H. P. Lovecraft etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
H. P. Lovecraft etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2019 Pazar

H. P. Lovecraft - Tuhaf Kurgu Yazmak Üzerine Notlar

Lovecraft'ın mektuplarından bir parça, makalelerinden de bir parça. Adamın otuz bin mektup yazdığı söyleniyor, o zamanların WhatsApp'i mektup zincirleri olduğu için, Lovecraft da her türlü amatör oluşumu desteklediği için gününün önemli bir bölümünü mektup yazarak geçirdiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında yazar arkadaşlarıyla mektuplaşmaları da var ki asıl ilgi çeken kısım bu ama derlemeye Clark Ashton Smith'e yolladığı mektup dışında dişe dokunur bir metin alınmamış ne yazık ki. Lovecraft'ın zaten bir avuç okuru varken mektuplarının basılması ekonomik intihar olur, elini bu taşın altına sokacak babayiğit henüz yok, interneti kurcalayınca bazı mektuplarına ulaşılabiliyor gerçi. Her neyse, bu bile önemli bir girişim. Laputa Kitap güzelliği.

Sıradan gidiyorum, Lovecraft'ın kısa bir otobiyografisi. Ataları toprak sahibi olduğu için kendini daha çok taşralı olarak görüyor. Evliliğini sürdürmek için yaşadığı topraklardan ayrılıp New York'a yerleştiği kısa sürede tutulduğu buhranları, her gün çıktığı kısa gezintilerin eksikliğini düşünürsek doğadan ayrı kalamadığını söyleyebiliriz. Çok küçükken tuhaf şeylere tutulduğunu söylüyor, babasının ölümünden sonra eksantrik bir büyükbabanın gözetiminde büyüdüğü için bu da normal. Büyükbabası Lovecraft'ı geceleri karanlık koridorlarda ve boş odalarda gezdirirmiş, karanlık korkusunu yensin diye. Poe'nun da küçükken mezarlıklarda takıldığını biliyoruz, çocukluklarında alıyorlar zehri. Peri masallarını, cadı ve hayalet hikâyelerini dinlemekten keyif alıyor Lovecraft, Yerel Şam Pazarı'ndan edindiği eşyalarla bir Arap köşesi yaptırıyor, Abdul Alhazred'in kurgusal unvanını bu sırada aldığını söylüyor. Bulfinch'in meşhur mitolojisini okuyor ve Boston'daki klasik sanat müzelerine giderek "Romalıya dönüşüyor". Roma dönemine hayranlık duyuyor kendisi, Roma'nın yıkılışından sonraki zamanların karanlığından nefret ediyor, yaşadığı çağdan da nefret ediyor, bu yüzden Roma dönemini ve öncesini araştırıyor, Yunan ve Roma mitolojisindeki varlıklara inanıp onları göreceğini hayal ediyor. Okumayı üç yaşında söktüğü ve dört yaşından itibaren uçuk kaçık metinleri okumaya başladığı için pazar okulunda pagan pagan şeyler söyleyip din adamlarını dehşete düşürüyor, okula devam etmiyor liseye kadar, evde eğitim görüyor. Liseyi zar zor bitirdikten sonra üniversiteye gitmiyor, yazma çalışmalarına başlıyor ama önce Poe okumaya başlıyor tabii, sekiz yaşında "idolüm" dediği Poe'yla tanışıyor, Poe etkisi kendini gösteriyor ve kendi sözleriyle "kötü öyküler" yazmaya başlıyor Lovecraft. Bu sırada bilimlere merak sarıyor, evinin mahzenine bir kimya laboratuvarı kurduruyor. Herbert West'in bulunduğu öyküler bu dönemin anılarıyla yazılıyor. Sonra Lovecraft bakıyor ki bilim pahalı ve ailesinin durumu iyi değil, edebiyata dönüyor. Doğup büyüdüğü ev satılıyor bu sırada, Lovecraft için büyük travma. Bir gün zengin olup evi geri almayı düşünüyor ama hiçbir zaman zengin olamayacağını anladığı an kendi dünyasını kendinden emin bir şekilde inşa etmeye başlıyor. Geçinmek için başka yazarların metinlerini düzeltiyor, bir yandan da öykülerini ve makalelerini yayımlatıyor. Yıllar geçiyor böylece. "Sosyal, sanatsal ve politik bakımdan son derece muhafazakârım ve bununla birlikte tümüyle bilim ve felsefeyle geçen otuz dokuz yılıma rağmen uç noktada bir modernistim de." (s. 17) Daktilo kullanmıyor, soğuğa karşı olağanüstü hassas olması zaten bilinen bir şey, 37 derecede kasılmaya başlıyormuş. En önemli kısımlardan biri şu: "Yayımlanmayacak yazılar üretmekteki olağanüstü hızım, ciddi baktığım bir hikâyeyi ağır ağır, özenle incelememe olanak veriyor. Ahenk ve nüanslar da dâhil, ayrıntılara çok dikkat ediyorum ama amacım mümkün olan en kuvvetli sadeliği, sanatı saklayan sanatı yakalamak. Genelde orta uzunluktaki bir hikâyeyi üç günde, farklı uzunlukta seanslarla yazıyorum. Düşünce silsilemin bozulmasını sevmediğimden başka bir işin araya girmesine izin vermiyorum." (s. 19) Cthulhu'nun üç günde ortaya çıktığını düşünüyorum, müthiş bir şey.

Bir makale, kedilerle köpeklerin kıyası. Lovecraft ağır bir kedici ama iş bununla kalmıyor, kediler üzerinden psikolojik, siyasal vs. pek çok çıkarımda bulunuyor. Ağır bir ırkçı, öyle olmadığını söylese de ırkçılık alenen ortada. Kedileri Ari ırkın yılmaz ruhundan parçalar taşıdıkları için, mitolojide önemli bir yer tuttukları için ve daha pek çok sebepten ötürü çok seviyor, kedili fotoğrafları da var kendisinin. Neyse, özet şu: "Köpeklerin en çok hayal gücünden yoksun köylü ve kasabalılar tarafından, kedilerin ise hassas şairler, aristokratlar ve filozoflar tarafından sevildiği az sonra, biraz biyolojik ortaklık üzerine fikir yürütünce daha iyi ortaya çıkacaktır." (s. 25) Valla ortaya çıkan şey müthiş bir hayal gücüne sahip bir adamın dünyayı görmek istediği biçimiyle görmesinden başka bir şey değil. Ağır bir monarşi yanlısı, faşist düşüncenin zaferini bekleyen bir adam Lovecraft, demokrasinin saçma sapan bir icat olduğunu ve aristokratik monarşiyi desteklediğini söylüyor. Seçkinci, "melez" ve "aşağılık" olarak gördüğü diğer ırkları yerin dibine sokarken köpekleri de o ırklarla bir tutuyor. Köpekler aptal, sağa sola salyalarını akıtan köleler, başka bir şey değil. Üniversitenin ilk yılında Hasan Fehmi Nemli çevirisinden külliyatı okuyup derinlemesine araştırmaya giriştiğimde Lovecraft'ın bu fikirlerini öğrenip şok olmuştum, hiç yakıştıramamıştım ama o zamanlar ayrım yapamıyordum, öykülerle öykülerin yazarı arasında derin bir uçurum olabileceğini çoktandır biliyorum.

Clark Ashton Smith'e bir mektup. Smith'in Verlaine çevirdiğini öğreniyoruz, Fransızca şiirler yazdığını öğreniyoruz, resimlerinden zaten haberdarız, eğer azıcık ilgimiz varsa. "Şimdi çizim tahtana yerleştirdiğin o yeni kâğıt için merakım daha da kabardı. Şeytani dehanın tasavvurlarıyla kâfirleşen o kâğıdı çok geçmeden görebilecek miyim acaba!" (s. 42) Lovecraft'ın bir öyküsünün karakteri olan ressam Pickman acaba Smith'ten esinlenmenin sonucu mu diye düşünüyorum, muhtemelen. Abdul Alhazred ve Necronomicon'la ilgili bilgi topladığını söylüyor Lovecraft, kurmacayı samimi arkadaşlarına yolladığı mektuplarda bile sürdürüyor, çok ilginç. Vathek'ten esinlendiğini de söylüyor arada bir yerde, zaten Doğu kültürüyle ilgili canavar gibi araştırma yaptığı için gayet mümkün. Arkham ve Miskatonic Üniversitesi de bahislerden biri. İnandırıcılık için başlangıç noktası arkadaşlar sanırım, Lovecraft inanmadığı bir şeyi yazmıyor sanki.

August Derleth'e bir mektup. Randolp Carter'ın Hikâyesi nam öykünün kaynağını anlatıyor Lovecraft, aslında öyküyü yazmadan "yazdığını" söylemek mümkün. Gördüğü bir rüyanın detaylarını veriyor: sis, mezarlık, telefon teli, kürekler, sonrasında arkadaşın mezardan aşağı inişi falan, hikâyenin aynısı işte. Lovecraft kendisini Randolph Carter'a çevirerek yazmış öyküyü. Merak ettiğim şu ki Randolph Carter'ın geçtiği diğer hikâyeleri de rüyasında mı gördü Lovecraft, yoksa iş bir noktadan sonra uydurmacaya mı döndü? Bu meselenin yer aldığı mektuplar varsa keşke onlar da çevrilseymiş.

Robert E. Howard'ın intiharından sonra kaleme alınmış bir makale var, bu makale Minima'dan çıkan Solomon Kane'in sonunda da yer alıyor. Howard'a derin bir hayranlık duyuyor Lovecraft, hatta imreniyor. Mektup arkadaşı ikisi ama hiç görüşmemişler, Howard tek bir yazar arkadaşıyla görüşmüş intiharına kadar. Onun hikâyesi de ilginç ve garip. Petrolün yanı başındaki yaşamın da petrol gibi çürümüş vaziyete geleceğinden bahsetmiş bir kez, babasının işi yüzünden petrolle sürekli burun buruna geldiği için yaşamından vazgeçmiş. Howard da çok şahane yazardır, gıyabında teşekkür edeyim.

Geri kalan makalelerde tuhaf kurgu yazmak üzerine birtakım notlar, şiir sanatı üzerine birtakım atıp tutmalar, bolca ırkçılık ve tepeden bakmacılık, ukalalık ve benzeri şeyler var, Lovecraft hayranı olan beni tatmin etti açıkçası. Fikirler değil, öykülerini sevdiğim adamdan birkaç şey daha okumak tatmin etti. Lovecraft hayranları mutlaka okumalılar, kesmeyince internetten başka mektuplarını da bulmalılar. Çevirmeliler ve mümkünse basmalılar. Evet.

26 Mart 2016 Cumartesi

H. P. Lovecraft - Cthulhu'nun Çağrısı


1994'te Gotik Öyküler adıyla Mitos'tan çıkmış ilk, bu halini Taksim'deki Sahaflar Çarşısı'nda gördüm ve alamadım, oldukça pahalıya satılıyordu. İthaki'den çıkan baskısını da çok sevdiğim bir abim vermişti, hikâyesi Cthulhu Mitosu Öyküleri 4 adlı yazıda mevcuttur, onu da Cansu'ya verdim ve geri gelmedi sanırım. Bir tanesine daha beş sene evvel rastladım, az daha evleneceğim kıza hediye ettim ve dedim ki, "Bak kız, bu kitap benim için çok özeldir." Biz ayrıldıktan birkaç ay sonra hoşlandığı bir adama hediye etmiş o da. Süper olay. Neyse, alakasız olaylar.

Mustafa Küpüşoğlu adlı zatın direktörlüğünde Alfa basıyor şimdi, ki bu adamın çıkmasına vesile olduğu her kitabı alırım. Çevirmen de Hasan Fehmi Nemli, bana göre en iyi Poe -üzgünüm Tomris Uyar- ve Lovecraft çevirmeni. Yine de kendisine olan minnet borcumdan ötürü Dost Körpe'ye saygılarımı sunarım.

Kapaktaki resim Bosch'un veya Bruegel'in, kitapta kaynak belirtilmemesi güzel bir ayrıntı tabii. Bu uçan şahsın mitosla ilgisi pek yok, tekinsiz havayı yansıtması açısındansa başarılı.

Kitapta sekiz adet öykü ve bir adet çevirmenin önsözü mevcut. Dost Körpe, Lovecraft'i ve mitosunu gayet güzel anlatıyor. Öğreniyoruz ki Herbert West'in maceralarını okumamızı Giovanni Scognamillo sağlamış, ellerinden öperim.

Randolph Carter'ın Hikâyesi: Randolph Carter, bir antikacı ve Miskatonic Üniversitesi öğrencisi olarak Lovecraft'ın birkaç öyküsünde karşımıza çıkıyor. Adlandırılamayan, Bilinmeyen Kadath'a Düş Yolculuğu gibi öykülerde bu adamın maceraları akıl alır, hele Kadath'a çıkılan yolculuk bence Lovecraft'in zirve noktalarından biridir. Şahsen Celephais'e yapılan yolculuğun kahramanı da Carter'mış gibi düşünürüm, öyle olmasa bile.

Burada Carter ve arkadaşı Warren, Warren'ın okült çalışmalarının etkisiyle unutulmuş bir mezarlığa giderler. Warren muhtemelen Necronomicon'la haşır neşirdir ve arkadaşını da bu işlere teşne edip kafayı kırayazmasına yol açar. Neyse, mezarlıkta çok eski bir kapak bulurlar, bu kapağı açtıklarında cehennemin yedi kat dibinden gelen kokulara maruz kaldıkları gibi Warren adlı cesur arkadaşımız, bir tür telli telsiz aparatıyla birlikte derinlere iner. Konuşurlar, Warren gördüklerini tarif edemez, gerilim adım adım artar. En sonunda Warren kurtuluşun olmadığını haykırır ve Carter'a kaçmasını söyler. Carter feryat figan eder, telin öbür ucundan şöyle bir ses gelir: "Seni aptal, Warren öldü!" On dört yaşımın haliyle nasıl korktuğumu anlatamam, şimdi bile tüylerim ürperiyor.

Erich Zann'ın Müziği: Auseil Sokağı ortada yok, hiçbir haritada yok, sanki hiç var olmamış gibi. Peki neler oldu da sokak ortadan kalktı?

Anlatıcı, üst katında oturan Erich Zann adlı yaşlı kemancıyla arkadaş olana kadar akla karayı seçer. Üst kattan acayip sesler gelir, bizimki mevzuyu iyice merak edip adama musallat olur ve bir gün kendini adamın evinde bulur. Adamın kemanından çıkan notalar bir süre sonra deliliğe ve hiçliğe dönüşür, anlatıcı pencereden dışarı baktığı zaman kapkara bir boşluktan başka bir şey görmez. Dehşet içinde oradan kaçar, sokağı da bir daha bulamaz. Yine bir gerim gerim geren öykü.

Herbert West - Diriltici: Filmleri çok başarılı değil, B movie diyebileceğimiz tarzda. Tekrar çekileceğine dair bir şeyler okumuştum ama kesin bir bilgim yok.

Öykü olarak yine Lovecraft'in mitos dışındaki muazzam işlerinden. Birden çok parçadan oluşuyor, her birinde farklı canlandırma denemeleri var. Bazıları savaş ortamında, bazıları West ve yardımcısının kendi kurduğu laboratuvarda. Mevzu şu ki bu Herbert West, insan yaşamının bir dizi kimyasal tepkimeden ibaret olduğunu düşünür ve hazırladığı karışımlarla beyin hasarının ortaya çıkmadığı ölçüdeki taze ölüleri diriltmeye çalışır. Olayları yardımcısı anlatır, onun ağzından dinleriz. Deneyler yıllar boyunca sürer, West'in geçirdiği dönüşümü adım adım takip ederiz. Nihayetinde kaçmaz West, sonuyla yüzleşir. Yaptığı deneyler onu parça parça çürütmüştür, devam etmek istemez ve kendini bırakır.

Pickman'in Modeli: Ressam Pickman'e Cthulhu Mitosu Öyküleri'nde de rastlayabilirsiniz.

Bu adamın çizdiği resimler grotesk manzaralardan, acayip mahluklardan ibarettir ama bu mahluklardan biri son derece gerçekçidir, sanki gerçekten varmış gibi. Dehşet manzaraları da aslından kopya edilmiş gibidir ki gerçekten de öyle olduğu öykünün sonunda ortaya çıkar.

Duvarlardaki Fareler: Anaerkil dönem tanrıçasının intikamı. Dost Körpe'nin söylediğine göre Lovecraft annesinden ötürü kadın düşmanıymış ama bu öyküde Kibele'nin zaferini görebilirsiniz, tabii nasıl bir zaferse bu. Pagan inançların dehşetine çıkılan bir yolculuk bu da.

De La Poer -son kelime hariç tersten okuyun, bir şey çağrışacak- ailesinin son üyelerinden biri, atalarına ait bir evi restore eder ve buraya taşınır. Evin tarihçesini öğrendikçe, bir de duvarlarda koşuşturan fareler ortaya çıkınca mahzenden aşağılara doğru bir keşif gezisine çıkar, bir dostuyla birlikte. Aşağıda uçsuz bucaksız bir şehir bulurlar. Roma, Kelt ve daha öncesinde hüküm süren uygarlıkların izlerinin yanında kemiklerle dolu birçok çukur vardır. Tam bir ölüm şehri. Adamımız ailesinin lanetine uğrar ve en iyi dostunu yerken bulur kendini.

Adamın kedisinin adının Nigger-Man olması da Lovecraft'in ırkçılığına bir örnek.

Cthulhu'nun Çağrısı ve Innsmouth Üzerindeki Gölge'ye girmiyorum, Cthulhu Mitosu'nun temel öyküleridir. İlkinde dünyanın farklı uçlarında Cthulhu'nun etkisindeki insanların yaptıkları var, bir de tabii keşif gezisinde R'lyeh'ın yükselişi, Cthulhu'nun ortaya çıkışı, öklid dışı geometrilerin insanları yutması, neler neler. Doğa gerçekten kendine yabancı olan unsurları bir şekilde yeniyor, belki de Dünya'nın bağışıklık sistemi budur.

İkinci öyküde Marshlar, yaptıkları şeytani anlaşma ve ailesinin köklerini araştıran bir adamın dehşet dolu kaçış hikâyesi var, bu kaçış gerçekten gerilim açısından takdire şayan, unutulmayacak bir kaçıştır, efsanedir. Gerçi adam ne kadar kaçarsa kaçsın, aile mirasını üstleniyor, yapacak pek de bir şey yok. Mitos öykülerinin bulunduğu kitapta Lovecraft'in Long Island'ta yaptığı gezilerde bu şehri ziyaret ettiği, hatta yaşlı bir Marsh'la gerçekten konuştuğu ve öyküyü bu araştırmalar sonucu yazdığı söylenir.

Yabancı: Bombayı sona bıraktım. Mitosu, diğer öyküleri geçtim, benim için Lovecraft'in en muazzam öyküsü budur. 8-10 sayfacık. Nerede doğduğunu, kim olduğunu bilmeyen bir çocuk, yalnız yaşadığı şatoyla sınırlı dünyasını korku ve acı dışında bir duyguyla anlamlandıramaz. Şatodan uzaklaşmaya çalıştığında karanlık ormanların bilinmeyen dünyasıyla karşılaşır, öteye gidemez. Okuduğu kitaplardan başka bir avuntusu yokken bir gün her şeye rağmen bu dünyadan kurtulmaya karar verir ve şatonun çatısındaki kapakları kaldırmaya çalışır, başarılı olur ve bildiği küçük dünyaya şatonun tepesinden bakmak için döndüğünde toprak zeminden başka bir şey göremez. Yeryüzüne çıkar, yürür, penceresinden sarı sıcak ışıkların yayıldığı bir hana girer, handaki herkesi korkudan altına işetir ne olduğunu anlamaya çalışırken odanın öbür ucunda korkunç bir yaratık görür. İnceler, yaklaşır ve yaratığın aynadan yansıyan kendi olduğunu anlar. En sonunda şatoya geri döner.

Lovecraft'in çocukluğu, evet. Bariz bir şekilde ortada.

Beni etkileyen kısmı, belki de ilk kez kim olduğumu düşünmeye başlamamı sağlamış olmasıdır. Topluma göre ben kimim, kendime göre kimim, nerelerden kurtulamıyorum, nerede saklanıyorum. Kimim ulan ben? Evet.

Ne desem, ne anlatsam yetmez. Başucu kitabım; başka hiçbir kitabı ikinci kez okumamışken bunu belki yirmi defa okumuşumdur. 28 yaşındayım, ömrümün yarısında hep yanımdaydı.

Alın arkadaşım.

8 Aralık 2013 Pazar

H. P. Lovecraft - Deliliğin Dağlarında

Zamanında sözlüğe yazdığım bir şey:

"bizim tayfa gelmemiş, kafede max payne oynuyorum. gelecekler, klan maçına hazırlanacağız. neyse, max payne.
o zamanlar nebula uo shard'ın sitesinde ctulhu diye bir mod var, onda görüyorum. bu ne lan diyorum, rastgele tuşlara bassam daha güzel bir nick çıkar. neyse, max payne'de görüyorum ki cthulhu diye bir şey var. bir de eser abi var kafede çalışan. gençten bir abi. cd'ye şarkı çektiririm, bir paket sigara parası veririm. bilgisayar donar, eser abi'yi çağırırım. iyi bir abimizdi. neyse, eser abi arkamdan geçiyor.

+ abi bunlar ne böyle yav, bir sürü acayip acayip isimler? kutulu ne yav?
- kitaplarda var oğlum onlar.

metallica'dan biraz biliyorum, bir de kazaa'dan cradle of filth şarkısı indirmiştim cthulhu dawn diye. kapamıştım hemen. o kadar yani.
bende kendince de bir ışık görmüştü galiba eser abi, arada müzik gibi şeyler konuşurduk, bana bir dünya grup önerirdi falan. 10-11 sene öncesinden bahsediyorum, internet kafeler çok güzel yerlerdi o zamanlar. bence. yaşım 13.

- ben sana bir kitap getireyim, oku onu.

tağam mağam bir şeyler diyorum, bizimkiler geliyor. oynuyoruz. ertesi gün geliyor, ben olayı unutmuşum çoktan. eser abi harbiden de getiriyor kitabı, cthulhu'nun çağrısı diye bir şey. allah allah diyorum, kapakta uçan bir yaratık var, elinde yaba. teşekkür ediyorum, eve gidip üniformamı çıkarıyorum, yemeğimi yiyorum, ertesi gün yine göte girecek ingilizce çalışma kağıtlarını bir kenara koyuyorum ve kitabı açıyorum.

ve inanır mısınız, 10 seneyi aşkındır kapatamıyorum. şimdi eser abi ne oldu, ne yaptı, askere gidip geldi mi, gözlükçü olan babasının yanında işe girdi mi, hiç bilmiyorum. en son 7-8 yıl önce gördüm. küçükyalı'nın auseil sokağı gibi davrandığı zamanlar oluyor, bir sokağı başka bir zaman yerinde bulamıyorum. her şey çok çabuk değişiyor. lise bitiyor, üniversite bitiyor, akademik kariyer derdi, kpss derdi, iş derdi birbirini kovalıyor. lakin o kitap, sonra cthulhu mitosu öyküleri, sonra dost'tan çıkan lovecraft'ın bütün eserleri bir türlü kapanmıyor. öykülerimi yazarken tıkandığımda, gelecek kaygısının kıskacında, hayatın ucuzluklarıyla, basitlikleriyle karşılaştığımda gözüm gibi baktığım kitaplardan birini çekiyorum, açıp birkaç sayfa veya bir iki öykü okuyup kitabı yerine koyuyorum. ardından kendi yarattığı evren sayesinde bu sonsuz evrenin aslında pek de bir boka yaramayan -ki yaraması da gerekmez ama hiçbir şeyin boşa olmadığını düşünmek istiyor insan- sayısız galaksilerinden birinin alakasız bir noktasında kendi halinde salınan bir gezegendeki minicik, değersiz, toz kadar bir hayatı böylesine etkileyebilen, onca kokuşmuşluğu, tiksintiyi böylesine unutturabilen bir yazara zamanının çok ötesinden minnet duyuyorum.

boyu kilometrelerle ifade edilen bir tanrıyı çük kadar bir gemiye parçalatmış, olsun. bir numaradır lovecraft."

Tabii zaman geçiyor, okumalar ayrı seyirler izlemeye başlıyor, zevkler değişir gibi olmuyor da çeşitleniyor. Büyüyoruz falan. Nesnelerle olduğu kadar sanatla etkileşimimiz de artık takip edemeyeceğimiz bir boyuta ulaşıyor. Uzadı, kesiyorum. Ara ara rastgele bir hikâye okuyordum, şimdi külliyata tekrar başladım. Ayrı bir keyif alıyorum, bir yandan da 10 senedir gözüme batmayan şeyler çıkıyor ortaya. Sonuçta mutluyum; evimde tek başıma geçirdiğim onca saatte eski bir dost yanımdaymış gibi hissediyorum.

Lovecraft'ın Cthulhu Mitosu hikâyelerinden biri, en uzunlarından. Eskiler'in dünyaya gelişleri, Mi-Go'lar, Cthulhu'nun müritleri falan derken ortalık curcuna. Malzeme bol; insanoğlundan önce milyarlık bir boşluk var. Karanlık çağlar. Bir belgesel vardı, adını unuttum, insanlar bir anda ortadan kaybolsa dünya insansız zamanlardaki haline kaç yılda döner konulu. Şimdi tam şu kadar diyemiyorum, salladığım belli olacak ama söyleyeyim, 10000 yıl falan. Yani 10000 yıl sonra bir uzay gemisi dünyaya inse bize dair hiçbir şey göremeyecek, bulamayacak. İnsan kozmik sonsuzluktan korkuyor ister istemez. Düşününce. Çok küçüğüz ya. Neyse, fantazyacılar için bu karanlık çağlar altın madeni. R. E. Howard, Clark Ashton Smith, tayfadan kim varsa... dedim ve gözlüğümü kırdım. Göremiyorum. Burada gözlükçü yok, ilçeye gitmem lazım ama yarın da pazar. Çok naif küfürler ediyorum. Evet, iyi ekmeği yenmiş bu olayın yani.

Bende Dost'tan çıkan üç ciltlik külliyat var, oradan okuyorum, İthaki'den değil. İthaki'nin Bosch resimli kapağı olan versiyonunu lise sonda sıra altında unutmuştum, ertesi gün yerinde yeller esiyordu. Umarım hakkını verecek birine gitmiştir. Neyse, ben Dost'tan okuyorum, Hasan Fehmi Nemli çevirisini pek sevdim. Mesela hikâyenin adıyla ilgili şöyle bir dipnot var: "Bu ad, Lord Dunsany'nin bir öyküsünden (The Dreamers Tales'deki Hashish Man'den) alınmış olabilir. 'Ve sonunda Delilik Dağları denilen fildişi tepelere ulaştık.'" İthaki baskısında böyle dipnotlar yok. Kemik okuyucu için çok önemli bunlar, tercih sebebi olabiliyor. Çevirmenin kalitesini gösterir bu. Bir de Lovecraft'ın Lord Dunsany hayranlığını bilenler için güzel bir nokta. Lord Dunsany'yi Babil Kitaplığı içinde yine Dost bastı ama bir tanecik. Onu da dönüp dönüp okurum. Amazon'dan İngilizcesini falan alacağım artık bütün eserlerinin.

Özet geççiler için hikâye şu: Miskatonic Üniversitesi'nden 20 küsur akademisyen, Antarktika'ya araştırma yapmaya gidiyor. Zamanın birinde tropikal iklimin hüküm sürdüğü topraklara ulaşmak, fosil falan çıkarmak amaç. Bazı taşlar bulunuyor, bunun üzerine içlerinden biri üç beş kişiyle tayfadan ayrılıp başka bir yerde kazıya gidiyor. Acayip varlıklar buluyor, bunları telsizle kampa bildiriyor ve bağlantı kesiliyor. Esas adamımız, yanına birini alıp kampa gidiyor ve görüyor ki köpekler, adamlar falan deşilerek öldürülmüş. Sonra öneden de dikkatlerini çeken sıradağları aşıyorlar, kadim bir şehir keşfediyorlar. Dilleri falan tutuluyor; dünyanın en soğuk yerinde eski bir uygarlık. İniyorlar, şehre giriyorlar, yer altında keşfe çıkıyorlar ve sonra bir şeyle karşılaşıp kaçıyorlar. Bu kadar.

William Dyer anlatıcı. Miskatonic'ten bir profesör. Hikâyeyi oluşturan metni neden kaleme aldığıyla başlıyor olay. Korkunç keşiflerinden sonra Starkweather-Moore adlı, daha donanımlı bir keşif gezisini engellemek amacıyla, gazetelerde yer almamış bölümleriyle hikâyeyi bir kez daha anlatıyor. Amacının bazı araştırmacıları gezinin yapılmaması yönünde ikna etmek olduğunu söylüyor ama elinde pek kanıt da yok açıkçası, fotoğraflara inanmadıklarını söylüyor mesela. Bu da metni inandırıcılıktan uzaklaştırıyor açıkçası, Dyer'ın çabaları bu yönde olsa da. Her şeyi denemeden pes etmek istemiyor açıkçası, bir de olayın psikolojik yıkımından kurtulmayı amaçlamış olabilir. Kimseye tam olarak anlatılmamış bir hikâye var elde, bu hikâye Dünya'nın ve evrenin tarihiyle ilgili ve bunu bilen iki kişi var sadece.

Cthulhu Mitosu, birbirinden bağımsız hikâyelerden oluşsa da haliyle ortak bazı mevzular var. Olaylar, karakterler. Buradaki karakterlere başka hikâyelerde tekrar rastlayacağız. Bazen sadece isimleri geçecek. Tam tersi de geçerli; mesela gezinin düzenlenmesini sağlayan bir sponsor var: Nathaniel Derby Pickman Vakfı. Pickman soyadıyla sıkça karşılaşacağız, eğer külliyatı okursak. Neyse, başlarda uzun bir yolculuk safhası var. İncelikle anlatılmış. Kutba ulaşınca kampın kurulumu, uçakların inşası (aslında parça parça uçaklar) ve Lake'in bulunan fosilleri incelemesi geliyor. Lake'e göre bu fosiller ileri derecede evrimleşmiş, bilinen hiçbir sınıfa girmeyen bir canlıya ait. Takımdan ayrılıp araştırmaya yollanmasına yol açan şey bu fosiller. Bir diğer olay da dağların tepelerindeki düzgün geometrik şekiller. Dyer önce serap olduklarını düşünüyor, yakından baktığında kadim bir dünyaya açılan kapılar olduklarını düşünüyor. Şunu da söyleyeyim, metin bir bilim adamının diliyle yazılmamış. Necronomicon'lar falan havalarda uçuşuyor, isteri krizine ramak kalmış sanki. Psikolojisini, fikirlerini şekillendiren bir ortamın getirisini metne döküyor Dyer; bir bilim insanı olarak elinden gelen her şeyi yapmış ve son bir çaba gösteriyor. İnandırıcılığı yok edici bir şekilde.

Kısa keseceğim; Lake, bilinen yaşamdan çok daha öncesinde de dünyada yaşam formları olduğunu belirliyor. Sonra o yolculuk, Eskiler'in bedenlerini bulması ve Eskiler'in çözülmesiyle birlikte ayvayı yemesi. Dyer ve Danforth'ın kadim şehirdeki yolculukları, kabartmalardan Eskiler, Cthulhu'nun müritleri ve Mi-Go'lar hakkında öğrendikleri, kaçış... Tembel olmasam alayına girerim ama cık.

Lovecraft canımızdır. Okuyalım. Evet.