kendine ait bir oda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kendine ait bir oda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2016 Cumartesi

vircinya.. odası.. masası.. totoloji.. mizojini.. hepsi birden.. tek yazıda..


martın onunda düştü bu fotoğraf tibitıra..
bi dolu şey oldu sonra..
benim fikir akışımda da..
onları yazacağım..
akmadı.. bu sefer fena dalgalandı..
beynim sulandı..
sile sile bitiremediğim tabularım var..mış..
onları silince boş kalmışım mesela..
belki bulamam bişey boş kalır zihnim..

keşke..

fotoğrafı paylaşan bir kadın gazeteci idi..
buna ilk cevap edebiyatçılardan geldi..
"woolf kimdir sen kimsin.. 
bu nedir.. neye yuh çekilir" 
dedi erkek yazarlardan biri..
ben zaten onun paylaşımında gördüm..

bir diğeri..
"cebine çakıl taşları doldurararak intihar eden bir kadına paranoyak demek"..
noktasının içine dokunmasından dem vurdu..

ben..
ne hissettim.. 
bir dolu şey..
sırasıyla yazayım..

bunu görünce..
içimde bir isyan ve öfke patlaması oluştu..
yazının içindeki ifadeler.. 
vircinya'yı ensesinden yakalayıp.. suratını..
kendine ait bir oda'nın sayfalarına bastıran..
kaba işkenceci eller varmış gibi canlandı zihnimde önce..
sen mi yazdın bunları.. söyle sen mi yazdın..
sesi yankılandı kulağımda..

neden.. 

çünkü bu yazı.. bir konuşma metnidir..
o dönem kadınlarının..
 bir erkek yazar tarafından uğradığı bir hakarete cevaptır ..

"kadınlar yazabilseydi.. 
şekspir gibi bir şair çıkarmış olurlardı".. 
diyen densize yanıttır..

en iç acıtıcı kurguyla verir cevabı..
"şekspirin kendisi kadar yetenekli bir kızkardeşi olsaydı..
şekspirin tiyatrosunun seyisi tarafından tecavüze uğrayıp..
hamile kaldığı bebeği düşürmeye ya da doğurmaya çalışırken ölmüş..
o tiyatronun ahırının bulunduğu yerde..
kimsesiz kemikleri yatmakta olurdu"..

ve en can alıcı yerinden vurur sonuçta..
der ki..
ekonomik özgürlüğün varsa.. hem insansın..
hem herşeyi yapabilirsin..
çalış.. kazan.. kur bir oda kendine ve yaz..
kızkardeş..
bu kadar aslında..

aile içi tacize uğramış..
kadın..
yazar..
üstelik majör depresif..
ama yılmaz bir iradesi var o kırılganlığın içinde..

o yüzden..
çağrışımımdaki o kaba eller ve fondaki ses.. 
o devre çok yakışır..
üstelik..
bu devre de yakışır..

fikir suçunun bile..
 göz altında kadını kadınlığından cezalandıran erkek egemen devletler.. 
ve sistemler sürüyor yer yüzünde..
ve topraklarımızda..

sekiz martı iki geçe..
vircinya'ya bakire.. woolf'e de kurt saçmalaması.. 
ve paranoya yakıştırması..
6kırkbeş 7onbeş bana farketmez..
cizre'de duvarlarda yazan "kurdun dişine kan değdi"yi çağrıştırdı bana..
soyulup yola atılan işkence görmüş kadın cesetlerini..

o yüzden önce öfke ve isyan..

erkeklerin tepkileri gelmeye başladı sonra..
neden bu kadar alındığımızla ilgili..
başka yazarlara da yapılmış.. xy olanlara..
yapılsaymış bu kadar kızarmıymışız..

kızardım belki..
ama böyle gidip de.. 
başını kucağıma bastırıp teselli etme duygusu olur muydu içimde..

kızar mıydım..
insan haklarının ihlal edilmediği topraklarda yaşasam..
öyle bir yer kaldı mı..
suriyeli de ihlale uğramıyor mu.. tam avrupa'nın göbeğinde..
mesele muhtaçlık .. 
en maddi olanından..
işte böyle başladı beynim karışmaya..

ama femen var..
kendi keyfi yerindeyken de başka yerlerdeki kadın haklarına sahip çıkan..
ve bir çok feminist olmayan kadın olduğu gibi..
femenist olmayan feminist var..
salladım başımı..
nasıl mazur görmeye çalışıyorsam..
 hak ararken bana benzemeyen herkesi..
nasıl yerleştirdiysem beynime..
her eylemin onay makamı olmadığımı..
devam ettim okumaya ve yorumlamaya..

derken..
özür geldi..
yayın evinden..
eril dilden dolayı özür dilerlermiş..
"maksadını aşan eril dilden"..
ama bu linci de haketmemişler..

linç derken..
bir çok bireyin.. eşzamanlı olarak sözel tepki vermesi mi..
oldu canım.. siz dördünüz ortanıza alıp vircinya'yı bunları yazarken..
yine geldi içime oturdu öfke..
bir erkek yazardan geldi cevapları..
"linç ali ismail'e yapılandır"..

derken..
"eril dilin maksadını aşması" totolojidir..
yazdı biri tibitırda..
 nedir totoloji..
 Totoloji, bir bileşik önermenin kendini oluşturan önermelerin her değili için daima doğru sonuç vermesi durumu.
e doğru..
eril dilin maksadı zaten kadını aşağılamaktır.. 
o zaman maksadını nasıl aşacak..
özrü kabahatinden büyük bunların..
üstüne bir de aptal yerine konuluyoruz..
totoloji okurken.. 
sakinleşen bünye.. yine kaydı öfkeye..

konuyu tartışırken ..
başka şeylere kaymasa olmazdı insanlar..
sekiz marttan vurdular hemen..
"neden sürtük denince kızan kadınlar..
lilith'in sürtükleriyiz diye bağırıyorlar..
 ve feys'te bu görselleri beğeniyorlarmış.."
ve..
"ne alakası varmış emekçi kadının sorunlarının..
haftada üç orgazm..
ve meme ucu vardır.. pankartlarıyla.."
bölündük ey halkım..
kaydık vircinya'dan..
feminizmi anlamayanlara anlatmaya..

kolaysa anlat..
yürüyen kadınlık organı olarak yaşamanın getirdiği ..
her gün uğranılan..
taciz ve laf atmalara..
ahkam kesmelere..
sonunda bir aşırı duyarlık geliştirip..
öyleyim ulan..
sen beni her davranışımla bu niyetle göreceksen..
ben de öyle demeni kabul ederek umursamam seni o zaman..
canımın istediği gibi de davranırım tepkisi..
senden önce de ben bağırırım.. lilith'in sürtüğüyüm diye..
bağdat caddesinde genç bir kadının tecavüzü ardından..
20 yaşında kızımla evde konuşurken..
kadın cinayetleri politiktirin açılımını ve tecavüz sonrası beraatleri..
konuşmamıza katılan..
 babasının "neden tayt giyiyorsun" güdümlü sorusuna cevabı geldi aklıma..
ilk önce babasının bu soruyu sorarken ..
nasihat etme konusu seçeceği..
giyim ve davranışın davetkarlığı bağlamında..
onun kendisini kendisini uyarmak isteyeceği seçeneği saydı..
dedi ki..

"belki.. herkes çok çekici bulsun.. 
p.poma baksın diye giymişimdir..
belki.. aceleyle hazırlanırken elime ilk tayt gelmiştir.. giymişimdir..
belki.. sadece taytla katılacağım bir organizasyona gidiyorumdur.."
dedi..
ama her ne nedenle giyiyorsam giyeyim.. 
bana dokunma hakkını vermiyorum sana..
ben de bazı erkekleri çekici buluyorum ama elle sarkıntılık etmiyorum.. 
yaşadığımız günlere feminizmin kız evlat üzerinden imtihanı diyorum ben..
zor oluyor..

dün çok yazıştık bir çok yerde..
vircinyadan yola çıkarak..
bize sosyalist hareket dersi veren de oldu..
bir yerlerde birine..
kolontay'a  topal deselerdi de bu kadar öfkelenirdim dedim.. 
onu anımsıyorum..

bu yazışmalar.. konuşmalar  sırasında hep aklımı yokladım ama..
onu biliyorum..
her verdiğim içsel tepkiye neden.. diye sordum..
neden böyle hissettiriyor..
vircinya'yı tabulaştırıyor muyum..
 hayır..
tabusal değil karşı çıkışlarım..
yazısını çizisini eleştiren bir şey olsa kızar mıydım.
hayır..
ruh hallerinden.. ve kadın olmasından vuruyorlar.. 
ben de sarılıyorum yerdeki kızkardeşe..
bildiğimiz dayanışma..

ifade özgürlüğüne saygısızlık mı bu yaptığım..
hayır çünkü bu bir ifade değil..
vircinya'yla ilgili bir çalışma..
bir eleştiri değil..
bir panel tartışması değil..

derken bir yerlerde bir kadın.. 
boşanmaya çalıştığı kocası tarafından vurulmaya kalkıldı..
sokak ortasında..
bunu farkeden kadınlar.. 
pencere önü saksılarını atmışlar adama..
sonunda adam kaçmış..
kadıncağız da yaralı kurtulmuş..
işte aynen budur..
elinde silahıyla tehdit oluşturana üst kattan saksı atmaktır..
pencereyi perdeyi örtmekten evladır..
adam kaçar..
kadın kurtulur..

derken yeni bir haber düştü..
kadınlar.. 
yayınevinin bulunduğu apartmana gitmişler..
dış kapıdaki plakasına sprey mor boyayla..
bir çarpı atmışlar..
içerde de.. kapısına bir vircinya fotoğrafı takıp kırmızı boya dökmüşler..
ve duvara yine morla..
vircinya uyandı.. yazmışlar..
fotoğrafı çekip.. mor yazılamalarını paylaşmışlar..

feminizm.. çiçek böcek değildir..
rüzgar eken fırtına biçer..

e o zaman sokaklarda isyandakilere de.. 
fırtına gibi müdahele ettiklerini iddia edenler.. 
haklı mıdır..

değildir..
çünkü zaten uyguladıkları baskıcı güç yüzünden çıkmıştır sokakta isyana çıkan.. ona ezmek denir..
diyorlar da zaten..
tamam yine resetledik fikir akışımızı..


peki bu yazılama beni mutlu etti mi..
etmedi..
neden..
çünkü.. aynı çağrışım geldi aklıma..
başka yerlerdeki duvar yazılamaları..
jöhpöhböhgeldi.. diyen..
şiddetin psikolojik hali de delirtiyor beni..

ama eski bir fransız sözü de der ki..
etki.. tepki doğurur..
dürtmeyecektin..
hem de..
sokak ortasında öldürülen hiç sayılan ..
bedeninin her santimi takip altındaki kadınları..
hiç dürtmeyeceksin..
hassas güne filan gerek yok..
biz artık hep hassasız..
bunu bilin bunla yaşayın..

içerdeki çalışanların korkuları diyen bile oldu.. buna güldüm..

kapıda durup slogan atsalardı .. diyenler..
onlara koşullu onaycılar diyorum..
herşeyin yargıcı olanlar..
tam olmaktan kaçındığım şey..

devam ediyorum..
hala rahatsızım.. neden..
sonra  kapıdaki çarpı meselesi..
biz bu işaretleri biliriz..
ikinci dünya savaşındaki.. yıldızlardan biliriz..
alevi evlerin kapılarındaki çarpılardan biliriz..bizde bir çarpı..
hemen kırım ve kıyam algısı uyandırır..
ki uyandırdı..
kendimi keşke.. 
tamamen spreyleselerdi de.. okunamasaydı tabela..
derken buldum..
bak şimdi eleştirilecekler..
savunacağız..
keşke boyamasalardı değil de çarpılamasalardı..
sonra..
ayrıntıda boğulmayayım dedim..
yordun ithaki.. yordun..
durup dururken..
dürttün içimizdeki narı.. yordun..

gün boyu çok mecrada kısa kısa takip ettim..
bu yazılamadan sonra ya da önce bilemiyorum..
yayınevi diğer serilerdeki de dahil..
tüm biyografileri kaldıracağını ilan etmiş..
peki bu temizledi mi onları benim gözümde..
hayır..
çünkü diğer yazarlara erkek olanlara..
sivri bulduğu için zayıf gördüğü yerinden vurmamıştı..
tam da ifade edemedim yaklaşımımı..
vircinya sadece deniz fenerini yazsa..
evli mutlu çocuklu yaşasaydı..
bu önsöz yazılmazdı..
ama herşeyi aykırıydı..
kocasıyla ilişkisi bile..
o yüzden hakediyordu bunu..

aa.. bak simone..
mesele kafamda daha net artık..
bu adamların vircinya ile meseleleri var..
ve hala özür dilerken bile bunu örtbas ediyorlar..
yazıyı geri çekerken bile diğerlerini de çekiyorlar ki..
vircinya'ya ve kadınlara aman ola bir üstünlük sağlanmasın..

aslında gün boyu kafamda vircinya'nın "mutfak masası" dolandı durdu..

deniz fenerinde..örneğin..
bir mutfak masasından söz eder ki..
evin hanımı gelip baktığında mutfak masası..
fırçalanmış silinmiş bile olsa çatlakların arasında..
kıymıkların arasında .. takılıp kalmış olan..
yemek hazırlığı sırasında..
sebzeler doğranırken yapılan dedikoduları..
yapılan şakaları görür duyar gibidir..

ailenin günlük yaşamı mutfak masasındadır..

ama işte aynı "fırçalanmış mutfak masası”..
başka birinin bir erkeğin gözünde ise "tabula raza"dır..
tüm duygu ve duyulardan.. kişisel çıkar ve gereksinimlerden temizlenebilir.".

bir başka kadın tarafından dile getirilen..
ama benim de hissettiklerimi okurken.. 
farkettim ki masa konusu önemli..
ensesinden tutup kitaba suratını bastıranlar da.. 
bir masa başında canlanmıştı gözümde..
üstten aydınlatmalı bir şiddet odasının kaba masası..
bakın bu aktaracaklarımda da bir masa var..

biyografinin nasıl yazıldığını hayal etmiş kızkardeş..

bir masa düşünmüş.. 
masanın etrafında dört tane erkek entelektüel editör..
yazıyı kaleme almadan önce kendi aralarında.. 
feminist kadınların..
vircinyaya ne kadar hayran oldukları hakkında geyik çeviriyorlar.. 
kimisi sevgilisiden dem vuruyor..
kimisi bir bar masasında tartıştığı.. 
çok sevdiği erkek yazarlardan birisine b.k atarken..
vircinya'ya atıf yapan uyuz bir feministten..
bir tanesi eski sevgilisinin gözünü boyamak için.. 
kendine ait bir odayı okuma zahmetine girdiğini anlatıyor...
oysa o kitabı okuyana kadar.. 
xxxden bir kaç film izleyebilirdi..
neyse ki işe yarıyor kendine ait bir odayı okuması..
şekspir'in kız kardeşinin neden yazar olamadığını anlatan bölümü okuduğundan.. hemen biyografiye eklenecek malzemeyi buluyor.. 
malum şekspir'in bir kardeşi bile olmadığından..
ve editör erkekler.. 
kadın yazarlardan hiç korkmadıklarını ima etmek isterler..
bu da içten içe korktuklarını gösterir illa..
bu nedenle kim korkar bakire kurttan diye sorar ve bitirirler biyografiyi..

böyle anlatmış..
benim de düşünüp dile getiremediklerimi..
mizojini var bu biyografide.. ilk tepkimdi hatta..

derken bu sabah bir haber okudum..
manbook ödülünü alan kadın yazar..
demiş ki..
kadın yazarlar zaten azınlık..
eserleri yabancı dile çevrilenler daha da azınlıkta..
azınlık içinde azınlık olmasınlar.. demiş..
zaten müzelerin depolarında da kadın sanatçıların eserleri yüzde altmış..
ama sergilenen eserler arasında sadece yüzde on..

zaten kadın olmak demek doğunca belirli bir bilince sahip değilsen..
isimsiz olman demek..
bir soy adın bile yok..
çünkü soy'suzsun demek..
yeryüzü üretiminin yüzde altmışını yapıp..
kazancın yüzde onuna sahip olmak..
dünya emlaklarının binde biriyle yetinmek demek..
şiddet görüp sorgulanan taraf olman demek..
tepkilerini bile kılı kırk yarıp da vermelisin ki..
yeni eleştirilerle uğraşmayasın demek..
yarlığın sorun demek..
hesabını tutan sadece baban kocan değil..
mahallelin değil..
şimdi artık sanalda bile izdüştüğün her xy birey demek..

derken sırtına bağladığı çocuğu ile ameliyat yapan kadın cerrah fotosu düşüyor aklıma..
hepimiz insanız diye bağırmak istiyorum..
ama..
onun yerine şu dizelerle bitireceğim..

gelsin baba gelsin koca gelsin gelsin..
polisiniz coplarıyla gelsin..

biz ki.. 
her ilerlemeye çalıştığımızda dilinizin .. 
bedenininizin delici hedefi haline gelenleriz..
burdayız.. çokuz..
düşünüp yazıyoruz..
herşeyi yapıyoruz..
her şekilde eleştirilmenin verdiği bir arsızlıkla..
matematik teoremleri yazarken.. haftada üç orgazm diye bağırabilirz..
alışın..

bizi siz delirttiniz..
artık arsız olduk..
aşırılaşabiliriz..
öyle derseniz de..
suratınıza güleceğiz..
mükemmel olmak zorunda da değiliz..
zaten siz de mükemmel değilken..
kadının harekete geçmiş tayfasını mükemmel olmamakla suçlayamazsınız..
biz siz olmayı biz seçmedik..
insan olmak istedik..
yargılanacaksak.. 
suçumuz belli ve hepsini kapsıyor..
kadınız..

kızkardeşler..
'tek bir kirpiğiniz bile zarar görmesin..
kıyamam'..


evet.. geldiğim son budur..
iyi ki kadınım..
ve iyi ki bir kızım var..
iyi ki..
kızkardeşlik ruhuna sahibim..
ve iyi ki güçlüyüm..
güçlüyüm diye bağırabilirim de..
ama esas gücüm..
dayanma ve dayanıklılığı sürdürebilmemdedir.. 
****************************

vircinyamdan sık sık bahsettiğim..



17 Şubat 2014 Pazartesi

kendine ait bir oda.. virciniam volfum.. madem artık o dergi yok güzelim yazı gitmesin araya..


“Düşünce –hak ettiğinden daha gurur verici bir addı bu- oltasının ipini nehre sarkıtmıştı. İp, yansımaların ve otların arasında dakikalarca oraya buraya salındı, sularla birlikte yükselip alçaldı, sonunda- bilirsiniz hani, hafifçe gerilir- oltanın ucunda aniden bir düşünce yığıldı. Dikkatle çekip aldım onu ve özenle yere serdim. Heyhat çimenlerin üzerine serildiğinde bu düşüncem ne kadar da küçük ne kadar da önemsiz göründü.”  Kendine Ait Bir Oda , Virginia Woolf , 2012
Gözüm yeni açılıyordu hayata, Duygu Asena, Kadının Adı Yok isimli kitabını yeni yazmıştı. Ben zorunlu hizmetten yeni dönmüştüm. Feminizm korkulan bir canavardı -gerçi hala adı pek soğuk gelir nedense-. Annem de korkardı, neden korktuğunu bilmeden. Kendisi akıllı, eğitimli ve özgür ruhlu bir kadın olarak yaşayan annemin bu anlaşılmaz korkusu –düşünüyorum da belki de onun tedirginliği feminizme karşı değil, benim feminist olmama karşı da olabilir gibi geliyor şimdilerde-, benimse kısıtlamalara önyargılara ve haksızlıklara karşı olan korkum nedeniyle, bu konuda aramızda bir soğuk savaş sürmekte idi.
Ne yazarını, ne de içeriğini bilmeden edindiğim incecik kitabın -konuşma metninin-, ilk sayfasını okumaya başladığımda, annem mutfakta akşam yemeği hazırlıyordu. Birkaç sayfadan sonra, kitabımı kaptığım gibi onun yanına gittim. O yemek hazırlarken, yüksek sesle okudum konuşmayı. Hiç karşı çıkmadan dinledi. Mutfaktan çıkıp, masaya geçtiğimizde artık anlaşma imzalamıştık aramızda.
Kitap hala kitaplığımda, özel bir yeri var. Elden ele geçirmek istediğim ama kimseye veremediğim bir kitap. Benden kitap önerisi isteyen herkese tavsiye ettiğim bir kitap, rasyonel düşüncenin, kendi öz değerini fark etmenin önemli bir anahtar kitabı, üstelik oldukça eğlenceli, alaycı bir dille yazılmış; ne çok akıl veriyor, ne de çok ciddi ve öğretici bir tarza sahip.
Kitaplığımın rafındaki kitap, AFA yayınlarının kadın serisinden basılmış, kapağında 3. baskı yazıyor, içinde ise gözden geçirilmiş 2. baskı , çeviriyi Suğra Öncü yapmış. Yaprakları sararmış, sayfaları incecik.

Kırmızı Kedi yayınevi bu yıl  mart ayında yeniden yayınladı kitabı, çağdaş klasikler serisinden; çeviriyi bu kez  İlknur Özdemir yapmış. Onu da aldım, bu yazıyı hazırlamadan önce paralel okuma da yaptım; okurken, kıyaslarken, biraz kendi çalışma odamda idim, biraz annemin mutfağında.

Ben bir kitap eleştirmeni değil de bir yazın aşığı , kitap tutkunu olarak, bu fırsatı değerlendirdim.
İki kitabı birbirine tanıştırdım. Bazen yıllar öncesinden gelen kitabın satırlarında  daha yeni türkçe sözcükleri yakaladım, hoşlandım. Bazen de yeni çeviride daha hoş, daha uygun sözcük seçimleri yakaladım, ondan da hoşlandım. Yazarın yaşam öyküsünü bir kez daha irdeledim. Fotoğraflarındaki o hüzün veren narinliğe daldım.

Kırmızı Kedi yayınevi kapağa turuncu zemin üzerine Virginia Woolf’un 1902 yılında George Charles Beresford’un çektiği bir portresini koymuş, yazarın yirmi yaşındaki halinin zerafeti ve kırılganlığını yansıtan bir fotoğraf. Kitabın vintage bir görüntüsü, sade bir tasarımı var, iç kapakların da kapak gibi turuncu olması, arasına yerleştirilen ayracı ile, ayrıntılarına özenilerek hazırlandığı belli oluyor. Harflerin büyüklüğünü, kağıtın kalitesini çok beğendim.

İlk sayfaya hem yazarın hem de çevirmenin kısa özgeçmişi basılmış. Ben bu yeni uygulamayı  çok beğeniyorum, geçmişte çevirmenin kimliği göze çarpmaz, özellikle aranmazsa, bulunamazdı.

Arka kapağındaki tanıtım yazısı;
"Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır," diyen Virginia Woolf`un sesi, aradan geçen sekseni aşkın yıla rağmen gücünü ve etkinliğini koruyor.” diye son buluyor.

25 yıl öncesinden seslenen AFA yayınlarının kapağı da sade, ancak modern; beyaz fon üzerinde, fıstık yeşili “kendine ait bir oda” başlığı  mor renkteki virginia ile woolf’un arasına yerleştirilmiş.
Arka kapak fıstık yeşili,
“ve Virginia Woolf şöyle sesleniyor kadınlara: ”Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” diye sonlanıyor  tanıtım özeti.

1882 doğumlu Virginia Woolf’un, modern edebiyata geçiş yolundaki en önemli yazarlardan olduğu kabul ediliyor. 1900’lerin başında romanlar, karakterlerinin ve çevrelerinin ayrıntılı betimlemelerine ağırlık veren ve kurgusu önceden belirlenmiş bir yazı tarzına sahip.  Virginia Woolf ise eserlerini dış olaylar ve romanın diğer kişilerinden çok, kahramanların kendi iç dünyalarındaki fikir ve zaman akışına, anılara ve farkındalıklara dayalı olarak kurguluyor. O, gerçekçi ingiliz romancıların konulara yüzeysel yaklaştığını, bu nedenle diyalogların tek düzeyli ve öyküsel olduğunu, oysa derine inebilmek için kahramanların duygu durumlarının da yansıtılması gerektiğine inanıyor. Yaşamın ayrıntılarıyla ele alınması, iç monologların ve farkedilenlerin de altının çizilerek verilmesi gerektiğine inanıyor…"bilinç akışı" onun başlattığı bir tarz.

Yazarın ilk eseri “The Voyage Out” 1912’de biten, düzeltmeleri üç yıl süren ve ancak 1915’de basılan bu roman, yenilikçi anlatı tarzı ile daha sonraki eserlerinin ilk belirtilerini taşır ve bir çığır açar. Sonrasında öyküler romanlar ve makaleler peşpeşe gelir. Bunlar arasında benim en sevdiklerim  Deniz Feneri ve Mrs Dalloway’dir.1929’da Kendine Ait Bir Oda basılır. Elliden fazla dile çevrilmiş eserleri, Onu çevirenler arasında Jorge Louis Borges ve Marguerite Yourcenar gibi tanınmış yazarlar var. Başarılı ve verimli yazar, 1941 yılında içine girdiği bunalım sonunda kendi yaşamına son verir.

“Yeniden çıldırdığıma eminim, o berbat zamanlara bir kez daha dayanamayız. Ve bu kez düzelemeyeceğim, sesler duymaya başladım” yazılı bir not bırakır. Kenarına oturup fikirlere olta salladığı nehir gibi bir nehire, bir daha çıkmamak üzere dalar.
Yazar hakkında takip ettiğim bir blog  var(1). Burada yazardan ya da eserlerinden söz eden, gönderme yapan ya da alıntı yapan basılı yayınların taramalarına da yer veriliyor. Sadece 2012 Mayıs ayının ilk onbeş gününde tam 76 ayrı haberde Virginia Woolf’dan söz edilmiş. Başka yazarları bilmem ama 72 yıl önce hayatını kaybetmiş biri için bence bu çok etkileyici bir sayı.(2)  

Yine kitabın arka sayfasında açıklandığı gibi Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf`un 1928 yılında kapılarını kadınlara yeni yeni açmakta olan Cambridge Üniversitesi`ndeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuşması üzerine şekillenmiştir. İngiltere`de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmelerinden bir yıl sonra yayımlanan kitap o tarihten günümüze feminizm tartışmalarının locus classicus`u olageldi. Jane Austen ve Charlotte Brontë`den, kadınların niçin bir Savaş ve Barış yazamadıklarına; Shakespeare`in hayali kız kardeşinden bugün de tartışılmaya devam eden kadının yoksulluğu ve namusu başlıklarına, hatta yaratıcılığın doğasına kadar uzanan geniş bir yelpazede kalemini özgürce oynatan Woolf, kadınlara edebiyat alanında bir çıkış yolu gösteriyor.”

Kendine Ait Bir Oda’nın yeri de etkisi de gerçekten ayrıdır, bence sadece edebiyat ve kadın değil, yaşam ve insan hakkında çok önemli noktalara işaret etmektedir.Başlığı bir kavrama dönüştüğünden, bu başlığa gönderme yapan dekorasyon kitabından, edebiyat dergisine, kitapçı dükkanından şarkı  sözüne, çocuk kitabına kadar uzanan geniş bir yelpaze var. Benim kitaplığımda da bu tür bir kaç eser bulunuyor.

Virginia Woolf, yumuşaklığı ve kararlılığı, azmi ve o güne dek söylenmeyenleri dile getirmecesareti ile,yaşam öyküsündeki dramatik olaylara rağmen neşeli bir anlatım diline sahip, özel bir kadın. Bence Virginia Woolf; kitapları, okumayı, sözcüklerin güzelliğini ve gücünü seven herkesin okuması gereken bir yazar. “Kendine Ait Bir Oda” ise kendine saygı duyan, hayata karşı sağlam durmayı bilen herkesin okuması gereken bir kitap.
Yazının başında yer verdiğim paragrafın yıllar öncesinden kardeşini de yazının sonuna eklemek istedim “Hakettiğinden daha onurlu bir sözcükle adlandırdığım aklım, oltasını nehire sallandırmıştı. Dakikalar birbiri ardından gelip geçtikçe, o da yansımaların ve oltaların arasında, kendini sulara bırakmış bir batıyor, bir çıkıyor, bir o yana, bir bu yana sallanıyordu, ta ki -o tür zorlanmayı siz de bilirsiniz- sonunda ucuna bir düşünce takılana dek : ve sonra ip sakınımlı biçimde yukarı çekilip yakalananlar özenle yere seriliyor. Yazık, çimenlerin üzerine yatırılınca düşüncem ne denli önemsiz, ne denli basit görünüyordu.” Kendine Ait Bir Oda , Virginia Woolf 1987

Virginia Woolf’un ve Kendine Ait Bir Odanın kitaplığınızın raflarında bir yeri olmasını ve günlerinizin kitapla ve keyifle geçmesini dilerim…










Image Hosted by ImageShack.us

14 Kasım 2012 Çarşamba

vefa.. huzur.. ataletin otuzundan oniki..

anahtarla kapımı açıyorum..
bir ılıklık vuruyor yüzüme..

kurnazım..
çestır arkası lambalarımı saat tam yedibuçukta yanacak şekilde ayarladım..

eve girdiğimde.. turuncu bir ışık vuruyor.. yaşam alanına..
ve kitaplığa..
leke hemen bulunduğu yerden koşup geliyor dolanıyor bacaklarıma..

çekirdek evdeyse..
odasından müzik sesi geliyor..
ya piyano çalıyor ya da müzik dinliyor oluyor..
her zaman elimde ufak bişey oluyor eve girerken..
ille bir sipariş verilmiş oluyor.. artık süt müdür..
mısır gevreği midir..
onu bırakıp yürüyorum içeri..
bugün mesela.. beyaz polo yaka tişört bulmalıyım.. smol beden uzun kollu da olabilir ama smoll beden..

huzur..

gözümün takıldığı herşey beni..
güzel bir zamana götürüyor..
öyle olmasına karar verdim..

attım lanet kahverengi kanapeyi..
ve diğer.. sevmediğim.. bakınca bana hoş olmayan şeyleri hatırlatan şeyleri..
sadece geçmiş zamanın en güzel katmanlarını barındırıyor gözümün değdikleri..

eski parşömen rengi aslında benim greige dediğim..
kayıt tutar gibiyim..
yaşamın arşivcisi..
 her nesnede her yastıkta ..
köşe köşe..
gözlerim geziniyor..
çekirdekle benim fotoğrafımın yanında saime hanımın en sevdiği..
yıllardır fransız sandığım geçenlerde içinde.. " kütahya porselen" yazısını gördüğüm.. çifte kuğular..

21likle bir fotoğrafımız.. 
yanında nadide hanımın evinden bana geçen çifte civciv biblosu..

bir rafın üzerinde voyage out  kitabının ilk baskısının kapağı çerçevelenmiş.. önünde el sallayan bir sarışın bomba biblosu.. 
pırıltılı elbiseli.. kolunda taşlı çantası..
başında çiçekli şapkası.. topuklu ayakkabıları..
ve file çorabı ile. .
çekirdeğin armağanı..
görünce beni anmış..

bugün böyle..  köşeler..
yarın değişir..
bahçeden alınmış bir taş parçası yanına bir ufak  yeşil yosun ve bahçede..
uzun süredir toprak üzerinde duran içi nemlenmiş ufak saatle beraber gelir.. oturur köşeye..
zamanla taş bile yeşerir mesajı verir bakarsın..

başka bir zaman..
kapısı açık bir kafes.. yanı başında bir kuş bir canıtın..
hemen altında bir eski ciltli kitapla..
özgürlük okumaktadır mesajı  oluşuverir..

bazen eve gittiğimde..  21lik de evde oluyor..
daha bir ışıyor sanki o zamanlar..

bunca uğraşı.. çalışma..bunca öz denetim..
bazen hatta.. ciddi boyutta fedakarlık . sabır.. özveri..
sıkı yönetim sonunda..
"değer"  tanımı bunca maddeden uzak.. 
bunca ev-cimen..

vefa duyuyorum..
ve bir de şükran..

kibelem..
kitaplığın en tepesinde tahtından bakıyor..
koruması altındayız..
hissediyorum..

zorunlu hizmete gittiğimde de böyle idi..
kar olurdu dışarda.. diz boyunca..
soğuk kuru ayaz..
sobayı yanık bırakırdım altını iyice kısıp..
bir ışık bırakırdım bir köşecikte..

kedim yoktu o zamanlar..
ama sobamın üzerinde bir çaydanlık olurdu her zaman mırıldayan.
ilk bakışta koltuğum görünürdü taa kapıdan bakışta..
üzerine terkettiğim kitabım..
ayak ucunda yünlerim şişlerimle dolu sepetim..
mukavva kolileri dergi sayfaları ile kaplayarak oluşturduğum kitaplığım...
o köşe görünürdü ilk bakışta..

huzur duyardım yalnızlığımda..
sahip oldukların değil seni huzurlu yapan aslında..
durup..
onlara bakmak..
görmek.. 
içinde yumuşamasını duymak..
zaman ayırmak..
ışımak.. içten dışa..

huzur ne kadar evcimen aslında.. 
ve ev-cimenlik ne kadar kuşatıcı..

soğuklar başladı ya..
hep saime hanım aklımda..
yaradanım evsiz barksıza yardım etsin diyerek..
başlardı her güne.

şefkat..
tanıdıkların kadar tanımadıklarına..
yeter ki..
birileri gelip dürtmesin.. huzuru..

o zaman ..
koy kenara her duyguyu..
öfkeni terbiyeye çalış..
yutkun..
ki geçsin.. kırıcı söze dönüşmeden..
sözcüklerden de pekala silah olur zira.
gevşe ki geçsin..
öfke yaratıcılığı öldürür.. 
merak peşinde öğrenme peşinde koşmayı engeller..
kurutur insanı.. yutkun yetmedi nefes al ki baskıla..
evi düşün ki.. kaçış yerin canlansın gözünde..

bugün bir yazarın bir xxin babasını taburcu ettim..
sözel bir kadın..
nerden mi biliyorum.
yazdıklarından değil..
oysa bayağı öykücü bir kadınmış.. raflarda diziliymiş eserleri...
yirmi dakika boyunca hemşiremi azarlamasından..
sitemkar.. hesap sorucu.. tehditkar.. had bildirici..
konuşmasından biliyorum.. sözel olduğunu..

teşekkür etti bana bugün..
sizi tanımaktan keyif aldım dedi..

yalan..
beni tanımadı..
bazıları tanır.. bilir.. içimi görmelerine izin veririm.. onlar da görerek rahatlarlar..
bu onlardan değil.. annesi öyle.. ama bu xx .. değil..

hem tanısaydı keyif almazdı..
o hedefe kenetlenmiş.. 
yolun keyfinde değil.. amacına ulaşmanın çetelesini.. zaman tabelasını tutmada..
.
o sadece kendini görüp kendini dinliyor..
etrafa .. olar üzerinde ne etki bıraktığını anlamak için bakıyor..
nerden biliyorum.. bilmiyorum ama öyle hissediyorum..

ayrılırken.. 
sordukları bir şeyi.. "onu yönetimle konuşabilirsiniz" diye cevapladım..
"neydi.. ne hanımdı" dedi..
 leyla adını hatırlamayarak..

gözlerine baktım..
"odalar inledi leylaa leyla " dedim..
ışıklanmadı göz bebekleri..
bakıştık..

"gece leylayı ayın ondördü.. suda çıplak yıkanırken gördü" dedim..
hala yoktu bir ışık..
ama ne demeye çalıştığımı anladı en azından..

hem görüşmesi gereken kadının adını anımsadı..
hem de..
bir sözcük aşığıyla karşılıklı olduğunu anladı..

tekrar elime uzandı sonra.. farklı yapıştı elime..
"elinizi sıkmak istiyorum dedi.. 
şimdi farklı bir şekilde bakıyorum size.. "
inandırıcı değildi..
o sadece kendini gören ve kendini duyanlardandı..

kitabını imzaladı benim için..
"kendi kitabımı karalarmışım gibi geliyor biliyor musunuz" dedi bir de..
üzerine adımı yazarken..

olamadım hiç böyle odaklı amaçlı hedefli kendine dönük..
ha sahneyi severim elbet..
yadsıyamam..
sahne ve seyirciler daha çok benim gücümün tükenmesini engellerler..
iyi hissettirirler..
orası kesin ..
ama sahnemin amacı yoktur.. yolu yoktur..
yordamı da..

bilmiyorum olmalı mıyım amaçlı hedefli..
ya da olabilir miyim zaten bu saatten sonra..

ilgi alanım çok uzaklarda değil benim..
koltuğumun dibinde.. sepetimde..
dizimin dibinde..
kulağımın duyduğu mesafede..
aklımın götürdüğü yerlerde benim..

"bu akşam yokmuş".. dediğimde..
"neredeymiş" diye sorarlarsa.. cevaplayamayacağım kadar ilgisiz..
çünkü "yokmuş" yeterli bilgi.. varlığını nereye götürdüğü hiç ilginç değil..

ilgim .. aklımın rüzgarında..
huzur.. rüzgarın şişirdiği yelkende..
amaç zaten bir dilek ağacına bağlanmış incecik mor bir kurdele..
bir gün öykülerini derleyip toplamak..
denemeliklerini belki sayfalara dizmek..
başka amacı olmayandan.. ne umar ne beklersin..
çekirdek bile.. "sen de o eziklerdensizn " demişti ya..
hedefsiz kitleden olduğumu anlayınca..
bunca carpe diem sarkazmı yaptıktan sonra..
itiraf etmem de pek ironik olacak ama..
carpe diem tapınak rahibesi gibi hissediyorum bazen kendimi..
geleceksiz.. ama ebedi..

iş yeri sakin.. bugün..
ev turuncu yansımalarla beklemede..

başka soru yok akılda..
kim nerede nasıl ne zaman kiminle..

"dediler.. uğradı leyla nazara"......

bu yazıda aklıma geldikçe içimi ısıtan tüm kadınlar.. 
saime hanım.. nadide hanım ve leyla hanım.. 
daha bir huzur ve sıcaklık içinde olsunlar bu akşam..

Image Hosted by ImageShack.us
Follow my blog with Bloglovin