Toplumsal Dönüşüm Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Toplumsal Dönüşüm Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2016 Pazar

Clive Bell - Uygarlık

Ulan kimdi o, hemen bakıyorum, John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi adlı böyle bayağı kafam kadar hacimli süper eserinde meşhur general Clausewitz'in savaşı sırf politik bağlamda ele almasını yerer ve aslında mevzunun tamamen kültürel olduğunu anlatır, dünyanın hemen her yerinde gerçekleşmiş savaşları, savaşan tarafları ele alarak bu değerlendirmeyi yapar. Kültürlerin çarpışması topyekün bir katliama yol açmıyor, genelde. Ekonomik hadiselerin ötesinde mevzular varsa Cengiz Han gibi adamlar çıkıp ortalığı toz duman edebiliyor ne yazık ki. Uygarlıkla alakalı bunlar, Avrupa uygarlığını meydana getiren arkadaşlar kendi aralarında ne kadar savaştılarsa da birbirlerini yok etmeye yönelik hareketlerde bulunmadılar, Hitler gibi yine başka işler peşinde koşan adamlar istisna oluyor. Karşılıklı baskı kurma çabaları yüzünden milyonlarca insan öldü ve bu savaşlar, akıl çağının zirvesinde olduğunu düşünen insanı dehşete düşürdü. Madem süper bir medeni haldeyiz, öyleyse bombalar niye? Bell, biraz da bu ikiliğin izini sürüyor ve Nietzsche'ye karşı başlatılan savaşla giriyor metne. Dinsel bir altyapı kurulamayınca kültürel zıtlıklar devreye sokuluyor ve savaş sebebi olarak sunuluyor. Nietzsche, özünde terso uygarlığı göme göme bitiremediğinden koca koca ülkelere kafa tutar hale getiriliyor ve gelsin bombalar, gitsin mermiler. Bravo, çok iyi düşünmüşsünüz.

Bell, uygarlığı tam olarak tanımlamak için göstereceği çabanın boşa olduğunu belirttikten sonra uygarlıkla iyiyi denkler ve iyiye giden yolları incelemeye başlar. Metnin bu kısmı oldukça ironik, gülümseyerek okursunuz. Uygarlığın, özellikle bombalar patlatarak ulaşılmaya çalışılan uygarlığın "herhalde" iyi bir şey olduğunu ama bu iyi şeye ulaşmanın tek bir yolunun olmadığını belirtir Bell, özellikle devletlerin tek bir iyilik yolunu benimsemelerini eleştirir. "Halkın çıkarı için, İngiltere'nin hayrına" gibi ifadeleri son derece muğlak bulur ama bombaları atan ellerin amacı da tam olarak budur; tek bir ses, tek bir amaç. Kaçarı yok. Uygar toplum, uygar insan gibi bulanık ifadelerden kaçınarak önce neyin uygarlık olduğundan ziyade neyin uygarlık olmadığını ele alır. Giriş bölümü bitti.

Uygarlık Ne Değildir: Batı'nın değerler sistemi ve bu sistemin korunması için üfürükten bir üstünlük duygusuyla daha "alt" toplumlara savaş açan gebeşçe fikirler, adamlar bir temiz darmaduman edilir. Lévi-Strauss'un öncülüdür bu açıdan, tabii Bell bir denemeci ve sanat eleştirmenidir, olayın sağlam temellere oturması için bir elli yıl daha geçmesi gerekecektir. Neyse, mal mülk hakkı, kadınlara karşı tutum, milliyetçilik gibi birçok olayın uygarlıkla alakalı olmadığını söyler ve ekler: "Uygarlığın daha çok bilinçlenme ve eleştiri kafası gibi insanlığın kazandığı son erdemlere bağlı olduğunu kabul etmeliyiz. Uygarlığı eğitimin bir sonucu sayabiliriz. Uygarlık insan yapısı bir şeydir." (s. 24)

Sonraki bölümlerde üç eşsiz örnekten, uygarlığın zirvede olduğu zamanlar ele alınır: Büyük Devrim'e kadarki Fransa, Rönesans İtalya'sı ve Atina'nın en bomba zamanları. İran, Çin ve diğer toprakların medeniyeti hakkında çekimserdir, yeterli ve doğru bilgi olmadığı için bunları ele almaz. Aklın egemenliği, Bell'in izini sürdüğü olay bu. Atina'nın tiyatrolarını ve felsefesini, İtalya'nın sanatta zirveye ulaştığı yılları ve Fransa'nın edebi yükselişini, içinde bulundukları tarihsel konum bağlamında inceler.

Sonrasında uygar insan nasıl ortaya çıkar, onu inceliyor Bell ve zannımca kayışı koparıyor. Kafası çalışan, geçim sıkıntısı çekmeyen insanlardan oluşan bir sınıf oluşturulacak, bu sınıf insanlığı bir tık ileri taşıyacak. Günümüzde bu sınıf var ama zamanı boşa harcıyormuş Bell'e göre. Bir proje sınıfı bizi kurtarabilecekse eyvallah, pek sanmıyorum ya.

Uygarlık ve uygar insan nedir, ne değildir, onun düşüncesi. Hoş.

31 Aralık 2014 Çarşamba

L. S. Vygotsky - Düşünce ve Dil

Vygotsky'yi başta KPSS gazileri olmak üzere eğitim bilimleriyle ilgilenmiş çoğu kişi bilir. "İdeal gelişim alanı", "içsel konuşma", "yapı iskelesi" gibi kavramlarının özetinin özetini ders kitaplarında bulabilirsiniz. Ben düşünceyle dil arasındaki iletişimi merak ettiğimden, dilin düşünceyi kısıtladığı vs. yolundaki tırto fikirlerimden ötürü kitabı okudum ve Vygotsky'ye saygı duydum, zamanının ötesindeki adamlardan biriymiş. Stalin dönemiyle birlikte eserleri yasaklansa da 1960'lı yıllardan itibaren değeri bilinmiş, araştırmaları psikoloji başta olmak üzere birçok dalda ses getirmiş.

Sorun ve Yaklaşım bölümünde dil ve düşünce konusunda o zamana kadar yapılmış araştırmalar hakkında görüşler yer alıyor. Vygotsky, bu iki mevzu hakkında araştırma yapılırken ayrı ayrı ele alındıklarını, karşılıklı bağımlılığın inceleme konusu yapılmadığını belirtiyor mesela. Önceki araştırmaların başarısız yönlerinin temel iki yaklaşımdan birinin seçilmesi yüzünden ortaya çıktığını belirtiyor; karmaşık psikolojik bütünleri öğelerine ayrıştırmak. Bu bütünlerin parçalanmasıyla ortaya çıkan öğeler, etkileşimden bağımsız oldukları için araştırmayı derin bir çıkmaza sürüklüyor. Suyun atomlarına ayrıldığı zaman ortaya çıkan sonuç buna örnek olarak verilmiş. Hidrojen yanar, oksijen yanmayı sürdürür, öyleyse bu ikisinden nasıl söndürücü bir şey çıkar ortaya, bu. Gestalt işte.

Diğer yolsa birimlere ayrıştırma. Bütünün temel özelliklerini taşıyan bir çözümleme ürünü, Vygotsky'nin araştırmalarının temelini oluşturuyor.

Piaget'nin Çocuğun Dili ve Düşüncesi Hakkındaki Kuramı adlı bölüme psikolojinin Piaget'ye çok şey borçlu olduğunu söyleyerek başlıyor. Piaget, yeni olguları ortaya çıkarıp bunları sınıflandırıyor ve araştırmacılar önünde yeni ufuklar açıyor. Tabii bundan sonra koca bir "ama" gelecek; bu olguların kaynağını göstermek açısından Piaget pek başarılı değil. İçe yöneliklik, mantık ve benmerkezci düşünce, Piaget'nin bütün kuramının temeli olsa da yaş kategorilerine göre bunlardan bazılarının kaybolması söz konusu değil Vygotsky için. Benmerkezci düşüncenin çocuğun mantığını ortaya çıkartan yegane olgu olduğu fikriyse eleştiriye açık. Piaget için benmerkezci konuşma, bireysellikten toplumsallığa geçiş ürünü olsa da Vygotsky için durum tam tersi. Çocuğun konuşmasının daha çok benmerkezci mi, toplumsal mı olduğu konusunda çocuğun yalnızca yaşına bağlı olmadığını, çevre koşullarının da önemli olduğunu belirtiyor. Çocuğun gelişiminde içsel süreçlerin yanında toplumsal mekanizmanın da önemli olduğunun üzerinde duruluyor. Birimlere ayrışan bir bütünün iki parçası.

Stern'in Dilin Gelişmesine İlişkin Kuramı, bir Stern yergisi. Stern, çocukta dilin gelişimini anlıkçılığa bağlar. Beyinde bir ışık yanması gibi. Bunun da türeyişsellikle, genetikle alakalı bir durum olduğunu belirtir ama Vygotsky, bunun bir şeyin neden öyle olduğunu değil, bir şeyin öyle olmasının sebebinin öyle olması dolayısıyla ortaya çıktığını açıkladığını belirtir, kısaca bir kapalı sistem, kısır döngü. Sonuç olarak içsel süreçlere verilen aşırı önem, çevrenin gelişim üzerindeki etkisinin incelenmesini perdelemiştir, Vygotsky'nin dediği bu.

Düşünce ve Konuşmanın Türeyişsel Kökleri  bölümü çok ilginç. Özetleyeceğim; maymunlarla insanlar arasındaki fark, anlıksal işlemlerin niteliğidir. Bir maymuna işaret dilini öğretebilirsiniz, bu yolla bir insan gibi konuşabilir ama aradaki fark, işaret dilinin işlevselliğinin bir yaratıya, farklı bir düşünce şekline dönüşmemesidir. Her şey ezberlenmiş bilgide kalacaktır çünkü insanla maymunun anlığı farklıdır. Bu konuyla ilgili bir belgesel izlemiştim, bir maymunla bir insan işaret diliyle iletişime geçmişlerdi. Muhabbet ediyorlardı adeta ama insanın zihinsel işleyişi farklı olduğu için yeni durumlara yeni sözü olabiliyordu. Maymunda bu mevzu yoktu. Böyle bir şey. Maymunun anlığına en yakın durum, insanın bebekliğinde var. Anlık düşünce şekilleri çok benziyor.

Vygotsky'nin çıkarımları şöyle: Düşünce ve konuşmanın türeyişsel kökleri farklı. Bağımsız bir şekilde gelişiyorlar. Falan

Gerisi KPSS kitaplarında yer alan bilgilerin nefis açılımları. Nesneleri isimlendirmenin, ismin anlam özelliklerinin gelişimi, monologların gelişimi, benmerkezcilikle toplumsalcılığın karşılaştırılması. Süper.

Meseleye kafa yoranlar için şahane bir kitap.

29 Haziran 2014 Pazar

Vercors - İnsan ve İnsanlar

Öğretmenlik yaptığım yerde kısa süre sonra kapanacak bir fabrika var. Tesislerin yarısı terk edilmiş durumda, koca yapı çürüyor. Metruk bir binaya girdik, kütüphaneymiş bir odası. Bakındım bir, teknik kitaplar çoğunlukta ama bir şey buldum ki of.

Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi, beş cilt. Çürüyor. Aldım açıkçası, çürümesine gönlüm razı olmadı. Sahaflar 500 TL'ye iteliyorlar birkaç cildi. İstanbul'a getiremedim, orada kaldı ama bir dahaki sefere kütüphanemin baş köşesine koyarım bunu. Definecilik olayı keyifli bir şey.

Mevzuya gelirsek, insanın birey ve toplum hallerini anlatan Jean Marcel Bruller, Vercors müstear ismini kullanıyor. Ben de böyle yazmayı uygun gördüm. Uygun görmeyenler varsa kıçımı arayıp şikayet edebilirler.

Doğru düzgün bir fotoğrafını da bulamadım kitabın, bu idare eder. Vercors, genelde fantazya ve bilimkurgu metinleriyle tanınan bir isim, 1963'te Sylva ile En İyi Roman dalında Hugo Ödülü için aday gösterilmiş. Ödülü ustamız PKD almışsa da kendisinin yeri BK için önemli.

İnsan ve İnsanlar, Vercors'un insanlığa ve uygarlığa dair birtakım fikirler paylaşıyor, biraz İnsan Nasıl İnsan Oldu? tarzı ama çok daha kısa. 60 sayfacık bir şey. Dört bölümden oluşuyor.

İnsanın Başkaldırması: Çeviren Azra Erhat. Vercors, öncelikle insan kavramını tanımlıyor ve ardından insanla hayvan arasındaki temel farkı veriyor. Soyutlama gücüne sahip olmak. Güdülere göre yaşamayı bırakıp bu açıdan doğadan bağımsız olmak, semiyolojinin doğuşu ve nesneleri isimlendirmek, insanı insan yapan ilk detaylardan birkaçı. Anlamlandırma çabası da bu detaylarla birlikte geldi; insan yaşadığı ortamı anlamlandırmaya çalıştı, başarılı olduğu ölçüde bağımsızlığına kavuştu. Vercors, bunu baş kaldırma olarak görüyor ve "Sürgün sürgününe karşı koydu." (s. 17) şeklinde özetliyor. Anlamlandırma çabasıyla birlikte bir noktada insanın tekilliği de başlamış oldu; doğayı ve insanları tanırken edinilen bilgi, insanı benzerlerinden daha farklı bir yere koydu ve onu diğerlerinden ayırdı. Şu cümle çok hoşuma gitti mesela: "Bâbil Kulesi masalı dillerin efsanesi değil aslında, yalnızlığın efsanesidir." (s. 20) Gerisi toplumsal bir eleştiri; baş kaldıran insanın doğayı aşma çabası, devletle olan ilişkisi ve daimi yenilgisi. Bu yenilgiye rağmen yine de insan olmak baş kaldırmayı gerektiriyor, Vercors bunu söylüyor. Bir de özün varoluştan önce geldiğini. Yaşamdan önce insanın doğası geliyor.

İnsan ve İnsanlar: Sabahattin Eyüboğlu-Vedat Günyol çevirisi. Adalet, hak vs. gibi kavramların fosilleştikleri zaman insanoğlunun ayvayı yemesi konulu kısacık bir metin.

İyi Niyetli İnsanlar İçin: Çeviri yine ikiliye ait. İyi niyetli insanların kötülükler karşısında bir süre sonra zıvanadan çıkması ve bilinçsizce olsa dahi kötüler kadar kargaşa çıkarabilmeleri üzerine. Cehenneme giden yolla ilgili sözü hatırlayıp devam.

Ahlak ve Eylem: İnsanın insanla, toplumla, dinle, totalitarizmle bağları. Çok kısa oldu ama böyle.

Hoş.