hani şu "babam bunları nerden öğrendi" diyen kız çocuğunun sesindeki telaşsız sükûnetle..
peki kim bazı sözcükleri artık kullanmamız gerektiğini söyledi.. çocukluğumuzdan beri bizimle olan ama gençlerin bilmediği sözcükleri.. şu "sükûnet" gibi sözcükleri.. o sözcükler olmadan nasıl yazabilirim öykülerimi.. ben olmadan..
peki hafif tozlu .. olgun mürdüm eriklerinin.. kurumuş eflâtun güllerin rengini çok sevdiğimi nerden bildiler de..kitapların kapak içleri bölüm ayıran sayfaları hep o renklerde son zamanlarda elime aldığım kitaplarda..
hem görsel hem sözel şölen olsun diye mi..
ya bu şapkaları neden kaldırdılar harflerin üzerinden.. ispanyollar fransızlar kaldırmamışken o "n"nin üzerindeki yatay s işaretini.. keskin aksanları.. ağır aksanları.. o aksan olmadan o sesin çıkmayacağını bilmiyorlar mıydı.. bir şapkalar mı fazlaydı..
"...ben de böyle bir şey yazmak istiyorum"
"... ben de böyle birşey yazmak istiyorum ."diye bağırdı içinden.
Tahtanın boynunu acıtmasına aldırmadan başını yana döndürdü. Kollarını çaresizce göğsüne kavuşturdu.
Bacağına yerleştirdiği kitabın sayfaları ansızın esen rüzgarda çırpındılar, şakırdadılar.
Vücuduna batan iğneler ağır ağır geri çekildi, yerlerini tarif edilemez bir boşluk aldı.
"hiçbir zaman böyle bir şey yazamayacağım."
olsun,dedi. Züğürt tesellisi. Çocuk çığlıkları, satıcı bağırışları, durmadan çarpan bir şeyin çıkardığı gürültü, hepsi geridöndüler.
Al bunlara sevin.
Fatih Özgüven dönemdaşım.. alman liseli.. edebiyatçı..çevirmen.. hem de ne çevirmen..nabokov.. mann... borges.. auster.. woolf.. bu yazarları ve daha başkalarını çevirmiş.. ve bir romanı var.. ve bir de.. "hep yazmak isteyenlerin hikayeleri" kitabı..
kitabın içindeki öykülerden birinde rüyasında austerin bir kitabının kapağındakiadamı görüyor..uyandığında.. " rüyaların bile okuduğun şeylerden çeviri.. senden bir bok olmaz" diyor kendikendine.. sevdim.. tanışmak istedim..
onu da yazmış.. hayran olduğu yazarla tanışmak için yanıp tutuşan ve tanışan birini yazmış..
bir sorum daha var..
sahi.. okuyanlar .. okuduklarını sözcük sözcük sindirenler.. ille yazma tutkusuna kapılır mı hep.. benim gibi midir hepsi..
dün kitaplığı düzenledim..
okumuş bitirmiş olduğum kitapları ambalaj kağıtlarına sardım.. ve kitaplığıma yerleştirdim..
yok yalan.. arkalarını yazmadığım için üst üste sehpanın üzerine dizdim.. hemen okumak istediklerimi de ayrı minik bir yığın yaptım.. sonunda azıcık bir yeri kalmış
kitabını bitirdim marquez'in.. kayıp bir denizcinin öyküsü.. düşündüm sonra.. onu da kaplarken.. eğer ilk okuduğum kitabı olaydı marquez'den okuduğum.. ben bunca aşık tutkun olur muydum.. bu yazara diye.. bir de.. yakın zamanda ana dilinden okuyabileceğim latin yazarları diye düşündüm..
iki düşünce arasında.. kaplanıverdi bu kitap da..
bir yazarı geç keşfedip.. çok sevip külliyatını okuyacağım diye tutturmak kadar.. zamanında ilk yayınlanan kitabıyla keşfedip.. sonra çıkardığı her kitabını okuyup.. sonra biryerlerde ona ait külliyatın listesini görüp.. okumadıklarım kalmasın diye
"ben nasıl oldu da bunları okumadım bilmedim" diye kendine kızarak .. onları da edinip okumaya kalkmak dakötü bir fikir..
yeni keşfedip çok sevdiğin yazarın ilk iyi eseri olabiliyor o okuyup bayıldığın..
gençlik çağı zırvalamaları basılabiliyor bazen ünlü kutlu mutlu yazarların.. kitaplığa yük sana zahmet..
şehri gezerken.. sokaklarda kayboluvermek gibi.. olmalı kitap seçme işleri..
birköşeyi dönersin hani.. ve oradadır.. olanca görsel görkemi ile.. bir "nesne" binadır .. parktır heykeldir.. nicedir unuttuğun bir ürünün reklma panosudur.. beklenmedik olmasıdır güzelliği.. harap ya da bakımlı olmasında değil..
işte yeniden öyle okumaya başlayacağım.. birden kapılıp.. birkaç sayfasını beğenip alıp içselleştireceğim..
varsın okumadığım tanımadığım yazarlar kalıversin biryerlerde..
her müzeyi.. barı.. sergiyi gezemediğim.. her sürmeliyi sevemediğim gibi.. varsın bazı yazarlarla hiç kesişmesin yolum..
işte bunları düşündürdü bana kayıp denizcili marquez..
yine de kaplanıp kondu yerine..
aslında kitaplar okunmadan önce kaplanır.. okurken yıpranmasın.. kirlenmesin diye.. ama ben işim bittiğinde kaplıyorum onları..
herşeyin ters derdi saime hanım sağ olaydı..
bir dergide sayfadagördüm kaplanmış kitaplarla dolu bir kitaplık ordan ilham aldım sanıyordum..
ama yeni anımsadım aslında bizim lisenin kitaplığındaki kitaplar ambalaj kağıtları ile kaplıydılar.. o zamanı yeniden yaşama geçirmişim..
hadi çocukluğumda.. sorumsuz sorunsuz bir karakter olsam.. neden bu kadar geri dönesim olduğunu anlayacağım.. ama değil.. ben içinde hüzünle doğmuş.. üzeri şekerleme kaplanmış bir kadınım..
uyuyan kedi yavrusundan.. saime hanımın ev hallerine..
kırılan bir dal çiçekten çizilen buzdolabına .. yeni dikilmiş kapri pantalondaki lekeden.. kesilip ayrılıvermiş bayramlık giysiye varana kadar.. hüzün her yerimde..
yazıvermiş işte.. yazmak isteyip de yazamayanların öykülerini..
"kadıköy vapurunda , dışarda otururken ansızın çıkan bir rüzgarın elimden çekip yere düşürdüğü kitabın sayfalarında kaybolan yerini aramaya çalışan biri gibiyim.. çevremde bir tek o beğenmediğim martılar var....durmadan yiyecek isteyip bağıran manyak martılar.."
son soru da yazardan gelsin.. gene..
" peki o fotoğraflardaki kadınlar ne oldu.. hepsinin kıçları büyüdü mü, .. ıspanak tenceresinin kapağını açınca yüzlerine vuran buharla mı geçti hayatları..."
********
pese..
bir sorum daha var..
bir de notum..
esrarengiz bay kartaloğlu kitabını okumuş olan var mı.. külliyata ekleyeyim mi..
reklamdaki süngerden akciğerden sıklıan boz bulanık sıvı var ya.. işte onun bilmediğim tadı ve kokusu gibi oluyor bazen ağzımın içi.. bugünkü gibi hissettiğimde..
bir öyküyle bir dille .. sözcükle uçuşup.. bir bitmiş de bitmemişin sıcaklığından üşüyüp.. bir gelişmekte olanın hem dövmek hem sarılıp alıp kaçmak istediğimde..
budur....