Biliyosunuz , kaç gündür bizim ev de bütün kızlar toplandık halleri vardı. Bu gün itibarıyla dağılmış durumdayız. Nazlının ağzındaki uçuklar da sönmeye yüz tuttu artık. Kocam her yüzüne bakışta , çocuğum çok hasta yaa diye az ajitasyon yapmadı bize
*********************************************************************************
Geçetiğimiz salı gününden beri ev de depolanmış vaziyetteyiz. Ben de ha bire pişirdim taşırdım. Bol bol tv izledim. Yeni bir kitaba başladım. Erasmusun '' Deliliğe Övgü''. Filmler izledim.
**************************************************************************************
Haaaa asıl önemlisi örgü örmeye başladım. Pek anlamam bu işten. Elimde beni bu tür işlerle uğraşırken gören olmamıştır. Ama pek bi özenirim. Neyse yav. Taaa ilkokul öğretmenimin öğrettiği bir atkı modelim var. Basittir ama pek havalıdır. Bir de bildiğim şal örneği var. Tığ işi. Bakın tığ işi de biliyorum. He bi de ortaokul da el-işi dersine gelen öğretmenimiz antika çekmeyi öğretmişti. Yalnız kendi solak olduğu için bana da öyle öğretti. Gerekirse antika da çekerim soldan soldan . Sahi artık bu iş yapılmıyor dimi artık. Artıkın teknoloji var. Ya bi de hani diyolar ya, örgü insanı dinlendirir , kafasını boşaltır diye. Zinhar bu tezi çürüttüm. Boynum ağrıyor bir, devamlı bi örgü , bi sağa sola balmaktan midem bulanıyor iki. Örerken de ne kadar abuk subuk düşünce varsa kafama üşüştü üüüüüç...
*********************************************************************************
Gözüme gözlüğümü takıyorum, tv karşısına kuruluyorum, üstten üstten tv izliyorum, alttan alttan da örgü örüyorum. Beni ilk kez böyle gören ev halkı kendilerini acaip hissettiklerini söylüyorlar niyeyse. Yalnız gözlük sektörüne bir önerim var. Yakın gözlüklerine silecek taksınlar. Çay içerken buhar yapıyor. Birden buğulu gözlerle bakıyorsunuz dünyaya. Atkımı bitireyin el-işi bloglarını gezicem biraz , biraz da onlarla takılıcam. Zaten bazen yemek bloglarından rol çalıyorum :))
*************************************************************
Kar gitti ama çarşamba günü geri geliyormuş. Cumartesi kar yağarken Gamze ile markete gittik. Çıkarken Gamze - anne yolu uzatalım , biraz karda yürüyelim dedi. Çünkü bu marketin ön kapısından girip araka kapısından çıkınca bizim eve çıkıyor . Evi tarif ederken zaten aynen şöyle diyorum. ............. marketin önünde arabadan in. Yürüyen merdivenlere bin:)))). Yukarı kata çık. Arka kapıdan dışarı çık. Nasıl adres tarifi . Marketten dışarı çıktık , kar topu oynaya oynaya eve geldik. Çıkışta baktım Gamze , bir arabanın üstündeki karları topladı kar topu yaptı.-Bana atmayı düşünmüyorsun dimi dedim. -Ama bu cadde de ki tek tanıdığım sensin dedi. Doğru söze ne denir. O zaman başladı işte kar topu savaşı.
************************************************************
Dün gece karı-koca daha önce izlediğimizi sandığımız bir filmi izledik. Sonunda karar verdik izlememişiz hehehe. ''Tesadüf'' olarak Türkçe isimlendirilmiş. Ev de ''raslantının böylesi'' var. Önce o sandım , o da değildi ama , çok güzel bir romantik komediydi. Güzelmiş dedi ,my koca, ben de dedim ki- seninle izlemek daha da güzel di :))) Tamam ben buraları yine sulandırmaya başlamadan gideyim.
******************************************************************************************
FİLM HAKKINDA BİLGİ::
Günümüzden on yıl önce, karlı bir Noel arifesi... Mağazalar Noel alışverişlerini tamamlamaya çalışan insanlarla doludur. Bunlardan birinde, aynı eldiveni almak için tartışan Jonathan ve Sara, mağaza çıkışında kendilerini " Serendipity " isimli restoranda sohbet ederken bulurlar. Jonathan Sara’ya ilk görüşte aşık olduğunu düşünmektedir. Ama hem Jonathan'ın hem de Sara'nın sevgilileri vardır. Restorandan ayrılırlarken Jonathan’ın ısrarı sonucu Sara bir kağıt parçasına telefon numarasını yazar ama çıkan rüzgar kağıdı uçurunca bunun biraraya gelmemeleri için bir işaret olduğunu düşünür. Jonathan bu fikri aptalca bulur fakat Sara kararlıdır. Eğer biraraya gelmeleri gerekiyorsa, bu mutlaka olacaktır, kader bunu planlayacaktır, doğru zamanı beklemeleri gereklidir... Ardından da küçük bir oyun hazırlar: Bir beş dolarlık banknotun üzerine Jonathan’ın telefonunu yazar ve o parayla bir dergi satın alır. Kendisi de eve gittiğinde en sevdiği kitap olan Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk”ının ilk basımının ilk sayfasına kendi telefon numarasını yazacak ve kitabı bir sahafa satacaktır. Eğer bir gün bu kitap ve banknot birbirlerinin eline geçerse, kader onları o zaman biraraya getirecektir. Eğer bir daha sonsuza dek karşılaşmazlarsa, bu onların asla biraraya gelmemeleri gerektiği anlamına gelecektir...