Onuncu günün sonunda evdeyim...Ben evimi evim beni çok ama çok özlemiş.Size bu on günü anlatmak istiyorum da, ne anlatsam eksik kalacak.
Burcu'nun hem geleneksel hem son derece modern düğününü mü anlatsam. Davullarla zurnalarla çıktığı evden, özenle organize edilmiş modern düğüne yol aldık. Piste gelene kadar, Doğa ablasının yollarına güller döktü. Barkovizyonda gece boyu, anılar geçti. Annemle Babamı perde de görmek hepimizi duygulandırdı...Biz kuzen ordusu dansta, oyunda, horonda kimselere fırsat vermedik. Gelin'in attığı çiçeği kapmaya çalışan arkadaşlarının birbirleriyle kapışması hepimizi çok güldürdü. Gecenin sonunda onları düğünün yapıldığı otelde bırakıp biz eve döndük.
Düğünün ertesi günü ben yine soluğu Boztepe'de aldım. Çocukluk ve mahalle arkadaşım Nimet'le öğle yemeği yedik, eski günleri yad ettik. Benimle teleferiğe binerek yükseklik korkusunu yendi:)..Biz yemeğimiz bitmiş kahve keyfine geçmişken Kuzenim Güven ve Eşi Özlem aradılar. Günün kalan kısmını ve akşamını onlarla geçirdim. Tam bir Ordu günü yaşadık. Çarşıda girmediğimiz mağaza kalmadı, girmedik sokak, oturup çay kahve içmedik cafe bırakmadık. Ünlü Ordu tostunu Şamata'da yedik. Ben masaya kaldirik kavurması da getirttim. Kaldirik hafif dikenlimsi bir ottur ama kavurması muhteşem olur. Sokaklarda olmadık şamata yaptık hatta Maraş dondurmacısının kıyafetlerini giyip dondurma bile sattık. Akşamı Teras Cafede tamamladık. Denize karşı çok ama çok güzel bir yer. Hatta Ordu'da en sevdiğim mekan diyebilirim. Yiyecekleri sebze sandığına benzer bir sandık içinde servis ediyorlar.Burada buz gibi biralar eşliğinde yemeğimizi yedik, sohbetlerimizi ettik ve akşamı noktaladık.
(Ordu tostu, ekmeği aynen milföy gibi ağzıda dağılıveren bir ekmekten yapılıyor)
Ertesi günün programında benim ilk blogcu arkadaşlarımdan olup, Ordu'da diş hekimliği yapan Aysun Furtun'un evindeki benim için verdiği kahvaltı daveti vardı. Davet ama ne davet... Her gelen bir Ordu lezzeti ile gelmişti. Dibleler, yoğurtlamalar, turşu kavurmaları daha aklıma gelmeyenler. Tabi olmazssa olmazı Karadeniz Pidesi masanın baş konuğuydu... Aysun'un deniz kıyısında ki evinde akşama kadar kalkmayan masa, hiç bitmeyen çayımız, araya sıkıştırdığımız okey partisi ve okey masasında söylenen şarkılar ile Ordu'da ki pazar günümü noktladım.Ben pazar gününü noktaladığımı düşünürken Evşen , yani en küçük kuzen aradı - hazırlan seni almaya geliyorum, Teyneliye gideceğiz dedi.. Teyneli köyünün adı teinden geliyor. Sincap demekmiş ve bu köyde istemediğiniz kadar sincap var. Biz gece gece Teyneli yoluna düştük. Sora sora Bağdat bulunur hesabı, köy yolunu bulduk:)) En son Teyneli nerede diye sorduğumuz burası dedi:)) Giderken arabada avaz avaz Karadeniz türküleri söyledik. Deruleden başladık:))...Oy kemençeci dayı soktun gözüme yayı derken az kaldı köy yoluna döneceğimi yeri geçiyorduk. Köyde diğer kuzenlerle buluşup bir çay içip Ordu'ya döndük. Evşen gelince benim yatağımı kaptı uyudu ama soluğu gece benim oda da aldı. Oh olsun dedim, çünkü sivrisinek ilacını yengem benim odama takmıştı hihihiih...
Altta gördüğünüz Aysun'un kahvaltı şöleninden...
Pazartesi günü İlknur ve Nuray ile randevum vardı. Bu program ben henüz İstanbuldayken yapılmıştı. Önce Dıgı'nın enfes Karadeniz pidelerini yedik sonra teleferikle Boztepe'ye çıktık. İlknur aynı zamanda bizim yani Sipahioğullarının sanatçı bir ferdi. Yaptığı resimler sergilerde yer alır. Teleferikde , Boztepe'de bol bol resimlerimi çekti. Çaylarımızı içtik, dondurmalarımızı yedik ve onlar işten yaptıkları kaçamağı fazla kaçırmadan işe geri döndüler. Ben de başka bir programa yol aldım.
Bu kez Gülay, Gülten ve Meliha dörtlüsü olarak yine şarkı söyleye söyleye okey oynadık. Gülay'ın resmini gördüğüm ; 10 yılda bitirdiği o akıllara ziyan örtüyü yakından gördüm. Sanırsınız çiçek bahçesi.Saat dokuza geldiğinde aklıma Ordu'da bir ayilem olduğu geldi:)) Onlarda benim nerede olduğum hakkında tahminde bulunmaya çalışıyorlarmış. Hakan beni Gülaylardan aldı ve bu kez onlaara gidip helva partisi yaptık. Sora sora Bağdat bulunur hesabı benim nerede olduğumu keşfeden herkes oraya gelince, bizde Oya ile sürekli malzemeyi artımak zorunda kaldık ve iki tencere un helvası kavurduk. Tadına bile bakmadım malum diyet heheh o pideleri yutarken aklıma diyet hiç gelmedi de helvada geldi işte...
Şimdi günlerden ne oldu. Ha salı...Salı sabahı saat altıda kalkıp, yengeler yengesi aslan yenge Seyhan , Dayım, ben ve kardeşim Metin ile birlikte, önce Ünye, sonra dağ yollarına vurup Niksar'a gittik. Gördüğümüz tek bitki örtüsü çam ağaçlarıydı. Ben rabanın camına yapışıp- Ay böyle manzaraları filmlerde görüp mest oluyoruz, aynı İsviçre felan gibi 100 kere deyip deyip dayımı gıcık ettim:))dağ yolalrında, kömür ateşinde semaverde çay yapan yerlerde çay molaları verdik. Dayım bir porsiyon misler gibi köfteye üç lira denilince , bir tane fazla koyun hepimiz köfte yiyelim diye gırgırına pazarlık yapmaya kalkınca, gerçek sanan yengemi çok kızdırdı. Dayım pazarlık yaparken , yengem olmaz diyordu:))Niksar'da dostlarımız yine yalnız bırakmadı bizi,daha Niksar'a adım atar atmaz akşam yemeği programı yapıldı. Bu yemeğin baş rolünde tabiki de Tokat kebabı vardı. Gece yarılarına kadar sohbetler ettik doyamadık. Birlikte büyüdüğümüz Tahir, Melih ve Necdet... Necdet'i yıllar önce kaybettik ama o gece bir an düşümedik dilimizden. Babaları Şevki Amca; yıllarca karayolları şefliği yaptı Ordu'da ...Emekli olunca memleketleri Niksar'a döndüler ve iki dönem CHP den belediye başkanlığı yaptı.İlişkimiz hiç ama hiç kesilmedi. Hatta Melih'in kızı bana hala der. Ben de annelerine hala derim yine... Düğünlerimizi de, acılarımızı da birlikte yaşarız paylaşırız.O gece evlerinin ana artık Naz Cafe olan bahçelerinde hem yemek yedik hem eski günleri yad ettik. Ertesi sabah kahvaltı için ısrar ettiler ama biz ille de çorbacıya gitmek istedik. Çünkü Niksar çorbaları meşhurdur. Biz yengemle paylaşa paylaşa iki çeşit çorba yedik hatta... İçinde fasulyeden, patlıcana, havuca , pirince , patatese kadar her tür sebze olan acılı sebze çorbası çok güzeldi. Mutlaka ben de deneyeceğim. Çorbadan sonra yengem fırına girip her çeşit ekmekten, poğaçaya simite kadar herşeyden alınca, dayım; Fındık amelesine akmek mi? aldın dedi:))
Ordu'ya dönüş yolu yine Dağlardan , yaylalardan oldu. Bu kez dayım benim nakaratı söylemeye başladı- Lale manzaraya bak, filmlerde ki gibi diye. Kovboyun yerinde çay molası verdik. Kovboy , eşiyle çalışan gencecik bir çocuk. Arı giibi çalışıyorlar. Akkuş'a gelince oranın ünlü bir kasabı varmış onu aradık, ben telefonumu şarj ettirmek için hızlı şarj yapan bir Turkcell bayii bulup oraya konuşlandım.Sonrası, Ünye , Fatsa ve ev , sonra bir de köye gittik , üstüne tüy diktik. Gece 001 de yatağa girdim ve sabaha kadar gözümü açmadan uyumuşum.
Salı çarşamba yollarda geçince oldu artık Perşembe günü... Sabah uyanınca, sakın kahvaltı hazırlamayın ben kahvaltıyı programladım bile dedim ve Kiraz Limanı nam-ı diger Keçi Köy'de ki Aktaşlar'a gittik. Yolunuz Ordu'ya düşerse bu deniz üstünde hatta içinde gibi duran mekanı sakın sakın atlamayın.Kahvaltı da ben yine Karadeniz pidesine gömüldüm. Ama öncesinde yeşil çayımı ihmal etmedim. Pideler yendi, kahveler içildi, mis gibi deniz havası içe çekildi. Dayım oradan fabrikaya yolcu edildi ve yengemle biz hemen oraya yakın oturan teyzeme gittik. Benim meşhur Beyoğlu ekibimde çoluk tombalak ordaydılar. Zaten birlikte gelmiştik Meğer onlarda Aktaşlara gidiyorlarmış kahvaltıya, hadi sende gel, çay içersin sonra denize gireriz dediler .. Gittik, garson beni bu kez başka ekiple görünce siz sabah da gelmiştiniz dedi.- Evet ama doymadım demek ki dedim:)) Onlar kahvaltı etti ben yine yeşil çaydır, siyah çaydır takıldım. Öğleden sonra da kardeşim Metin'in eşi ve yeğenim Doğa geldi. Cümbür cemaat denize indik. Kıyıdakiler , hepsi tanıdık tabi, mahallenin çoluğu çocuğu, gelini kızı, damadı:)) Beni görünce , giden kilolara çok şaşırdılar, pek beğendiler. Yüzdük, güneşlendik, şakalaştık derken akşamı ettik. Bu arada benim başka bir akşam programım vardı tabiki de:))(kiraz turşusu kavurması, et yemeklerinin yanında servis edilir breh breh)
Ben Boztepeden inince, İlknur ve Nuray ile balık lokantalarının arasından yürürken , milletin yediği balığın içine düşünce Gülyalı tarafında bir balık lokantasında rezarvasyon yapmışlardı:)
Nuraylarında yazlığı var o tarafta...Önce Gülyalı- Akasya Altı- Muhtarın Yeri'nde balıklarımızı yedik. Fındık ağaçları içinde salaş bir lokanta...tekneleri varmış, balıklarını kendi tutuyorlarmış. Ben istavrit tava seçtim, ortaya da levrek buğulama geldi. O ne biçim lezzetti anlatılmaz , yaşanır...Yazın burayı da bir kenera...Lokantadan Nurayların yazlığa geçtik ve terasta şarap keyfi yaptık. Şaraptan mı? gecenin keyfinden mi? bilinmez çok güldük çokk.Gece yine hiç uyanmadan uyumuşum.Sabah altıda Nuray kapıyı vurup, içeri birer mayo, şort attı hadi denize dedi. İşte bundan sonrası kelimelerle anlatılmaz. Sabahın o saatinde denizin güzelliği,
duruluğu keyfi anlatılmaz. Tüm günüme yansıdı. Denizden çıkınca bir de güzel kahvaltı yaptık bahçede ve onlar işlerine yetişmek ben de akşam artık İstanbul dönüşü için hazırlanmak için Ordu'ya döndük.
( Sipahioğlu yani İsbo kızları:)))... Nuray, İlknur ve ben)
Ben eve çıkmadan yengemi aldım birlikte fabrikaya gittik. Bir çay da orada içtim. Sonra Dayımla çıktık, biletimi aldım biraz çarşıda dolaştık. Sonra da Anneme Allahaısmarladık demek için köye artık onun ebedi istirahat evine gittim.Yine çok hüzzünlendim ama yine onu iyi ki Ordu'ya götürmüşüz dedim. Biz gidemesek, kuzenler, kardeşleri hep uğruyorlar...Şimdi fındık zamanı, ameler fındık toplayacak, şarkılar söyleyecekler oaralarda, daha bir şenlenecek oralar.Köyde rastladığımız, hiç tanımadığım bir kadın beni anneme benzetti ve Mesture'nin hatırası bize dedi.Biraz da harmanda oturduk ve eve döndük.
Akşam saat 7'de İstanbul'a dönmek için yola çıktım.Yol çok uzun geldi çok uzun. İnşalah seneye havalanı inşaatı bitmiş ve hizmete girmiş olur.
Çok güzeldi herşey ama evim evim güzel evim... Çok özlemişim çok.