Ernst Jünger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ernst Jünger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2019 Cuma

Ernst Jünger - Mermer Yalıyar

Ernst Jünger'in Türkçedeki ilk romanı, çevirmeni Ersel Kayaoğlu. Kitap 1996'da basılmış, 1895 doğumlu Jünger o sıra yaşıyormuş, kısa biyografide "yaşayan en yaşlı Alman yazar" deniyor kendisi için. Türkçeye üç metni çevrildi şimdiye kadar, Cam Arılar'ı Jaguar bastı, ses getirdi bu metin. Kırmızı da Alaaddin'in Problemi'ni basmış zamanında. Basılmayı bekleyen pek çok metni var, sağa sola fişekliyorum ben, belki birileri basar. Mermer Yalıyar'a gelirsek Ersel Kayaoğlu'nun yazdığı girşi yazısında üç önemli bilgi var; ilki Jünger'in I. Dünya Savaşı'na katılıp dehşeti dolaysız olarak görmesi. İkincisi, bu metindeki bazı şiddet sahnelerinin II. Dünya Savaşı'nın bangır bangır geldiğini söylemesi. Zorbalığa ve savaşa karşı başkaldırı niteliğindeki bu metinde yer alan kışkırtmalar, cinayetler ve birçok şey Almanların savaştan önce yedikleri haltları canlandırıyor. Gerçi ilginç bir durum var ortada, Jünger bu metni 1939'un başlarında yazmaya başlamış, yaz aylarında bitirmiş ve 10 Eylül 1939'da günlüğünde yazdığına göre metnin düzeltisi tüm vaktini almış bir süre. Bütün bu zaman zarfında Hitler'in ordusunda subay olarak çalışması bir yana, ne "olduğu" tam olarak anlaşılamadığı için bir gece evinden alınıp götürülmemiş. Direkt alıntı yapayım: "Bu yapıtın Göring ve Himmler'in en sevdiği kitap olduğu da söylenmektedir, fakat bunun, yazarın amaçlarının dışında bir durum olduğu açıkça ortadadır, çünkü Naziler Jünger'i kendilerine yakın görmek isteseler de, onu bir türlü sınıflandıramamışlardır." (s. 6) Doğanın sembol üzerine sembol yağdırdığı, şiddetin anlamsızca yükseldiği anlatının açık bir anlamı yok, yaşamın şahitliğini yapan bir keşişin mutlu günlerden kalan anıların ortaya çıkardığı melankoliyle ettiği mücadele üzerinden doğayla bütünleşme, diğer keşiş biraderlerle birlikte yitirilen bir geçmişin yasını tutma edimlerinin dışında şiddete karşı alenen bir tutum yok, bu yüzden Naziler Jünger hakkında kesin bir hükme varamamışlar. Tabii bir süre. 1940'tan itibaren kitaplarının basımı için kağıt verilmemiş, Hitler'e karşı olduğu düşünülmüş. Sembolizmin arkasına belli bir süre saklanabilmiş Jünger, Strugatski Biraderler'in bilimkurguyla, Bulgakov'un absürtlükle yapmaya çalıştığını o da sadece bir süre kotarabilmiş. Savaştan sonra yazmayı sürdürmüş, biyografide yer alan bilgiye göre 1996'da yazmaya devam ediyormuş. Çevrilmeyi bekleyen bir dünya metin var, aralarına Jünger'inkileri de alabiliriz.

Anlattığı olaylardan uzak bir zamandan sesleniyor anlatıcı, geçmişi acıyla hatırlıyor ve o acıların arasından mutluluğu çıkartmaya çalışıyor. Daha büyük yaralar açılıyor, daha büyük mutluluklar için. Büyük Marina'da yaşayan keşiş tayfasının günleri çiçeklerin, dağların, tepelerin ve bayırların arasında geçiyor. Cennette birkaç gün. Bağlarda içilen şaraplarla, sohbetlerle değişen mevsimler kendi sözcüklerini sunuyor. Manastıra -metinde pek bahsi yok, yaşam alanı olarak yer yer karşımıza çıkıyor- dönüş yolundaki Horozlu Kapı ve mermer yalıyarlar, anlatıcının imgelemini dolduran başlıca yapılar olarak gözüküyor. Ayın ışıkları altında yıkanan doğaya insan yapıları pek az giriyor. Anlatıcı bu atmosferde her şeyi algılayabilmek için sanki özel olarak donandıklarını söylüyor; gölgelerde kül rengi eski ruhlar yaklaşıyor, kilisenin çanları uzaklarda evin yolunu gösteriyor, tanıdık izler eve dönüş yolunu gösteriyor ve keşişlerin dünyalarını biçimliyor. Manastırda Otho Kardeş'in herbaryumunda sayısız bitki ve yaprak var, iç mekanda da doğanın bir minyatürü kurulmuş durumda, dış dünyayla iç dünya birbirine geçmiş. "Bilir misiniz, bu yaşamın acılarını değil, coşkunluğunu ve yabanıl doluluğunu anımsadığımızda gözlerimiz dolar." (s. 12) Huşu içinde yaşayan tayfa günün her vaktinde yapacak bir iş buluyor. Yaprak toplamak, yürüyüşlere çıkmak, hepsi uzun zaman sonra özlenen ve ardından gözyaşı dökülen şeyler. İnsanlar da hatırlanıyor, Otho Kardeş sıklıkla karşımıza çıkıyor, aşçı Lampusa ve anlatıcının küçük oğlu Erio da yer yer kendilerini gösteriyorlar. Erio kaya aralıklarında yaşayan yılanları pek seviyor. Bu yılanlar yavaş yavaş çoğalacak ve "ateşböcekleri" denen serseri takımı ortaya çıkınca saldırganlıkları artacak. O zamana kadar insanların seslerine farklı tepkiler vermeleriyle Otho Kardeş'in dikkatini çekmelerinden başka bir işlevleri olmayacak.

Geçmişi hakkında anlattıklarına göre Alta Plana'nın özgür halkı için zamanında savaşmış anlatıcı, eski bir asker olduğunu düşünebiliriz. Önceki yaşamına kısa kısa değiniyor, manastıra kapandıktan sonra savaşla dolu günlerini hatırlamak istememesi doğal bir şey, şiddet olaylarının patlamasıyla duyduğu korku, cennetin aslında cehennemin devamı olduğu hissi ortaya çıkana kadar. Travmadan uzaklaşmak için sürekli bir geri çekiliş, doğanın en küçük parçalarına bile yoğunca odaklanmış bir bakış, Moritanyalıların İhtiyar Efendisi Başormancı ortaya çıkıp huzuru yok edene kadar insanlarla ve doğayla ilişkileri yansıtıyor. Kaosun belirmesiyle Başormancı'ya daha yakından bakma şansımız oluyor, geçmişteki savaşlardan kalma bir yiğitliği, etrafında efsanelerin örülmesine yol açan bir büyüklüğü var. Zamanında Otho Kardeş ve anlatıcı onun yanında olmaktan keyif alırlarmış, çok uzun zaman önce. Anlatıcı kaybolan arkadaşı Fortunio'yu aramak için Başormancı'nın bölgesine girince küstahlığa varan bir tavırla karşılaşmış, pek detay vermiyor burada, sonradan ilişkileri tamamen kopmuş. Orman tekinsizleşmiş, sonradan yağmacıya dönüşecek çiftçiler çoğalmaya başlamış. "Düzenin bozulduğu ve gerçekliğin yitip gittiği ölçüde onun ortaya çıkması tuhaftı." (s. 30) Başormancı'nın ele geçirdiği noktalar mermer yalıyarlardan gözükür hale gelmiş; yanan ateşler, uzaklardan gelen çığlıklar... Dehşet adım adım yaklaşmış ve manastırın sınırlarına dayanmış. Naziler ufukta beliriyor işte.

Topraklarını elinde tutmak isteyen kralın ve prensin ortaya çıkması kanlı bir yüzleşmeyi engelleyemiyor, Başormancı'nın sadece kahkahalarının duyulduğu bir savaşta ateşböceklerinin köpekleri prensinkilere baskın geliyor, anlatıcının pek çok arkadaşı ölüyor ve geri dönmeyi başardıktan sonra tekrar doğanın kalbine çekiliyor, yağmacılar kapılara dayanana kadar.

Ulus Baker'in yirmi bir yıl önce yazdığı bir yazıya denk geldim. Muazzam anlatmış, kendisinin "Sırça Arılar" diye çevirdiği Cam Arılar'a da değinmiş. Unutulup gitmesin, okunsun isterim.

28 Şubat 2019 Perşembe

Ernst Jünger - Cam Arılar

Atıl duruma geleceğiz. Kaku'nun adını hatırlayamadığım bir incelemesindeki deneyi hatırlıyorum, bilgisayar programının yazdığı eser için, "İddia edildiği gibi Mozart'ın kayıp eseridir bu," demiş uzmanlar. Oysa iddianın aksine kayıp eser falan yok. Üretilen algoritmalar işe koşuluyor ve yapay zekanın yazdığı roman usta işi bir eser olarak niteleniyor, buna benzer pek çok örnek var. Halihazırda olan şeyler bunlar, olacaklar hayal gücümüzle sınırlı ama sonuç belli; makineler bizim yaptığımızdan daha iyisini yapacak. Hepsi hepsi sözcüklerden ve notalardan ibaretiz, duygulanımımızın vardığı nokta bu parçalar olduğuna göre rahatlıkla kopyalanabiliriz ve eserlerimizin çok daha iyileri yaratılabilir. Atıl duruma geleceğiz, gelişen teknolojiyle birlikte emeğimize ve zamanla hayal gücümüze ihtiyaç duyulmayacak, böyle bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Harari de söylüyordu, günümüzün çoğu mesleği kısa ve orta vadede ortadan kalkacak. Şoförlük, avukatlık gibi mesleklere büyük çapta veda edilecek. Gerçi Kaku geleceğimizi kurtarıyor yine, Mağara Adamı Etkisi dediği nane sayesinde insani iletişim ihtiyacından ötürü tamamen makineleşmeyeceğiz gibi gözüküyor ama ne olacağını kim söyleyebilir? Yüzbaşı Richard'a eski dünyanın bir parçası olduğu söylendiği zaman bunu kendi yaşamındaki yenilgilerle birleştirip işe yaramaz bir adam olduğunu kabul etmesini, distopik bir dünyada kıvranan insanlardan biri haline gelmesini düşünüyorum, geleceğin bu şekilde acı verici değişimlere yol açacağı giderek daha bariz bir hale geliyor ama gerçekten de insanın yıkımı mı bu? Kendimizi yeniden inşa etmek zorunda kalır mıyız, söz gelişi siborglaşacak mıyız? Bu gerçekleşecek gibi gözüküyor, insanlığımızdan çok şeyi feda edeceğiz ve yeni insan olarak kendimize çok şey katacağız. Richard'ın ulaştığı gibi bir dengeye ulaşmak zorunda kalacağız, zorlanacağız ama bunu yapacağız.

Richard'ın durumu geleceğin öncülü olarak dikkat çekmeli. Süvari yüzbaşısıyken, savaşın orta yerinde genç bir askerin tüfeğinden çıkan kurşunla vuruluyor ve düşüyor, bir çağın sonu. Otomasyona bağlı araçlar karşısında şoförlerin durumunu düşünün, Richard'ın onlardan pek bir farkı yok şu durumda. Eski asker Richard yoksullukla mücadele edip eşi Theresa'ya sıkıntı yüzü göstermemek isterken pek fazla seçeneği yok, arkadaşı Twinnings'in teklifini kabul etmek zorunda. Zapparoni adlı mucit bir iş adamının yanında çalışmaktan başka bir şansı yok. Arkadaşları tarafından dışlanacağını biliyor ama ekonomik sıkıntıdan kurtulmak için adamla görüşmeyi kabul ediyor ve Zapparoni'nin malikanesine gidiyor. Metinde hepi topu iki mekan var; Twinnings'in işi bağladığı bar ve Zapparoni'nin evi. Olay ağırlıklı bir anlatı değil bu, dünyanın geçirdiği değişimin izlerini Richard'ın anlatıcılığında takip ettiğimiz, tek bir bilince sığmaya çalışan dünyanın devinimlerini izlediğimiz türden, son derece kişisel bir kaybediş. Daha doğrusu bir dengelenme çabası. Dünyayı dengeleme çabası aynı zamanda. Jaguar'ın yeni serisinden. Jaguar ne güzel bir yayınevi. Jaguar, bastığın çok az şeyi edinmedim, bilerek. Elimde olmayan bir şeylerin kalsın istiyorum, yoksa okumadığım pek bir şeyin kalmayacak. Capote'nin Soğukkanlılıkla'sını aynı sebepten okumuyorum, on yıldır bekliyor. Calvino'yu, Márquez'i, Cortázar'ı da aynı sebepten bekletiyorum. Üniversitedeyken, bu mecrada bir şeyler karalamıyorken şimdikinden daha beter okuyordum, bu saydıklarımın pek çok metnini o zaman okumuştum, şimdi de bazen burayı kapatıp, hatta ıssız bir yere tayin isteyip deli gibi okumak istiyorum. Bir şey yazmak istemiyorum, gitar çalıp bir şey okumak istiyorum. Günün birinde yapacağım bunu. Yeşim'e söyledim, Ankara civarında çok güzel ve ıssız yerler olduğunu söyledi. Puanımın Ankara civarına henüz yetmeyeceğini söyledim, bekleyebileceğimizi söyledi. Hem sonsuzluktan, hem de uzun vadeli sonluluktan konuşabilmek çok güzel bir şey, çok özlemişim bunu. Neyse, Richard'ın düşüncelerinde geziniyoruz, zaman ağır ağır akıyor. Eski askerlerin çoğu iyi işleri kapmış, Richard girdiği işlerde tutunamamış ve Twinnings'ten yardım isteyene kadar sıfırı tüketme noktasına gelmiş. Twinnings görüşmeyi ayarlama konusunda Richard'ı ikna etmeye çalışırken dünyadan fırlatılıp atılmasına akıl erdirmeye çalışıyor Richard, bir yandan da Zapparoni'nin dehasını öğreniyor. Zapparoni teknik kabiliyetiyle tekelleşme yolunda ilerliyor, buluşları dünyanın çehresini değiştirecek düzeyde. İşçilerine verdiği maaş bakanların maaşıyla yarışıyor ve çalışanlar istedikleri saatlerde mesaiye başlıyorlar, günlük işlerini bitirmeleri yeterli. Şirket sırlarını kaçıramıyorlar, Zapparoni muazzam koşullarda çalıştırıyor işçilerini. Sırların kaçırılmaması için gereken şartlar sağlanmış durumda zaten, patron her şeyi düşünmüş ve uygulamaya koymuş. Yine de bağımsız bir zihnin hizmetlerine ihtiyaç duyabiliyor, bütün sözleşmelerin ve anlaşmaların dışında, bu yüzden "kirli işlerini yürütecek bir adam" olarak Richard'ı düşünüyor, Twinnings vasıtasıyla.

Görüşme kararlaştırılırken Richard geçmişe, Twinnings'le ve diğer arkadaşlarıyla tanıştığı okul yıllarına dönüyor. Harbiyede öğrencilik zamanları, Binbaşı Monteron'dan edinilen hayat dersleri, her şey geri geliyor. Kanı kaynayan öğrenciler hafta sonu izinlerinde takıldıkları mekanlarda sayısız olay çıkarıyorlar ama bir şekilde kapanıyor mevzular, alınan büyük bir dersle. Her şeyi geride bırakmak istiyor Richard, geçmişin bataklığından kurtulmalı ki yüzünü geleceğe dönebilsin. "Artık bu fosilleşmiş yargılarımı geride bırakmanın zamanı gelmişti. Geçenlerde birisi bana, konuşurken 'eski silah arkadaşlarım' veya 'kılıcının püskülü üzerine yemin etmek' gibi artık çağdışı kalmış pek çok ifade kullandığımı söyledi. Bu ifadelerim, çoktan bayatlamış iffetiyle övünen ihtiyar bir kız kurusunun yapmacık tavırlarına benziyormuş. Bu kahrolası alışkanlığa bir an önce son vermeliydim." (s. 26) Eskilik dile sirayet etmiş durumda, Zapparoni adına çalışmaya başlar başlamaz arkadaşlarının kendisini kınayacağını biliyor ama kendini ve Theresa'yı kurtarmak zorunda, öyleyse eski günleri son bir kez hatırlayıp her şeye veda edebilir. Siciline işlenmiş suçları düşününce kapıyı kapamak daha kolay; vatan uğruna tehlikeye atılıp vatana ihanetle suçlandıktan sonra darbe alan değerlerini tamamen bırakabilir.

Teknolojiye karşı psikolojik tepkiler geliştirmiş arkadaşların intiharlarından Zapparoni'nin icatlarına bilinç akışı, çok dağıtmadan. Mağara Adamı Etkisi'nin ilk izlerini görüyoruz bir yerde; çocuklar Zapparoni'nin ürettiği filmlerin müptelası olmuş durumda ve duygusal olarak aşırı yüklenen çocukların akıl sağlıklarının bozulmasından korkuluyor ama bir yandan da çağa ayak uydurmak fikriyle bütün gelişmeler yavaş yavaş kanıksanıyor. Zapparoni'nin toplumu etkisi altına aldığı söylenebilir, elinde büyük bir güç var ve yeni buluşlarla dünyayı bambaşka bir hale getiriyor, bunun bir sonu yok gibi gözüküyor. Richard'ın uyum sağlayamadığı nokta tam da burası; askerlikle ilişiğini kesmesinin travması henüz geçmemiş, öğrencilik yıllarından savaş zamanlarına kadar pek çok anısı bu travmanın etkisiyle ortaya çıkıyor, sanırım. Bir de dünyanın tamamıyla bir değişim mücadelesine girişecek gücü yok, zaten kişisel sebepleri de bundan geri koyuyor kendisini. Babasıyla ve annesiyle olan ilişkisi de problemli, özellikle babasıyla. "Adam" olması isteniyor, Richard elinden geleni yapsa da babasına yaranamıyor bir türlü. Belki bu kez yaranabilir, bu değişim fırsatını kaçırmak istemiyor bu yüzden. Vatan kavramı da anlamını yitirmiş durumda, çok sevdiği Monteron'un ölümünden sonra vicdanının sızlamasını dindiremiyor, her şeyin boşuna yaşandığı düşüncesi var aklında.

Zapparoni'yle karşılaşma ve cam arıların ortaya çıkışı final bölümünü oluşturuyor, genişçe bir bölüm. Bir nevi sınav. Richard bir karar vermek zorunda, Zapparoni'nin manipülasyonuna kapılmadan, olabildiğince özgür iradesini kullanarak. Kuklalar, otomatlar, cam arılar, kesik kulaklar ve etik, Richard'ın yaşama dair fikirleri. Hepsi birbirine karışıyor, ortaya psikolojik bir gerilim ânı çıkıyor. Düğüm çözülüyor sonra ama kesin bir sonuca varamıyoruz, Richard'ın kararını bilsek de dünyanın daha iyi bir yer olup olmayacağına dair öngörüler dışında elimize bir şey geçmiyor ki geçmesin, gelecek henüz ortaya çıkmadı. Ufukta bile belirmedi, şimdiden başka bir şey yok elimizde. Richard biraz da bu fikre bel bağlıyor, belki de cebinde iyi niyet taşlarını biriktirmeye başlıyor.

Sıkı kurulmuş bir distopya diyeceğim, diyemiyorum. Distopik atmosfer kuşatmış metni, tamam ama yine de... Bilemiyorum. Belki benim cebimde de birkaç taş vardır.