Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

18 Nisan 2016 Pazartesi

Ordu'da Hayat

Ordu'da hayat muhteşemdi. Bir kaç eksik dışında kuzenler bir araya geldik. Aile apartmanının merdivenleri, balkonları inim inim inledi yine...
Şamata uçakta başladı. Kuzen Ahmet ve Kızı Bahar ile birlikte yaptık yolculuğu. Ahmet  beni korkutmak için aha aha kız tepe üstü gidiyo uçak, senin tarafındaki kanat çatlak mı Lale Abla diye yapmadığını bırakmadı. 😈 Ben de boşuna çabalama oğlum - ben, bi sepetin içinde açık havada, binlerce fit yükseklikte balonla uçtum da şimdi  mi korkucam dedim   :)
 Ordu havaalanında bizi kuzen Evşen ve nişanlı adayı  Serdar karşıladı. O zaman için henüz adaydı :)  Eve gittiğimizde daha arabayı park ederken pencere üşüşenler, Lale ablaaa diye bağıranlar tarafından çoluk çombak karşılandık. Helal olsun kuzenlerime ki, teee Malatya'dan gelenler bile gecenin on birine kadar bizi yemeğe beklemişlerdi.
Yingem yingem yine Karadeniz'in tüm lezzetlerini döktü önümüze.Şu meloycan kavurmasına kırılan yumurta var ya ,efsanedir efsane... Kara lahana dolması, kaldirik, sakarca, turşu kavurması  yumulduk hepsine...
Ertesi gün yani cuma günü free günümüzdü, çünkü ertesi günün akşamına nişanımız vardı. Sabaha yürüyüşle başladık. Ebru, Eşi Uğur ve Ecemnaz ile rıhtıma kadar yürüdük, Bulvar kafede sabah kahvelerimizi içtik ve kahvaltıya eve döndük. 
Öğleden sonra ise Ordu çarşılarına daldık, her tarafa yayıldık, gruplara ayrıldık ama en sonunda Ordu tostu yemek için toplaştık. 
Ordu tostu, normal tostun iki üç misli büyüklüğünde, ekmeği özel bir ekmek, keza sucuğu  da öyle... Sürme sucuk denilen bir sucuğu var, bıçakla iyice ezilip ekmeğin arasına sürülüyor ve mutlaka yanında Ufuk gazozu içilir.
Akşamları Nazlı'nın deyimiyle dünyanın en güzel manzaralı balkonunda  oturduk, gülüştük Anneannemin bu balkondan bizi nasıl takip ettiğini hayal ettik.

Akşamları bu balkonda karşılanır da sabahları bu balkonda kahve içilmez mi?  :)Bu da önümüzdeki park ve teleferik istasyonu manzarası.
İşte  bu da balkondan teleferik manzarası


Üçüncü gün sabahı erkenden uyandık , organizasyon şirketinden gelenlerle  evi böyle süsledik....
Bu da kuzengillerle ,kadeşim Metin ve yeğenlerim Burcu ve Doğa ile nişan hatıramız. Darısı düğüne inşallah.


Ertesi sabah erkenden Ebru'ları yolcu ettik ve biz de hemen dışarı çıktık. Önce Karadeniz pideleri ile kahvaltı ettik sonra da ver elini köy.
Önce Annemi ziyaret ettik, ona son görüşmemizden  sonra neler oldu onu anlatım. işte bu anemon diğer asıyla dağ lalesi annemin hemen yanıbaşında.


Köyde harman yeri ...Karşınızda sekiz köşe kasketiyle dayım Semi Sipahioğlu.Köyde işimiz bitince
beraberimdekiler Ordu'ya döndüler. Çünkü; Ahmet akşama İstanbul'a dönecekti, ama ben bu kez başka bir kuzen grubumla yaylaya devam ettim. Mehmet beni köy yolundan aldı ve geçen kış mahsur kaldığımız  Çambaşı yaylasını, bu kez baharda görmeye götürdü.Tüm yayla bu çiçeklerle kaplıydı. Geçen yıl da misafir olduğumuz Türkmen ailesinin evine misafir olduk yine... Tarladan yirmi dakika önce sökülüp közlenen patatesler, çok hoşuma giden bu mangal, kuzinede demlenen çay muhteşemdi. Biz, yani Mehmet'in eşi Hülya ve  kızçesi Sudenur ile bir ara orada iki saat kadar uyuyup günlerin yorgunluğunu attık. Bize kızan, uyuyacaktınız niye yaylaya geldiniz diyen Mehmet' de sonra bizden çok uyudu :) Minnoş Bahar ise tüm yaylayı fethetti  :)
Yaylada yer yer kar  da vardı.  
Gelelim son güne.
Sabah kalktığımızda artık kuzen olarak Evşen ile ikimiz kalmıştık evde. Yengemle teyzemin bu kahvaltı bırakılır da gidilir mi demesine aldırmadan evden çıktık. Evşen, seni kahvaltıya çok güzel bir yere götüreceğim dedi ve Padya Otele götürdü. Manzara safi Karadeniz, kahvaltı tam Karadeniz usulü biz Evşenimo ile sohbet muhabbet keyfini çıkardık sabahın.
E şimdi Boztepe'ye çıkmadan mı dönücen dedi Evşen  ben de olur mu hiç desim ve teleferikle Boz Tepe'ye kahve içmeye çıktık. Bu Ordu seyehatinin son kahvesi de Boz Tepe Balkon cafede Ordu'ya baka baka içildi.
Biz kahve içerken yengem aradı, dayın sakarca gönderdi  gelin yardım edin temizleyelim, hazırlayayım öyle götür dedi. Ama benim program bitmemişti daha teyzeme uğramam gerekiyordu. Kuzen Yüksel, gel gız ben seni yetiştiririm her yere dedi ve hoop  teyzemi görme işini de hallettik ve nefes nefese eve geldim.

Efenim bu gördüğünüz ot, sakarca... Kıymalı ve bol soğanla kavrulup yumurtalısı  yapılır. Mısır unu ile karıştırılıp tavada altlı üstlü kızartılıp sirke ve sarımsakla karıştırılıp muhteşem bişi yapılır  :) Biz ailecek bayılırız.

Şimdi evdeyim, evcek birbirimizi çok özlemişiz. Ama yorgunluktan gözümü açamadım iki gün. Kocam, Avustralya'dan mı geldin, dedi.  :)
İstanbul'dan Ahmet, Bahar, Oya...Malatya'dan Ebru, Uğur,Ecemnaz,Zeynep...Ankara'dan Hakan
Ordu'dan Metin, Burcu, Doğa,Ayşe,  Mehmet, Güven, Hülya, Hürmet, Yüksel,Sinan, Aysuda, Evşen, Serdar
harika bir dört gündü , devamını beklerim. :)

6 Nisan 2016 Çarşamba

Adiyos hadi gidiyos

Ben biraz memleket havası alıp geleceğim inşallah.Üç yıl falan öncesinden bu foto...Teleferik istasyonu tam da bizim evin karşısına açılınca; çaya kahveye Boztepe'ye çıkıp her ne zaman -Lale nerede diye sırsalar, Boztepe'de cevabını alan teyzemleri fıtık etmiştim. Türküsü bile var, Boztepe'ye çıkmalı şu Ordu'ya bakmalı diye :)
Biraz kuzenler,biraz eski arkadaşlar,biraz kardeş biraz da yeğenlerle hasret gidermece olacak.
Bugün kitap film yazmıyorum. Çünkü artık kafamda Ordu sarhoşluğu var.
Bugün tüm vaktimi evin bensiz günleri sorunsuz geçsin diye planlamakla geçirdim.Bu arada unutmamam gerekenleri salondaki masanın üstüne yığdım, orada kendime yazdığım notlar da var, havluları değiştir, dergiye yazı gönder, kuru fasulye ıslat, eti donduruvudan çıkar, yedek şarjı çantana koymayı unutma gibi. :)

Sözün özü, adiyö... Kısmet olursa bundan sonraki yazı da Ordu var.

31 Mart 2016 Perşembe

Günler geçerken

Bu fotoğraf ile başlayayım yazıya da gözümüz gönlümüz açılsın. Çok keyifli bir akşamdan sonra gelen sabahın da keyifli olması için bu sabah erkenden soluğu Kız Kulesi'nde aldık Banu ile. Sabah dokuz sularında buradaydık.Sahilde ki taraçalar bomboştu ve sadece bizim gibi yürüyenler vardı ortalarda...o yüzden de doyumsuz bir yürüyüş oldu. Harem'e kadar yürüdük, geri dönüp tekrar İskelede tamamladık yürüyüşümüzü. Valla fotom da foto olmuş yani instagramda görenler video gibi, dalgaları bile hissettik dediler. Elime koluma, gören gözüme sağlık olsun  :)


Keyifli blr akşamdı demiştim yazımın başında dün akşam için. Dün akşam kitap kulübü akşamımızdı. Her ayın son çarşambası toplanıyoruz, Kitabımız Kaderin Kızı/ İsabel Allende idi... Kitaba, yazara  en çok da hayata dair konuştuk. Bir sabah kapısında sabun kutusu içinde bulduğu bebek Eliza ve onu annesi gibi bağrına basıp büyüten Rose'nin ve Amerika'da "Altına Hücum Yılları" nı anlatan bu kitabı biz çok sevdik. Allende kitaplarının hepsinde var olan büyülü gerçeklik kitabı bambaşka bir yere oturtuyor.
Kitap demişken devam edelim. Napoli romanları dörtlemesinin dördüncü kitabı olan; Kayıp Kızın Hikayesi raflarda yerini aldı ve bizim eve de geldi tabi. Lenû ve Lina'nın artık olgunlu çağlarındayız, küçük bir çocukken tanımıştık onları ve şimdi 66 yaşlarındalar.Elena Ferrante yazarı ve bu gerçek ismi değil. Gerçek ismini sadece yayıncısı biliyor. Napoli romanlarını ben çok sevdim ve bu kızları çok özleyeceğim.
Hadi şimdi filmler

İvan Gonçarov'un romanından sinemaya uyarlanan filmi ben başarılı buldum hatta çok beğendim.Bir çok teorisi olan ama tembelliği yüzünden bunları bir türlü uygulamaya koyamayan Oblomov aşık olunca değişmeye çelışır, hatta çok gayret gösterir ama aşk bile onu değiştiremez.Gonçarov; Oblomov ile ağır hantal Rus Aristokrasisini arkadaşı  Stoltz ise disiplini ve çalışkanlığı ile Avrupa'yı ve burjuvaziyi simgeler. 
Tavsiye filmlerimin arasına rahatlıkla koyabilirsiniz.

Aşağıdaki fotoğraflar dilmden kareler. Filmin her karesi tablo gibiydi durdurup durdurup baktım.

İkinci filmim ise Asvalt Tango
Yaşadığı hayattan memnun olmayan kadın, kocasını terkeder ve striptizcilerle dolu bir otobüse binip onlarla turneye çıkar. Kocası da arkasından  gider. Aslında bir yol filmi... Kara komedi... 
Son filmi ise yürüyüşten gelince izledim. Önce bir tencere taze fasulye pişiridm, patatesli bulgur köftesi yaptım minnak minnak sonra da çayımı demleyip oturup filmimi izledim.

Kayan Yıldızlar Gecesi filmin Türkçe adı...
Kayan yıldızları oğluyla birlikte izleyen Cecilia, oğluna 1944 de buna benzer bir geceyi anlatmaya başlar.Kendi küçük bir kızken, küçük Toskana köyünün halkının Nazilere meydan okuyuşunun hikayesidir bu.
Müzikleri de şahane...
E hadi anam ben gideyim artık, daha tutmayın beni   :)
Ha  hafta sonu planlarınız nedir kuzum, bende şimdilik hiç bişi yok da :)


24 Mart 2016 Perşembe

Kitaplar ,filmler, konserler, diyetler


Öncelikle söyleyeyim bugün diyetimin 24.günü ve 3.400 gr verdim. Şimdi niye durup dururken neden diyet diye sorarsanız, valla bu gidişe bir dur demenin zamanının geldiğini kendim anlamadım tartı söyledi. Yoksa benim için çok keyifliydi. O evden çıkamadığım karlı, soğuk, yağmurlu kış günlerinde sıcak simitlerle  löööp löööp götürdüğüm tulum peynirleri, film izlerken yediğim suspanglelerle şahane anlar yaşadık ama yollarımızı bir süreliğine ayırdık. Neyse beni bilirsiniz kalender bir insanımdır, elimdekiyle de yetinmeyi bilirim  :)
Nisan ayında gerçekleştirmeyi düşündüğüm bir planım var inşallah maşallah tüm ödüllerimi o zaman kullanacağım.

 Haydi şimdi dün geceden başlayalım. Dün gece çok keyifli bir konserdeydim. Çocukluk arkadaşım kulağa ne güzel geliyor di mi , şarkı gibi... çocukluk arkadaşım, Aysel ile gittik konsere... Konser Zorlu Center Sanat Merkezindeydi. Girerken bizi durdurup arabanın bagajına varana kadar aradılar. 
Konser, Yunan şarkıcı George Dalaras'ındı. Oda orkestrası eşliğinde saatlerce yorulmadan aynı coşkuyla söyledi şarkılarını. Konserden çıkarken resmen ruhum doymuş midemdeki açlığı unutmuştum.

Şimdi müzikten sonra filmler,  kitaplara geçelim.

Serpil kitabını almış,instagramda gördüm ilgimi çekti.  Sıkı Kontrol Edilen Trenler adı kimin ilgisini çekmez ki..Aranırken anah filmi de varmış dedim  ve hemen filmini izledim. Siyah beyaz 1966 yapımı bir film. İzlerken farkettim ki siyah beyaz film izlemenin de keyfi bambaşkaymış.
Bohimil Hrabal'ın kitabından sinemaya uyarlanan film.
Hayatın ağır aktığı bir kasabanın tren istasyonu... En büyük hareket, istasyon şefinin telgrafçı kızla çapkınlığı.. Ve bu ağır hayatın ötesinde, İkinci Dünya Savaşı'nın pençesinde bir dünya...
İstasyonun en genç elemanı, bakir Miloş, hayatı anlamaya 
çalışan toy bir delikanlı. O durağanlık içinde kendi yerini bulmaya çalışıyor ama hem kadınlar hem de acımasız savaş kafasını fena halde karıştırıyor. 
Savaş sonrası Çek edebiyatının en önemli kalemi kabul edilen Bohumil Hrabal'ın Sıkı Kontrol Edilen Trenler'i, edebiyatının evrenselliğine en güzel örneklerden biri. Yazarın 1965'te kaleme aldığı ve artık çağdaş klasikler arasında anılmaya başlanan bu eser, savaşlardan yakasını bir türlü kurtaramayan biçare dünyamıza, tarihin derinliklerinden ayna tutuyor. Sıkı Kontrol Edilen Trenler, sürpriz finaliyle, hayatın durağanlığına çakan bir şimşek...(Kitap tanıtımından)


Bugün izlediğim film ise vallah bayıldım ki bayıldım. İzleyin de aşkı görün  :)


Rozanne'nin Mezarı
Ölümün eşiğindeki Rozanne'nin tek arzusu kasabadaki mezarlığa gömülmektir.Ama mezarlıkta üç yer kalmıştır.Çılgın aşık koca yani Jan Reno , azraile tatil verdirmek ister
 ve kasabada kimse ölmemesi için elinden geleni yapar.
Ölümün gölgesindeki çılgın aşk.Bayıldım kategorisine koydum😅

Kitaplara gelinceee, çocukluğumdan beri  bir şeyler yerken ya film izlemekten ya da kitap okumaktan çok hoşlanırım. Üç gündür ise yalnız yaptığım kahvaltılarıma ve öğle yemeklerime bir e- kitap eşlik ediyor. Körlük/ Elias Canetti... Tam bir edebiyat şöleni bu kitabı ben nasıl şimdiye kadar okumamış atlamışım şok şok şok. :)
 Kitap okuyucumu vazoya dayıyorum, kahvaltı tepsimle karşısına geçiyorum. :) Okunması zor ama okunması gereken bir kitap. Çoktandır aradığım demir leblebiyi bulduğum için çok mesudum :) Bir bilimadamının gözünden insanlara bakışı ya da bakamaması, iletişimsizliğin  ve körücüllüğün romanı... Profösör Kien ve önce hizmetçisi sonra karısı Therese'nın üzerinden  açgözlülük,budalalık, iletişimsizlik  ve sonunda körleşme... Kien'in halkım dediği kitaplarıyla konuşması ise bir efsane...

Okuduğum basılı kitap ise, Nazlı Kar/ Jun'ichiro Tanizaki   Kitabın adı Japon algısını,estetiğini, Japonların mevsimlerle ilişkisini anlatıyor. Kitabın orjinal ismi Sasameyuki , çisildeyen kar anlamına geliyor.Kitapta kar sahnesi hiç olmamasına karşılık yazarın kitaba bu ismi vermesinin nedeni Japon şiirinde sıklıkla karşılaşılan sakuraların(kiraz çiçekleri)nin baharda dallarından döküldüğünde verdiği kar görüntüsünü ifade eden söz sanatı olmadı.  Mkioki ailesinden dört genç kız kardeşin çevresinde gelişen olaylar kitabın ana konusu.   Japon edebiyatına bayılırım, sakuralara deseniz aynen, kızımın adı da Nazlı bi de kız kardeşler var. Bu kitabı ben okumayayım da kimler okusun.🎎🎌🎐💞💝

 Öle işte!

21 Mart 2016 Pazartesi

İnadına bahar bahçe

Etrafımıza korkudan duvarlar çekip, bizi evlerimize kapatmak isteyenlere inat sabahtan çıktık evden.
Bizim oraların "evvelbahar"ydı dün...Evvel baharda açık havaya çıkılır, evlerde hiç iş yapılmaz, bahar karşılanır hoşluklarla gelsin diye.
 
Nasıl böyle olduk, ne olacak halimiz dediğimiz günlerden geçiyoruz. Her yanımız ayrı bir acı, denizlerimiz çocuk cesetleri atıyor kumsallara...Yaz gelse de uzansak şezlonglarımıza, kitaplarımızı okusak sıcaktan bunalınca serin sularına atlasak dediğimiz kumsallara, denizlere...
Bu arada durmayan, durmaması gereken bir hayat var.
Geçtiğimiz  perşembe günü yolum, kendi yolculuğuna bizi ortak eden @ethelmulinas ile @tavsiyeevi 'nde kesişti.  Tesadüfleri iğne deliğinden geçiren kader bu buluşmayı tam da benim diyete girdiğim bugünlerde ayarladı.

 😍Ethel Mulinas 158 kilodan 85 kiloya düşme başarısını göstermiş ve bunun yapılabilirliğini de yoğun bakımdayken yazdığı hikayesiyle anlatıyor bizlere. Bunu anlatmayı ise kendi sanatıyla anlatmayı seçmiş doğal olarak.  Yaşadığım acıları tatlı yiyerek bastırmaya çalıştım ve yıllar içinde bu kiloya ulaştım diyerek bize aslında kilo verişini değil yaşam yolculuğunu anlattı.
 Oyunun hikayesini kendi yazmış, Murat İpek oyunlaştırmış ve Çiçek Dilligil'de sahneye koymuş.
Oyunun biletleri biletix de 55 TL, gişelerde 45 TL.... Ammaaa oyunu görmek isteyenler adını bana bırakırsa , adınız gişeye bırakılacak ve 35 liraya izleyeceksiniz.
Bu arada diyetteyim demiştim ya, 3kg verdim 17 günde, hedefim ayda 5 kg verebilmek. Diyetisyenimin verdiği listenin dışına asla ve kat'a çıkmıyorum ve bol bol yürüyorum.Yürümediğim günlerde evde kondisyon bisikletinde açığımı kapatmaya çalışıyorum.

Geçtiğimiz hafta  biri sinemada biri evde olmak üzere iki film izledim.
Sinemada izlediğim "Annemin Yarası" nı çok beğendim. Bosna- Hersek ve Sırbistan'da çekilen filmde savaş sonrası acıları anlatılmıştı. Ozan Güven, Belçim Bilgin, Meryem Uzerli ve Okan Yalabık hepsi hepsi muhteşemdi ama genç oyuncu Bora Akkaş'da yanlarında hiç ezilmemiş rolünün  hakkını vermişti.



Evde  izlediğim film ise Waitress- Garson Kız, yine çok beğendiğim bir film oldu. Çalıştığı yerde yaptığı birbirinden lezzetli turtalar yapan genç kadının, çok kıskanç ve bu kıskançlığı şiddete vardıran kocası ve kasabaya gelen yeni doktorla aralarında başlayan aşkı, turta dükkanındaki çalışanlarla ilişkileri  var filmde.Alt metinde ise bir kadının özgürlük arayışı, kendine ait bir hayatı istemesi verilmiş.




Geçtiğimiz hafta Ayla Kutlu'nun son kitabı olan "Yedinci Bayrak"ı okudum.Osmanlının, Balkanlardaki topraklarını kaybederken oralarda yaşayan Türk Halkının çektiği acıları kaleme almış bu kez Ayla Kutlu.Savaşın acıları, yok ettiği yaşamlar, parçalanan aileler ve savaşın önüne katıp oradan oraya sürüklenen insanlar. Ne acıdır ki tarih bize hiç bir şekilde ders olmuyor ve dünya hala savaş çığlıkları ile inliyor.

Şu an da okuduğum kitap Kaderin Kızı/ İsabel Allende...Şili'de geçn daha sonra California'ya uzanan hikayede, bir sabah evinin önünde sandığa bırakılmış bir bebek bulan Rose bu bebeği annesi gibi büyütür. Kitapta; Sevdiği adamın evli olduğunu öğrenip ağabeyinin aralasına düşüp Şili'ye gelen Rose  ve bir zamanlar Amerika'yı saran altına hücum yılları ve dünyanın dört bir yanından altına hücum eden serüven düşkünleri arasında sevdiği adamı arayan Eliza'nın yaşadıklarını anlatmış  bu kez de İsabel Allende...



 Hayde bitti, şimdi gideyim mutfakta rengarenk biberlerden yaptığım dolmalarım pişmek üzeredir,yakıp da akşama milleti yemeksiz bırakmayayım. :)
 

14 Mart 2016 Pazartesi

Neydi Normal




 Bugünkü blog yazısında sizlere yine okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden, gezmelerden tozmalardan söz edebilseydim keşke. 
Ama ne yazık ki coğrafi kaderimiz yine  hayatımıza ket vurdu. Bir daha ne zaman  normal oluruz bilemiyorum.Bu memlekette yaşamak gerçekten çok pahalıya mal oluyor bizlere.

16 yaşındaki karaciğer yetmezliği olan çocuğu için Ankara'ya taşınan ona karaciğerini veren, hastalıktan kurtardım teröre kurban verdiim diyen babayı, oğuma bir şey olduysa yakarım bu memleketi  diyen anneyi, Oğuzcan'ı, 15 yaşındaki Eray'ı  unutacak mıyız biz.  Tek suçu oğlunun maçını izlemeye gitmek olan babanın, oglu nasıl normal yaşamına dönecek.

Biz bu nasıllarla nasıl yaşayacağız.



4 Mart 2016 Cuma

Mart

Bu sıralarda, sabah kalkar kalkmaz pencereye koşuyorum.Çünkü bu güzellikler bir kaç günekalmaz kaybolur.İnşallah mart iyi davranır onlarada donmazlar. Dantelden bir gelinlik giymiş gibi bu ağaçlardan gözümü alamıyorum.
Hep derim ya ben mahalle hayatına kurgulanmışım, her sabah kızlar okula giderken onları görüp arkalarından dua ettiğini söyleyen bakkal kadın, çatıya çıktığında bizim DigiTürk kablolarının çürüdüğünü görüp  bir daha servis çağırmasınlar diye bizimkini de değiştirip hiç bir ücreti kabul etmeyen Artur Bey, hala ağaçlara tırmanan çocukların olduğunu görebilmek mahalle yaşamının bize kazandırdıkları. Foto bizim mahallenin kahvesinden.
,

Mart ayında yeni bir başlangıç yapıp diyete başladım. Diyetisyenimin verdiği listeyi harfiyen uyguluyorum şimdilik... Rejim delmenin  tüm inceliklerini tüm üç kağıtlarını bildiğim için listeyi kocamın eline tutuşturdum ve bana askeri disiplin uygula dedim. :) Yürüyüşler yapıyorum. Telefonumda bir programım var sürekli hedeften uzaksın gayret etmelisin diye mesajlar veriyordu bana ama bugünlerde hedefi aştın diyerek kutluyor, Havalar biraz daha düzelsin deniz kıyısındaki yürüyüşlerime başlar orada denize uzanan taraçalarda keyifli kitap, çay molaları ile kendimi motive ederim.
Diyet demişken diyete başlamadan önceki son akşam elmalı kek  yapıp son bir ziyafet verdim  kendime...Bunu ilk kez denedim, şahane oldu ama uzun bir süre daha yapamam sanırım. Banu'dan aldım tarifi. Hatta fotodaki onun yaptığı, kendi yaptığımı fotoğraflamayı unutmuşum.Tarifi Facebook da Seferberlik Yemek Tarifleri sayfamda var.

Red Work kadın serimi bitirmek üzereyim bir tane dikiş diken kadın işleyeceğim tamam. Kırmızı renkle çerçeve ile çerçeveletmeye karar verdik ailece... Kocam ve kızlar gözümüzün önünde olsunlar, görelim dediler. Pek beğendiler çünkü...

Geceleri yatakta radyo tiyatrosu dinlemeye devam, tavsiye ederim. Günlük düşüncelerden sıyırıyor insanı...İnternette   eski radyo tiyatrolarının hepsi var. TRT nin sitesinden takip etmenizi öneririm, diğer siteler araya reklam almışlar. Youtube dan abone olursanız yeni eklenenleri mail adresinize gönderiyor. TRT1 de de gece 001 de radyo tiyatrosu yayınları var.

Radyo tiyatrosu demiş size nostalji rüzgarları estirmişken, yeniden ajandaya günlük notlar almaya başladım. Bir kaç yıldır tablette bir  günlük ajanda, not defteri  tutuyordum ama bunun keyfi de bambaşka... 
Nostalji nostalji demişken, bundan bir kaç gün önce ilkokul, ortaokul arkadaşım Jale alttaki fotoğrafı gönderdi. Size basketbolcu Lale'yi takdim ederim. :) Ayaktakilerden, sağdan ikinci üç numaralı oyuncuyum. O zamanlar saçlarımı hep böyle iki yandan bağlardım. O yıl şampiyon olmuştuk ve bizi çok beğenen Ordu Lisesinin çalıştırıcısı bizim takımı olduğu gibi almıştı.  Neyseki iki dönem oynamak kısmet oldu,  lise takımında.Sonra biz yeniden döndük İstanbul'a... Takımdan dört kişi İle hala görüşüyoruz, Jale, Nurgül ve Gülden...Zaten hiç ayrılmazdık. Jale hemen benim önümde oturan sağdan ilk oyuncu... Yine oturanlardan soldan ilk oyuncu Gülden yanında ki de Nurgül.

i


Ay hüzünlendim ben bi hadi dağıtalım bu havayı..

İki güzel film izledim bu hafta ilki Aşk Zamanı... Müzikleriyle, çekimiyle şiir gibi bir film. Aynı apartmanda oturan bir erkek ve bir kadın eşleri sürkli yurt dışında olduğu için birlikte vakit geçirmeye başlarlar ve eşlerinin birlikte olduğunu anlarlar...Bu kadar diyeyim ben size...

İkinci filmden de çok keyif aldım.Gişede hezimete uğradı gerçi ama tam bir Yeşilçam filmi havasında ve renklerinde...Türkan Şoray'ın yönetmenliğini kızı Yağmur Ünal'ın yapımcılığını yapıp hem de rol aldığı Uzaklarda Arama... Kasabaya yeni açılan pavyonla  kasaba halkı  pavyonda çalışan kadınlara cephe alır.Hikaye kasaba yaşayanları ve bu kadınlar arasında geçiyor.

Haydi biraz da kitap

Bahçede felsefe, Jane Austen, Sartre gibi 10 ünlü yazarın doğa ile ilişkilerini anlatan bir kitap. Jane Austen' in bahçesiz bir yerde yaşarken yazamadığını, Sartre'nin bakımsız bir parkla karşılaştıktan sonra hayat boyu süren bir "Bulantı" ya yakalanışını anlatan ilginç bir kitap
"Sinek Isırıklarının Müellifi"nde en sevdiğim kitap kahramanlarından Cemil,insanları ikiye ayırır.Vüs'at O Bener okuyanlar ve okumayanlar olmak üzere.
Bu aralarda uykum kaçtığında öykü kitabı okuyorum.Böylece bölünmüşlük duygusu olmuyor.Dün gece dinlediğimiz radyo tiyatrosu heyecanlı çıkınca uykum geleceğine tüm hücrelerim ayağa dikildi sanki.  İşte o zaman Vüs'at O Bener'in öykü kitabını aldım elime.  Havva adlı öyküsünde halıdaki beyaz kuşu kesip çıkaran besleme Havva'yı anlatır.  Kitabı okuyan Diyarbakır'da ki bir lise öğretmeni bu hikayeden çok etkilenir ve öğrencilerine mektup örneği yaptıracağı derste önce bu hikayeyi okur sonra da hepsinden Havva'ya mektup yazmalarını ister. Daha sonra bu mektupları Vüs'at O Bener'e gönderir. Bu mektuplar kitap olur ve orjinalleri YKY sergi salonunda sergilenir.  


Foucault'u sayıklamak; bana Macera kitabım blogunun sahibesi Özlem'in geleneksel yeni yıl hediyesiydi. Her yıl Leylak Dalı ve onun bana ne kitap seçeceğini heyecanla beklerim. Çok beğendim kitabı...Foucault'un etkisindeki bir başka yazarı araştırmak isterken onun etkisi altına girip hayatı tamamiyle  değişen bir doktora öğrencisi ve kız arkadaşının akıl hastanelerine kadar uzanan hikayeleri...Satırlar arasındaki kişiye dokunmak ister misiniz bazen , işte bu kitap  tam da o...

Tamam tüm kültürel etkinlikleri bitirdik. Şimdi de geçen gün yaşadığım bir güler misin ağlar mısın hikayesiyle vedalaşalım...
Çarşamba günü okey grubumla buluştum.
Okeyde hiç şansım yaver gitmedi.Gelirken yağmur tepemden boşaldı, taksi bulamadım.İskeleye kadar tahminen 2km yürüdüm. Halimi gören dolmuş kahyası şemsiyesini bana verdi. Yanımdaki kıza sen  de gel dedim, geldi. Sonra da beni hep ıslatıyorsunuz dedi. Bir çalım bir eda şemsiyenin altından çıkıp yağmur altında sucuk gibi ıslandı.  Ben de dedim ki şemsiyeyi al, ben arkadaki dükkanların tentesi altına giderim dedim. Kahya da orada bekliyordu. Bu küsmüş bana, yok dedi. Ben de senin için yapmıyorum. Ben zaten gidiyorum dedim. O zaman sahibine ver dedi. Anladım ki çok küsmüş bana. 
Ha o sırada, ben durağa yürürken bi kadın, Bağlarbaşı dolmuşu nereden kalkıyor diye sordu. Ben de ona gidiyorum dedim, peşime takıldı. Hızlı hızlı yürürken, bir taraftan da beni kaybetmesin diye arkama bakıyordum. Dolmuşu beklerken o da tente altına sığınanlardandı. Neyse dolmuş geldi, bindik.Bu demesin mi, araba gelmiş, beni çağırmadan bindin. Hasbinallahhhh dedim içimden.
Şöfor soruyor buna, abla neresi parası alıcam, bu-bilmiyorum görünce inicem. 
Eve geldiğimde kirpiklerimden su damlıyordu ama yeni demlenmiş çay vardı.
Tek tek  gelin anacım, bakın nasıl dövüşüyorum...
Hadi gittim ben, görüşmek üzere diyelim.