Terry Pratchett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terry Pratchett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2015 Perşembe

Terry Pratchett - Johnny ve Ölüler

Johnny Maxwell ve arkadaşlarının başı değişik olaylardan bir türlü kurtulmuyor, bu sefer ölüler çıkıyor ortaya. Mezarlığı AVM veya ona benzer bir şey yapmak için satın alan canavar bir şirketle savaşan birkaç çocuk, ölülerin özgürlüğü keşfedip satışı koymalarına rağmen ellerinden geleni yapıp mezarlığı kurtarmaya çalışıyor. Deli kız yok, onun dışında kadro aynı.

Johnny'nin sürekli kavga eden ebeveynlerinden kurtuluşunu öğreniyoruz önce, annesi ve dedesiyle birlikte yaşıyor artık. Ebeveynleri mantıklı insanlardı; kavga etseler bile Johnny'nin duymamasına çalışıyorlardı ve çoğunlukla başarısız oluyorlardı. Sonra babanın oğluyla iletişim kurma çabaları vardı, o da oldukça başarısızdı. "Artık herkes sağduyulu davranmayı bıraktığından, her şeyin yoluna girebileceği gibi muğlak bir his vardı ortamda." (s. 9) Pratchett'ın bu olayı bağladı beni, mevzu akarken bir anda böyle cümlelerle karşılaşıyorsunuz. Sağlıklı bir aileniz varsa bu kadar etkileyici olmayabilir tabii. Neyse, oyuna dede dahil oluyor. Johnny'nin dedesi televizyonun başından kalkmayan, torunuyla pek az konuşan bir adam. Bu kitapta kendisini pek göremesek de üçlemenin son kitabında ön planda olacak.

Mezarlık diyorduk. Johnny ve arkadaşları mezarlığa gider, Jon -diyeyim artık, bizim zavallı Snow gibi- barakaya benzeyen mezarlardan birinin kapısını çalar, sonra bir daha çalar ve kapı açılır. Jon'dan başka kimse bunu görmez, ölüleri kimse görmeyecektir. Jon'ın görmesinin sebebi de kendi ifadesiyle "kafasının çok karışık olması". Hiçbir şeyi bildiğini düşünmez, bildiklerinin gerçekliğini sorgular, böyle bir velettir bu. Neyse, ölüler yavaş yavaş ortaya çıkar ve mezarlarının -evlerinin- yerine bir AVM falan kurulacağını öğrenirler. Jon'ın görevi bu mevzuyu engellemektir ama dört küçük çocuğun yapabileceği pek bir şey de yoktur aslında, büyüklerle çalışmaları gerekir. Onları gazlarlar, küçük şehirlerinin devasa şirketlerce değiştirilmesine karşı çıkan büyükler mevzuyu engeller, hatta bir gece vakti mezarlığa girmek isteyen buldozere bile engel olurlar. Gerçi bizim çocuklar engel olur önce, Bigmac dayak yer bu uğurda. Kabaca böyle.

Ayrıntılar, Pratchett'ın büyüsü burada. Ölülerden biri Einstein'la akrabadır, biri Marx ortaya çıkmasa onun yerine manifestoyu kaleme alabilecek bir adamdır falan. Bir de Bay Grimm vardı, o kötüydü. Ölülerin ölü olarak kalması gerektiğini, Jon'ın tam bir baş belası olduğunu ve başlarını derde sokacağını söyler. Bu ölüler ipin ucunu koparır gerçekten; yazısız kurallara uymaları gerekir. İlahi kurallardır bunlar, mesela o büyük gün geldiği zaman mezarlarında olmaları gerekir ama yıllardır orada beklemekten canları sıkılmıştır, Jon'ın getirdiği gazeteler, radyolar ve TV'ler ölüleri kesmez, daha cüretkar olurlar ve canlıların dünyasına girerler. Şey çok komik bir de; kıyametin sabaha karşı kopacağını bildikleri için dünyanın etrafında dolaşırlar, saat hep gece yarısını göstermektedir. Bu dünya turuna mucit ölülerden birinin elektrik hatlarını kullanmayı bulmasıyla çıkarlar.

Başka, şey muhabbeti. Özürlü yerine zihinsel engelli demek makbuldür ya, ölüler de kendilerine hayalet denmesinden hoşlanmadıkları için çocuklar başka isimler bulurlar. Yaşlı-ötesi vatandaşlar. Nefessel açıdan engelliler. Dikey açıdan dezavantajlılar. Buna güldüm dsfd.

Bir yerlerden karşınıza enerjinin korunumu kanunu çıkabiliyor, idealist felsefeyle de karşılaşabiliyorsunuz. Eşyanın da bir ruhu olduğunu söylüyor Einstein, radyonun halesine getirdiği açıklama bu. Bir de o mutlak denge. "'Yaşayanların hatırlaması, ölülerin unutması gerekiyor.'" (s. 188) Mezarlık yerinde kalır ama ölüler orada durmayacaktır artık, hepsi kendi yolculuğuna çıkmaya başlar. Birini Kharon alır, biri ışıklar içinde göğe yükselir, bilmem ne. Yaşayanlar için, Spinoza'nın dediği gibi -öhm- ölüm değildir mevzu, aklın o parıltılı anına ulaşmaya çalışmak, yaşamaktır. Ölümün üstesinden gelinebilir, öleceğimize inanmasak bile mezarlıkların varlığını sürdürmesi, yaşamımız hakkında neler yapabileceğimiz üzerine düşündürecektir bizi. Yeter, o da ekmek.

Bay Grimm bunların arasında bambaşka bir yerde durmaktadır, yazarın farklı bir yorumlaması. Bu zat gamlı baykuş gibi milletin kafasını ütülemekteydi. Yapmayın, etmeyin, gitmeyin, yasak, ayvayı yersiniz falan. Meğer bu zat intihar etmiş, oradan ayrılamadığı için kimsenin gitmesini istemiyormuş. İntihar ettiyseniz unutamazsınız, hep aynı yerde kalırsınız, hep aynı düşünceye hapsolursunuz. Gibi.

Gayet güzel, yine aralardan bir yerden çıkan bir cümleyle bitiriyorum: "Demokrasi ancak, insanlara nasıl yapacakları söylendiği zaman iyi işler." (s. 136)

7 Nisan 2015 Salı

Terry Pratchett - İnsanlığı Ancak Sen Kurtarırsın


Terry Pratchett'tan simülasyonu bol, sağa sola batıracak onlarca iğnesi olan nefis bir macera. Johnny Maxwell üçlemesinin ilk kitabı. Çok eğlenceli! Tamam, biraz da iç burkucu. Çocukların kimlik karmaşaları, evdeki anne-baba terörü, anlaşılamama kaygısı... Bu durumda her şeyden uzaklaştıran bir serüvene çıkmak en güzeli olurdu, onlar da bunu yapıyorlar. Savaş elbette, savaşı da her şeyin orta yerine koyun.

İki kapağı da koymak istedim. Üstteki yeni baskı, TUDEM'e ait Delidolu'dan çıktı. Diskdünya'yı da basmaya başladılar, süper. Alttakini sahaflarda bulmuştum, Dost'un. Kitabın adı biraz farklı.

Johnny, annesiyle babası hemen her gün kavga eden, mutsuz bir ailede büyüyen çocuklardandır. Babasının diyalog kurma çabalarının başarısızlığı can sıkıcıdır, her şey için çok geç olduğunu düşünür ve evdeki gerginliğe karşı hissizleşir. Hayatına renk katan bir tek arkadaşları ve bilgisayar oyunları vardır. Oyunları Titrek'ten alır, koca bir bilgisayar endüstrisine karşı hacker Titrek. Derslerinde pek başarılı değildir, ödevlerini Johnny yapar. İngiliz İç Savaşı örneğin; Johnny Bolivyalı yerlilerin sosyal yaşamlarını alır, lamaları çıkarır ve yerine kesik başlı kralları koyar. Pratchett'ın nereden çıkacağı belli olmayan esprilerine karşı her daim uyanık olun, arada şöyle şeyler çıkabiliyor: "Bir dönem, Baş Belası Bilgisayar Hackerları Tehdit Topluluğu ile ilgili hikâyeler anlatılmıştı ve Titrek bir hafta boyunca okula kendi yaptığı siyah gözlüklerle gelmek zorunda kalmıştı." (s. 31) Yani şimdi böyle okuyunca komik gelmeyebilir ama baştan okumaya başlayınca... Komik lan işte.

Bigmac, Titrek, Yo-yok ve Johnny, bu dörtlü çok iyi arkadaş olmasa da birlikte takılır. Tayfa böyle.

Bir gün Johnny İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin diye bir oyun oynarken düşman uzay gemisinden bir mesaj alır. Sürüngene benzeyen uzaylılar konuşmak istediklerini söylerler, artık daha fazla savaşmak istemezler. Jo düş gördüğünü sanır önce, umursamaz. Sonra mesajlar sıklaşır, anlatıcı uzaylıların tarafından bakmamızı sağlar ve saldırıyı durduran Jo'yu bir umut ışığı olarak gördüklerini anlarız. İlk defa bir insan kendilerini dinlemiştir, belki de kurtuluş bu insanın yardımıyla gelecektir. ScreeWee nam gemi ve şürekasının ortadan kaybolmasıyla birlikte Johnny'nin arayışı başlar. Uzaylılar ölmek istemez, bu yüzden gizlenirler. Nasıl olur ki, sonuçta bu bir oyundur ve her oyunun amacı daha çok öldürüp daha yüksek seviyelerde oynamaktır. "Belki başka bir gezegende de amonyaklı Tahıl Kristalleri'nin her paketinden bedava bir insan çıkıyordu." (s. 36) Perspektif değişince her şey inkar edilebilir hale geliyor ama Johnny için uzaylılar kurtarılması gereken canlılar haline gelir, hele hele boşlukta Space Invaders'ın küçük canlılarının parçaları yüzerken.

Kitabın politik altyapısı, Johnny'nin algı değişimiyle beraber yüzeye çıkar. Öncesinde çocukların televizyonda her gün gördükleri Körfez Savaşı'nın dehşet ortamı -patlayan bombalar, havaya uçan insanlar ve diğerleri- oyunun ta kendisi gibi gelir. "'I-ıh. Gerçek savaş gibi değil,' dedi Titrek. 'Televizyon savaşı yalnızca.'" (s. 39) Baudrillard deyip geçtim. Yukarıda bahsettiğim iç savaş da bir ödevden ibarettir, gerçekliği anlaşılamayacak kadar siliktir. Biz savaş görmemiş insanlar için bu böyle. Sonrasında Kirsty girer devreye, çok akıllı bir kız. Duygu yoksunu. Jo uzaylıları kurtarmaya çalışırken Kirsty onları yok etmek için uğraşır. Çok da iyi oynar oyunu, programın oyuncuya vereceği her türlü tepkiyi bilerek stratejilerini ona göre kurar. Bir yanda uzaylıları dinleyen tek çocuk, diğer yanda buz gibi mantığıyla katliama çıkan bir diğeri. İşbirliği yapmalarıyla uzaylılar kurtulur sonunda, o tarafta da bir oyunbozan olmasına rağmen. İnsanlara asla güvenilmeyeceğini söyleyen uzaylıya rağmen iki taraf da sağduyulu bir şekilde hareket eder ve uzaylılar havaya uçmadan kaçarlar, oyun evreninin ötesine. Kaçmadan da bir kurtuluş olmaz mıydı acaba, diğer oyunculara karşı cephe alan oyuncular olmadan? Bu oyuncuların özellikle Jo'un belki on defa ölmesine gerek kalmadan? Pek mümkün değil, oyunlar öldürmek içindir. Hayatınızda bir şeyler ters gidiyorsa öldürerek neşelenebilirsiniz.

Kabaca böyle, şimdi tatlı gevezeliklere geçiyorum. Oyuncular uyuyor ve uyandıkları vakit kendilerini oyunun içinde bulmaya başlıyorlar bir süre sonra. Öldüklerinde de uyanıyorlar. Sonra tekrar geri dönüyorlar falan. Jo bir süre sonra neyin gerçek olduğunu sorgulamaya başlıyor. "'Söylesene, neyin gerçek (olduğunu), neyin gerçek olmadığını hiç düşündün mü?'" (s. 87) Neo'nun sorduğunu hatırlayın: "You ever have that feeling where you're not sure if you're awake or still dreaming?" Bir de insanlığa güvenmeyen uzaylının söylediklerine bakalım. Eve gitme zamanının yaklaştığı söylenince verdiği tepki: "Ev mi? Evimiz burası! Başka evimiz yok! Sınır ve kendimize ait bir gezegenle ilgili bütün konuşmalar bir safsata... Göreniniz var mı? Hayır. Bir söylence bu. Umut yalnızca. Bir düş. Kendimize yalan söylüyoruz. Öyküler uyduruyoruz. Seçilmiş Kişi. Bin Canlı Kahraman! Hepsi düş! Gemilerimizde yaşıyor, ürüyor ve ölüyoruz. Yazgımız bu. Başka seçenek yok!" (s. 94) İki mevzu benzer, belki aynı kaynaklardan besleniyor. Ender's Game de öyle. Burada da sanal-gerçek operasyonlar var, dört veya beş kişinin birlikte hareket edebildiği.

Mesaj kafaya çakılmıyor, gülmece var. Süper!

Şey, benim lisedeki bunaltı bayrağını en önlerde taşıyan gruplardan birini koyacağım da, ben şarkının ikinci halini bilmiyordum. Dün kulağıma çalındı, bu ne lan dedim bir. Tanıyacağım ama tanıyamıyorum. Sonra bir uyandım, of. Olay yargıya intikal ettiği için daha fazla konuşmak istemiyorum. Bir karşılaştırın.


24 Mart 2015 Salı

Neil Gaiman / Terry Pratchett - Kıyamet Gösterisi

Kıyamet kopacak, iyilikle kötülük savaşmaya hazır. Hiçbir şey bunu durduramaz. Durduramaz mı? Şeytanın oğlu -Deccal- ve mahalleden arkadaşları, atadan bir cadı, atadan bir cadı avcısı, bir melek ve bir iblis, 32 kısım tekmili birden, kıyameti durdurmak veya başlatmak için ne yapabilir? Çok eğlenceli şeyler!

Neil Gaiman zaten kafası acayip çalışan bir adam, geçenlerde vefat eden yine bir acayip kafalı adam Terry Pratchett'la birlikte kitap yazmaya girişiyorlar. Tanışmaları şöyle; Gaiman serbest gazeteci olarak çalışırken ismi yeni yeni duyulmaya başlanan Pratchett'la röportaj yapıyor. Tanışmaları böyle. Sonrasında Gaiman altı sayfalık bir öykü çalışmasını Pratchett'a gönderip öyküyü nasıl bitirmesi gerektiğini bilmediğini söylüyor, bir süre sonra Pratchett bambaşka bir fikirle dönüyor. Neden birlikte bir şeyler yazmıyorlar ki? Konu süper, genişletilebilir. Yardırıyorlar. Gaiman gece kuşu, Pratchett telesekretere mesajlar bırakıyor. "Uyansana piç! Yeni bir şeyler yazdım, hemen oku!" Gaiman uyanıp yazılanları okuyor, kendisi bir şeyler yazıp yolluyor. Bu şekilde metnin taslağı ortaya çıkıyor, sonrasında bir araya gelip tamamlıyorlar olayı.

İlk bölümler Gaiman'ın, son bölümler Pratchett'ın eseriymiş. Aralardakiler, tarzları çok yakın olduğu için anonim gibi görünüyormuş onlar için. Bir cümle var mesela, ikisi de o cümleyi yazdığını inkar ediyor. Metin kendi cümlelerini doğuruyormuş gibi.

Ne oldu? Önce Adem elmayı yedi ve cennetten şutlandı. Crowley ve Aziraphale nam iblis ve meleğin arkadaşlığı gözlerimizi yaşatıyor. Ya aslında inceden inceye din eleştirisi her yerinde romanın, baştan itibaren. Crowley yasak elmayı yedirtmenin, daha doğrusu göze sokar bir şekilde ortaya çıkarmanın mantığını sorgularken Azir -diyeceğim bundan sonra- Esrarengiz Plan'ın sorgulanmaması gerektiğini söyler. İkisi de hizmetçidir, yukarıda veya aşağıda nelerin döndüğünden haberleri yoktur, emirleri yerine getirirler ve olabildiğince özgür iradeleriyle pek sorgulamaya girişmeden işlerini yaparlar. Arada kalmış varlıklardır, bu yüzden yakındırlar. Binlerce yıldır süren bir arkadaşlık. Düalizm dostlukların temeli olabilir. Düşmanlığın da. Crowley elmayı yedirdi, Azir alevli malevli kılıcını Adem'e verdi. Bir an düşündüler, yapılanlar sonucunda acaba iyi olan kötüye, kötü olan iyiye hizmet etmişse ironik olmaz mıydı? Cennetle cehennem arasında pek bir fark olmasaydı? İkisinde de içki satılmasaydı mesela veya cennetteki can sıkıntısıyla cehennemdeki heyecan aynı ölçüde itici olsaydı? Cehennem bir adım önde yine de, bütün iyi müzisyenler orada.

Deccal'in doğuşuyla kıyamete pek bir şey kalmamış olacak, tabii satanist hemşirelerden birinin iki bebeği karıştırması büyük sorunlara yol açabilir. İki taraf için de. Savaşmak için birinin kiliselere, birinin kötülüklere ihtiyacı var. İtilip kakılacak insanlara ihtiyaç var yani. Bir şeylerin ters veya yolunda gitmesi içinse insan faktörü yeterli. Bebekler karışıyor ve Deccal, normal bir aileye veriliyor. Hellhound, cehennem tazısı yollanıyor bir tane, o da normalleşiyor. Çocuk son derece normal, arkadaşlarıyla oyunlar oynuyor, dünyayı ele geçirme planları falan yapıyor ama çocukça. İçindeki kötülük tohumu bir şekilde kendini gösterse de her şey kıyamet günü ortaya çıkacak.

Absürt, komik o kadar çok olay var ki yazmakla bitmez. Azir aynı zamanda nadir kitap koleksiyoncusu. Baskı hatalı, cins kutsal kitapları topluyor. Onlardan birindeki ayetlerde Azir'le Tanrı arasındaki bir diyalog çok hoş. Tanrı, Azir'e kılıcı ne yaptığını soruyor. Azir, şuraya bir yere koyduğunu ama nereye koyduğunu unuttuğunu, bir gün kendisini de unutacağını söylüyor falan. Böyle şeyler. Dur ya, bir iki tane daha yazayım.

En iyi şarkıların Şeytan'da olması, en iyi koreografların Cennet'te olması.

Deccal'in çetesindeki tek kız olan Pepper'ın söylediği: Cadılar erkek egemen sosyal hiyerarşinin ezici adaletsizliklerine karşı mümkün olan -o zamanlar- tek yolla isyan eden zeki kadınlardır. Annesi öyle demiş.

Crowley'nin bilgisayar sektörünün sunduğu garantileri aşağıda Ölümsüz Ruh anlaşmaları hazırlayan bölüme yollayıp feyz almalarına istemesi.

Shadwell isimli karakterin neden tavana ayna konduğunu anlayamaması. Constantine geliyor akla.

Bu Deccal ve saz arkadaşlarının bir düşman tayfası var. Aslında düşman da değil Yağlı Johnson, çok iri bir arkadaşımız ve zorbalıklara dayanamayarak zorba olan bir kardeşimiz. Çocuklardan biri Yağlı John olmasa eğlencenin biteceğini söylüyor. Şeytan ve Tanrı arasında da bu çeşit bir eğlence var. Çok eğleniyorlar zannediyorum.

İbraniler, Elvis, Mahşerin Dört Atlısı, Agnes Çatlak'ın kehanet defteri, dini ve mitolojik şeyler, ne ararsanız var. Sonuçta insanları orta yerde bırakmamak lazım. Tanrı ve Şeytan! Bizimle oynamayın. Kafamız karışıyor.

Jesus Christ Superstar'dan kafası karışmış bir adamla bitiriyorum, hayırlı sevaplar, günahlar diliyorum.