
"Uğursuz İşaret Altında Doğuş" bölümü. "Rock'n'roll baştan beri politik miydi? Kelimenin en geniş anlamıyla evet; müzisyenlerin asla böyle düşünmemelerine ve ellilerin dinleyici kitlesinin politik ve toplumsal değişim için mücadele etme konusunda, 'sessiz kuşak' diye adlandırılacak denli kayıtsız olmasına karşın. Onların tek istediği eğlenmekti." (s. 13) Kökenler incelenirken Elvis Presley'nin yeniliğinin getirdiği isyan duygusundan, dönemin toplumsal çalkantılarından yola çıkılıyor. Güneyli ırkçılar bu yeni müziği "şeytani zenci müziğinin beyaz gençliğin hayatına sızması" olarak görüp lanetliyor, sevenleri zaten sallanıp yuvarlanıyor ama sanatçılar neye yol açtıklarını, ne yaptıklarını bilmiyorlar gerçekten de, müziğe ideolojik açıdan yaklaşmıyorlar. Elvis'in askere çağrılıp 1958'de postalları giymesine şöyle yaklaşıyor Lennon: "Elvis orduya katıldığı gün ölmüştü." Pek suya sabuna dokunmamış açıkçası, siyahi isyanla kendi isyanını hiçbir zaman birleştirmemiş, Vietnam zamanında rock dünyası kenetlenip protest eylemlere giriştiği zaman bu "Güneyli çocuk" şaşkın şaşkın bakakalmış. "Tüm zamanların bu en büyük beyaz rock'n'roll'cusu asilerle birleşeceğine Başkan Nixon'a saygılarını sunmak üzere tırısa geçti." (s. 15) Bill Haley de benzer bir çizgide ilerleyerek sadece sanata hizmet etmiş, zamanın suskunlarına katılarak örtülü olarak Nixon ve tayfasının yanında yer almış. Chuck Berry bahsi de geçiyor bir yerde, çoğunlukla kızlar, arabalar ve başarıdan söz eden, iyimser şarkılar yazmış ve Denselow'a göre "tam anlamıyla Amerikalılara özgü bir tutum" sergilemiş. Brecht ve Eisler meselesi de bu bağlamda mutlaka okunmalı, bu ikisinin büyüklüğünü ve sanatçılıklarının değerini anlayabilmek için giriştikleri eylemler, çatıştıkları komiteler etraflıca anlatılmış. Adamlar kişiliklerinden, fikirlerinden zerre ödün vermemişler, çok saygı duyulası. Nazilerden kaçan solcu müzisyenlerle baş edemeyen ABD kendi asilerine karşı daha acımasız davranmış, hedefte Pete Seeger, Woody Guthrie, kısmen Bob Dylan ve Billy Bragg gibi ünlü singer-songwriter tayfası var. Bob Dylan hariç geri kalanların 1930'lardan itibaren gördükleri baskılar, maruz kaldıkları komite dehşeti başlı başına bir metin konusu olabilir, anti-komünist dalganın en güçlü olduğu ellili yıllarda on yıllık hapis tehditleriyle uğraştıkları için tamamen politik kanada çekilerek müzik yapmışlar ve mücadelelerini sürdürmüşler. İngiltere'deki muadilleri de daha az coşkulu olmak üzere ellerinden geleni yapmışlar açıkçası o yıllarda, Ewan MacColl gibi sanatçılar seslerini çıkartmışlar ve apartheid karşıtı politikaları desteklemişler, plak şirketleri eserlerini sansürlemiş, bir sürü şey.
İlerleyen bölümlerde 1950'lerden 90'lara kadar müzikopolitik ortamdan sanatçıların toplumsal eylemlerine kadar pek çok hadiseye yer verilmiş, ben çok önemlilerinden birini, diğerlerine göre biraz daha magazinel olanını alıp bitireyim. Guthrie hastanede yatarken Bob Dylan ziyarete geliyor, bir nevi devir teslim töreni gibi görülebilir bu, tabii kısa bir süre sonra Dylan ciddi protestoların nesnesi haline gelecek, bazıları davayı sattığını haykıracak, bir sürü tantana çıkacak. Dylan kimliklere sığmayan bir adam, ne zaman kendisine bir paye biçildiğini görse topukluyor adam. JFK'nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra önemli bir komite tarafından çağrılıyor Dylan, sivil haklar kampanyasına katılımıyla ilgili bir ödül alacak. Adam gidiyor, karşısında bir dünya dinozoru görünce dünyanın yaşlılara ait olmadığını söylüyor. Üstüne JFK'yi öldüren Oswald'da kendinden bir parça gördüğünü söylüyor falan, sahneden iniyor ve salonu terk ediyor. Sonradan bir mektup yolluyor komiteye, ne söylemeye çalıştığını mektupta anlatmaya uğraşıyor ama beceremiyor da. Gerisini alıntılayayım: "Yirmi üç yıl sonra Dylan'ı iyi tanıyan (ismini vermeyeceğime söz verdiğim) çok ünlü bir müzisyen şunu söylemek zorunda kalacaktı: 'Bob Dylan'ı değerlendirmenin en iyi yolu, müziğini değerlendirmektir, çünkü o orada güçlüdür. Birey olarak zayıftır ama kimse bunu bilmez. Ve şarkılarına gelince, en büyük sorunu her zaman 'siz' dediğini - ama asla 'biz' demediğini anlayamamış olmasıdır. Bu en büyük problemidir. Her zaman insanlara vaaz verir ve asla kendisini onların içine katmaz, şarkılarının rahatsız edici olmasının nedeni de budur.'" (s. 65) Bunu diyen kim acaba? Baez?
Live Aid, Sting, Bono, Van Zandt, Paul Simon'ın dingilliği, müzik dünyasının yediği herzeler ve insanlık için yaptıkları, otuz iki kısım tekmili birden burada. Sevdikleri sanatçıların karnesini görmek isteyenler için birebir.