Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ağustos 2016 Salı

Git artık ağustos

Çok sıcak bir ağustos ayı geçiriyoruz. Nemden boğuluyoruz desek yeridir. Dün baktım kirpiklerim bile ıslaktı. Klimayı sürekli nem almada çalıştırsak da  sürekli klimalı ortamda olmak bir süre sonra yoruyor beni.
Ağustos sıcak, ülke havası ondan yüz kat daha sıcak.İlk kez endişelendiğimi,umutsuzluğa kapıldığımı saklamaya gerek yok.Daha görmedik mi dibi diyorum bazen.

Ağustos ayının en güzel yanı  Özlem ile tanışmaktı. O yıllardır beni okuyormuş ama yüzyüze tanışmak harika oldu.  Zeya ile yas arkadaşlığı buluşturmuş onları dilerdim ki yaz arkadaşı olsunlar ama kaderin kimleri hangi frekanslarda buluşturacağı belli olmuyor. Üçümüz bir Büyükada gecesinde buluştuk. Çokça ağladık birlikte çokça güldük. Özlem eğer okuyorsan, birlikte ağlayabilenler çok daha sağlam dost olurlar bilmelisin. Bir daha ki buluşmamızın konusu sadece flmler,kitaplar ve yemeler içmeler olur inşallah.
Özlem bizi Adanın en sakin, en güzel manzaralı yerine götürdü. Ay ışığı  ve biz vardık bir tek ve sadece biz çağırdığımızda hatta arayıp bulduğumuzda gelen çalışanlar vardı :)



biz sohbete devam ettikçe gece iyice sardı bizi ve şahane yakamozlarda bize katıldı.
Umarım ve dilerim ki bir sonra ki buluşma bu kadar gecikmez.

Adaya gidişte ve dönüşte yalnız yolculuk yaptım. Denize bakarak birer saatten iki saat kendi iç sesimle konuşmak iyi geldi bana. Hatta kendi içime o kadar dalmıştım ki az kaldı geldim sanıp Kınalı Ada'da iniyordum ve bindiğim vapur son vapurdu :)

Ada gecesinin ertesi günü karı koca Anadolu Hisarı Sabancı Öğretmen Evi'ne gittik. Hem  Rumeli Hisarı'na karşı kahvelerimizi içtik hem de öğretmen evi kartlarımızı yeniledik.
Hayret ki hayret ben hiç fotoğraf çekmemişim  o gün. Bu fotoyu kocamın instagram hesabından yürüttüm :) Ama dürüstüm bakın orasını burasını kesip kendi fotom gibi yayınlamadım :)
Son zamanlarda okuduğum kitaplardan izlediğim filmlerden söz etmiyorum. İki çok güzel kitap okudum.
ilki Çocuk  Yasası... Çok beğendim.

Adam,17 yaşında ve lösemi hastası.Tedavisi için gerekli olan kan naklini dini inanışları nedeniyle reddetmekte.
Fiona, alanında en başarılı ve en ünlü hakim
Adam'ın kişisel haklarını çiğnemeden hayatını kurtaracak kararı nasıl verecek(mi).
İkinci kitap: Bir Solgun Adam/ Selçuk Baran

Yaşadığımız sürece,  hepimizin aklından hiç olmazsa bir kere  dahi olsa geçirdiği şeyi yapmaya cesaret eden bir adam Mehmet.  Ailesinin geçimini sağlayacak durumu sağladıktan sonra bavulunu alıp evden çıkan ve kimsenin onu tanımadığı bir yere gidip yerleşen  bir adam.Hayatını değiştirmeye kalkıp her türlü yeniliğe kapalı olan bir modern münzevi... Her gün okumaya alıştığı gazetenin artık çıkmayacağını öğrendiği gün tekrar hayatını değiştirmeye kalkar  ama yeniden çatı katındaki odasına döner.  Bu değiştirmeye kalkışması bana bilmem kaç kaloriye patladı ama:) Parkta rastladığı işcilerin öğle yemeğinde yedikleri ekmek arası helvayı bir anlattı pir anlattı. 
Filmim ise  İnatçılar adıyla oynamış bizde.
 cumartesi sabahının  kahvaltı eşlikçisiydi. 28 ödüllü bir İskandinav filmi.
2015 Cannes Belirli Bir Bakış Ödülü
2015 Transilvanya İzleyici Ödülü, Jüri Özel Ödülü
2015 Palic En İyi Film
2015 Zürih Film Festivali Altın Göz Ödülü

Gözlerden uzakta bir vadide iki kavgalı kardeş, Gummi ve Kiddi, yan yana çiftliklerde, nesillerdir ödüllü koyunlar yetiştirirler. Arazileri ortak, yaşantıları neredeyse aynı olmasına rağmen iki kardeş birbiriyle neredeyse 40 yıldır hiç konuşmamıştır. Kiddi’nin koyunları bulaşıcı bir hastalık yüzünden telef olmaya başlayınca, yetkililer mezradaki tüm hayvanları itlaf kararı alır. Elbette Gummi ve Kiddi, bu kadar kolay pes etmeyecek, en yakınlarını, yani koyunlarını kurtarmak için işbirliği yapmayı bile göze alacaklardır. Amansız İzlanda’nın nefes kesen manzarası ve Kuzeyli mizahıyla İnatçılar, İzlanda’nın Oscar adayı oldu.


.
Bu arada dolunay altında bir de kutlama yaptık. Bizim Cemo yani Cemre yani bizim kıvırcık salatamız 18 yaşına girdi ve aynı zamanda artık bir üniversite öğrencisi oldu.
Dolunay bile ona kıyak yaptı o gece şahaneydi doğrusu...





Ha sabahları bu ara ananaslı yeşil çay içiyorum, pek bi şahane tavsiye ederim. 

11 Aralık 2015 Cuma

Yeni yıl ışıkları bir bir yanarken

Dışarda bir deli yağmur var. Hava; sanki akşam olmuşcasına karanlık.Evdeyim bugün...Sabah filmimi  izledim, evi toparladım ve koca bir tencere kara lahana çorbası pişirdim.Yazım bitsin, mısır ekmeği de yapacağım inşallah maşallah. :)
 Filmim güzeldi güzel olmasına da sona doğru beni çok hüzünlendirdi. Bir Danimarka sineması örneğiydi...Kuşaklar boyunca fırıncı olan baba hatta kraliyet ailesinin bile tefarikçisidir.Hastalandığında kraliçe bizzat geçmiş olsun mektubu gönderir. Ama ölmek üzeredir ve New York'da çalışması için çok iyi bir teklif alan kızının artık ekmek işini üstlenmesini istemektedir. Kız da sanat galerisi işi yapıyor, düşünün artık...

İkinci filmim ise Norveç'dendi...10 yaşındaki kızın aşkı için neler yapabileceğini ağzım beş karış açık izledim...Her anne baba mutlaka izlemeli... Norveç'li bir yazarın kitabından uyarlanmış...Film izlenme rekorları kırmış ve Norveç'de her kütüphanede bu kitap mutlaka bulunurmuş....

Son okuduğum kitap olan  M Treni/ Patti Smith den söz etmedim size, fotosunu falan koydum da bu konuda konuşamadık...Patti Smith'in ilk kitabı Çoluk Çocuk çok güzeldi...Kendi gerçek  yaşamını anlatıyordu. M Treni de hemen hemen devam niteliğinde...Okudukça ne benzer duygular yaşadığımızı düşünüyorum...Bu okur kısmı bi acaip... Okuduğu kitapta, biraz da kendini arıyor sanki... İstiyor ki yazar beni de görsün, sevdiklerimi sevsin:)
O yüzden Patti, bakın Patti diyorum o derece yani. :) Çok zevklerimiz uyuşur, aynı şeylere çok kızarız. Örnek mi o da benim gibi aya gidildiğinde çok kızmıştı, büyüsü bozuldu diye... Aynı şeyleri ben Kız Kulesi kullanıma açıldığında yeniden hissetmiştim. Bi yerde de yemek yemesek olmaz mıydı diye... Binlerce yıllık efsanenin büyüsüyle, gizemiyle dursaydı... Biblo gibi dursaydı denizin ortasında. Annemizin kırılır diye dokunmamıza izin vermediği biblolar, incecik porselenler hassasiyetiyle baksaydık ona...
Patti; şimdi de benim Murakami'mi severmiş...okumuş ben gibi bütün kitaplarını...Ve benim gibi ritüellerine düşkün, her zaman gittiği yerlerde oturmaktan hoşlandığı masaya başkası oturunca ona gıcık olabiliyor  😍 Üstelik bugün izlediğim filmde, hani dedim ya New York'a gidecekti fırıncının kızı diye...New York'da tutuğumuz evin sokağında Patti Smith oturuyor dedi, sevgilisi... Bazı şeyler nasıl böyle çakışıyor...Bir kitap okurken, izlediğin filmde yazarın adını duymak film, kitap ve sen üçgeninde bir duygu alışverişi bir görünmez bağ oluşturuyor.
( Patti Smith'in Murakami kitapları hakkında hissettiklerini yazdığı satırlar)



Dün akşam ağacımızı kurduk. O ağacın çıkarılması, hep birlikte süslemek bana inanılmaz keyif veriyor. Havada karanlık ya ışıklarını da yaktım oh kendi kndime ambians yaptım evde bugün. :)

Haydi kalın sağlıcakla... En çok da kendinizi sevindirin bugün, çayı ilk kendi bardağınıza koyun, ilk kendi tabağınıza yemek koyun...Bugün böyle yapın , bakalım...Bana da yazın 😍

2 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül

 Artık güneş ne kadar yakarsa yaksın bu at kestanesi düştü önüme bir kere... Ben akşam üzeri o hırkayı aldım üzerime ve kuru fasulye pilav pişirdim, büyükanne motifleri, etamin işlemeler düştü bir kere aklıma ne kadar debelenirse debelensin son demlerini yaşıyor sıcak, yapışkan yaz. :)





Bu hafta geçen hafta başladığım Karahindiba Şarabını bitirdim önce...bir çocuğun gözünden 1928 yazını okumak bana hangi yıl olursa olsun tüm çocukların gözünde yaz aynı duygusunu verdi. yaza veda ederken okumak hele de tabiri yerindeyse  cuk oturdu ... Çocukluk  senfonisi gibiydi... Araba korna çalmaz , o deniz atının kükreme sesidir..Yaşlı kadının elleri kelebeklerin pudralaşması gibidir...ve yerinden kalkamayan yaşlı bir adam  binlerce kilometre uzaktaki Meksika'daki arkadaşını arar...o pencereyi açar ve telefondan ona sokağın sesini dinletir...ve çocuk karseşine  der ki , şimdi seni sevmiyor olabilirim ama sen yine de buralarda ol. Etrafımda ol... Bir gün yaşlanınca altın bir altın madenimiz olabilir ve biz sakallarımızı uzatır, verandada mısır püskülü şarabı içeriz...vay be der diğer kardeş, sakal uzatmak ha, bunu çok sevdim...
İşte böyle şırıl şırıl bir yaz şarkısı gibiydi...




Hemen arkasından  başladığım  "Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar" ise bir Ankara romanı...Yazar adeta, böyle sade, süssüz püssüz de anlatılabilir bir şey demiş... İki  çok eski erkek arkadaş  ve birinin sevgilisinde oluşuyor roman karakterleri...Birbirinden farklı üç kişi ve artık her şeyi üç kişi yapmaya başlamalarıyla yeni bir yön alan arkadaşlık ....fonda soğuk, yağmurlu Ankara sokakları ve geceleri...ben çok beğendim. Bir günde de okudum...






e- kitap olarak okuduğum Kızkardeşim İçin; aynı zamanda filme de alınmış...Lösemi olan kızkardeşine donör olması için dünyaya getirilmiş 13 yaşındaki bir kızın ebeveynlerini , artık bedeni hakkında kendi söz sahibi olmak için mahkemeye vermesini anlatıyor... kitapta her karakter kendini anlatıyor...konusu itibariyle çok ajitasyona açık olmasına karşılık hiç bu gibi şeylere kaçmadan yazılmış...




Şimdi bu ne diyor musunuz? Bu yaz, çok ağır olan gündemden biraz da bunlarla kaçtım sanırım...kah yetişkinler için boyama, noktaları birleştirme kah da böyle resim yapmasını beceremeyenler için hoş bir eğlence olan adım adım resim yapmayla. :)


Bu haftanın en güzel olayı, mahallemizdeki eski İETT garajı ve tramvay deposunun böyle şahane bir kafeye dönüştürülmesiydi...Bir kütüphanenin içinde olduğu duygusuyla oturup çay , kahve içmek,sohbet etmek istersen raflardan bir kitap seçip okumak çok ama çok güzeldi ..Hele de iki sokak üstümüzde olmadı ballı lokma tatlısı oldu....

Bunlar da bu haftanın filmleri...
beshkempir bir Kırgız sineması  örneği... Oradaki bir geleneği anlatıyor aslında... Fazla çocuğu olup da bakamayan bir ailenin çocuğu, durumu iyi fakat çocuğu olmayan bir aileye beş ihtiyar kafın tarafından yapılan bir ritüel eşliğinde veriliyor...filmin devamında çocuğun ergenlikten yetişkinliğe geçişini izledik...

Kutup Çizgisi Aşıkları...Milyonlarca tesadüf bu aşkı hazırladı... Çok beğendim, görselliklerin şahane oluşu da güzelliğini katladı filmin...


 Oooh Mis Mcphee ,tanımayan bilmeyen var mıdır ki onu...pazar günü üçüncü kez aynı keyifle izledim....

Limonata: umarım hak ettiği gişeyi  yakalamıştır...çok beğendim hatta bu haftanın en güzel filmiydi...İstanbul'dan Balkanlara uzanan bir yol filmi...


E gezdik, tozduk filmleri izledik, kitapları okuduk peki yemek ya yemek aç mı durduk?  :) olur mu hiç heleki de bizim evde... Dün oturdum tv karşısına hem Ayhan Sicimoğlu'nun o doyumsuz sohbetini dinledim hem de koccaa bir tencere kara lahana dolması sardım...valla tarif isteyen yandaki aşcı şapkalı fotoma tıklasın gitsin. :)

Ay daha ne yazayım dilim damağım kurudu anlatmaktan hadi gideyim ben..

6 Nisan 2015 Pazartesi

öle işte

 Haftaya yine yağmurlu başladık İstanbul'da diye şakkadanak bir giriş yapayım :)
İyi haftalar olsun canım canım okuyucu... Bugün bizim pazarımız en çok da pazarcılar etkilenecek bu yağmurdan yoksa bana göre ne var  yaptım kabak biber dolmamı, penguen  dergileri vardı onlara baktım, tv de Ver Fırına^^ adlı yarışmayı izledim falan filan...






Bu hafta sonunun en kayda değer etkinliği herkesler evden gidince Naziş ile ikimiz evde yattık yuvarlandık, film izledik...-KIRIMLI- sonra karnımız acıktı dışarı çıktık, Üsküdar'da Derya&Deniz balık lokantasına gittik ana kız... Burası balık pazarı içinde önü balıkçı arkası ve üst katı lokanta olan bir yer... Eğer canınız şöyle balığa gömülmek istediyse tavsiye ederim... Yok ben manzara isterim, içki içmek isterim derseniz öle bişi değil anacım...Balığını yiyecen güzel güzel nasıl balık istersen hatta deniz ürünlerinden ne istersen de ye ama sonra hesabını ödeyecen gidip  kahveni Üsküdar sahilde içiçen...Biz de şöyle  yaptık, Yedik içtik, alışverişimizi yaptık, trileçelerimizi de alıp kahveye evimize geldik :) Bu triliçe çok kişi biliyordur zaten de üç sütle yapılan bir Balkan tatlısı... Anam bu sene  bi meşhur oldu, listesine almayan pastaneyi  ve de yemeyeni dövüyolar :) Üç süt : Keçi, inek ve manda sütü...Eğer bu sütleri bulabiliyorsanız yapımı çok basit... Mesela bizim burada bir mandıranın satış yeri var,orada ne sütü ararsan var...



Kitabım; Delice/Hande Altaylı bitti ama onu özlüyorum biliyor musunuz :) valla gülmeyin ya :)
Köyün en zengin adamının deli oğlu Kazım, köyün en çirkin,evde kalmış üstelik doğduğu gün köyü sel götürmüş, ebesi kör olmuş olan adı uğursuza çıkmış Meryem'e aşık olursa... Okuyun bakalım neler oluyo...


Bunun dışında iyilik sağlık diyecem de hiç hoşuma gitmeyen şeyler oluyor ülkede... Sen istediğin kadar hayatı kendine yaşanılır kıl ama ülkem dediğin yerde her gün ayrı bir hengame,hergün bir başka skandal yok kadın cinayeti yok yolsuzluk, hayvanlara işkence,yenildikleri karşı takımın oyuncularının otobüsünü uçurumlardan atabilecek kadar hırslı bir taraftar grubu, seni en mutlu gününde öldürücem diye yemin edip, düğününde halay çeken damadı arkasından vurup öldüren gözü dönmüşlük, öğrencilerinin önünde rencide edilmeye kalbi dayanamayan Halil Hoca , yemek yersin karşında aç bilaç vatansız kalmış Suriyeliler ulan demirden olsa dayanmaz yürek be...

Hadi şimdi sorun, mutlu musun diye... Yediğin içtiğin zehir, gülsen; gülümsemen yüzünde donar...Peki bizim günahımız ne... Sanıyorum gerektiğinden fazla rahat olduk, bize bir şey olmaz sandık... Ama bir tesellim var artık dibe vurduk artık hızla  yüzeye çıkarız inşallah ya da vurduğumuz yerden bir yarık açılır hepten gömülürüz...


Evet biraz dengesiz bir yazı oldu ama  ben de zaten biraz ayarsızım bilirsiniz... Karman çorman, sapdan samandan , dereden tepeden yazar dururum 10 yıldır...Artık idare edin bunca yılın hatrına :)





23 Mart 2015 Pazartesi

Baharı bekleyen kumrular gibi

Bu sene kış; kışlığını yaptı...Yağmurunu karını esirgemedi bizden şükür. Geçtiğimiz yıllarda herhalde artık karı göremeyeceğiz diye düşünmeye başlamıştım... Bu yıl Allahıma şükür karda mahsur kalıp iş makineleri tarafından kurtarılma macerası bile yaşadım :)

Dün sabah ; artık geldim diyen bahara uyandık gerçi bugün gerisin geri gitmiş gibi ama :)... Ben kuşlar gibi şakıya şakıya kalktım yataktan. Kendime yeşil çay yaptım,onu yudumlarken de kahvaltıyı salondaki masaya hazırladım. Çoktan izlemek istediğim filmi de hazırladım. Milleti ayaklandırdım. Gerçi dır dır konuşmaktan filmi izleyemedik. Ben artık yalnızken izleyeceğim. Çünkü; ''Bana Masal Anlatma'' vizyona girdiğinde izleyenlerce çok beğenilmişti ama ben izleme fırsatı bulamamıştım.


Kahvaltıdan sonra biz yine pazar klasiğimiz DSİ Çamlıca Sosyal Tesislerinde toplandık. Bir hafta öncekinin aksine her taraf yeşillenmiş ağaçlar çiçeklenmiş, papatyalar, ballıbabalar açmıştı...İstanbul'un ortasında ama ağaçlar arasında üstelikte dostlarla   olmak haftada bir bile olsa bedenime ,ruhuma iyi geliyor. Banü ile yürüyüşler yaptık, çiçek topladık en önemlisi kocalarımızı okeyde yerden yere çaldık :) Gençlik hareketi arada gezindi arada kafamıza toplaştı :) İlk kez babam da katıldı bize, baktım hiç sıkılmadı. Kah gazetesini okudu, çayını kahvesini içti hatta bir ara, bir parti okey bile oynadı bizimle...



Bu hafta yeni bir kitaba başlıyorum... İsabel Allende'nin aslında okumakta çok da geç kaldığım kitabı: Eva Luna... Aslında İsabel Allende kitaplarını biraz geç okuma nedenim çok yanlış bir zamanla okuduğum ''Paula'' dır. Bir yazarın hasta çocuğunun başında beklerken yazdığı kitabı hasta çocuğunun başında beklerken okursan etki 100 le çarpılıyor.






Şimdilik adiyö












21 Mart 2015 Cumartesi

Yağsın yağmur çaksın şimşek sen de otur evinde azıcık :)

Bugün Naziş ile evdeyiz. Hava zaten evde oturma havası...Yağmur damlacıkları camlardan süzülmekte ve bu da en sevdiğim görüntülerden biridir.Biz Naziş ile  kafamıza göre takılıyoruz  ...O belgesellerini açtı ben filmimi...
Çağan Irmak'ın son filmi ''Unutursam Fısılda''yı izleyememiştim,ağlaya zırlaya onu izledim. Çağan Irmak insanın yüreğine nasıl dokunacağını biliyor. Her oyuncu ayrı güzeldi ama benim favorim Işıl Yücesoy. Bu kendi de sesi de  kocaman  kadın her rolde daha da kocamanlaşıyor. Şarkıların da hakkını yemeyelim onlar da çok güzeldi... Tek istedikleri müzik yapmak isteyen iki gencin hatta üç gencin hikayesi...


Bu haftanın bir diğer filmi ise; Şebnem Burcuoğlu'nun  aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan '' Kocan Kadar Konuş''Dün vizyona girdi ve hemen gidip izledim. Efsun adlı bir genç kadın üzerinden giderek Türkiye'de kadınların nasıl çocukluklarından itibaren evliliğe şartlandırıldıklarını  anlatan bir komedi filmi. Ezgi Mola ve Murat Yıldırım baş rolleri paylaşmışlar. İkisi de rollerine çok yakışmıştı ama ilk bölüm o kadar zoraki ilerledi ki uyumamak için kendimi zor tuttum. İkinci bölümde  film hareketlendi ve daha kolay aktı... Efsun'un oda kapısının arkasındaki postit de ki ^^kitabı filmle yargılamayın''cümlesini de gözden kaçırmayın :)


bir önceki gün de okey grubumla buluştum. Ayıptır söylemesi insan yediğinden içtiğinden utanır demedim  vurdum da vurdum okeyleri :)Yani insan şu dolma tenceresinin hatırına bari azcık dururdu di mi ? :) Görümcem diye demiyorum hem çok iyi okey oynar hem de harika dolma yapar :)



Bundan gerisi iyilik sağlık bacım.  Biraz önce yazmaya ara verip Naziş ile bana pırasa kayganası yaptım. Bir tava kayganayı gözünün yaşına bakmadan yedik. Gamsegamse 'yi sorarsanız o bugün ekmek parası peşinde :)

Ve son olarak...Malum bugün Nevruz...

Sen lalenin Nevruz'da yaptığı gibi 
Fırsatın olursa eğer 
Lale yanaklı bir dilberle 
Beraber ol. 
Kadehi eline al, 
Sevinç ile şarap iç. 
Zira hayat; 
Bir rüzgar darbesi gibi 
Mavi göğün altında 
Seni altına alıp 
Eziverir ansızın. 

Ömer HAYYAM

Hayde gittim ben...


19 Mart 2015 Perşembe

kayıt lütfen

Günler patır patır geçiyor,yaz gelmiyor. Hava buz gibi...Dün sabah erken  saatlerde İstanbul'a kar yağdı.
Benim günlerde biraz rehavet var.Sabahları kendi kendime uzun kahvaltılar yapıyor, yaparken filmlerimi izliyorum. Yine bir film listesi yaptım ki dillere destan :)Kahvaltı için kolayını buldum.Önce kendime kocaman bir kupa yeşil çayımı hazırlıyorum veeeee şöyle gelişiyor olay :)
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı diyen Cemal Süreya ne kadar doğru söylemiş...
işte size en sevdiğim kahvaltılığım ...
Roka,dereotu,maydanoz,kapya biber,yeşil biber ve taze yeşil soğan, bir kiraz domates. ince ince doğranır,üstüne de haşlanmış yumurta dilimlenir.Hatta azıcık peynir ve bir kaç zeytin ilave edilir.En sızmasından en hasından zeytinyağ,tuz,karabiber eklenir. Yanına bir dilim kızarmış ekmek,mutlaka tomurcuk çay ilave edilmiş iyi demlenmiş çay alınır bi de güzel keyifli bir film açıp karşısına geçilir. Bandıra bandıra yenilir.
(Levent Başar'a aittir bu tarif)
(Fotoları daha önce çekmiştim, belki de yayınlamışımdır bile)


Hafta sonları  olağan DSİ sülale boyu buluşmaları,sohbetleri,okey oynamalar... Yemek saatine doğru gençlik kesimi katılıyor bize bazen eğer başka programları yoksa tabi... Sonra Survivor saatine evde oluyoruz. Kim ne derse desin arkadaş izliyorum. Keşke imkan olsa da siz de beni izleseniz o sırada...Sanırsınız maçtayım, bağırış çağırış izliyorum. Kocam iyi ki maça gitmiyorsun, kavga çıkarırsın diyor. Bu adrenalin bana iyi geliyor. Kafam boşalıyor.


Geçtiğimiz günlerde kocamın yeğeninin eşi Şive'nin konuğu olduk. Vur patlasın ,çal oynasın yedik içtik, Filiz'in doğum gününü kutladık.Şive; masada neye saldıracağını bilemediğin bir masa hatırlamıştı...Ev gezmelerini unuttuğumuz bir dönemde hem eski dostlarla buluşmak hem de bir masanın etrafında uzun sohbetler etmenin insan ruhuna ne kadar iyi geldiğini hatırlamak şahane oldu... Şu masaya baksanıza ayol :)


Kitap; yeminle hala aynı kitabı okuyorum :) Paul Auster'in radyoda okuduğu hikayeler yani...Bakın bu kitap da iyi geldi bana... Tavuk Suyuna Çorba hikayeleri gibi kısa kısa eğlenceli , hüzünlü, hadi ya doğru olabilir mi bu diyeceğiniz   bi dolu hikaye...

Salı günü de Mine Flora'ya gittik Filiz ile...Gizem'in (Filiz'in kızı) düğününde davetlilere hatıra olarak vermek için minik kaktüsler seçtik. Minem güzel gönüllü Minem bizi nasıl ağırladı. Bu kez iş ziyareti desek de o kahveler, pastalarla ağırladı bizi binbir çiçek arasında...
Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz ağacın adı; Pavlonya imiş. Mine'nin bahçesinden tabi... Çin'de yetişen bir orman ağacıymış. Çinliler konut yapımında kullanıyormuş. 200 derecede ancak tutuşabilen ateşe çok dayanaklı bir ağaçmış, fakat evlerin bahçeleri için uygun değilmiş  Sorun ki niye :) Çünküüü, alttan kökleri çok hızlı gelişen yayılan  sürekli su arayan bir ağaç olduğu için su kanallarını tıkıyormuş.İlk fotoğrafi ben çektim diğeri yeşil halini de görebilesiniz diye netten...





Ha Mine'den gelince oturdum bir tencere pırasa dolması sardım... Tabi ki dolma sararken mutlaka film izlemem gerektiğinden önce  kahvemi yapıp filmimi seçtim :)



Hadiii bir de filmden söz edip gideyim. Bugün okey grubumla buluşacağım...
Erol Mintaş; ilk uzun metrajli filminde nostalji hastalığına tutulmuş Kürt anne Nigar'ın hikayesini anlatıyor. Saraybosna film festivalinde en iyi film ve en iyi erkek oyuncu( Feyyaz Duman) ödüllerini almış...

İki kahve biri sade hadi bana müsade :)



11 Mart 2015 Çarşamba

yaza yaza yaz gelse çarşıya kiraz gelse :)

Böyle uzun aralar verince yazmaya, nereden başlayacağımı bilemiyorum benim canımın ta içi okuyucu... Eğer hala buralardaysan :) Halbuki bu blog tüm sosyal hesaplarımın içinde benim gözümün bebeği...Ama neden böyle oldu bilmiyorum. Eskisi gibi hergün yazmayı inanın çok ama çok istiyorum.

Önce bir Kadıköy dolusu Fenerli ile  birlikte izlediğim Galatasaray- Fenerbahçe maçından söz edeyim. Gündüz yine her pazar olduğu gibi  kocamın yeğenleri ve eşleri ile Çamlıca DSİ Sosyal Tesislerinde toplandık...Yedik içtik, okey oynadık derken Fatih hadi maçı da birlikte izleyelim deyince  ben kendimi bir Fenerliler denizi içinde buldum...Yalnız Kadıköy olsa neyse, masadaki tek Galatasaraylı bile bendim. Daha masaya oturur oturmaz kocam beni, Galatasaray ile ilgili hiç bir tezahüratta en ufak bir sevinç gösterisinde bulunmamam konusunda uyardı... Zaten maç izleyeceğimiz yere gelene kadar defalarca kavgaya şahit olduk.  Yanımızda Fenerbahçe atkısı ile yürüyen ezelden fanatik  Fatma Abla'nın önüne atılarak yapılan, helal annemmmm, ellerinden öperim annemmm, bu can sana kurban annemmmm tezahüratları arasında Mercan Restauranta vasıl olduk...Biz Banu, Meral, Fatma Abla kitapçıları dolaşırken, benim kocamito, Fatih ve Ercü gidip en güzel masayı kapmışlardı. Ben de hırsımı midye dolmalardan aldım :)
Meral ise  futboldan çok hoşlanmadığı için arada yeni aldığımız kitaplarına bakıp, çıkarıp okusam mı ki diye beni pek eğlendirdi :)



İstanbul'da mart ayı  sert geçiyor. Bahar gelse artık. Pencereyi açtığımda hanımeli kokuları dolsun odaya hatta razıyım yav komşunun çamaşırlarının yumuşatıcı kokusu bile dolsun. Yeter ki  bahar rüzgarı havalandırsın tülleri, kahve bardağıma girsin :)

Kitap yine bir e-kitap bir basılı kitap şeklinde okuyorum... Geceleri yatakta hafif, eğlenceli e-kitaplar tercih ediyorum... İki akşam önce ''Aşk Tanrıçasının Yemek Okulu/Melissa Senate ''ye başladım... Eğlenceli yemek tarifleri var içinde... Her tarife yalnız bir anı katmak gerekiyor, bu bazen bir tutam hüzünlü anı olabiliyor...


Diğer kitabım Paul Auster'in radyo programında okuduğu  hikayelerden oluşan bir kitap. Siz sever misiniz bilmem ama benim hoşuma gitti... Bir sobanın arkasına kıvrılıp, eline kahveni alıp okumalık bir kitap. Sobada yanan fındık kabuklarının çıtırtısı gelse,üstünde çay kaynasa, bir de portakal kabukları atılmış olsa sobanın üstüne...onun kokusu yayılsa falan düşünüyorum okurken. Belki de hikayelerden birinin çook eskilere döndürmesinden oluştu bu duygular. Televizyonların siyah beyaz olduğu yıllarda bir film izlemiştim.


Rosabud....Bir filmde adam ölürken son sözü olur ve film başlar. Çok sonra anlarız bunun ne demek olduğunu...çocukluğundaki kızağının adıdır...Kızağının üstünde bu sözcük yazılıdır.
Filmin adını unuttum, o sözü de...Ama o sahne gözümün önünden gitmedi...
Şimdi Paul Auster'in Babamın Tanrı Olduğunu Sandım kitabını okurken Salıncaklı Sandalyem adlı hikayede rastladım...Yurttaş Kane den bir sahneymiş...Kitapları okurken kendimize doğru yolculuklar da yapıyoruz zaman zaman...

İki de filmim var sözünü edeceğim ikisini de tavsiye filmlerim arasına koyabilir, izleme listelerine alabilirsiniz.
İlki yerli bir film. İlhami Algör'ün kitabından  sinemaya uyarlanan ''Fakat Müzeyyen Derin Bir Tutku Bu'' ...

.
İkincisi ise;Türkçe adı Asabiyim Ben adlı film...Oldukça ilginç bir senaryo...OSCAR‘a aday olarak gösterildi. Cannes adaylığı da olan ve 20 ödül kazanan bir film...
Öfkenin ve intikam duygusunun insanlar üzarindeki etkisini çok güzel anlatıyor..





E eee gerisi iyilik sağlık işte :) Hadi  bana müsade...

son olarak daaaa müsaitim müsaitsin müsait...





16 Aralık 2014 Salı

yedik,içtik,izledik

Ben bugünlerde kuzenim Aliye ile birlikteydim. Üç gün misafirim oldu. Kendisi kuaför olduğu için bizim evde onun gelmesiyle saçlar boyandı, kesildi, kızlar okula saçları fönlü gitti. Birlikte gezdik, yemekler yaptık,geç saatlere kadar oturduk ve de bugün gitti...,


Yılbaşı ağacımızı kurduk evi yeniyıl havasına soktuk.




Aliye'nin biz de olduğu günlerde kitap ancak yattığım da yatakta e-kitap okuma şeklinde oldu...Dublörün Dilemması/Murat Menteş'e devam ettim...

Film ise bugün izledim...Pembe Hayat çok güzel ve çok ilginç bir filmdi...


(Ma vie en rose - Pembe Hayat
Ludovic, cinsel kimlik bunalımındaki bir çocuktur. Her ne kadar bir erkek bedeninde dünyaya gelmiş olsa da bir gün bir kıza dönüşmenin hayallerini kurmaktadır. Bu durumu önceleri fazla ciddiye almayan ailesi, Ludovic’in okuldan arkadaşlı olan Jerome ile evlenme planları yapması üzerine telaşa düşer.)

Dün akşam Aliye bize kadınbudu köfte yaptı çok güzel oldu fotorafları bura ama tarifi ''Seferberlik Yemek Tarifleri''nde...Çok ama çok beğendik...



Bugünlük benden bu kada :)