Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

2 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül

 Artık güneş ne kadar yakarsa yaksın bu at kestanesi düştü önüme bir kere... Ben akşam üzeri o hırkayı aldım üzerime ve kuru fasulye pilav pişirdim, büyükanne motifleri, etamin işlemeler düştü bir kere aklıma ne kadar debelenirse debelensin son demlerini yaşıyor sıcak, yapışkan yaz. :)





Bu hafta geçen hafta başladığım Karahindiba Şarabını bitirdim önce...bir çocuğun gözünden 1928 yazını okumak bana hangi yıl olursa olsun tüm çocukların gözünde yaz aynı duygusunu verdi. yaza veda ederken okumak hele de tabiri yerindeyse  cuk oturdu ... Çocukluk  senfonisi gibiydi... Araba korna çalmaz , o deniz atının kükreme sesidir..Yaşlı kadının elleri kelebeklerin pudralaşması gibidir...ve yerinden kalkamayan yaşlı bir adam  binlerce kilometre uzaktaki Meksika'daki arkadaşını arar...o pencereyi açar ve telefondan ona sokağın sesini dinletir...ve çocuk karseşine  der ki , şimdi seni sevmiyor olabilirim ama sen yine de buralarda ol. Etrafımda ol... Bir gün yaşlanınca altın bir altın madenimiz olabilir ve biz sakallarımızı uzatır, verandada mısır püskülü şarabı içeriz...vay be der diğer kardeş, sakal uzatmak ha, bunu çok sevdim...
İşte böyle şırıl şırıl bir yaz şarkısı gibiydi...




Hemen arkasından  başladığım  "Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar" ise bir Ankara romanı...Yazar adeta, böyle sade, süssüz püssüz de anlatılabilir bir şey demiş... İki  çok eski erkek arkadaş  ve birinin sevgilisinde oluşuyor roman karakterleri...Birbirinden farklı üç kişi ve artık her şeyi üç kişi yapmaya başlamalarıyla yeni bir yön alan arkadaşlık ....fonda soğuk, yağmurlu Ankara sokakları ve geceleri...ben çok beğendim. Bir günde de okudum...






e- kitap olarak okuduğum Kızkardeşim İçin; aynı zamanda filme de alınmış...Lösemi olan kızkardeşine donör olması için dünyaya getirilmiş 13 yaşındaki bir kızın ebeveynlerini , artık bedeni hakkında kendi söz sahibi olmak için mahkemeye vermesini anlatıyor... kitapta her karakter kendini anlatıyor...konusu itibariyle çok ajitasyona açık olmasına karşılık hiç bu gibi şeylere kaçmadan yazılmış...




Şimdi bu ne diyor musunuz? Bu yaz, çok ağır olan gündemden biraz da bunlarla kaçtım sanırım...kah yetişkinler için boyama, noktaları birleştirme kah da böyle resim yapmasını beceremeyenler için hoş bir eğlence olan adım adım resim yapmayla. :)


Bu haftanın en güzel olayı, mahallemizdeki eski İETT garajı ve tramvay deposunun böyle şahane bir kafeye dönüştürülmesiydi...Bir kütüphanenin içinde olduğu duygusuyla oturup çay , kahve içmek,sohbet etmek istersen raflardan bir kitap seçip okumak çok ama çok güzeldi ..Hele de iki sokak üstümüzde olmadı ballı lokma tatlısı oldu....

Bunlar da bu haftanın filmleri...
beshkempir bir Kırgız sineması  örneği... Oradaki bir geleneği anlatıyor aslında... Fazla çocuğu olup da bakamayan bir ailenin çocuğu, durumu iyi fakat çocuğu olmayan bir aileye beş ihtiyar kafın tarafından yapılan bir ritüel eşliğinde veriliyor...filmin devamında çocuğun ergenlikten yetişkinliğe geçişini izledik...

Kutup Çizgisi Aşıkları...Milyonlarca tesadüf bu aşkı hazırladı... Çok beğendim, görselliklerin şahane oluşu da güzelliğini katladı filmin...


 Oooh Mis Mcphee ,tanımayan bilmeyen var mıdır ki onu...pazar günü üçüncü kez aynı keyifle izledim....

Limonata: umarım hak ettiği gişeyi  yakalamıştır...çok beğendim hatta bu haftanın en güzel filmiydi...İstanbul'dan Balkanlara uzanan bir yol filmi...


E gezdik, tozduk filmleri izledik, kitapları okuduk peki yemek ya yemek aç mı durduk?  :) olur mu hiç heleki de bizim evde... Dün oturdum tv karşısına hem Ayhan Sicimoğlu'nun o doyumsuz sohbetini dinledim hem de koccaa bir tencere kara lahana dolması sardım...valla tarif isteyen yandaki aşcı şapkalı fotoma tıklasın gitsin. :)

Ay daha ne yazayım dilim damağım kurudu anlatmaktan hadi gideyim ben..

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Gündelik Hayat

Yaz güneşi en azından İstanbul'da biraz yakıcılığını  kaybetti...İlk kez dün gece pike hafif geldi, sabaha karşı da baya bi üşümüştüm...Artık sonbahar gelsin zaten...
Ben bugünlerde pek mahalle dışına çıkmadım, canım dışarda olmak istediğinde de en fazla mahallenin çay bahçesine gittim...Hatta bu çay bahçesi dönüşlerimden birinde bir olaya şahit oldum.Bizim  sokakta bir çocuğun elinden tuttuğu bir genç kızı sürükleyerek, seni öldürücem diye bağırarak götürdüğünü gören  bir delikanlı müdahale edince, bizim sretsli oğlan bir yumruk da ona atmış ...Ben gördüğümde bir kaç kişi daha karışmıştı olaya... Ama işin enteresan tarafı kız şoka girmiş gibi en ufak bir hareket göstermiyordu... Ben hemen telefona sarılıp polisi aradım ama heyecandan sokağın adı aklıma gelmiyor, bakkala sordum düşünün... Oğlan bu arada kalabalıktan sıyrılmış, kızı iki dizinin üstünde sürüklüyordu...ben polis gelirse gözden kabetmeyeyim diye arkalarından koştum. o arada yumruk yiyen delikanlının babası da atlamış arabaya arkamızdan geldi ama  karşıdan gelen su arabası, vay bir kişinin arkasından onlarca kişi koşuyo diye sen yolu kes...Sonra polis geldi ama sonrasını bilemiyorum... Her zamanki gibi iki nasihat edip bırakmışlardır. Bu ülkede aile içi şiddet bitmeden toplumsal şiddet olaylarının biteceğine inanmıyorum ben....
Kötü bir giriş oldu ama gündelik hayat deyince içinde herşey var...Gönül ne kadar hep güzel şeyler olsun istese de başkalarının mutsuzluğundan keyif alan bir insan türü de var 
ne yazık ki
*****************.    ***************.       

Bugünler de bolca kitap okudum film izledim...
İlk filmim Miss Meadows
Miss Meadows bir ilkokul öğretmeni, onlar için kurabiyeler yapıyor, her sorunlarına sevgi ile eğiliyor, sokaklarda sekerek şiir okuyarak dolaşıyor ama gerektiğinde de çantasından çıkardığı tabancayı ateşlemekten hiç çekinmiyor.


Çılgın Kalabalıktan Uzak...Issız Adam filmini izleyenler,  filmde bu filmin kitabından çokça söz edildiğini hatırlayacaklardır...
Konusuna gelince;19. yüzyılda Wessex'in kasabalarından birindeyiz. Bilindiği gibi o dönemde kadınların 19. yüzyılda davranış biçimlerini kısıtlayan bir sürü kural var fakat genç Batsheba bu kuralların hiçbirine önem vermeyerek kendi istediği gibi özgür bir hayat yaşamanın peşinde. Tabi bulundukları çevre için oldukça alışılmışın dışında bir hayat sürüyor. Kendi hayatını bu özgürlükle yaşarken de ona aşık olan üç farklı adamın hayatlarını alt üst ediyor.

Filmin yönetmenliğini Thomas Vinterberg yapıyor.



Kitaplarımın ilki; malesef ki adı Düşler Terzisi ama kendisi anlatım bakımından tam bir düş kırıklığı...Halbuki o kadar ilgi çekici bir konusu var ki...Bir gün elinde bir dikiş makinası ile trenden inen bir kadın, kasabanın tüm kadınlarının hayatını değiştirir..Çavuş Farrat ünüformasının altına giydiği çorapların altına bir de ipekli çoraplar giyer ve akşamları kendisine elbisler diker. Bunun  gibi nasıl ilginç tiplemeler var ama o kadar karışık bir anlatım ki insanı eh be dedirtiyor...Neyseki filme alınıyor ve baş rolü de Kate Winslet oynuyormuş...


İkinci kitabım ise başka kitaplar yüzünden gömdüğüm "Gömülü Dev" di...onun da çok sardığını söylemeyemem, ejderhalı hikayeler falan sarmıyor beni... sanırım fantastik kitaplar bana göre değil...Kötü müydü? Hayır  ama benim tarzım değildi... Halbuki çok güzel başlamıştı... Komün olarak yaşanan bir köyde artık yaşlandıkları için ellerindeki mumları alınıp karanlıkta yaşamaya mecbur burakılan yaşlı karı koca oğullarının olduğu köye gitmek için yola çıkarlar...O yörede  herkes geçmişini unutmuş çok şeyi bölük börçük hatırlamaktadır...Yolculukları sırasında onlara bir şövalye, bir yaralı çocuk da katılır,,,Buraya kadar iyiydi ama o ejderhalar çıkmayaydı.  :)

Şİmdi yeni bir kitaba başladım kiii bundan çok umutluyum çünkü çok iyi bir tavsiye ile aldım...Karahindibalara bayılırım zaten çocukluğumdan beri her gördüğüm yerde koşarım onlara :) 

Kitaptan , filmden sıkıldım diyelim bu kez de boyama yaptım, noktalama yaptım...bu sene bu yetişkinler için boyama ve noktalama kitapları çok revaçda...


Hayde gittim ben hepinize iyi bir hafta diliyorum....

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Islak Çoraplar

Memleket gündemi gibi uzun sıcak yaz bitiyor...Ne kadar da önümüzdeki haftanın yılın en sıcak günleri olacağı söylense de bugün bizim evin üstünden geçen leylek sürüsü yaklaşan sonbaharın habercisi...Pazartesi iş başı yapacak olan kızlarım da aynen öyle sonbahar habercisi gibiler.. öğrencileri için yeni eğitim öğretim yılına ön hazırlık yapacaklar şimdiden...


Limonata gibi olan çocukluğumuzun serin yaz akşamları artık yerini gece olunca daha da ağırlaşan, nemli, yapış yapış bir havaya bıraktı . Uzmanlar artık küresel ısınmanın bittiğini dünyanın artık küresel soğuma dönemine girdiğini söylüyorlar gerçi  ama bence en iyisi normal iklim şartları tabi...
 Biz tatil sonrası yaz akşamlarının ağırlığını kah DSİ Çamlıca tesislerinde ağaçlar altında, havuz başında oturarak, dost sohbetleriyle hafiflettik kah da "Bağlarbaşı Kahve Dehası" nı mesken tuttuk...yemin ederim orada esen rüzgar hiç bir yerde esmiyor...En sıcak akşamlarda bile sırtımıza şal istemek zorunda kaldık...

Bu yaz kitap okuma konusunda en tembel dönemimi geçirdim. Bilmiyorum neden ama hayatımın belki de en az okuma dönemiydi diyebilirim...ve de en az film izleme...Çok keyifli bir yaz değildi... Her sabah acaba yine ne oldu, yine kimlerin canı yandı, hangi ocaklara ateş düştü diye korka korka tv açtığımız, yaptığımız her güzel şeyden vicdan azabı duyduğumuz, lokmalarımızın boğazımıza dizim dizim diizildiği bir yaz oldu.

Sosyal platformlarda hesabı olanlar bilir. En çok bilenler, en çok ben üzüldümcüler, sürekli  ellerinde değnek, had bildirenler, her durumdan kendilerine vazife çıkaranlar, sanırsınız her yerde gözü kulağı olanlar, her haberi ilk benden duyun, illa   Da benden duyun dercesine her an tetikte bekleyenler, her türkü kaostan beslenenler zaten sıcak olan gündem ateşine birer kucak odun da onlar attılar, atmaktalar...Böyle durumlarda vınlıyorum oradan... 

Bu uzun sıcak yaz gecelerinde uyguladığım bir yöntemle bitiriyorum bu daldan dala yazıyı..
Bir kaç kez bir yerlerde rastlamış okumuştum da yuh ya bu ne demiştim. geçenlerde yine çıktı karşıma... sonra da aklıma yattı...nasıl kışın üşüdüğümüzde ayaklarımız ısınmadan vücudumuz ısınmıyordu, bu da böyle  bir şeydi..Üç gecedir uyguluyorum ve çok ama çok faydasını gördüm ve de mis gibi uyudum...
Yöntem şu, gece yatarken ayaklarınıza ıslak çorap giyiyorsunuz...Bİ yarım saat kadar yatıyorum, sonra tık tık hiç kalkmadan yerimden ayaklarımın yardımıyla çıkarıp, atıyorum yataktan...bi deneyin ama sonucu da bana mutlaka yazın...
Haydi gittim ben kalın ferah ferah



10 Ağustos 2015 Pazartesi

17 kez özledim


Bugün sen gideli tam 17 yıl oldu...17 kez sensizim...günde 17 kez aklımdasın... günler geçtikçe yokluğun azalmıyor aksine gittikçe büyüyor ve derinleşiyor...

Bu sabah kahvaltıyı hazırlarken,çocukluk sabahlarımızı nasıl şenliğe dönüştürdüğün geldi aklıma. Her sabah için mutlaka muzipçe bir yaratıcılığın olurdu. Hiç unutmam bir sabah kahvaltıya hiç üşenmeyip,zeytinin çekirdeklerini çıkarıp,içine ekmek içleri doldurmuştun... Annem zeytin dolması yapmış diye löp löp ağzımıza atmıştık da nasıl mutlu olmuştun... Sen, bizim mutluluğumuzla besleniyordun sanki...

Hayattan bu kadar keyif alan bir insan,ondan gitmek için niye bu kadar acele eder hiç anlamadım... Sen ki; uzun yolculuklarda dahi kahve saati gelince  ilk uygun yerde durup, hemen arabanın bagajından küçük tüpünü, cezveni çıkarıp o keyfini yapardın...

Denize girdiğimde kızlara,bakın anneaneniz böyle yüzerdi diyorum...Sulak gözlü bu torunların hemen göz yaşları  denizin suyuna karışıyor...

O kadar çok şey anlatmak istiyorum ki sana  mesela Metin dede oldu,  ben kayınvalide oldum,Zuhal pansiyonunda çok sevdiği hayatını yaşayıp her gün başka bir reçel icad ediyor :) Sen gideli dünya daha abuk bir yer oldu.İstanbul'un çok kalabalık,çok gürültülü...Ordu'da artık sokakta her rastladığın kişi tanıdık değil, hatta akşama kadar dolaşsan bir tanıdığa bile rastlamayabilirsin... Bizim hayallerimizi de artık daha küçük evler ve daha küçük kentler süslüyor.

Saç rengini onlarca kez değiştirdiğini bildiğim halde, ben seni hep kızıl saçların, pembe rujun ve mavi farınla hatırlıyorum...Burnumdan; o pembe şişeli,yandan minik pompalı parfümünden sıktığın koku hiç gitmiyor...


Bir gün buzdolabını açsam pembe kaselerde sütlaçlarla dolu olsa,mutfak penceresinden baktığımda lavivert döpyesin ,elinde kızlara getirdiğin paketlerin olduğu çantan ile yokuştan aşağı inerken görsem seni, denizden  gelip yazlığın balkona çay masası kursak, arkadaşların gelse tık oynasak,akşamları sahilde yürüsek sen üşüyüp omuzlarına beyaz hırkanı alsan...Metin tavuğun butlarını misafirlere verdiğini görüp, tavuğun kaç budu var anne diye sorsa, Zuhal oohhh miss gibi patates kızartması kokuyor diye girse eve ve gidişin bir rüya olsa...

 17  binlerce kez özledim seni....







2 Ağustos 2015 Pazar

Cunda Hikayesi

Geleneksel Cunda tatilimizi yaptık ve döndük...Hava çok çok sıcaktı ama canım İstanbul bizi yağmur ve rüzgarla karşılayıp ferahlattı...

Kızkardeşim Zuz'u artık hepiniz tanıyor ve Cunda'da bir pansiyon işlettiğini ve dahi evinin de Cunda'da olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. bilmeyenler sayfanın yan tarafındaki Cunda Adali Pansiyon fotosuna tıklayabilir. :)

Bu gidişimizde anladık ki Cunda ve Ayvalık artık bizim için İstanbul'da bir mahalle olmuş...
Restoran işletmecisi tanıdık, plaj işletmecisi artık ooo hoşgeldiniz diye karşılar, garsonuna ismiyle seslenir hale gelmiş hatta ev ziyaretleri bile yapar olmuşuz...

İlk gün kızkardeş beni hemen çalıştırdı, pansiyona erken gel Alman müşteriler var ama İngilizce biliyorlar iletişim sağlarsın ayağına beni çalıştırdı da çalıştırdı. :)
Kardeşim diye demiyorum, kendi elleriyle yaptığı reçelleri, sunumu harika...

Denize Beyaz Balina favorimiz olmakla beraber  Patriça Koyundaki İkinci Köy'deki ( adı İkinci Köy) zeyin ağaçları altındaki Sobe Beach'den Ayvalık'a  gittiğimiz günlerde Lale Adası'ndaki Duba Plajından girdik... Beyaz Balina; denizini ve işletmesini en sevdiğimiz yer olması açısından Sobe Beach ise konumu açısından tercih ettiğimiz bir yer...Patriça Koyun'da terkedilmiş bir Rum Köyünde bulunuyor ve Cunda'dan servisi var... Tabiat parkı içinde olması nedeniyle toprak bir yoldan ulaşım sağlanıyor...Denizde yüzerken kendinizi bir akvaryumda gibi hissediyorsunuz..Hiç görmediğiniz balıklar etrafınızda cirit atıyor... Ayrıca köyü de gezebilirsiniz...
(sobe beach)

(Cunda Patriça Koyu/ Ikinci Köy
Terkedilmiş bir Rum Köyü
Çok hüzünlü...denize girerken onların da burada denize  girdiklerini , o bahçelerde neşeli sofralar kurduklarını acaba şimdi nerelerde olduklarini düşünmeden edemiyor insan...)

Cunda'yı bizim için en güzel yapan şey  dost buluşmalarıydı... kumsallarda, şezlonglarımıza yayılıp yaptığımız sohbetler, gece yarılarına kadar uzayan şen sofralar) tatilimizi bin kat daha güzelleştirdi.Hatta Meltem ve Levent ile Ayvalık Çamlık Kır Bahçe'de upuzun şahane bir kahvaltı yaptık... kuzen Funda ve Füsun Dikiliden geldiler, İstanbul'dan Ayvalık'a taşınan Aylin ve Tayfun daha kolilerini açmadan bizi evlerinde ağırladılar... Gece çok geç oldu kahveye beklemeyelim  dediğimizde  Aylin fincanlarımızı sarıp elimize verdi, gidince bu fincanlarda kahve için diye. :) Funda balıkçıda laptopunu açıp astrolojik haritamıza baktı... kuzenim anatomi hocasıdır ama astrolojide de uzmandır... Yemek sonrası Cunda' nın içi trafiğe kapalı olduğu ve araba da dışarda kaldığı için Zuz'un rehberliğinde tepelere çıkıp daracık sokaklardan aşağı indik... sıcaktan kapı önlerine yayılan Cunda halkına benim geçerken ayaklarınızı çekin diye  bağırmama saatlerce güldük...Melek İngiltere'den geldi Cunda Meze Dünyasında Yusuf Usta'nın şahane mezeleri ile sohbetin dibine vurduk...Pansiyon nöbetine kaldığımız gece nöbeti kırıp Florina Pansiyona Emre ve Mehtap' a kahve içmeye gittik... Karşı pansiyonun sahibi fallarımıza baktı ve şaşılacak şey Funda ile benzer şeyler söyledi... hadi inşallah maşallah. :)   Banu'nun Dünyas'nın Banu'su Altınoluk'dan bize annesi ve kızıyla birlikte kahvaltıya geldi sonra Beyaz Balina ' da birlikte denize girdik...Ayvalıklı dostlar Nükhet ve eşi Tahsin Bey yine bir deniz gününde bizi yalnız bırakmadılar ve bizim de artık  Ayvalıklı olmamız için ikna ettiler. :)



sıcaktan ve sohbetten çok kitap okuyamadım...Bu yazın Cunda kitapları bunlar oldu...

Sıcak gecelerde gece lambam ay oldu... Nerdeyse gözgözeydik...Gittiğimizde karpuz dilimi olmak üzereydi bizi dolunay olarak uğurladı...Fotoyu dolunay olduğu gece yatağımda yatarken çektim...

Yemek yediğimiz restoranlarda Cunda Meze Dünyasında şahane Girit mezeleriyle Yusuf Usta, Ra restoranda ızgara balıkları, koruklu bamyası, ızgara pileli kalamarıyla Ayşegül ve eşi Ragıp hep itina ile ağırladılar bizi...

Artık evimize döndük nasıl özlemişiz .Hemen kahvemizi yaptık, Aylin'in fincanlarına koyduk, Melek'in İngiltere'den getirdiği tereyağlı kurabiyelerimizi de aldık ooohhh  Home sweet home. :)

Peki sizden ne haberler var, görüşmeyeli nasılsınız....

17 Temmuz 2015 Cuma

Kanlıca'nın yoğurdu Bayramın kokusu :)

Canım blog ya ben ne kadar mahcubum sana ve beni buradan takip edenlere...
Ama bu ramazan bir rehavet içinde geçti...halbuki ilk göz ağrımsın...

Yazmadığım günlerde ne yaptığıma dair anlatacağım bir Kanlıca sefası  var ki gerçekten de çok eğlenceliydi...

Kanlıca sokaklarından görüntüler...Gamsegamse Mehmet'e poz verirken ,aralarında konuşurlarken, Kanlıca'nın  çiçeği böcüğü benim kadraja takılanlar. :)

 
Bunlar da bence Kanlıca'nin gerçek sahipleri olan hayvanlar...


kitap tezgahı bulur da dalmaz mıyım, dalar da Mehmet'e yakalanmaz mıyım ?  :)


Kanlıca dönüşü  Görümcem hadi iftarı biz de yapalım deyince ikiletmedik. :) mutfağa hep beraber dalıp yemekleri de yetiştirdik...

Bu da Dragos'da havuz sefamdan...
O kadar tenhaydı ki doya doya keyfini çıkarttık...

Öyle böyle ramazanı bitirdik...bu sene çok ara vere vere tutabildim...

Bugün bayramın ilk günüydü malum ama bizim misafirletimiz dün geceden başladı...Ordu'ya gidecek olan kuzenler erken bayram ziyareti yaptılar...
Bugün de kocamın kabilesinden bayamı İstanbul'dan geçiren bir küçük kuple  ziyaretimize geldi buna da şükür der  tatile gidenlere iyi tatiller dileriz. :)

Hepinizin bayramını kutlar bayram şenliğinde bayramlar dilerim...

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Söylenecek sözüm var çalınacak sazım var. :)

Yazmadığım günlerde ;
İstanbul dışından gelen kuzenim Ebru ile bir gün, Moda sokaklarında dolaştım...

Başka bir gün kuzen Ahmet bizi aldı ve Küçük Çekmece/ Kanarya mahallesinde kuş isimli sokaklarda kaybolduk...Aklımıza gelebilecek gelmeyecek her kuşun adını taşıyan  sokaktan geçtik de bir tek aradığımız Martı sokağı bulamadık...Navigasyonumuz bizi deli danalar gibi dolaştırdı ama ne gam biz kemençe eşliğinde Karadeniz türküleri  söyleye söyleye şehirde kaybolmanın tadını çıkardık...



Onun dışında serin  serin gecelerin keyfini kitap okumanın keyfini çıkarttım ve çok güzel kitaplar okudum okuyorum...
İlk kitap İlhami Algör'den ...kendine ait bir yazım dili olan ender yazarlardan...onun hınzır, muzip bir dili var...Kurduğu cümleler akılalmaz...kitabın adı bile bunu anlatmaya yeter...İKircikli Bİricik....hem de kuzenim Ebru'nun hediyesi...Herkesin uyuduğu bir sabah okuma odamdaki koltuğuma kuruldum ve okudum...arka kapağındaki cümleler çok güzel anlatmış kitabı...yalnızlığın, arayışın,bulma ümidinin,şehirlerin, caddelerin,şarkının ve şiirin romanı demiş...

İkinci kitabım Melek Dili/Dimitrie Dinev... Leylak Dalıcım tavsiye etmişti... Henüz daha yarısına bile gelmeden ben de hiç korkmadan tavsiye edebilirim rahatlıkla...Garcia'nın Yüzyıllık Yalnızlık romanındaki kadar olmasa da kalabalık soyağaçlarının olduğu arkadaki conda ise Bulgaristan politik hayatının bulunduğu  bir roman... 

Kızlar tatildeler artık gece geç yatmalar, sabah geç kalkmalar var bizim evde...Ne yazık ki oruca ara vermek zorunda kaldım, bir kaç gün ama pazartesi inşalah yeniden başlayacağım...Gözümdeki rahatsılık beni biraz zorladı, en sonunda önceki gün yeniden doktora gittim...evet bir sorunum var ve altı ayda bir takip edilecek... Doktorum okumanın, yazmanın  ya da izlemenin bununla hiç bir ilgisi olmadığını söyledi de evdekilerin dilinden  kurtuldum en azından...



Şimdiii bir de yemek tarifi vereyim hatta vermeyeyim siz gelip "Seferberlik Yemek Tarifleri" ne bakın... Yan taraftaki aşcı şapkalı fotoma tıklamal yeterli.
eğer sizin evde de bizim ev gibi ramazan gelince bayat pideler birikiyorsa; işte onları kırpıp kırpıp yıldız yapabilirsiniz. :)
Hayde gideyim artık söylenecek söz kalmadı gayrı. :)