yaşar kemal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaşar kemal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2014 Pazar

bir arşivi oluşturmak parçalamak ulusa maletmek ulus gidip baksa da ayrıntıların güzelliğine bayılsa.. diyorum .. canıtın sen ne dersin..


saime hanım öldükten sonra..
benim bir parçamın da ..
 daha doğrusu parçası olduğum şeyin de yok olmaması kaygısına kapılmıştım..
bir değerin bir devrin parçası olduğu duygusundaydım..
onun yaşça küçük bir arkadaşının ..
"çok özel bir kadındı.. etkileri azalarak kaybolacak" demesi de ürkütmüştü beni..
"hayır" demiştim.."bende devam edecek ve sonra benim çocuğumda.."(o zaman tekti 24lük)..
o da tekrarlamıştı "dediğim gibi.. azalarak kaybolacak"
kadın matematikçiydi.. bense ..

bir telaş almıştı beni..
sıradışı bir karakterdi.. 
sıra dışı bir dönemde yaşamıştı..
o nedenle midir bilmiyorum..
evindeki çöplerini toplamıştım..
 tüm ıvır zıvır ve kıvırlarını.. 
tüm.. eklenip bitirilememişlerini..
ve sonra onların bir kısmını bir çerçevede toplamıştım.. 
anıları nasıl saklarsınız diye de bir yazı yazmıştım
 yıllar sonra bu konuda.. 

yaşadığımız günlerde..
anıların kişiye ait olduğunu görüyoruz..
kolektif anılar yok..
kolektif olanlar bile.. herkesin kendi penceresinden..
işte günlükler bu nedenle önemli..
hatırat biriktirmek bu nedenle önemli..
topluma farklı pencerelerden bakmak için .. 
kanıtlara kayıtlara gerek var..
biz yazmayı sevmeyen bir ulus olduğumuzdan..
ve üzgünüm ama ..
 okuma yazma bilmeyen sayısı her zaman çok olduğundan..
okuyanın da pek yazası olmadığından..
 hep sözel anılara güvenmek zorundayız.
ve devlet arşivlerine.. ha bir de.. 
basına..

işte o yüzden kimden dinlersen farklı anılarımız var..

bir osmanlı ailesinin..
yazmayı ve günlük tutmayı seven babasının yazdıkları..
 günlükleri.. sonradan çocuklarının ilk cumhuriyet yıllarında çektikleri yaptıkları fotolar.. yaşam izleri.. 
bir arşivi parçalamak adı altında..
sergileniyor salt-galata'da..

benim gibi yanılıp galatadan aşağı yürümeye kalkarsanız esnafa sormayın.. 
esnaf bilmiyor..
ve ben bunu anlamıyorum..
onca turistik bir yerde tezgah aç sonra da hiç birşey bilme..
yani bu insanların asla gidip bir kez bile ellerinin altındaki..
giriş ücreti olmayan böyle yerleri gezmemelerini hadi anlıyim da..
kimse mi sormuyo yani yolu..
neyse..
salt galata diye bile sormadım inanın bir ikisine..
 hemen yakınında yer alan..
sen piyer ve sen pol kiliselerini sordum hani turistler sormuştur diyerek..
 onu da bilmediler..

neyse..
bina osmanlı bankasının eski binası ..
rüya gibi bir yer.. 
saray gibi bir mimari..
o merdivenler.. vestibüller.. hele de o içeri girilirken kulanılan döner kapı..
serginin bulunduğu kattaki enine oval pencereden görünen istanbul silueti..
 beni benden aldı..

serginin öyküsü şu 
bu demin bahsettiğim osmanlı beyefendinin..
bir burjuva karikatürünün..
 ailesinin 4. kuşağı..
torun çocuğu..
 fransada yaşayan..
 fransızla evli bir hititoloji uzmanı.. ekol de luvr'da çalışıyor..
kadın..
"artık ben bu evrak-ı metrukeyi metrukluktan kurtarsam" deyip.. salt'a bağışlıyor..
2 sene sürüyor ayıklaması ve 
ne çöptür ne değildir ortaya çıkıyor..
sergi oluşuyor..
bu bir arşivcilik ve bir tarihçe sergisi..
çok aydınlatıcı..
çok estetik çok şık..

havada lavanta kokusu.. 
kulaklarda aileden kalan plaklardan 10 15 tanesinden çalınan ezgiler.. 
gözler önünde.. mektuplar kartlar.. fotoğraflar defterler..
kitaplar.. bir iki tane de özel eşya..
rıh hutusundan mühüre bastondan düğün bohçalarına..

bir de canlandırma yapılmış.. animasyon.. 
o da fır-daim oynuyor bir perdede..

bana kalanlar..
aa dedirtenler..
en çarpıcı olanlar..

-sevgi gösterilebilir bir şeydir..



-bir çok konuda yazar çizer konuşuruz da can evimizden vurulduğumuzda..
sözcüklere sığmayız..
en alt satırda büyük bir acının.. sadecik ifadesi..


-aile tarihi içinde ulusal tarih de yer alır..




-özen insanı farklı kılar..
hem göstereni hem gösterileni..


ben kendimi ayrıntıcı sanırdım ama değilmişim meğer.. 

ordan çıkınca.. 
aşağı karaköy'e yürüdük..
acıkmış susamış halde.. yerleştik beyaz masa örtülerle donanmış bir lokantaya.. 
mezeler şarap..
fikirler aklımda..
güzellikler..


not.. sergiden çıktığımızda kanalizyon deiliğinden bişeyler sarkıtmış çalışan işçiler vardı kaldırımda..
kolay gelsin dedim..
her biri ayrı ayrı.. 
teşekkürler dediler..
altı yedi adam ve sonunda usta başı.. 
altı yedi ayrı sesten teşekkür ederim..
ne kadar açız aslında zerafete..
görülmeye.. farkedlimeye..

not.. lokantaya yürürken kağıthane'ye de uğradık..
kendime.. bir huzur defteri ile bir mor defter aldım..

üç gün önce "kaleidoskop istiyorum bennn" diyen çekirdeğin..
arasam bulamam nerde satılır bilemem .. dediğim..
 kaleidoskopu da orda kasaya yakın duruvermiyor muymuş meğer.. 
onu da aldım..
sevgili 24lüğe de tabii.. tuhaf şeyler sever çocuklarım var..
çekirdeğe.. ıvır kıvır ve zıvır.. 24lüğe bir "yalnızlı-k defteri alarak tamamladım alışverişi..
her gezimden illa birşeyler topladığımdan bizim aile arşivi pek kalabalık pek tımarhane.. =)..

not üç mü ne bilmiyom..
ayrıca salt'ın nefis bir kitaplığı.. eş düzeyde nefis bir kitapçısı var..
ordan da bir kahve masası kitabı olarak..
 yaşar kemal ara güler ve turhan selçuk üçlüsünü aldım.. 

ayrıca tezer özlünün yaşamaya katlanabilmek için 'i ile 
murathan mungan'ın  kadınlar arasında'sı da alınacaklar listemden silinip.. okunacaklarıma yerleşti..
benimle mey'haneye ordan da eve geldiler..
yani ataletle canıtın cephesinde değişen bir şey yok..
yine istanbul yine sergi yine kitap yine şarap..

çektiğim video için.. yine feysbuk...
sergi hakkındaki diğer yazılar için..
Image Hosted by ImageShack.us

19 Şubat 2014 Çarşamba

madem artık o dergi yok.. zaten okumanın zamanı yok.. hem burda da zaman yok.. o zaman birkaç kitap daha yaz çağırıştıranından..

‘Öyküyü öykü yapan…
Sizin "bundan sonra ne olacağını bilmek" istemenizdir –öykünün bu kadarcık bir parçası, sizi bir sonrakine götürür.’
           Ursula K. Le Guin

Yaz geldi. İstanbul’da biraz eziyetli geçiyor artık yaz. O yüzden  yıl boyunca tatilin hayalini  kursak da, sıcaklar bastırdığında sahilleri, deniz serpintilerini, rüzgarda çırpınan yelkenleri daha çok özlüyoruz. Tüm kıyıların plaj olduğu, her yerinden denize girebildiğimiz zamanlarda daha kolaydı yazlar. Şimdi İstanbul’da denizi ancak seyredebildiğimizden serinlemek için, dinlenmek için bu güzel şehirden kilometrelerce öteye taşınmamız gerekiyor.

Daha ilkbaharda başlıyor, yaz tatili temalı yazılar, reklamlar, alışveriş kılavuzları. Birkaç yıldır kitaplardan bahseden bloglar, yayınevlerinin internet siteleri, edebiyat ve kültür dergileri de tatil ve yaz kitaplarından söz etmeye başladılar. Moda dergilerindeki “yaz tatiline giderken yanınızda götürmeniz gerekenler” sayfalarına benzer “tatile hangi kitapları götürmeli” sayfaları oluşmaya başladı.

Öğrenciler için karne ile birlikte, yazın okunması gereken kitaplar listeleri verilmesi çok eski bir uygulama. Gençlerin eğlenmeye dalıp da beynini beslemekten uzak kalmaması için düşünülmüş olsa gerek. Elbette bu, kitabı yaşamın olmazsa olmaz bir unsuru saymayanlar için. Diğerleri listeyle sınırlanamaz zaten.

Benim için yaz tatilleri araya ders çalışma zorunluluğunun girmediği süresiz okuma zamanlarıydı, bahçede, odamda, sahilde, okuma özgürlüğüydü. Hatta okuldan verilen okuma ve özet çıkarma listesini ödev gibi algılardım da o kitapları son günlere bırakırdım her zaman. Bütün yaz kitap okuduktan sonra son dakikada okuma ödevi yetiştirmem, son gece özet yazmam ironikti. Okurluğun başlarındaydım daha o zamanlar, anne ve babamın kitaplığı elimin altındaydı. Her kitap bir macera, bazıları kaçamaktı. Bu durumda yaz kitapları ya da tatil kitapları listeleri bana çok yabancıydı. Ama her olgu, gereksinimlerden doğar, yaşam etki tepki prensibiyle sürer diyerek bu listelerin ortaya çıkma nedenini araştırdım ve öğrendim .

Meğer türk insanının gereksinimler listesinde kitap 235. sırada imiş, ve yaz gelince kitap satış mağazalarından ve internetten  kitap satışları bir anda yarıya düşüyormuş.

Söz konusu kitap olunca, ben bazı prensiplerimi uygulayamıyorum sanki. Tüketime çağıran reklamlardan hiç hoşlanmıyorum aslında. Ama kitaplar satılsın ve okunsun ki yenileri yazılsın, basılsın istiyorum. Yazarların geçim derdi olmasın, rahat rahat üretsinler istiyorum. O yüzden tanımadığım insanlara kitap önermesem, yaz tatili listelerini sevmesem de, yaz kokulu kitaplardan söz etmek istiyorum bugün.

Bunun için hazırlık olarak, yaz döneminde yeni çıkan ya da yeniden basılan eserlere, son haftaların çok satanlar listelerine, ve bu yaz ne okumalı yazılarına ve geçen yıl tatilde okuduklarıma bir göz attım. Kumsalın fiziksel durumunu düşündüm, ve yaz yolculuklarında okuduğum kitaplar hakkında olarak hafızamı yokladım.

Çantamıza atıp götüreceğimize göre, hafif olmalı, güneşlenirken gölge etmemeli, ufak tefek olmalı. Sahilde aniden patlayan kahkahalar, çocuk sesleri, denizden gelen şakalaşma sesleri ilgimizi dağıtacağından, konusu ya içine alıp götürmeli, ya da bölünen dikkate rağmen  kolayca devam edilebilecek kadar sürükleyici olmalı. Siestalar, denize girip çıkmalar, sahil sohbetleriyle kesileceğinden, belki de öykü ya da deneme kitabı olmalı. İçselleştirebilmemiz için bulunduğumuz yerlerde geçmeli. Benim gibi her ayrıntının peşine takılmak isteyenler için önemli bir ayrıntı da, içinde çok fazla görderme olmamalı. Geçen yaz Murakami okurken, yanımda bilgisayarım olmadan okuyamadığımı farkettim bu yazarı. Bir hiç tanımadğım Jazz sanatçısından bahsediyordu, bir  Beatles’dan, sonra bir başka yazardan ya da şairden. Her birini hemen dinlemek, görmek istiyorum ben. Kahramanlar Norvegian Wood dinliyorsa, dinlemek istiyorum ben de okurken.

Gezi notları okuyalım o zaman... Daha mavi yolculuk denilen kavramın oluşmasından onyıllar önce, denizden kıyı kıyı tekneyle dolaşıp, arkeoloji profesörü dostlarının rehberliğinde antik şehirleri de gezen ve 2000 yılının hazıran ayında kaybettiğimiz sıradışı insan Mina Urgan’ın, Bir Dinozor’un Gezileri kitabını önerebilirim. Hem başkaldırmış da oluruz sıradanlaşmaya. Ne olsa anlattığı ve özendirdiği, çalışma aşkı, bilimsel mantık , dürüst insanlık örneklemesi bir yana itilip okulların okuma  listelerinden çıkarılan bir yazar Mina. Benim için  ise ilk kitabının (Bir Dinozorun Anıları) daha beşinci sayfasına geldiğimde, adresini bulsam, şu kitabı bıraksam,  kapısına dayanıp, “hadi ben bir kahve yapayım, siz de bana anlatın anılarınızı, yaşadıklarınızı” diye teklif etsem dedirten insan.

İlle de Ege’de geçen birşeyler okuyalım, “Alaçatı’da Aşk “mesela, Mehmet Coral’ın o özenli türkçesinden. Sayfaların arasından  Alaçatı’nın tuz kokulu rüzgarı vursun yüzümüze, sokaklarındaki parke taşları üzerinde ilerleyelim, aşkın sadeliği ve güzelliği, meyve ağaçları dışında bir süsü olmayan doğal ortamlara ve yaşam biçimlerine  götürsün bizi.

Mino’nun Siyah Gülü’nü okuyalım, Hüsnü Arıkan’dan. 1960’ların ege’sinden bugünlere uzanalım. Yıkanmış avluları, meyve bahçelerini yaz kokularını yazarın sade ve özenli anlatımından, okuyalım. Etkileyici bir roman, ilginç bir kurgusu var. Şiirlerini  yazarken az sözcükle derin duyguları anlatma becerileri olduğu için mi bilmem ama bence şairlerin yazdığı romanların başka bir tarzı, sırça gibi ince bir tınısı oluyor. Bir şairin yazdığı romanı okuduktan sonra insanın içinde  zarif ve  kırılgan bir güzelliğe tanıklık etmişlik duygusu kalıyor.

Murathan Mungan okuyalım, elime aldığımda tasarımına da bayıldığım “ Aşkın Cep Defteri” örneğin, kısa kısa notlar, şiirler, anılar ve denemeler derlemesi. şöyle bir baktım kitaba ne çok köşesini kıvırmışım. Rasgele birisini açtım “aşk büyümeyi bilmiş insanların çocukluğudur belki de, ancak kanatlarını büyütebilmiş insanları hak eder” diyordu.

Yaşar Kemal okuyalım, “Karınca’nın Su içtiği” insanıyla, yaşamıyla sabrıyla tutkularıyla coğrafyasıyla bir akdenizli romandır. Yaşar Kemal’in o zengin diliyle , güzel kurgusuyla, ifade gerçekliğiyle alır götürür insanı minicik bir adaya konuşlandırır. Ada üçlemesinin tümünü okuyalım hatta. Yaz zaten okunmak istenip de fırsat bulunamayanları okuma zamanıdır aslında.

Selim İleri okuyalım, “ Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak”. O hep İstanbul’u anlatır ne güzel anlatır. “Vapurla önünden geçerken, Küçüksu Plajı’nda kabinlerin boyandığını gördüler, yaza hazırlık. Beyaza boyanıyordu kabinler; boz kumlar, mavi deniz. Kırkı aşkın yıl sonra o an yine. Ne Küçüksu Plajı kalmış, ne de beyaz kabinler. Ama o an yerli yerinde.”

Robert Harris’ten Pompei’yi okuyalım. Eğer ege’de, mavi deniz, yeşil tepeler arasındaysak, hele ağustos böcekleri ötüyorsa çılgınlar gibi, havada bir kekik kokusu ince ince tozuyorsa hele, romanın  kahramanının peşinde dolaşalım, Milattan Önce 79 yılının ağustos ayında, bir benzer coğrafya’da dağ tepe su yollarını izleyelim.

Maeve Binchy okuyalım, “Yıldızlı ve Yağmurlu Geceler” e karışıp yunan adalarına geçelim, sirtaki notalarına, retzina lezzetine, akdenizli insanın sıcaklığına karışalım.

Adalet Ağağolunun yazlarına karışalım, Yaz sonu’nu okuyalım, İstanbul’da serin kuytularda dolaşalım. Ya da Romantik Bir Viyana Yazı’na gidelim yazarla birlikte. Hiç romatik olmayan fikir gezdirmelerine eşlik edelim.

Ya da, ille bu sene yazılmış basılmış bir kitap okuyacaksak, Ahmet Ümit okuyalım “ Sultanı Öldürmek” hem gerilim hem tarih. Ben tatili beklemeden okuyorum. Her zamanki gibi ayrıntılara özen göstermiş yazar; hatta belki fazla özen göstermiş. Ya da Patasana ‘yı okuyalım, aynı yazardan (benim en sevdiğim kitabıdır) , hem o yaz mevsiminde geçer, Hitit’te  bir aşk hikayesidir, bir cinayetle başlar, adım adım çözülene kadar, bir bugüne getirir okuru, Hitit’ler zamanına götürür.

Gerilim severler Stephen King’in yeni kitabını okumalı bence, “22/11/63”. Yeni çıkan kitabı, sırada duruyor, yatağımın baş ucunda, “Sultan’ı Öldürmek” biter bitmez başlayacağım.
Okumanın zamanı yok, tadı hep aynı; mevsimsiz okumalar en güzelleri. Ben sevdiğim yazarların külliyatlarından eksik kalanları bitireceğim bu yaz. Aslı Erdoğan’ı, Marquez’i, Onur Caymaz’ı, Yekta Kopan’ı bitireceğim.

Le Guin’in dediğine gönderme yapmak istiyorum yazımı sonlandırırken, “okumayı keyifli yapan sizin sonra ne olacağını merak etmenizdir”.

Yaz mevsiminin ve tatilinin kitapla ve keyifle geçmesini dilerim.


Image Hosted by ImageShack.us

20 Aralık 2012 Perşembe

lerzeler.. uçuşlar.. kış kar.. martılar ve diğerleri..


her sabahın köründe uyanıyorum..
çekirdek bu yıl daha geç çıkıyor evden..
ama ben eski saate göre uyanıyorum..
sonra tekrar uyuyorum..
eskisi gibi zen saati peşinde de koşmuyorum..
istediğim saat zen olabiliyor artık..

ama o tekrar uyumak pek fena birşey..
uyanamıyorsun..
saatin tepesine basıp..
olmadı üzerine yatıp susturuyorum..

sonra panik halinde evden fırlıyorum..
en sevmediğim..

bu sabah.. bir mesajla uyandım..
kar var heryerde diyordu..
sabahlığımı bile almadan fırladım..
yol üzerinde bana günaydın demeye çalışan şaşkın avniyeyi kaptım  sıcacık..
önce mutfak camından dışarı kontrol bakışı evet kar var.. hem de fena dört parmak..
ve yağmaya devam ediyor..

evde kalma vakti..
kalma isteği..
iç çekiş..

kediyi ..
artık çıldırmış haldeki hayvanı serbest bırakış..
çekirdeğin odasına dalış..
elhan-ı şita okuyuş..
o ne be!! ben uyuyorum cevabıyla geri püskürtülüş..

hazırlanıp işe geliş..
gün boyunca  gelen her hastaya hayret ediş..
ne azimliler..
üstelik hepsi kronik..

bir adet futbol şortu ile gelmiş olan genç xx'e şok geçiriş..
bol bol tek şekerli sütlü kahve içiş..
yine elhanı-ı şita kulağı çınlatış..

şu anda dışarısı kilit.. 
herkes arabasında oturuyor..
istanbullunun neden kıyametten korkmadığını biliyorum..
bizim hergünümüz bir başka kıyametle imtihan zaten..

bu arada hayret ettiğim bi şeyi.. hatta iki.. gömesim var satır altlarına..
birincisi bu devirde hala güven duyabilenler..
tanımadıkları insandan gelen iki çift laf nedeniyle etkilenenler..
ikincisi.. hala beni uyarılarıyla düzeltebileceklerini sanan kişilerin olması..

ikisi de eşdeğerde şaşırtıcı..

yine eş zamanlı okuyorum..
pasaklı olduğumdan bir türlü şu yan tarafa eklediğim atalet ne okuyor ne okudu listelerini güncellleyemiyorum..
onları kaldıracağım..

şu anda.. bir yandan  gökyüzü sinemasını okuyorum.. diğer yandan..
yaşar kemalin ada  dörtlemesinin sonuncusunu..

sarı çiçekli mavi kuşlarla dolu pınar başında.. yıldız izliyorum..
az fantastik öyküsünde ilerliyorum..

sırada bir çok kitabım var..
bu duyguyla ısınıyorum..

evin her yerine kokinalar serptim..
kırmızı yeşille eğleniyorum..
iyiyim aralığın yirmisinde keyfim yerinde..


Image Hosted by ImageShack.us
Follow my blog with Bloglovin