“Anlatma, anlatırsan onu sevmekten vazgeçeceğim,” dedi fısıltıyla. Latife sessizce dinledi Fikriye’yi. Sözünü bitirmesini bekledi, son sözünü söylediğini anlayınca, “ Zaten fazlasını anlatmayacaktım Fikriye. Anlatmam da. Bu vakitten sonra seni bilerek üzmem ben, merak etme.”
Jean Paul Sartre’ın “huis-clos” isimli bir tiyatro eseri vardır. Türkçeye “gizli oturum ” adıyla çevrilip 2009-10 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahneye konulmuş olan bu eserinde Sartre’ın birbirini tanımayan ve kendilerini aynı odada kapalı bulan üç karakterinin, varoluşçu sorgulamalarına tanık oluruz. Oyun karakterlerin aslında cehennemde olduklarını anlamalarıyla sonlanır. Sartre’a göre “cehennem diğerleridir”. Lise yıllarında tiyatro kolunda iken bu eseri sahneye koymuştuk. Son bölümdeki bu vurucu cümleyi, yaşamım boyunca bana anımsatan zamanlar yaşamadığımı söyleyemem..
Tatile çıkmadan hemen önceki gün kitapçıya uğramamazlık edemedim. Sahilde okumak üzere hazırladığım kitaplar olmasına rağmen, yeni bir kitaba valizimde her zaman yer açabilirim. “Kemal’e eren kadınlar” isminden dolayı dikkatimi çekti. “Öbür dünyada en büyük düşmanınızla bir odaya kapatıldığınızı düşünün. Hiç kimse yok. O, siz ve kininiz, o kadar! Ne yapardınız? Melike İlgün bu sorunun peşine düşüyor. Mustafa Kemal Atatürk'e âşık iki kadını, Fikriye ve Latife'yi öbür dünyada bir araya getirip hesaplaştırıyor. Kemale Eren Kadınlar Fikriye'yi, Latife'yi ve onların Mustafa Kemal'ini anlatıyor.”. Kitabın arkasındaki tanıtım yazısı böyle diyor. Son zamanlarda okuduğum kitaplar arasından sivrildi ve iki haftadır hakkında en çok konuştuğum kitap haline geldi..
Kitabın ilk sayfalarında Sartre’ın bahsettiğim eserini anımsadım. Ama tüm benzerlik sadece bir odada kapalı olmaları ile sınırlıydı. Bu kez iki kadındı aynı odayı paylaşanlar. Onlar zaten duygusal cehennemi yaşarken tatmışlardı . Her ikisi de hem hayran hem de aşık oldukları adamla yaşayamamış yaşlanamamışlardı.
Yazar bu iki kadının yaşamış ve hissetmiş olabileceklerini o kadar iyi içselleştirmiş ki, her ikisini de tanımış, hatta dostluk kurmuş olduğunu düşündürüyor. Eğer gerçekten karşılaşıp konuşma şansları olsaydı, gerçekten de böyle konuşurlardı dedirtiyor.Bir kısmı gerçeklere ve belgelere dayansa da büyük kısmı kurgusal olmasına karşın, kitabın son sayfasını çevirdiğimde, olayların akışı böyle olmuştur diye düşündüm.
Fıkara edebiyatı yapmadan yokluk ve yoksulluk içindeki Ankara’yı, Çankaya’yı, o günlerdeki toplumsal davranışları, ince ayrıntılarla, ancak belgesel haline getirmeden anlatmış.
Fikriye’nin kimliği, yaşamı , özellikle de ölümü oldukça gizemli ve o yüzden de pek dikkat çekici bir konu. Susmayı başarmış bir kadın olan Latife de.
Hele de günümüzde, içimizde bir duygu daha henüz tomurcuklanırken çeşitli sosyal paylaşım sitelerinde ileri geri , tanıdığımız tanımadığımız insanlarla paylaştığımız günleri yaşarken , böylesi ketum insanların dünyasına yolculuk yapmak çok etkileyici bir deneyim oluşturuyor. Bu kadınlar hakkında, sırf bu yüzden, sessizliklerini korudukları için birçok söylenti var.
Geçtiğimiz yıllarda Hıfzı Topuz belgelere dayandırarak yazdığı Gazi ve Fikriye isimli eserinde Gazi ile Fikriye’nin sessiz ve gizlice evlenmiş olduklarını yazmıştır. Kemal’e eren kadınlarda da böyle anlatılıyor ve hiç yanlış gelmiyor.
Kahramanların bu kadar önemli iki kadın, sevdikleri erkeğinse ülkenin kurucusu olduğu düşünülürse; yazar oldukça zor bir işin altından büyük bir başarıyla kalkmış diye düşünüyorum.
Yıllar önce bir yurtdışı yolculukta canım sıkılmış ve bir kitap satın almıştım. Kitabın genel konusu aklımda kalmamış, ancak bir bölümde amerikalı kadın gazeteci ile M. Kemal’in ilişkisi olduğu anlatılıyordu. Ne kadar tepki duymuştum.Açıkça kıskançlıktı hissettiğim. Kemal’e eren kadınlarda yabancı kadın gazetecilerle flört eden M. Kemal’i okuyunca o kitabı anımsadım. Ve bu kez dudaklarıma bir gülümseme yerleşti.
Ben M. Kemal gibi biriyle evlenip, yeni kurulan bir cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı eşi olan üstelik de okumuş ve kültürlü bir kadın olan Latife’nin kendi durumunun ayrıcalığını anlamamasına, bir çok sorunu , yetimi, dulu , hastası olan bu taze toplumda kendine bir işlev, bir ülkü bulamayıp basit evlilik kaprisleri yapmasına hep çok kızmışımdır. Bu kitap onun durumuna daha sıcak bakabilmemi sağladı. Latife’yi de sevebildim sonunda. Fikriye’yi ise aciz ve pasif bulurdum. Ancak onun da dayanma gücünü farkettim bu kitapla.
Tanıtım yazısının sözünü ettiği “iki kadın arasında bir hesaplaşma”dan çok, bir anlama anlaşabilme ve hatta huzura erme hali var anlatıda.
“Kusura bakma ama seni anlayamıyorum Fikriye. Hep ezdirmişsin kendini. Onu üzmemek , sıkboğaz etmemek için kendini hep hiçlemişsin, kişiliğini kaybetmişsin.” bile diyebiliyor bu anlatıda, bu odada Latife Fikriye2ye.
Kitabın sonunda Melike İlgün ‘ün Fikriye’ye Latife’ye ve M. Kemal’e hitaben yazdığı bölüm ise canlılık vermiş sonu belli konuya ve sonları belli, daha doğrusu belirsiz kahramanlara rağmen.
“Fikriye’yi düşününce hep “keşke” kelimesi geliyor aklıma. Sizi düşününce ise “oysa” Evet “oysa”. demiş yazar Latife’ye.
Okuyun bence konuşarak anlaşan kadınların halini tavrını dinleyin. Aynı kişiyi sevmek dışında hiç bir benzerliği olmayan iki kadının sohbetine siz de katılın.
Günlerinizin öykülerle kitaplarla ve keyifle geçmesini dilerim.