ataletçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ataletçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2017 Salı

Hygge çellınc öreke ve diğer şeyler..

Juno bu ayin ve subatin bir kisminin..
Zor gececegini soylemisti nitekim..
Öyle geçiyor..
Herseye rağmen rutinlerimde biraz zevk aldigim seyler bulundurmaya uğrşıyorum..

Zamanında carpe diemcilere ne kadar sinir olduysam..
Şu yapay hyggecilere de öyle kiziyorum..
Ayrıca varoluşculardan da hazzetmem..

Neyi sorguluyorsun..
Gelmis suyun dökeceksin..
Hangi sistemde geldiysen dünyaya..
Bütün dünya çeşitlemelerine göre değil..
İçinde bulunduğunda var olacaksin..
Bir artı değer getireceksin.. bir fark yaratacaksın..
Konu ne olursa olsun..
İsviçre alplerinde sürü güderken ağaç tohumları eken adam gibi..
Kendi başına milyonlarca hektar orman yaratan bangladeşli gibi..
Srilankalı sokak köpeklerine kendini adayan veteriner..
Yangından kurtulan hayvanlara ellik diken kadınlar..
Bu kadar buyuk bile dusunmeye gerek yok..
Yerde gördüğü pet şiseyi kaldırıp çöpe at.. önce..
Sonra daha büyük bir dünya hayal et..
Ay şekerim bizd de çok pisisz..
Öyleyiz canım..
Sen kirletme..
Ve bir ucundan temizlenmesine katkıda bulun..
Yengeç çorbasımıydı..
Yok tavuk suyuna çorba..
İşte öyle değil..
Gerçekçi ol..
Bak nasıl iyi ki varım canım kendim noktasını da geçip..
Düşünecek vaktin bile kalmıyor..

Ben neden geldim bu dünyaya diye düşünürken..
Gecip gidebilir yaşama sürenin değerli zamanları

Carpe dieme neden sinir oluyordum..
Bildiğin oportünizm ile karıştırdılar..
Fırsatçılık değil o anlatılmak istenen..
Var olduğun anın güzelliğini kaçırma deniyor orda..
Vır vır etme..
Koşulların içinde iyi bir şey bul ve sevin deniyor..
O diemi carpelemek isteyen fırsatçılar yüzünden bildiğin toplumsal çöküş oldu..
Kımsenin sıkıcı şeylere emekle oluşturulana sabrı kalmadı..
A bak ne güzel mekan o zaman carpe..
Ee evde seni bekleyenler ?..
Yarına yetisecek işler..
Önce onsan ol.. artı değere geçir çevreni..
Sonra carpele bişey ille anladığın buysa.. an yakalamaktan..

Şımdı hyggeciler geldi...
Hygge insanı koza gibi sarıp sarmalayan.. iç ısıtan.. dolayısıyla çocukluğunuzda güvende olduğunuz..
Korumalı olduğunuz anlari anıları çağırıştıran ögeleri tanımlayan sözcük..

Yani kol örgüsü ile yapılan battaniye hygge olamaz neden..
Çünkü olsun olsun iki yıllık geçmişi var..
Ama soba üstü kestane..
Sabahları mutfaktan gelen tıkırtılar .. kızarmış ekmek kokusu.. hygge..
Bal kabağı çorbası değil bizim hyggemiz.. tarhana çorbası..
Kırk yama herkese hygge.. 
Pazen kumaş da oyle.. 
Bizim nesile hygge..
Gel yirmi yaşlarındakilere onlara polar kumaş hygge..
Bir filmcik izledim..
Önünde sepet olan bisiklet hygge..
Neden.. çünkü içine ailen için yaptığın alışverişi koyuyorsun..
Seni büyük aile yemeklerine götürüyor anılarında..
E peki biz.. 
Benim hyggemi bir fırtına ve istanbul belediyesi yıktı mesela..
Benim için aile yemeği..
Karaköyden vapurla gidilendi..
Ayrıca banliyö trenleriydi .. benim hyggem.. e yok artık..


Sarılmak neden iyi gelirmiş insana..
Çünkü vücudunun sınırlarını belirlermiş..
Çok canim yanıyor dediğinde aslında..
Ne kadar çok olabilir ki bedenimin sınırı buysa sermiş algı alanımız..

Son hafta.. daha çok elimle işler yaptım..
Yemek.. örgü ütü..
Ütü benim icin hygge..
Yatak çarşaflarımı değistirdim..
Ben çok severim yatak yapmayı..
Yeni ütülenmiş gergin mis kokulu yatak..
Ritüel gibidir günün güzel.. gecenin huzurlu olmasının simgesi..
Bu el işlerinde bana.. lucifer ve the oa eşlik ettiler..

Dünya dar gelince insanlar fantastiğe kaçtı bence..
Dünyanın dar gelmediği tek yer..
Artisanat yapan kadınlar..
Zanaat yani..
Gerçi bazıları artık.. sanatçı düzeyine gelmiş olanlar var..
Dün kalın merinos yünüm geldi ve onunla.. 
Benim hyggem olmayan ama ileri yaşında çrkirdeğimin hyggesi olacak olan..
Battaniyeyi ördüm..

Bir tutam yün arttırdım..
Onu da bu akşam kirmenimle eğireceğim..
Ülkemde öreke bulamamanın ama turkish spindle kullanan bir çok dünyalı kadının varlığını ögrendim.. bu kaç puan..
Hatta egirme yünü ve kirmeni kit haline getirip satıyorlar..
Ben de bir asyalı hanımın.. 
Çekilişle hediye edeceği kampanyaya katıldım..
Neden olmasın.. 

Yatak odama perde aldım bilog..
Adını rebecca koydum perdenin..
Üzerinde sanki bol teyel gibi bir desen var zira..
Ve bana sutralardan.. bol teyellerden.. kuşların göç haritalarından bahseden kitabı yüzünden rebecca solniti anımsattılar..

Yatak odamda ikinci büyük değişiklik yer alıyor..
Ve bu dekorla ilgili degil..
Bir de şu çelıncı eklersem.. çok icerikli yazmış olurum..

10 yıl sonra nerde nasıl yaşamak istiyorsun..
On yil sonra hala yaşıyor olayım yeter dermişim..
Yok ben ulu bir ağacın gölgesinde sırtım ağaca dayalı..
Elimde erbanem..
Önümde yanan ateş üzerinde kazanım..
Önümde serili bir yeşil alandan deniz görür halde oturup..
Yine instamda feysimde..
Kitabımda bloğumda olmak istiyorum..

Gelelim 15. Soruya..
Hangi ünlü arkadaşın olsun istiyorsun derlerse..
Rebecca solnit ve meryl streep derim..
Mina urgancığım vardı.. kaybettik onu..
Bu kadınlar komşum olsun.. çat kapı giderim olsun isterdim..

15 yaşındaki ergene ne nasihat vereceğim..
Herkes veriyor zaten.. vermem..
Sorarsa danışırsa söylerim fikrimi..
Onlar da sormaz..
Zaten insana b.ka bakar gibi bakıyorlar o yaşta...
Hastam olarak geliyorlar bazen..
Ebeveynleriyle beraber..
Ay bi dilinin ucuyla cevap vermeler filan..
Ama inatla onlari muhatap aliyorum..
Bir numara dediğim..
Ben seni tedavi edemem.. annen baban da..
Senin bu tedaviye uyman gerek..
Fizik tedavi isim benim..
Egzersiz vericem yapmiycak..
Basket oynama diyeceğim .. oynayacak..
Istemem oyle..
Kendi bedeninin sorumluluğunu almalısın diyorum..
Hazır mısın buna..
Süper anlaşıyoruz ergen hastalarımla..
Bakıyorum pıtır pıtır kontrollere bile tek geliyorlar..
Haa ergen ebeveynleriyle anlaşamıyorum..
O ayrı....





31 Aralık 2016 Cumartesi

Bu gecen yılın özeti olsun... ne yapacak listesi.. ne ben yaptım özeti olmayan son blog yazısı..

Düzenli bir kadin olmadim hiç..
Düzenli bir blogcu da..
Ama bu yıl bir yılin son günü yazısı koyasım var..

Bu yıl çok ve güzel okudum..
Sanki hep ömür boyu hatırlanacak kitaplar seçmışim..
Bir öyle cok ve güzel kitaplar yığını da beklemede..

Bu yıl kendimce ilk kez çok ve uzun tatiller yaptım..
Bayramları ilk kez önceden bilip tatilleri onların yanına..
Yöresine serptim..

Datça'da ilk kez..
Saime hanım değil..
Çekirdeğin ev sahipliğini hissettim..

Armutluyu arındırdım..
Tadını çıkardım.. kışının.. ilk ve sonbaharının..

Günübirlik kırklareline gidip döndüm..
Mazeret üretmeden..

Bu sene ilk kez..
Çekirdek gece dışardayken uyudum..

Bu sene çok üzüldüm.. kahroldum.. yaşananlara..
Genclere akademisyenlere yazarlara.. gazetecilere..
Sur'a cizre'ye nusaybin'e ankara'ya.. 
Gencecik erlere.. polis memurlarina.. 
Annelere babalara.. kızını soğutucuda saklayanlara..
Kızını çizmesinden tanıyanlara..
Annesini asfaltta yatarken yedi gün camdan bakanlara..

Bu sene bir deyişimi değiştirdim..
Iki darbe bir muhtira gördüm yerine..
Iki darbe bir muhtıra birkalkışma yaşadım diyebileceğim..artık..

Bu sene de insan olup insan kalmaya..
Kadın dayanışmasına..
Çocuk haklarına sahip çıkmaya..
Gidip görmediğim yerlere kitap olup sevgi olup sınav harcı olup yetişmeyi başardım..

Dostlara aileye vakit ayırabilecek..
Şu yıllardır beklenen öykü kitabı yerine romanımsımın ilk bölümünü yazmak son günlerine sığıştı yılın..

Vejetaryen oldum peynir ve yumurta yiyen cinsinden..

Erbane edindim.. çalmaya başladım..
Ana mayalar ürettim..
Ekmekler çiçek reçelleri yaptım bu sene..

Bloğu terketmedim..
Facebooktaki atalet sayfam kapandı.. 
Yenisini açtım farklı adreste.. 

Yine yeni ve doğal şeyler yaşaması.. dostu.. sohbeti sevgi ve dayanışması çok..
Üzüntüsü.. çaresizliği ve yabancılığı az bir yıl olsun ikibinonyedi.....

3 Nisan 2016 Pazar

Rebeka kızkardeşim.. vircinya ablam oldukça.. dünya güzel olur.. gelecek var olur.. di mi canıtın..



iş yerimin karşısında bir pastane var..
kaldırim üzerinde masalar ve onlarin etrafında büyük saksılar içinde,,
taflanlar var..
bazen bir yerlere gitmek için o saksilarin yanindan geçerken ciyak ciyak bağırışan serçeleri duyuyorum..
şehrin en kalabalık ve trafik gürültulü semtinde benim dikkatimi çekebilecek kadar yüksek bir cıvıltı..
bir yek serçe yok görünürde.. ama talanlar hep kuş cıvıltısı..
durup dururken insanı gülumseten bir koro..
etrafima bakarım ..
koşturan kaygılı kalabalık içinde bencileyin..
bu sesi duyan ve içi kıpır kıpır olan var mı..
yoktur..
en azindan benim gibi tam o köşeye gelince duraksayan..
etrafa göz atan.. sesin kaynağını arayan kimseyi göremem..

Hey sen..
Sen ordaki..
Bu koşuşturan kalabalık içinde bizi farkeden kadın..
Sende hala ümit var..
Yaşamı sevme ve silinip gitmeme dürtün var senin..
diyorlar gibi geliyor bana..

gecen gün .. nefis ve aldatıcı kış güneşi altında yürürken o köşeden..
yine dikkatimi çekti..
ama bu kez sesin olmaması..
kimbilir güneşi görunce damlarda denizliklerde ısınmaya..
tüylerini kabartmaya mı gitmişlerdi..
ben hep soğuk havalarda mı geçiyordum ki ordan..
garsonlara sorayım dedim..
ama sesleri duyarken onlarla bu konuyu konuşmamıştım ki..
belki farkında bile değillerdi..

şu yukarda iki hatta üç ipucu var bu bloğun yazarının kimliği hakkında..
minicik şeylere önem verir.. sevinir..
minicik şeylerin verdiği mutluluğa alışmaz.. yokluğunu hemen kaybeder..
burda gevezedir ama gerçek hayatta pek rastgele iletişime girmez..

kaygiyi sevmem o yüzden yoluma devam ettim..
ama iki karar verdim..
işim ne olursa olsun.. kuşların sesini ilk yeniden duydugumda..
oturup bir kahve içecegim ve iki ..
garsonla konuşacağım.. neden oturduğumu söyleyeceğim..
kuşlar çağırdı diyeceğim..

Lalenin bir kac kez sözünü ettiği.. simonetta'nin bademleri kitabını alırken..
bazen böyle tuhaf kararlar verdiğim icin..
annesinin ağacının son ürünü olan kayısıları sonsuzlaştırırken bizi ordan oraya sürükleyeceği vadedilen kitabı da aldım..
badem ve kayısı.. ve iki kadın öyküsünün iyi bir çift olacağını düşündüm..
bir selçuk altun kitabını bitirince başlanacak kitabı ararken daha entelektüel gezinimler vadediyor diye..
yakındaki uzak'ı.. seçtim.. kayısılı kitabı seçtim..
bu da bu bloğun yazarının tuhaf taraflarından biri işte..
çağrışımlar ve rasgele yolculuklar..

kendine ait bir odayı okurken kendi iç sesimi.. ve bir kızkardeş bulduğum gibi..
bu kitabı okurken de.. annemle arada kalan son bir kaç çetrefili..
ve zor bir ergenlik sonrası oluşmakta olan çekirdekle aramdaki bazı çatışmaların kaynağını buldum..
ve yeni bir kızkardeş buldum..

sonra tabii şaşmaz şeyi yaptım..
yazarın peşine düştüm..
Feysimin bukunda arkadaş oldum..
saglam bir insan hakları ve kadinın insan haklari fikir insanı..
ümit veren biri..
dürten baştan çıkaran.. biri..

bu sabah.. feysden eklediği mutfak masasından internet üzerinden yaptığı söyleşi linkinı tıkladım..
ben uyurken sınava gidip gelen ve kanapeyi işgal etmiş olan çekirdeği rahat bırakıp ben de mutfağa konuşlandım..
önce şu kare atladı gözüme sakin bir ses tonu ve sakin bir yüz ifad
Esi..
arkada açık mutfakta emayeler..
o mavi çaydanlıktan benim de var.. harika..
ve o kitap yığını.. daha güzel iki şeyi alamazdı arkasına bir kadın..
yaşamın kalbi.. mutfak.. ve ruhumuzun güzelleştiricisi kitaplar..

birkaç nokta dinleyince..
sessiz kızkardeş çığlıkları attım..
iyi terbiye edildim ben..
sessiz çığlıkları ve sessiz firça atmaları bilirim..

"ben bir fikir önderi.. bir amigo değilim".. diyordu..
"polyanna değilim ben..
ama bir duvar varsa.. bir kapi da olabilir mi diye bakalım derim"..
bana uyar.. pencere de olabilir.. hava girsin yeter..

"toplum kokuşmuş halde.. politikacilar bizden habersiz kötü şeyler yapıyorlar..
ve ana akım medya bundan söz etmiyor.."
ne kadar da biz..
"tamam.. ama başka şeyler de oluyor.. ve ayni ana akım medya bunlardan da söz etmiyor..
ırkçılıkla.. homofobiyle ilgili.. kadın hakları ile ilgili..savaşan ve birşeyler başaran insanlar var..
ve ana akım medya onlardan da söz etmiyor..
başarıları.. zaferleri.. yazmıyor..
o zaman ben neden bunlardan söz etmeyeyim..
çunkü kötü haberleri paylaşan haber veren yeterince alternatif kaynak var..
ben zaferlerin üzerinde durayım.."

biliyorum bu ruh halini..
incecik bir aydınlık olsa sevinen kaynağını arayan ruh hali..
aslinda karanlığı isteyenlerin en korktuğu tipler..
yıkilmaz ümitliler..
aktif ümitveren şey takipçileri..

"öksüz şimdi " diye bir kavramdan bahsedildi sonra..
geçmişe üzulmek ve gelecek için kaygılanmak yüzünden..
an'ı öksüz bırakmaktan..
anı sahiplenmek derken önüne bak kendi küçük hayatına bak demediğı için ilgimi çekti..
doğru carpe diem olabilir bu tanımlama..

insanların güclü hissetmektense.. güçsüzlüğü daha kolay benimsediklerini..
geleceğin kurulmasında bir katkımız olacağını düşünmediklerini..
"ne yapabiliriz ki.."
"bilinmezliklerin endişe doğurduğunu.. endişe dilinin insanlara yakın geldiğini..
bir liderin gücünden çok etrafında toplanan kişilerin enerjisinin daha etkileyici olduğunu..
bunun o kitle içinde olan bireylerce farkedilmediğini..
püritan.. yani ahlakçı olmanın insanı bağlayıcılığını..
çünkü o kadar ahlakçı olabilir ki insan yediği.. yaptığı düşundükleri ve yaptığı herşey onu bu saf halinden çıkarabilir diye..
hiç birşey yapamaz ahlakı yaymak için..
o yüzdem.. im_puritan yani saf olmayanın etkinliğini.. yani ahlaksızlıkla mücadele etmek için biraz kirlenmek gerektiğini..
buna ahlaki tembellik olarak kabul ettiğini..
yaşamak için ince hesaplar yapmamayı..
şefkat bizim yeni para birimimiz diyen posteri taşıyan genci..
her bireyin öteki degil önemli olduğu toplum için uğraşanların olduğunu..
2metreye 3 metrelik hücresinde tüm dunyayla bağlantıda kalabilen olunabileceğini..
gençlerin bu "tanımlama" ve "tanimlanmış olanı bozma/değiştirme" fikirlerini..
çok beğendiğini..
anlattı..

sabahımı aydınlattı..
endişeden arındırdı..
sesi belki saksıdaki taflanların şarkısı kadar güçlüydü..
ama ben duydum..
ve bu sefer pas geçmeyeyim..
sizi de haberdar edeyim dedim...

Bir de haber var paylaşmam gereken..
Gerekcem net.. karanlığı despotizmi destekleyenlerin çok cahil olduklarından..
Her seçim sonrası.. çok cahiller analizi yapmaktan..
Üstten konuşan çok biliş analizlerden.. cehaletin baskıyı kabullendirici etkisini kabul etsem de çok sıkılan biriyim..
Felaketlerden sonra gelen ama onlar da veya peki sen şuna tepkı verdin mi önerge ve sorgulamarından da..

Bize gereken bilgi ve empati..

Ne yapabilirimin minik bir cevabıni buldum..
Ve insanların kapısını çalıp çok cahilsin seni eğitmeye geldim diyemeyeceğimize göre..
Okuma alışkanlığı olmadıgına inandığımiz..
Ya da maddi durumu kitap almaya elverişli olmayan ailelerin çocuklarından başlamamız gerektiğine inandim..

Onları değiştirmek değil amacım..
Onların gören gözünü açmak.. empatisini arttırmak..
Bunlar  olunca zaten iyiyi doğruyu goreceklerini biliyorum..
Küçük dünyevı çıkar hesaplarına düsmeden önceki yaşamlarına değerli dokunuşlar ancak kitaplar aracılığıyla olur..
Masallar ve öyküler..
O zaman ne yapıyoruz..

Yanımında çocuk kitapları taşıyoruz..
Çantada.. torpido gözünde.. iş yerinde çekmecede..
Ve o kitaplarla karşılaştığımız çocuklara dokunuyoruz..

Konuyu yaymak ve birbirimizi motive etmek için..
Bir sayfa açtım..
Oraya bununla ilgili paylaşımları ekleyebiliriz..
Herkese açık..
https://m.facebook.com/CantamizdaCocukKitaplari/

Beklerim.
İşığımızı kesen duvara bir çatlak olun derim..
Bugün kitap vermemin an'ına sevinirsiniz..
Gelecek için minik bir yatirim yapmış olursunuz..


12 Mart 2016 Cumartesi

vircinya.. odası.. masası.. totoloji.. mizojini.. hepsi birden.. tek yazıda..


martın onunda düştü bu fotoğraf tibitıra..
bi dolu şey oldu sonra..
benim fikir akışımda da..
onları yazacağım..
akmadı.. bu sefer fena dalgalandı..
beynim sulandı..
sile sile bitiremediğim tabularım var..mış..
onları silince boş kalmışım mesela..
belki bulamam bişey boş kalır zihnim..

keşke..

fotoğrafı paylaşan bir kadın gazeteci idi..
buna ilk cevap edebiyatçılardan geldi..
"woolf kimdir sen kimsin.. 
bu nedir.. neye yuh çekilir" 
dedi erkek yazarlardan biri..
ben zaten onun paylaşımında gördüm..

bir diğeri..
"cebine çakıl taşları doldurararak intihar eden bir kadına paranoyak demek"..
noktasının içine dokunmasından dem vurdu..

ben..
ne hissettim.. 
bir dolu şey..
sırasıyla yazayım..

bunu görünce..
içimde bir isyan ve öfke patlaması oluştu..
yazının içindeki ifadeler.. 
vircinya'yı ensesinden yakalayıp.. suratını..
kendine ait bir oda'nın sayfalarına bastıran..
kaba işkenceci eller varmış gibi canlandı zihnimde önce..
sen mi yazdın bunları.. söyle sen mi yazdın..
sesi yankılandı kulağımda..

neden.. 

çünkü bu yazı.. bir konuşma metnidir..
o dönem kadınlarının..
 bir erkek yazar tarafından uğradığı bir hakarete cevaptır ..

"kadınlar yazabilseydi.. 
şekspir gibi bir şair çıkarmış olurlardı".. 
diyen densize yanıttır..

en iç acıtıcı kurguyla verir cevabı..
"şekspirin kendisi kadar yetenekli bir kızkardeşi olsaydı..
şekspirin tiyatrosunun seyisi tarafından tecavüze uğrayıp..
hamile kaldığı bebeği düşürmeye ya da doğurmaya çalışırken ölmüş..
o tiyatronun ahırının bulunduğu yerde..
kimsesiz kemikleri yatmakta olurdu"..

ve en can alıcı yerinden vurur sonuçta..
der ki..
ekonomik özgürlüğün varsa.. hem insansın..
hem herşeyi yapabilirsin..
çalış.. kazan.. kur bir oda kendine ve yaz..
kızkardeş..
bu kadar aslında..

aile içi tacize uğramış..
kadın..
yazar..
üstelik majör depresif..
ama yılmaz bir iradesi var o kırılganlığın içinde..

o yüzden..
çağrışımımdaki o kaba eller ve fondaki ses.. 
o devre çok yakışır..
üstelik..
bu devre de yakışır..

fikir suçunun bile..
 göz altında kadını kadınlığından cezalandıran erkek egemen devletler.. 
ve sistemler sürüyor yer yüzünde..
ve topraklarımızda..

sekiz martı iki geçe..
vircinya'ya bakire.. woolf'e de kurt saçmalaması.. 
ve paranoya yakıştırması..
6kırkbeş 7onbeş bana farketmez..
cizre'de duvarlarda yazan "kurdun dişine kan değdi"yi çağrıştırdı bana..
soyulup yola atılan işkence görmüş kadın cesetlerini..

o yüzden önce öfke ve isyan..

erkeklerin tepkileri gelmeye başladı sonra..
neden bu kadar alındığımızla ilgili..
başka yazarlara da yapılmış.. xy olanlara..
yapılsaymış bu kadar kızarmıymışız..

kızardım belki..
ama böyle gidip de.. 
başını kucağıma bastırıp teselli etme duygusu olur muydu içimde..

kızar mıydım..
insan haklarının ihlal edilmediği topraklarda yaşasam..
öyle bir yer kaldı mı..
suriyeli de ihlale uğramıyor mu.. tam avrupa'nın göbeğinde..
mesele muhtaçlık .. 
en maddi olanından..
işte böyle başladı beynim karışmaya..

ama femen var..
kendi keyfi yerindeyken de başka yerlerdeki kadın haklarına sahip çıkan..
ve bir çok feminist olmayan kadın olduğu gibi..
femenist olmayan feminist var..
salladım başımı..
nasıl mazur görmeye çalışıyorsam..
 hak ararken bana benzemeyen herkesi..
nasıl yerleştirdiysem beynime..
her eylemin onay makamı olmadığımı..
devam ettim okumaya ve yorumlamaya..

derken..
özür geldi..
yayın evinden..
eril dilden dolayı özür dilerlermiş..
"maksadını aşan eril dilden"..
ama bu linci de haketmemişler..

linç derken..
bir çok bireyin.. eşzamanlı olarak sözel tepki vermesi mi..
oldu canım.. siz dördünüz ortanıza alıp vircinya'yı bunları yazarken..
yine geldi içime oturdu öfke..
bir erkek yazardan geldi cevapları..
"linç ali ismail'e yapılandır"..

derken..
"eril dilin maksadını aşması" totolojidir..
yazdı biri tibitırda..
 nedir totoloji..
 Totoloji, bir bileşik önermenin kendini oluşturan önermelerin her değili için daima doğru sonuç vermesi durumu.
e doğru..
eril dilin maksadı zaten kadını aşağılamaktır.. 
o zaman maksadını nasıl aşacak..
özrü kabahatinden büyük bunların..
üstüne bir de aptal yerine konuluyoruz..
totoloji okurken.. 
sakinleşen bünye.. yine kaydı öfkeye..

konuyu tartışırken ..
başka şeylere kaymasa olmazdı insanlar..
sekiz marttan vurdular hemen..
"neden sürtük denince kızan kadınlar..
lilith'in sürtükleriyiz diye bağırıyorlar..
 ve feys'te bu görselleri beğeniyorlarmış.."
ve..
"ne alakası varmış emekçi kadının sorunlarının..
haftada üç orgazm..
ve meme ucu vardır.. pankartlarıyla.."
bölündük ey halkım..
kaydık vircinya'dan..
feminizmi anlamayanlara anlatmaya..

kolaysa anlat..
yürüyen kadınlık organı olarak yaşamanın getirdiği ..
her gün uğranılan..
taciz ve laf atmalara..
ahkam kesmelere..
sonunda bir aşırı duyarlık geliştirip..
öyleyim ulan..
sen beni her davranışımla bu niyetle göreceksen..
ben de öyle demeni kabul ederek umursamam seni o zaman..
canımın istediği gibi de davranırım tepkisi..
senden önce de ben bağırırım.. lilith'in sürtüğüyüm diye..
bağdat caddesinde genç bir kadının tecavüzü ardından..
20 yaşında kızımla evde konuşurken..
kadın cinayetleri politiktirin açılımını ve tecavüz sonrası beraatleri..
konuşmamıza katılan..
 babasının "neden tayt giyiyorsun" güdümlü sorusuna cevabı geldi aklıma..
ilk önce babasının bu soruyu sorarken ..
nasihat etme konusu seçeceği..
giyim ve davranışın davetkarlığı bağlamında..
onun kendisini kendisini uyarmak isteyeceği seçeneği saydı..
dedi ki..

"belki.. herkes çok çekici bulsun.. 
p.poma baksın diye giymişimdir..
belki.. aceleyle hazırlanırken elime ilk tayt gelmiştir.. giymişimdir..
belki.. sadece taytla katılacağım bir organizasyona gidiyorumdur.."
dedi..
ama her ne nedenle giyiyorsam giyeyim.. 
bana dokunma hakkını vermiyorum sana..
ben de bazı erkekleri çekici buluyorum ama elle sarkıntılık etmiyorum.. 
yaşadığımız günlere feminizmin kız evlat üzerinden imtihanı diyorum ben..
zor oluyor..

dün çok yazıştık bir çok yerde..
vircinyadan yola çıkarak..
bize sosyalist hareket dersi veren de oldu..
bir yerlerde birine..
kolontay'a  topal deselerdi de bu kadar öfkelenirdim dedim.. 
onu anımsıyorum..

bu yazışmalar.. konuşmalar  sırasında hep aklımı yokladım ama..
onu biliyorum..
her verdiğim içsel tepkiye neden.. diye sordum..
neden böyle hissettiriyor..
vircinya'yı tabulaştırıyor muyum..
 hayır..
tabusal değil karşı çıkışlarım..
yazısını çizisini eleştiren bir şey olsa kızar mıydım.
hayır..
ruh hallerinden.. ve kadın olmasından vuruyorlar.. 
ben de sarılıyorum yerdeki kızkardeşe..
bildiğimiz dayanışma..

ifade özgürlüğüne saygısızlık mı bu yaptığım..
hayır çünkü bu bir ifade değil..
vircinya'yla ilgili bir çalışma..
bir eleştiri değil..
bir panel tartışması değil..

derken bir yerlerde bir kadın.. 
boşanmaya çalıştığı kocası tarafından vurulmaya kalkıldı..
sokak ortasında..
bunu farkeden kadınlar.. 
pencere önü saksılarını atmışlar adama..
sonunda adam kaçmış..
kadıncağız da yaralı kurtulmuş..
işte aynen budur..
elinde silahıyla tehdit oluşturana üst kattan saksı atmaktır..
pencereyi perdeyi örtmekten evladır..
adam kaçar..
kadın kurtulur..

derken yeni bir haber düştü..
kadınlar.. 
yayınevinin bulunduğu apartmana gitmişler..
dış kapıdaki plakasına sprey mor boyayla..
bir çarpı atmışlar..
içerde de.. kapısına bir vircinya fotoğrafı takıp kırmızı boya dökmüşler..
ve duvara yine morla..
vircinya uyandı.. yazmışlar..
fotoğrafı çekip.. mor yazılamalarını paylaşmışlar..

feminizm.. çiçek böcek değildir..
rüzgar eken fırtına biçer..

e o zaman sokaklarda isyandakilere de.. 
fırtına gibi müdahele ettiklerini iddia edenler.. 
haklı mıdır..

değildir..
çünkü zaten uyguladıkları baskıcı güç yüzünden çıkmıştır sokakta isyana çıkan.. ona ezmek denir..
diyorlar da zaten..
tamam yine resetledik fikir akışımızı..


peki bu yazılama beni mutlu etti mi..
etmedi..
neden..
çünkü.. aynı çağrışım geldi aklıma..
başka yerlerdeki duvar yazılamaları..
jöhpöhböhgeldi.. diyen..
şiddetin psikolojik hali de delirtiyor beni..

ama eski bir fransız sözü de der ki..
etki.. tepki doğurur..
dürtmeyecektin..
hem de..
sokak ortasında öldürülen hiç sayılan ..
bedeninin her santimi takip altındaki kadınları..
hiç dürtmeyeceksin..
hassas güne filan gerek yok..
biz artık hep hassasız..
bunu bilin bunla yaşayın..

içerdeki çalışanların korkuları diyen bile oldu.. buna güldüm..

kapıda durup slogan atsalardı .. diyenler..
onlara koşullu onaycılar diyorum..
herşeyin yargıcı olanlar..
tam olmaktan kaçındığım şey..

devam ediyorum..
hala rahatsızım.. neden..
sonra  kapıdaki çarpı meselesi..
biz bu işaretleri biliriz..
ikinci dünya savaşındaki.. yıldızlardan biliriz..
alevi evlerin kapılarındaki çarpılardan biliriz..bizde bir çarpı..
hemen kırım ve kıyam algısı uyandırır..
ki uyandırdı..
kendimi keşke.. 
tamamen spreyleselerdi de.. okunamasaydı tabela..
derken buldum..
bak şimdi eleştirilecekler..
savunacağız..
keşke boyamasalardı değil de çarpılamasalardı..
sonra..
ayrıntıda boğulmayayım dedim..
yordun ithaki.. yordun..
durup dururken..
dürttün içimizdeki narı.. yordun..

gün boyu çok mecrada kısa kısa takip ettim..
bu yazılamadan sonra ya da önce bilemiyorum..
yayınevi diğer serilerdeki de dahil..
tüm biyografileri kaldıracağını ilan etmiş..
peki bu temizledi mi onları benim gözümde..
hayır..
çünkü diğer yazarlara erkek olanlara..
sivri bulduğu için zayıf gördüğü yerinden vurmamıştı..
tam da ifade edemedim yaklaşımımı..
vircinya sadece deniz fenerini yazsa..
evli mutlu çocuklu yaşasaydı..
bu önsöz yazılmazdı..
ama herşeyi aykırıydı..
kocasıyla ilişkisi bile..
o yüzden hakediyordu bunu..

aa.. bak simone..
mesele kafamda daha net artık..
bu adamların vircinya ile meseleleri var..
ve hala özür dilerken bile bunu örtbas ediyorlar..
yazıyı geri çekerken bile diğerlerini de çekiyorlar ki..
vircinya'ya ve kadınlara aman ola bir üstünlük sağlanmasın..

aslında gün boyu kafamda vircinya'nın "mutfak masası" dolandı durdu..

deniz fenerinde..örneğin..
bir mutfak masasından söz eder ki..
evin hanımı gelip baktığında mutfak masası..
fırçalanmış silinmiş bile olsa çatlakların arasında..
kıymıkların arasında .. takılıp kalmış olan..
yemek hazırlığı sırasında..
sebzeler doğranırken yapılan dedikoduları..
yapılan şakaları görür duyar gibidir..

ailenin günlük yaşamı mutfak masasındadır..

ama işte aynı "fırçalanmış mutfak masası”..
başka birinin bir erkeğin gözünde ise "tabula raza"dır..
tüm duygu ve duyulardan.. kişisel çıkar ve gereksinimlerden temizlenebilir.".

bir başka kadın tarafından dile getirilen..
ama benim de hissettiklerimi okurken.. 
farkettim ki masa konusu önemli..
ensesinden tutup kitaba suratını bastıranlar da.. 
bir masa başında canlanmıştı gözümde..
üstten aydınlatmalı bir şiddet odasının kaba masası..
bakın bu aktaracaklarımda da bir masa var..

biyografinin nasıl yazıldığını hayal etmiş kızkardeş..

bir masa düşünmüş.. 
masanın etrafında dört tane erkek entelektüel editör..
yazıyı kaleme almadan önce kendi aralarında.. 
feminist kadınların..
vircinyaya ne kadar hayran oldukları hakkında geyik çeviriyorlar.. 
kimisi sevgilisiden dem vuruyor..
kimisi bir bar masasında tartıştığı.. 
çok sevdiği erkek yazarlardan birisine b.k atarken..
vircinya'ya atıf yapan uyuz bir feministten..
bir tanesi eski sevgilisinin gözünü boyamak için.. 
kendine ait bir odayı okuma zahmetine girdiğini anlatıyor...
oysa o kitabı okuyana kadar.. 
xxxden bir kaç film izleyebilirdi..
neyse ki işe yarıyor kendine ait bir odayı okuması..
şekspir'in kız kardeşinin neden yazar olamadığını anlatan bölümü okuduğundan.. hemen biyografiye eklenecek malzemeyi buluyor.. 
malum şekspir'in bir kardeşi bile olmadığından..
ve editör erkekler.. 
kadın yazarlardan hiç korkmadıklarını ima etmek isterler..
bu da içten içe korktuklarını gösterir illa..
bu nedenle kim korkar bakire kurttan diye sorar ve bitirirler biyografiyi..

böyle anlatmış..
benim de düşünüp dile getiremediklerimi..
mizojini var bu biyografide.. ilk tepkimdi hatta..

derken bu sabah bir haber okudum..
manbook ödülünü alan kadın yazar..
demiş ki..
kadın yazarlar zaten azınlık..
eserleri yabancı dile çevrilenler daha da azınlıkta..
azınlık içinde azınlık olmasınlar.. demiş..
zaten müzelerin depolarında da kadın sanatçıların eserleri yüzde altmış..
ama sergilenen eserler arasında sadece yüzde on..

zaten kadın olmak demek doğunca belirli bir bilince sahip değilsen..
isimsiz olman demek..
bir soy adın bile yok..
çünkü soy'suzsun demek..
yeryüzü üretiminin yüzde altmışını yapıp..
kazancın yüzde onuna sahip olmak..
dünya emlaklarının binde biriyle yetinmek demek..
şiddet görüp sorgulanan taraf olman demek..
tepkilerini bile kılı kırk yarıp da vermelisin ki..
yeni eleştirilerle uğraşmayasın demek..
yarlığın sorun demek..
hesabını tutan sadece baban kocan değil..
mahallelin değil..
şimdi artık sanalda bile izdüştüğün her xy birey demek..

derken sırtına bağladığı çocuğu ile ameliyat yapan kadın cerrah fotosu düşüyor aklıma..
hepimiz insanız diye bağırmak istiyorum..
ama..
onun yerine şu dizelerle bitireceğim..

gelsin baba gelsin koca gelsin gelsin..
polisiniz coplarıyla gelsin..

biz ki.. 
her ilerlemeye çalıştığımızda dilinizin .. 
bedenininizin delici hedefi haline gelenleriz..
burdayız.. çokuz..
düşünüp yazıyoruz..
herşeyi yapıyoruz..
her şekilde eleştirilmenin verdiği bir arsızlıkla..
matematik teoremleri yazarken.. haftada üç orgazm diye bağırabilirz..
alışın..

bizi siz delirttiniz..
artık arsız olduk..
aşırılaşabiliriz..
öyle derseniz de..
suratınıza güleceğiz..
mükemmel olmak zorunda da değiliz..
zaten siz de mükemmel değilken..
kadının harekete geçmiş tayfasını mükemmel olmamakla suçlayamazsınız..
biz siz olmayı biz seçmedik..
insan olmak istedik..
yargılanacaksak.. 
suçumuz belli ve hepsini kapsıyor..
kadınız..

kızkardeşler..
'tek bir kirpiğiniz bile zarar görmesin..
kıyamam'..


evet.. geldiğim son budur..
iyi ki kadınım..
ve iyi ki bir kızım var..
iyi ki..
kızkardeşlik ruhuna sahibim..
ve iyi ki güçlüyüm..
güçlüyüm diye bağırabilirim de..
ama esas gücüm..
dayanma ve dayanıklılığı sürdürebilmemdedir.. 
****************************

vircinyamdan sık sık bahsettiğim..



10 Mart 2016 Perşembe

bir priz ve bir zeytinağacı meselesi.. simone ve elbette bir kızkardeşlik meselesi..







"Efsaneye göre, Havva ile birlikte cennetten yeryüzüne kovulan Âdem 930 yaşındayken öleceğine hisseder ve Tanrı dan kendisini ve dolayısıyla tüm insanlığı bağışlamasını dilemeye karar verir. Bu amaçla oğlu Şit i Cennet Bahçesi ne gönderir. Bahçenin bekçiliğini yapan melek, Şit in duası üzerine İyi-Kötü Ağacı ndan aldığı üç tohumu ona verir ve öldükten sonra babasının ağzına koyup öyle gömmesini söyler. Âdem ölür ve Tabor Dağı yakınında Hebron Vadisi ne gömülür. Âdem in ağzında yeşeren ve kök salan üç tohumdan Akdeniz ikliminin simgesi üç ağaç filiz verir: Zeytin, sedir ve servi
Ölmez Ağacın Peşinde.. Artun Ünsal




arabada gidiyorum..
reklam panosuna takılıyor gözüm..
"salondaki priz koltuğa yakın değil..
yeni eve taşınalım..
xxx.coma bakalım"..

bir diğerinde..
"sepetimin ipi.. bakkala yetişmiyor..
xxx.comdan alalım"..
bloğa bu iki satırı gireyim..
akacak birşeyler var içimde hissediyorum diyorum..
kliniğe gelirken..
böyle yaşarken ne çok şey değersizleşiyor.

çb'nin annesi..
iki taşınma bi deprem derdi..
o kadar hasar verirmiş yani..

ben de sevmedim çok.. taşınmaları..
hele toplanmaları..
hayatın ellerinin arasından geçer..
iyi kötü anılar..
içinden geçer..
gereksiz hüzün.. duygusallık sevgi pıtırcıklanması..
kayıp duygusu ve herşey..

ama bağlanmayanlar devrini yaşıyoruz ya..
bağlandıklarının seni özgürlüğünden ayıracağı korkusu..
bağı pranga gibi görme devri..
taşıyıveriyoruz herşeyi..
saygısızca..

dokuzyüzküsur yaşında ağacı söküp naklediyoruz misal..
oysa kök salmak ve yeşermek..
meyveye durmak..
ağacın da insanın da emeli..

yüzküsur yıllık türbeyi taşıdık ayol bi gecede..
yeni yerin daha iyi olduğuna da ikna ettik yani nerdeyse..
taşıyoruz.. yıkıp yapıyoruz..
tek yapmadığımız haliyle saklamak ve korumak..

içim halka halka bu ara.. biraz düzeltiyorum..
anında darlanıyor..
eh kadınım sonunda..
 ayarım kaçabilme hızı ve eğilimi yüksek tabii..

psikologla konuşuyoruz ya biz kahve sohbeti yapıyoruz..
bana kitap getirdi bu hafta..
zor insanlarla yaşamak diye..
anlayın yani..
pürnakıl zordayım..

sanalın hayatı kolaylaştırırken değersizleştirmesi..
ulaşılabileni arttırır ve hızlandırırken..
ulaşılanı değersizleştirmesi..
bu ana bir konu ve başlık..
herşey gibi kullananın elinde..
ne işe yaradığı..
neler götürüp neler getirdiği..

yıllardır blog yazmanın ve oradan iletişim kurmanın etiket ve terbiyesi ile..
feysi de instagramı da..
tibitırı da..
edebince adetince kullanıyorum..
o yüzden memnunum..
hatta hayatıma en derin ve güzel..
en az sorun çıkaran ilişkileri sanal sayesinde katabildim..

bu dostlardan birinin..
ki ben onun dile gelen yemeklerini reçellerini ekmeklerini okumayı hissetmeyi çok severim..
kesmek zorunda kaldıkları zeytin ağacını anlattığı paylaşımında..

"
“Olea prima omnium arborum est..”

Zeytin bütün ağaçların ilkidir. 
Herkül’ün silahı, Sezar'ın tacı, İsa'nın çarmıhı zeytin ağacındandır.
Zeytin ağacına zarar verenlerin ölümle cezalandırıldığı dönemler vardır.
Yıllardır kendisinden yağ ve zeytin aldığımız, Zeytinliova'lı üretici 
Ersun'un tarlasının yanından otoyol geçeceği için ağaçlarını işaretlemişler. Kendisine şayet kesmezse dozerle tarlaya girecekleri söylenmiş. 35 yıllık ağaçlar . Eliyle dikmiş. Üç gün tarlaya gitmiş de eli varmamış, boyunca büyüttüğü, sulayıp, meyvesini aldığı ağaçları kesmeye. Ağacın bile bir hikayesi var işte.. Kütüklerin bir kısmını İzmir'e getirince, sanayinin yolu göründü Alev'le ikimize.
Şimdiki çocuklar adını bile bilmezler ama eskiden her mahallede sesleri sokak oyunlarımızın arka müziği olan, yaz tatilinde erkek çocuklarının çırak olarak çalıştığı marangozlar vardı.
Çocukluğumun seslerini topladım, kokularını da Hüseyin ustanın maranozhanesinde. Dünyanın en lezzetli çayını içtik birlikte.
Ceviz ağacının fotoğraf çektiğini anlattı bize usta. Bu fotoğrafı gövdesine nakşedermiş ağaç gizlice. Bilginin nereden ve nasıl geleceği hiç belli olur mu? Okumuşu ağacı kökler, olmadı dalını koparır. Ağacı kestirmem diyeni yolar bir tarafa atarken bir marangoz bize eski zaman masalları gibi anlatır; kayın ağacının kutsal sayıldığıdan ve bir saygı ifadesi olarak "bay kayın" denildiğinden bahseder.
Sonra usulünce dilimlendi "Ölmez Ağacı"mızın gövdesi. Yıkadık tozunu aldık. Kendi meyvesinin suyu ile bir güzel yağladık.
Bunların hazır yapılmışları da satılıyor elbette. Mesele masaya her koyduğumuzda ikramı değil , hikayesini de sunabilmekte. Ağacı tıpkı şamanların yaptığı gibi, yaşadığımız sürece ölümsüzleştirbilmekte..."

eklediği  fotoğraflardan birinde..
 halklar tarafından ölmez ağacı olarak adlandırılan ağacın son yolu ..
hızarda.. dilim dilim kesilmesi..
yine kendi meyvesinin yağıyla yağlanması görülüyordu..
ağacın gövdesinin katmanlarının kalp şeklinde olduğunu farkedince..
"bunun göbeğinde kalp var.. öyküsü sevgi dolu..
isim annesi olayım.. pluton olsun onun adı..
onun da göbeğinde kalp var..
onun da öyküsü hüzünlü.." diye yorum yapmıştım..

bugün danışmadan aradılar..
bir paketiniz var diye..
açtım baktım..
zarif bir insanın incelikli düşüncesiyle..
ve yanında eşlik eden..
" ölmez ağacının bir parçası sevdiklerimin sofrasına yüzyılın sihrini getirsin istedim.. keyifle dikilen.. elemle kesilen ağaç.. kadın sohbetleriyle yaşasın" dileğini getiren notuyla..
pluton bana gelmişti..

masamın üzerinde şimdi..
göbüşünde kalbiyle..

bugün hele ne çok ihtiyacım varmış ona..
sabrım bitiyor gibi olduğunda..
elimi sürüyorum..
şefkatli bir sabır doluyor yeniden içime..

inceden bir zeytinyağı kokusu var üzerinde..
karanfil .. kardeş kokusu derdi saime hanım..
zeytin ağacı gibi içinden çürüyebilir insan derdi..

vazodan bir karanfil çekiyorum..
tahtamın üzerine koyuyorum..
karanfil kokusu zeytinyağı kokusuna karışıyor..
kadim kadın dostluklar..
birbirine dolanıyor..

ne zor bunu priz uzakta diye taşınma sevdası ekenlere..
bakkala ip yetişmiyor reklamının karşılığını verenlere anlatmak..

böyle işte insankızı..
kimi güne..
kimi günlere..
kimi sadece her mesafedeki sevdikleri ile bağlanmaya  açmış yüreğini..


2 Mart 2016 Çarşamba

artık pek kimse okumazken de simone.. ben birilerine konuşur gibi yazmaya devam.. olsun .. sen varsın.. çay alır mıydın..



bağladığın yerde.. ölürüm...
sabah rutininiz nedir bilmem..
benimki..
hemen kahve içmeye koşmak..
ve o arada haber kaynaklarımı okumak..
o yüzden telefonu veya ablasını alıyorum elime..
cünkü haber..
tibitırda ..
neyse..

telefonumu elime aldım ve sağ üst köşesinde..
ekranın..
parlak bi güneş gördüm..
beni nedense..
istinyeden bağlamış..
istinye güneşliymiş sevindim..
onlar adına çünkü..
benim baktığım camda bir gri bulut ve pıt pıt yağmur serpiştirmesi vardı..

biraz önce telefonu tekrar elime aldım..
bir yerden msj gelmiş..
dikkat yağmura yakalanabilirsin demiş.. 
sağ üst köşeye baktım..
yerim istanbulmuş..
bulutlar varmış..
bu sefer de.. güneş giriyordu gözüme pencereden baktığımda..
üstelik bencileyin bir bina içre yaşam geçirenin yağmura yakalanma olasılığı nedir..
sorarım size..

tesadüfen komiklikler olmasa..
meteorolojinin bugününü bana adaması gibi..
yaşam başka yerde diye dolanır dururdum..

zira karanlık ve !?!?!? bir gün bugün yine..
nefesimi tuttum ve öğleden sonra dördü bekliyorum..

dört bacaklı minarenin son hali..
içler acısı..
daha da acıyor içimiz bina olmayan kayıplarla..
o yüzden o ünlem-soru-ünlem-soru kaygısı..

haftanın sonu.. harketli geçti simone'cuğum..
hareketli olmasını planlamıştım ama..
bu şekilde değildi hayalim..

tam bu mevsimlerde ben..
tanıdık balıkçı tekneli balıkçı olsa isterim..
sabahın kör vaktinde sarıp sarmalanıp..
bir elimde poğaçalar bir elimde kahve dolu termosumla..
cebimde sadece kitabımla..
onun teknesine sızmayı..
rüzgar altı baş altı bir yer bulup..
sarı yağmurluk içinde saklanıp..
onlar naaparsa yapsın ben rüzgar martı çığlıkları ve motor patpatları arasında..
öyle dünyada uzak kitap okumak isterim..
kendime bir film karesinden bir an yakalamak..

ağ atacak kadar büyük tekneli balıkçı ahbapları olanlar temasa geçsin benimle..
acil..
bugün öğleden sonra dörtte..
endişe kaygı nöbetindeyim.. 
ama sonrasında serbest olacağım..

işte bu filmatik hafta sonlarından biri de..
bağlar pıt pıt uyanırken kitap okumak elimde bir şarap kadehi üzerimde bir battaniye ile..

malum okurken hareketsiz kalır insan ve hareketsizlik de üşütür..
ruh da üşür..
kaygılanırken..

o yüzden bilindik bağlara.. 
vino dessera bağlarına gidesim vardı erkenden uyanıp..
program değişti sonra..
evde kaldık..
tamam koltuk da olur okumak için derken..
mutfağı yakmaya çalıştı çb..

biliyorum.. bu biraz saldırgan bir ifade..
ben de üstelik.. bildiğin çatır çatır yakmıştım mutfağı..
zamanında..
ama özür dilemiştim ben...
sigortacıdan bile..
hem kendim temizlemiştim kendi yaktığımı..

köpek burnum düşmesin..
aynura fazla iş kalmasın..
çünkü onun onun.. 
nasıl hiç mutfak yakmayan bir şahane olmakla ilgili vıdıvıdısı..
 daha da çekilmemelik is kokusundan diye..
  beyaz sabun kalıbı ve ben ve bir kaç vanilya paketi..
iş başına geçtik..
siliyorum ve söyleniyorum..
çünkü dolap silmek..
is koklamak keyifli bir uğraş değil..
okunacak kitaplar izlenecek filmler ve..
ekilecek kerevizler var..
ben homurdanırken umutla..
bir sesin .. 
ya tüh ben iş çıkardım filan demesini duymak istiyorum..
ama yok..
o zaman susacağım halbuki..
ama yok..
tonu yükselttim sonra..
zaten armutluda da her yeri is ettin..
 nedir bu bana garezin..
şiiri eşliğinde..
 şimdi gidip bir de orasıyla uğraşacağım..
diye..

ne kötü adamım ben ya !! dedi..
dedim nasıl hiç replik bilmiyorsun..
ay.. tüh.. hay kibele..
vah vah..
bunlardır beklediğim..
bi gelse..
bi kere gelse..
sussam..
hiç konuşmasam..

üstelik çbye alıcı gözle bakmam.. 
ve alma kararımı vermemde etkin olan..
bir gecenin onbirbuçuğunda..
yazık sana.. yoruyolar mı seni..
demesiydi..

aynı quasimodo gibi ruhum..
bana acıdı.. bana acıdı..
sen yaparsın demediii..
diye tuhaf iç çığlıklar atmaya..
putrelden putrele salınmaya  başlamıştı o anda..

yıllar sonra yine bir homurdanma seansımın ortasında..
bunu söyledim..
sen bana acıyan ilk adamdın.. 
ne oldu sana da bu kadar suskun oldun dedim..
ben ne bileyim dedi..
ne bileyim senin bunu önemsediğini..
bunun sonucunda..
sipariş vermeye başladım artık ben de..
içinden gelmese de..
bir yazıklanma.. bir tüh bir vahvah..
ısmarlama mısmarlama özür..
içten  yapılmasa da..
enerjimi farklı yöne akıtıyor.. 

ve fakat sanılmasın katilimi seviyorum..
etrafım onlarla sarılı..
ikisini ben doğurdum..
biri beni doğurdu..
birini beni doğuran doğurdu..
 yıllardır..
her yer katil..
ben direniş..
hani gönül umduğundan kırılır tamam..
ne bilsinler kırıldığını.. tamam..
e ben söyleyince de..
'ne gerek var kırılmaya..
kırılma abi..
gerçek bu abi'..
 tribi başlıyor dört bir yandan..
garip ilişkiler içindeyim..

en son kırıldığımda.. kanatlarımı topladım yazımı gönderdim de..
vassaptan..
ee kanatlarını toplamışsın..
gereksiz..
bi de buna sevinmişsin..
gereksiz diye cevap geldi misal..
çıtır çekirdekten..
çb.. çok uzun okuyamam sen bana özetlersin dedi..
hbç'nin sesi bile çıkmadı neymiş.. vassap app bozulmuş..

o applar bana gelince bozulur hep..
bi benimki bozulmaz..

dün aslında gayet keyifli bir gündeyken..
en azından mutfak beyaz sabun ve vanilya kokar..
manikürüm bozulmamış..
öğleden sonra dördü beklemezken..
akşamına sevdiceklerimle içecekken..

bizim çıtır psikologla migren konuştuk..
bir noktasında..
bana çocukluk travması sorgulamaya başladıysa..
dedim bende yok yok..
bir ikisini anlattım..
anlatırken gözlerim dolmaz mı..
dedim ki..
aslında ben kendime ağlamak istiyorum ya..
ben oturup..
iki ayağımı açıp..
uzun uzun kendime ağlamak istiyorum..

huzurun huzursuzluğu tanısını biliyorsunuz..
bugün yok bak o ağlama isteği..
çünkü öğleden sonra dört huzursuzluğu var..
adı belli..

ve demin yukarda yazdıklarım..
onlar şımarıklık gibi göründü gözüme..
çünkü simone..
ben sadece yanan tencereden tüten isi konuşurken..
ben sadece..
aslında daha ergenken halletmeye başladığım madır işşu'larımdan söz ederken..
yangının travmanın babası yaşanıyor memleketimde..
bakır tellerden adlarını kıvırıp boynuna asan çocuklar ülkesindeyiz..
atalet..
tuh senin suratına ve klavyene..
...
elitizm de yapmalı biraz çıkmadan..
hem is kokusu çıksın..
enter tuşuna tıklamadan..

simone'cuğum..
gertrude stein'ın hayat arkadaşı alice ..
gertrude'un ölümünden sonra..
bir tek kitap yazmış..
75'inde yazmış..
iki ayda yazmış..

ömrü boyunca deftere yazmadan.. 
aklında tuttuğu güzel yemekler tariflerini yazmış..
okumadım kitabı.. listemde..
 hakkında bir yazı okudum..
anladığım kadarıyla benim yazmak istediğim kitap gibiymiş..
yemeği 'nasıl kimden öğrendiği ve yaparken ve yerken'leri içeriyormuş..

olsun dedim.. 
ben de yazacağım sınırlı kısıtlı sofistike yemek anlarımı..

satılsın satılmasın..
basılsın yeter..

siz kitapla ilgili yazıya bi göz atın..
bi de bana kolay gelsin deyiverin..
bi de öğleden sonra dördü hasarsız atlatalım dileyin..
bi de ağ atmalık balıkçı motorlu balıkçı tanıdığınız varsa deyiverin..

http://egoistokur.com/gertrude-stein-ve-alice-b-toklastan-kusursuz-ask/


Follow my blog with Bloglovin