.Koltuklar oturulmaması gereken bir şeymiş gibi görünüyor, biraz tereddüt edip ısrar üzerine çömdük.Evde bizim kuru fasulyeci Nihat'ın lokantasındaki garsonlar gibi giyinmiş bir kaç tane hizmetkar dolanıyor, birde "bonjur mösyöö matmazel, medyum keto bien, reverans" felan deseler "şatoda gibiyiz demi abi" demeyi planladım.Ama demediler yazık çok yazık.
Sofraya davet edildik, masa Ereğli demir çelik fabrikası gibi.Kişi başına 5 yada 7 çatal, kaşık düşüyor.Annem hemen el attı
-şu neymiş küccücük, git anam git 3 dene çatal mı olurmuş ! siminya seninki bana mı gelmiş bakiim bi, bunlar fazla mutfaa götür yengen yorulmasın gop gız gop
El mahkum mutfağa gitmeye yeltendim yengenin suratına tosladım.
-lütfen rahatsız olmayınız, bu işler için para ödediğimiz bir sürü insan var oturunuz yerinize rica ederim.Üstelik masadaki herşey gerekli fazla hiç birşey olduğunu sanmıyorum !
Hoşttt dese daha kibar olurdu ama alengirli yenge o, başka bişi.
Garsonlar; ilk tabakları önümüze büyük bir sessizlikle yerleştirdiler.Tabakta neler vardı:
- yerde görsem kuş sıçmış sanacağım cıvık beyaz bir bulamaç.
- havucu anımsatan ama halka biçiminde arada hareket eden bir yaratık
- bişeye benzeyen bişey
- şekilli kesilmiş haşlanmış patates, ucuna saplı bir meşe dalı ile son hali verilmiş
- yirmilik dişimin arasına sıkışan ve iki gün çıkmayan sert bişey
- pişmemiş soğuk et, kan fışkırmalıklı
edit-büdüt: yazımın başını sildim, ne salak bir girişti o be ?? yok semra kaynana, yok safra kesesi !!! ne alaka hödük !! halada biraz daha kırpasım var neyse bir dahaki yazılara naağsip kısmet